FÂTIR SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur, 45 âyettir.

1

Gökleri ve yeri yaratan, melekleri, ikişer, üçer dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamd olsun. O yaratmada (istediğine) dilediği kadar fazla verir. Şüphesiz Allah, herşeye gücü yetendir.

Allahü teâlâ, talim ve tazim için zâtını övmüştür.

“Gökleri ve yeri yaratan.. “onları ilk defa yaratan ve yoktan var eden, demektir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

- “Fâtır kelimesinin manasım bilmiyordum. Bir kuyu hakkında ihtilafa düşen iki bedevi bana müracaat etmişti. Onlardan biri:

- Onu ilk defa ben kazdım deyince öğrendim.” “Elçiler... “yani kullarına gönderilenler, demektir.

(.......) kelimesi (.......) nun çoğulu (.......) manasınadır, “Sahip, -lı, -li,” manalarına gelmektedir.(.......) kelimesinden bedeldir. Ya da onun sıfatıdır. (.......) kelimesi “kanat” kelimesinin çoğuludur. (.......) ve (.......) kelimeleri (.......) kelimesinin sıfatıdırlar. Lafızları değiştiği için tenvîn ve cer kabul etmediler.

Bu, onların asıl lafızlarından başka bir şekle dönüştürülmesi sebebiyledir.

(.......) lafzının (.......) lâfzından dönüştürülmesi gibi. Yine tekrarlı lafdan “İki iki” tekrarsız lâfza “İkişer” dönüştürülmeleri sebebiyledir.

Denildi ki: “Lâfzı değişti, sıfat olduğu ve ona dayandığı için gayri munsariftir.” Mana şudur:

“Meleklerin bir kısminin kanatları ikişerdir.

Yani herbirinin iki kanadı vardır. Bir kısminin kanatları üçerdir ve herhâlde,üçüncü kanat iki kanat arasında, sırtın ortasındadır, iki kanata yardım eder. Bir kısminin kanatları da dörderdir. O, kanatları ve diğerlerini yaratmada dilediği kadar artırır.”

Denildi ki: “O güzel yüzdür, güzel sestir, güzel saçtır, güzel yazıdır ve gözlerdeki hoşluktur.”

Âyet mutlaktır. Onun için bunlar, uzun bağ, mutedil endam, aza tamlığî, beden kuvveti, akıl sağlamliği, görüş tutarlıliği, dil belâgatı, mü'minlerin kalplerindeki sevgi ve benzeri, yaratmada her ziyadeyi içine alan ne varsa tamamım kapsar.

2

Allah'ın, insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz. O'nun tuttuğunu O'ndan sonra salıverecek de yoktur. O, üstündür, hikmet sâhibidir.

Yaygınliğindan ve kapalılığından dolayı rahmeti tutup hapseden olamaz. O'nun (celle celâlühü) tuttuğunu O'ndan (celle celâlühü) sonra salıverecek de yoktur. O (celle celâlühü), üstündür, hikmet sâhibidir.. Açacağı rızık, yağmur, sıhhat ve sair rahmetlerden herhangi birini tutup hapseden (engelleyen) olamaz. Hiç kimsenin onu tutmaya ve onu hapsetmeye gücü yetmez.

“Açmak” kelimesi, salıvermek ve göndermek manalarına istiâre olarak kullanılmıştır. Allah Teala'nm tutup hapsettiğini, O'nun (celle celâlühü) tutmasından sonra salıverecek yoktur. Şart manası içeren isme dönen zamîri “rahmet” manası üzere müennes kıldı. Sonra onu, ona dönen lafız üzerine hamlederek müzekker kıldı. Zira onda müenneslik yoktur. Birincisi “rahmet “le tefsîr edildi. zamîrin tefsire tabi olması da güzel bir şeydir. İkincisi ise tefsîr edilmedi ve aslı üzere müzekker olarak bırakıldı. Muaz'dan merfû' olarak şöyle rivâyet edilmiştir:

“Seçkinleri kölelerine yumuşaklıkla muamele ettikçe iyileri günahkarlarını ululamadıkça ve alimleri Allah'a isyan hususunda idarecilerine yardım etmedikçe Allah'ın eli, bu ümmet üzerinde açık olmaya devam eder. Bunları yaptıklarında ise, Allah elini onlardan çeker.” Bu hadis-i İmâm Gazali (rahmetüllahi aleyh) İhya'da zikretmiştir. Bkz: 2/150.

O galiptir, salıvermeye de tutmaya da kâdirdir. Hikmetin, salıverilmesini ve tutulmasını gerektirdiği şeyleri salıveren ve tutan hikmet sâhibidir.

3

Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O'ndan başka ilâh yoktur, nasıl oluyor da (tevhidden küfre) çevriliyorsunuz?

Allah'ın (celle celâlühü) üzerinize olan nimetini dil ve kalp ile hatırlayın. Onlar, daha önce zikri geçen yerin döşek gibi yayılması, göğün direksiz yükseltilmesi, Allah'a davet ve O'na yakınlık yolunu açıklamak için peygamberlerin gönderilmesi, yasaklama da güzelliklerin artırılması ve rızık kapılarının açılması gibi nimetlerdir. Daha sonra, Allah'tan başka sizi, gökten yağmurla ve yerden de türlü türlü bitkilerle rızıklarıdıran bir yaratıcı var mı?” sözüyle nimetlerin başına -ki o da, nimet verenin tek oluşudur- dikkat çekti.

(.......) kelimesi, sıfat olarak merfûdur. Çünkü (.......) kelimesi mübtedadır. Haberi ise hazfedilmiştir. Takdiri de, “sizin için” kelimesidir.

Ali ve Hamza'ya göre (.......) kelimesi, sıfat olarak lafzen mecrûrdur. (.......) cümlesinin başlarıgıç cümlesi olması da (.......) kelimesinin sıfatı olması da mümkündür. (.......) ara cümlesidir. İrapta mahalli yoktur.

Hangi yüzle tevhidden küfre döndürülüyorsunuz?

4

Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme) senden önceki peygamberler de yalanlandı. Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülecektir.

Bununla, Kureyş'in, Allah'ın (celle celâlühü) ayetlerine karşı kötü propagandalarını ve onları yalanlamalarını haber vermiş ve ondan önceki peygamberlerde, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) için örnekler olduğunu ifade etmek suretiyle peygamberini teselli etmiştir. Bu sebeple (.......) kelimesini nekre (belirsiz) kılmıştır.

Yani, onlar sayıları çok olan elçilerdir, mu'cize sahipleridir, uyarıcıdırlar, uzun ömür sahipleridir, sabır ve azim ashâbıdırlar demektir. Onun nekre olarak getirilmesi, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) için daha çok teselli vericidir. Sözün takdiri şöyledir:

“Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberlerin yalanlanmasını örnek al ve onlarla teselli bul” Bunun takdiri bu şekildedir. Çünkü cezâ şartı takip eder. Eğer zahire göre icra edilseydi cezâ cümlesi şart cümlesinden önce gelecekti. “Senden önceki peygamberler de yalanlandı.” cümlesi, “müsterih ol, sabret” cümlesinin yerine getirilmiştir.

Sebebi ifade ettiği için sebebin neticesini ifade etmemiştir.

Yani ondan önceki peygamberlerin yalanlanmasını ifade ettiği için “müsterih ol, sabret” ifadesini kullanmamıştır.

“Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülecektir. “sözü, bütün işlerin O'nun hükmüne döndürüleceğine ve yalanlayanın da yalanlarıanın da hakettikleri karşılıkla karşılık göreceklerini vaad ve tehdit içermektedir.

Şam kırâat ekolü, Hamza, Ali, Ya'kûb, Halef ve Sehl'e göre (.......) kelimesi (.......) nin üstünüyle (.......) şeklindedir.

5

Ey insanlar! Allah'ın (haşr ve cezâ ile ilgili diriltme) va'di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah’ın (affına güvendirmek suretiyle) sizi kandırmasın.

Allah'ın, diriliş ve cezâ ile ilgili va'di haktır, gerçekleşecektir.” “....Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.”

Yani, dünya sizi aldatmasın, ondan istifade etmek ve onun menfaatleriyle lezzetlenmek, sizi âhirete âit amellerden ve Allah katındaki şeyleri istemekten alıkoymasın, demektir. Şeytan da sizi Allah (celle celâlühü) ile aldatmasın. Çünkü o, sizi boş kuruntulara sevkeder ve Allah'ın, senin ibâdetine ihtiyacı yoktur, senin yalanlamanın O'na hiçbir zararı olmaz.” der.

6

Çünkü şeytan, sizin amansız bir düşmanımzdır. Siz de onu düşman sayın. O, kendisine uyan taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.

Şeytan, düşmanliği açık bir düşmandır. Babanıza (Âdem'e) yaptığını yapmıştır. Siz ise ona karşı onun hallerini bilmeyen biri gibi muamele ediyorsunuz. Artık siz de onu, inançlarınızda ve amelleriniz de düşman edinin. Sizden, gizli ve açıkta ona karşı ancak düşmanlığa delalet eden şeyler görülsün.

Daha sonra Allah (celle celâlühü), “....O, kendisine uyan taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” sözüyle, şeytanın işinin gizliliğini ve ona tabi olanların hatasını özetledi, taraftarlarını çağırma hususundaki kastının, onları helâk yollarına sevketmek olduğunu açıkladı. Daha sonra da örtüyü kaldırdı, bütün işi îmana ve onun terki üzerine kurdu ve şöyle buyurdu:

7

İnkâr edenler için şüphesiz çetin bir azap var, îman edip iyi işler yapanlara da mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.

(Şeytan) çağırdığında ona icabet edenler için çetin bir azap vardır. Çünkü o, artık onun taraftarlarından, yani onun tabilerinden olmuştur. Îman edip sâlih amelleri işleyenler ve ona icabet etmeyenler ise onun taraftarlarından değil, Bilâkis onun düşmanı olmuşlardır. Gayretlerinin büyüklüğünden dolayı onlar için büyük bir mükâfat vardır. Her iki gurubu zikrettikten sonra Allah (celle celâlühü), Peygamber'ine (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

8

Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse, (kötülüp hiç istemeyen kimseye benzer) mi? Allah, dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğru yola iletir. O hâlde ruhun, onlar hakkında bir takım üzüntülere dalarak yıpranmasın. Allah, onların ne yaptıklarını biliyor.

Kötü işi kendisine şeytanın süsiemesiyle güzel gösterilip de onu güzel gören kişi, kendisine süslü gösterilmeyen kişi gibi olur mu? Sanki burada Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem), “Hayır” demiştir de, Allah (celle celâlühü), şöyle devam etmiştir:

Allah dilediğini sapıklığa yöneltir. Dilediğini de doğru yola iletir. O hâlde ruhun onlar hakkında bir takım üzüntülere dalarak yıpranmasın.”

Zeccâc, mananın şu şekilde olduğunu zikretmiştir:

“Kötü ameli kendisine süslü gösterilen kişi için mi nefsin üzüntü duyuyor?”

“Nefsi üzüntü duymasın.” cümlesi, ona delalet ettiği için cevap hazfedilmiştir. Ya da mana:

“Kötü ameli kendisine süslü gösterilen kişi, Allah'ın hidâyet ettiği kişi midir?” şeklindedir. Buna göre cevap:

Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini de doğru yola iletir.” cümlesi, ona delâlet ettiği için hazfedilmiştir.

Yezid'e göre (.......),” nefsini harap etme” manasına (.......) şeklindedir. (.......) mef'ûlun lehtir.

Yani “üzüntü için nefsini harap etme” , demektir. (.......) kelimesi, (.......) in sılasıdır. “Onu sevdiği için helâk oldu ve ona üzüldüğü için öldü.” cümlesinde olduğu gibi.

(.......) kelimesinin, (.......) e taallûku câiz değildir. Çünkü mastarın sılası, mastardan önce gelmez.

Allah, onların ne yaptıklarını biliyor.” cümlesi, yaptıkları kötü işlere karşı azâba uğratılacaklarına dair bir tehdittir.

9

Rüzgârları gönderip de bulutları harekete geçiren Allah'tır. İşte bu şekilde biz onları ölü bir bölgeye göndeririz de ölümünden sonra toprağa onunla hayat veririz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır.

(.......) Mekke, Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir.

(.......) Medine, Hamza, Ali ve Hafs'a göre şeddelidir, diğerlerine göre ise şeddesizdir. Ölümünden yani kurumasından sonra toprağa onunla yani, yağmurla hayat veririz. Çünkü işaret yoluyla (bulut kelimesinin zikredilmesiyle) onun zikri geçmişti. Rüzgarların sevkettiği bulutların, sevkediliş hâlinin hikâyesi için ve kudreti Rabbaniyyeye delalet eden şeyin zihinlere gelmesini temin için (.......) fiili muzari kipinde getirildi. Belirsiz bir iş yada garip bir iş anlatılırken de bu şekilde yapılır. Bulutların ölü beldeye sevkedilmesi ve toprağın, ölümünden sonra diritilmesi de böyledir. Hayrette bırakan kudrete delâlet ettiği için gaip kipinden çıkılarak aidiyyet ifadelerini daha çok içeren ve kudretin kemaline daha çok delalet eden mütekellim kipine geçildi ve “sevkettik” ve “dirilttik” denildi. (.......) deki (.......) mahallen merfûdur.

Yani, ölülerin diritilmesi, ölü toprakların diritilmesi gaibdir, demekti. Denildi ki:

Allah, mahlûkatı, arşın altından gönderdiği suyla diriltir. Mahlûkatın cesetleri, erkeklerin erlik suyundan vücûda geldiği gibi.”

10

Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir. Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülükleri tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır. Ve onların tuzağı bozulur.

İzzetin hepsi Allah'a âittir. Dünya izzeti de, âhiret izzeti de. Kâfirler, putlarıyla büyükleniyorlardı. Nitekim âyet-i kerime de, bu:

“Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah'tan başka tanrıları edindiler.” Meryem, 81. şeklinde beyan edilmiştir.

Sadece dilleriyle îman edenler de müşriklerle büyükleniyorlardı. Bu, âyet-i kerime de:

(.......) dır. Kıyasa göre (.......) kelimesi (.......) şeklinde olmalıydı. Ancak kendisi ile tekili arasında (.......) den başka bir fark olmayan çoğullar, müennes için de müzekker içinde kullanılırlar. Ameli sâlih ise, sırf Allah (celle celâlühü) için yapılan ibâdettir. Amel-i sâlihi, güzel sözler yükseltir. Yükselten, sözlerdir. Yükseltilen ise amellerdir. Çünkü amel, ancak tevhid ehlinden kabul olunur. Denildi ki:

“Yükselten Allah'tır. Yükseltilen amellerdir.”

Yani, ameli sâlihi, Allah (celle celâlühü) yükseltir, demektir. Bunda, amelin, yükseltilmek için beklediğine, güzel sözlerin ise kendi başına yükseldiğine dair işaret vardır. Denildi ki:

“Amel-i sâlih, onu işleyeni yükseltir ve onu şereflendirir.”

Yani, kim izzeti isterse demektir. Sâlih amel sözündeki (.......) hazfedilmiş bir mastarın sıfatıdır.

Yani “kötü tuzakları” şeklindedir, pünkü (.......) müteaddi (geçişli) olmayan bir fiildir. Onun için (.......) denmez. Kastedilen, Daru'n-Nedve'de toplandıklarında, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e karşı Kureyş'in kurduğu tuzaktır. Nitekim Allah'u Teala şöyle buyurmuştur:

“Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürülmeleri yahut da seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı.”

Onlar için âhirette çetin bir azap vardır. (.......) mübtedadır, (.......) zamîr-i fasıldır (.......) da haberdir.

Yani; o tuzak kuranların tuzağı, hasseten o, daha Allah (celle celâlühü) onlara tuzak kurmadan, onları Mekke'den çıkarmadan, onları öldürmeden ve onları Bedir kuyularına yerleştirmeden bozulur, yok olur gider. Onların tuzaklarının tamamı, kendi başlarına geçirilir. Nitekim Allah'u Teala:

“Onlar tuzak kuruyor. Allah da (onlara) tuzak kuruyor. Çünkü Allah, tuzak kuranların (tuzakları kendi başlarına çevirenlerin) en hayırlısıdır.”

“Halbuki kötü tuzak ancak sâhibine dolanır.” buyurmuştur.

11

Allah sizi (önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O'nun bilgisiyledir. Bir canlıya ömür vermesi de, O'nun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Şüphesiz bunlar, Allah'a kolaydır.

Yani, Allah (celle celâlühü), babanızı topraktan yarattı. Sonra sizi spermden inşa etti. Daha sonra da sizi sınıflara ayırdı. Ya da erkekler ve dişiler kıldı.

(.......) hâl makammdadır.

Yani, O'nun (celle celâlühü) bilgisi çerçevesinde olduğu hâlde, demektir. Ömrü uzatıları kişiyi “muammer” olarak kendisine doğru gittiği şeyle isimlendirdi. “Kitap “tan maksat; levhi mahfuz ya da insanların amel defterleridir.

Zeyd'e göre (.......) şeklindedir.

Eğer:

- “Bir insan ya uzun ömürlüdür, ya da kısa ömürlüdür. Onun ömrünün, aynı anda uzatılması ve kısaltılması da muhâldir. Dolayısıyla'Bir canlının ömrünün uzatılması da kısaltılması da mutlaka kitapta (yazılı)dır/ sözü nasıl doğru olur? dersen. Derim ki:

- Bu, te'vili hususunda dinleyicinin anlayışına güvenilerek ve onun manasını, akıllarıyla doğru bir şekilde anlayacaklarına itimad edilerek söylenmiş kolaylaştırılmış bir sözdür. Bu da; tek bir ömürde uzama ve kısaltma olmasının onlara karışık gelmemesidir. Bu tip sözleri insanlar da kullanırlar, şöyle derler: Allah, kulu ancak hak ile mükafatlarıdırır ve hak ile cezâlarıdırır.”

Ya da âyetin te'vili şöyledir:

“Sayfada onun ömrünün şu kadar sene olduğu yazılır, sonra bunun altına “bir gün gitti, iki gün gitti'şeklinde sonuna gelinceye kadar yazılır, işte bu, onun ömrünün kısalmasıdır.”

Katâde'den şöyle rivâyet edilmiştir:

“Uzun ömürlü kişi, altmış yaşına basan kişidir. Kısa ömürlü ise, altmıştan önce ölen kişidir.”

Şüphesiz ki onun sayılması ya da ömrün artırılıp eksiltilmesi Allah'a (celle celâlühü) kolaydır.

12

İki deniz birbirine eşit olmaz. Şu, çok tatlıdır, susuzluğu keser, içilmesi kolaydır. Şu da çok tuzludur, acıdır (boğazı yakar) Hepsinden de taze et (balık) yersiniz ve takmakta olduğunuz süs eşyası çıkarırsınız. (Allah'ın) lutfundan (nasibinizi) arayıp şükretmeniz için gemilerin, denizi yarıp gittiğini görürsün.

İki deniz birbirine eşit değildir. İkisinden biri tatlıdır, furattır. Fıtrat; son derece tatlı, demektir, denildi ki:

“Furat; susuzluğu kesen şeydir.”

“Tatlıliğindan dolayı içimi ve hazmı kolaydır.” Onu içenler onunla faydalanırlar.

“Şu da son derece tuzludur.” Denildi ki:

“Ucac; tuzluluğuyla yakan şeydir.”

“Her ikisinden de taze et yani balık yersiniz. “

“Süs eşyası” inci ve mercandır.

“Bütün denizlerde gemilerin akıp girmeleriyle suyu yardıklarını görürsün. “Gemi suyu yardı, gitti” denir.

(.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur.

“Lutfundan.. “yani, Allah'ın (celle celâlühü) lutfundan, demektir. Âyette Allah'ın (celle celâlühü) zikri geçmedi. Ancak ondan önce geçmişti. Ondan önce geçmeseydi dahi mananın delâletinden dolayı yine de müşkilat çıkmayacaktı.

“Şükretmeniz için...” yani, fazlından size verdikleri için Allah'a (celle celâlühü) şükredersiniz diye, demektir. Tatlı ve tuzlu denizi, mü'min ve kafir için misal verdi. Sonra konuyu değiştirmek suretiyle denizlerin sıfatını ve ikisine âit, Allah'ın (celle celâlühü) nimetlerini ve lutfunu zikretti. Konunun değişmemiş olması da muhtemeldir. O da; önce ilk cinsi, iki denize benzetmesiyle sonra da acı denizi, balık, inci ve gemilerin, üstünde akıp gitmesi gibi faydaları yönüyle tatlı denize eş tutmak suretiyle kafire üstün kılmasıdır. Kafir ise tamemen faydasızdır. O Allah'u Teala'nm şu sözü istikametindedir:

“Ne var ki, bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştu İşte onlar (kalpleriniz) şimdi katılıkta taş gibi yahut daha da ileri.” Bakara, 74.

13

Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneş ve ayı emri altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir.

Biri onbeş diğeri dokuz saat oluncaya kadar ikisinden birinin saatinden diğerine geçirir.

“Güneş ve ayı emri altına almıştır. “

Yani seyrinin düzgünlüğünden dolayı şekillerinin ışıklarına boyun eğdirdi, demektir. Her biri kıyamet gününe kadar akıp gider. Kıyamet günü, onların seyri kesilir.

(.......) mübtedadır. (.......) ve (.......) eş anlamlı haberlerdir. Ya da (.......) ve (.......) iki ayrı haberdir. (.......) ise (.......) cümlesinin bitiştiğine gelmiş başlarıgıç cümlesidir.

“O'ndan başka kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değildirler. “

Yani Allah'tan (celle celâlühü) başka taptığınız putlar ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değildirler, demektir. Onlar, o putlardan büyük şeyler istiyorlardı. Halbuki onlar, tohumun üzerindeki ince kabuğa bile sahip değildirler.

14

Eğer onları (putları) çağırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin (onları Allah'a) ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, herşeyden haberi olan (Allah'tan) başka hiç kimse haber veremez.

Eğer o putları çağırsanız, sizin çağrınızı işitmezler. Çünkü onlar cansız cisimlerdir. Faraza işitseler, size, yine cevap veremezler. Çünkü onlar, sizin onlar için iddia ettiğiniz ilahliği iddia etmiyorlar ve onlar, onu kabul de etmiyorlar. Kıyamet gününde sizin, onları, Allah'a (celle celâlühü) ortak koşmanızı ve onlara, ibâdet etmenizi reddedecekler ve “siz bize tapmıyordunuz” diyecekler. Ey kendini gurura kaptırmış kişi! Sana, her işin inceliklerini bilen Allah (celle celâlühü) gibi hiç kimse haber veremez.

Yani, hiçbir haberci, işi, onu bilen gibi haber veremez, demektir. Bu sözle de işi bilenin, diğer haberciler değil, sana, hakikati haber veren kişi olduğunu kastetmektedir. Mana şudur:

“Putların haliyle ilgili ise haber verdiğim bu şey haktır, gerçektir. Çünkü ben haber verdiğim şeyleri bilenim.”

15

Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O'dur.

Zünnûn şöyle demiştir:

“Mahlûkat, her nefeste, her anda ve her lahzada O'na muhtaçtır. Nasıl olmasın ki, O'nun yaratmasıyla var oldular ve O'nun yardımıyla varlıklarını idame ettiriyorlar. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir. O, her lisanla övülendir, insanları'muhtaçlar'olarak isimlendirmesi tahkir için değildir. Bilâkis kendisinin muhtaç olmadığını beyan için kinaye yollu isimlendirmiştir. Bu sebepten kendisini, zenginleri yediren'gani (zengin) olarak vasfetmiştir. Kendisinin zenginliğiyle, mahlûkatına faydalı ve onları nimetlendiren cömert zengin olduğuna delalet etsin diye “övülen” ismini zikretmiştir. Zira her zengin, zenginliğiyle başkasına fayda vermez. Ancak zengin, cömert ve yedirici olur da cömertlik eder yedirirse, yedinlenler onu överler.”

Sehl şöyle demiştir:

Allah, mahlûkatı yarattığında nefsi için zenginlikle, onlar içinde fakirlikle hükmetti. Kim zenginlik iddiasında bulunursa Allah'tan mahrum kalır. Kim de fakirliğini izhar ederse bu onu O'na ulaştırır. O hâlde kula gereken kalben ona yönelmek ve başkasından ilgiyi kesmektir. Ta ki kulluğu halis bir kulluk olsun.”

Kulluk; tevazu göstermek ve boyun eğmektir. Alaneti de hiç kimseden bir şey istememektedir. Vasifî şöyle demiştir:

“Kim Allah ile, başkasından müstağni olursa, muhtaç kalmaz. Kim de Allah ile yücelik ararsa zelil olmaz.”

Hüseyin şöyle demiştir:

“Kul için fakirlik, zenginlikten hayırlıdır. Çünkü tevazu fakirliktedir. Kibirlenmede zenginliktedir. Allah'a dönüş ise tevazu iledir. Tevazu, çok amel işlemek suretiyle olan dönüşten daha hayırlıdır.”

Denildi ki:

“Evliyanın vasfı üçtür: her şeyde Allah'a güven, herşeyde O'na ihtiyaç arzetmek ve herşeyden O'na dönmek.”

16

Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni halk getirir.

Dilerse topunuzu yoka çıkarır. Çünkü onun zenginliği, ezelden beri zatıyladır, sizinle değil. Sizin övgünüz olmasa da o, övgücüler olduğu hâlde yeni halklar getirir.

17

Bu (yok etme ve yaratma) Allah'a zor değildir.

Bu yaratma ve yok etme Allah için imkansız değildir. İbni Abbâs'tan (radıyallahü anh) şöyle rivâyet edilmiştir:

“Sizden sonra O'na ibâdet eden ve O'na hiçbirşeyi ortak koşmayan kimseleri yaratır.”

18

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Eğer yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için (başkasını) çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, bir şey (alıp) taşımaz, sen ancak görmeden Rablerindett korkanları ve namazı kılanları uyarırsın. Kim (günahlardan) temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur. Dönüş Allah'adır.

Hiçbir günahkar nefis, başkasının günahını yüklenmez. (.......) ve (.......) avm nıanaya selen iki kardeş kelimedir. Birşeyi yüklendiğinde (.......) denir. “yüklenen” kişinin sıfatıdır. Mana şudur; kıyamet gününde herkes, ancak işlediği günahı yüklenir. Dünya zalimlerinin, dostu dost için, komşuyu komşu için yakalanası gibi hiçbir kimse bir başkasının günahı için yakalanmaz.

(.......) dendi. (.......) denmedi. Çünkü mana; “günah yüklenen kişilerden hiçbirini, bir başkasının günahını taşırken göremezsin, ancak kendi günahını taşırken görürsün” , şeklindedir.

“Elbette kendi günahlarını yüklenecekler. Ayrıca kendi yükleriyle birlikte (başka) yükler de yüklenecekler.” Ankebut, 13. âyeti ise, sapanlar ve saptıranlar hakkındadır.

Dolayısıyla onlar, kendi sapıklıklarının günahlarıyla birlikte, insanları saptırmaları vesilesiyle kazandıkları günahları da yüklenecekler. Bütün bunlar, onların kendi günahlarıdır. Onlar arasında başkasına âit hiçbir günah yoktur. Görmüyor musun, Allah'u Teala,

“...Bizim yolumuza uyun, biz de sizin günahlarınızı yüklenelim'derler. Onların günahlarından hiçbirşey yüklenecek değillerdir” Ankebut, 12. ayetiyle onları nasıl da yalanlıyor?

Eğer günahı ağır gelen kişi, günahından bir kısmini taşıması için birini çağırsa ve bu çağırıları baba, evlat ve kardeş gibi yakın kişiler de olsa, ondan hiçbirşey alınıp taşırımaz.

(.......) den sonra “çağırıları” kelimesi gizlenmıştır. (.......) sözünden anlaşıları budur.

“Kimse kimsenin günahını yüklenmez. “âyeti ile “Eğer günahı ağır gelen kişi, onu taşımak için bir başkasını çağırsa ondan bir şey alınıp taşırımaz... “âyetinin manaları arasındaki fark şudur:

Birincisi; Allah'ın, hükmündeki adaletine ve günahsız yere hiçbir kimseyi cezâlarıdırmayacağına delalet etmektedir.

İkincisi ise; O günde yardım çağıran için herhangi bir yardımcının olmadığını beyandır. Mana: “Herhangi birine günahları ağır gelse ve o, günahlarından bir kısmım hafifletilmesi için dua etse duasına icabet etmeyiz. O'na başkalan da -ki onlar, bazı akrabaları da oba- yardım etmez.”

Senin korkutmandan ancak, görmeden Rab'lerinden korkanlar ve namazı vakitlerinde kılanlar istifade ederler.

(.......) kelimesi failden yada mefulden hâldir.

Yani, Rabblerinin azâbını görmedikleri hâlde korkanları, demektir. Ya da kendilerine görünmediği hâlde O'nun azâbından korkanları, demektir.

Denildi ki: “Başkalannın muttali olamadığı gizlilik içerisinde...” demektir.

“Kim taat işlemek ve günahları terketmek suretiyle temizlenirse, o, kendi menfaati için temizlenmiş olur.” Bu, onların korkusunu ve onların namaz kılışını te'kid eden parantez cümlesidir. Çünkü onların ikisi de (korku ve namaz) temizlenme kapsamına dahildir.

“Dönüş Allah'adır.” Bu, nefsini temizlemek suretiyle sevaba nail olan kişi için bir vaaddir.

19

Körle gören bir olmaz.

Bunu, kafir ve mü'min için, ya da câhil ve alim için temsil getirdi.

20

Karanlıkla aydınlık (bir olmaz).

Karanlığı küfür için, aydınliği da îman için temsil getirdi.

21

Gölge ile sıcaklık da (bir olmaz).

Hak ile bâtıl, yada çenet ile cehennem bir olmaz, demektir.

(.......) Harûr; semûm gibi sıcak rüzgârdır. Ancak semûm gündüz olur. Harûr ise gece ve gündüz olur.

22

Dirilerle öldüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Elbette sen kabirlerdekilere işittiremezsin.

Ferrâ''dan yapılan rivâyete göre, “Dirilerle ölüler de bir olmaz.” âyetinde; İslam'a girenlerle girmeyenlere temsil getirilmiştir.

(.......) nin ilavesi olumsuzluk manasını kuvvetlendirmek içindir. (.......) lar arasındaki fark; onların bir kısminin çiftleri birbirine bağlaması, bir kısminin da tekleri birbirine bağlamasıdır.

“Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Elbette ki sen kabirlerindekilere işittiremezsin.”

Yani, o İslam'a girecek olanla girmeyecek olanı bilir. Buna göre dilediğine hidâyet eder. Sana gelince, onların işi sana gizlidir. Bu sebeple de sen hidâyete gelmeyecek, terkedilmiş bir kavmin İslam'a girmesi için çalışıp duruyorsun. Kâfirleri, kendilerine duyuruları şeylerden istifade edemeyen ölülere benzetti.

23

Sen sadece bir uyarıcısın.

Yani, sana düşen ancak tebliğ etmek ve uyarmaktır. Şayet uyarıları uyarıyı işitenlerdense, bu ona fayda verir. Şayet, o küfürde ısrar edenlerdense o zamanda senin üzerine bir vebal yoktur.

24

Biz seni hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her millet için de mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur.

(.......) iki zamîrden biri için hâldir.

Yani hakkı gerçekleştirici olarak ya da hakkı gerçekleştirenler olarak gönderdik, demektir. Ya da gizli bir mastarın (.......) sıfatıdır.

Yani, “Biz seni hak olan bir gönderişle gönderdik” , demektir. Vaadle müjdeleyici, vaidle (tehditle) uyarıcı olarak gönderdik. Senin ümmetinden önce hiçbir ümmet yoktur ki, onlara, sapkınliğin kötü neticesiyle ve inkarın kötü sonucuyla uyaran bir uyarıcı gelmesin.

Ümmet; kalabalık topluluk demektir.

“Onun başında insanlardan bir topluluk buldu.” âyetinde olduğu gibi.

Aynı asırda yaşayanlar için de “ümmet” kelimesi kullanılır. Buradaki maksat; aynı asırda yaşayanlardır. Îsa (aleyhisselâm) ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasındaki zaman zarfında uyarının eserleri var olduğu için o asırdaki milletlere uyarıcı gelmemiştir. Îsa (aleyhisselâm)’in uyarısının eserleri silinince Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmiştir.

“Müjdeleyici” ve “uyarıcı” kelimelerini zikrettikten sonra âyetin sonunda “müjdeleyici” kelimesini zikretmeksizin, “uyarıcı” kelimesini zikretti. Çünkü uyan, müjde ile birliktedir. Dolayısıyla da uyarının zikredilmesi müjdenin de zikredildiğine delalet eder.

25

Eğer seni yalanlıyorlarsa, (üzülme çünkü) kendilerinden öncekiler de peygamberlerini, kendilerine açık âyetler (mu'cizeler) sahîfeler ve aydınlatıcı kitaplar getirdikten sonra yalanladılar.

“Onlardan öncekiler de peygamberlerini ...yalanladılar.”

(.......) hâldir. Bundan önce gizli bir (.......) vardır. Açık âyetler; mu'cizelerdir, Zebûr sahifelerdir. Aydınlatıcı kitap ise, Tevrât, İncîl ve Zebûr'dur. Bütün bu şeyler, onlarda (peygamberlerde) bulunduğundan onların getirilmesini, onlara mutlak olarak isnad etmiştir. Halbuki onların bir kısmı -ki açık âyetler (mu'cizelerdir- herbir peygamberde vardır. Bir kısmı da -ki sahifeler ve aydınlatıcı kitaptır- bazılarında vardır. Bu âyette Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) için teselli vardır.

26

Sonra ben o inkâr edenleri yakaladım. Benim (onları) inkarım (cezâlarıdırışım) nasıl oldu?

Sonra o inkâr edenleri çeşitli cezâlarla cezâlarıdırdım. Benim onlara karşı inkarım ve onları cezâlarıdırmam nasılmış görsünler bakalım.

27

Allah'ın gökten indirdiği suyu görmedin mi? Biz onunla renkleri çeşit çeşit meyvalar çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renkler de ve simsiyah yollar (yaptık.)

Biz, o suyla nar, elma, incir ve üzüm gibi sayılamayacak kadar çok çeşit çeşit meyvalar çıkardık. Ya da kırmızı, sarı, yeşil vesair renklerde çeşit çeşit meyvalar çıkardık, demektir.

muhtelifyollar” , demektir. Tekili (.......) dür. (.......),

(.......) de olduğu gibi. (.......) de (.......) nun çoğuludur. Koyu siyah demekir. “kapkara” denir. Bu, son derece siyah, demektir. “karga” kelimesi de buradan gelmektedir. Te'kidin hakkı, “Sapsarı” kelimesinde olduğu gibi. Te'kid edilenden sonra gelmektir. Ancak burada te'kid edilen gizlendi. Kendisinden sonra gelen ise, gizleneni açıklamaktadır. Bu, te'kidi kuvvetlendirmek için yapılır. Şöyle ki; bu hem açık hem de kapalı yolla aynı manaya delalet etmektedir.

(.......) sözünde (.......) şeklinde hazfedilmiş bir muzâfun takdiri gerekir.

Yani “Renkleri muhtelif meyveler” sözünde olduğu gibi.

“Dağlardan renkleri muhtelif şeyi (yolları)şeklinde bir tevilin yapılabilmesi için, “dağlarda beyaz, kırmızı ve siyah renkli yollar (var ettik)manasınadır.

28

İnsanlardan hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz ki Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.

“Onlardan da meyvelerde ve dağlarda olduğu gibi muhtelif renklerde olanlar var.” “Allah'ın gökten indirdiği suyu görmedin mi?” dedikten sonra Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini, kudretinin alâmetlerini, sanatının izlerini, yaratılışları farklı mahlûkatını ve kendisine, sıfatlarına delalet eden şeyleri saydıktan sonra “Kulları içinden ancak alimler Allah'tan (gereğince) korkarlar” dedi.

Yani O'nu (celle celâlühü) bilenler, O'nu (celle celâlühü) sıfatlarıyla tanıyanlar ve O'nu (celle celâlühü) yüceltenlerdir. Kimin de O'nun (celle celâlühü) hakkındaki bilgisi artarsa, onun O'na (celle celâlühü) karşı korkusu artar. Kimin de O'nun (celle celâlühü) hakkındaki bilgisi azalırsa o, O'ndan (celle celâlühü) emin olur. Nitekim Hadis-i Şerifte:

“Sizin Allah'ı en çok bileniniz, O'ndan en çok korkanımzdır.” buyurulmuştur. Allah'u Teala'nm isminin önce zikredilmesi ve “alimler” kelimesinin sonradan zikredilmesi, mananın şu şekilde olduğunu bildirmektedir.

“Kulları arasında Allah'tan korkanlar alimlerdir, diğerleri değil.” Tersi olsaydı (yani önce “alimler” sözü gelseydi) o zaman mana:

Allah'tan başka hiç kimseden korkmazlar.” âyetinde olduğu gibi, “Onlar Allah'tan başka hiç kimseden korkmazlar.” şeklinde olurdu. Bu ikisi arasındaki fark çok açıktır.

Birincisinde korkanların alimler olduğu beyan edilmektedir. İkincisinde ise, kendisinden korkulanın Allah'u Teala olduğu beyan edilmektedir. Allah kendilerinden râzı olsun Ebû Hanîfe, Ömer bin AbdülAzîz ve İbni Şirin, bu âyeti (.......) şeklinde okumuşlardır. Bu okuyuşa göre “korku” istiâredir (yüceltmeye benzetilmiştir). Buna göre mana:

“Şüphesiz ki Allah daima üstündür, çok çok bağışlayandır. “sözü, isyankarların cezâlarıdırılacağına ve perişan edileceğine; taat ehlinin de mükafatlarıdırılacağma ve bağışlarıacağına delalet ettiği için, ayrıca cezâlarıdıran ve mükafatlarıdıran zât hakkında layık olanın ondan korkulması gereğine delalet ettiği için korkunun gerekliliği için sebep kılmıştır.

29

Allah'ın kitabını okuyanlar namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umarlar.

Allah'ın kitabım okuyanlar...” yani Kur'ân okumaya müdavim olanlar, demektir.

“Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarf edenler... “

Yani, Nâfileleri gizli, farzları açık açık işleyenler, demektir.

Yani: “Onlar Kur'ân'la amel etme lezzetini bırakıp onu okumakla iktifa etmezler” , demektir.

(.......) nin haberdir.

“Kazanç umarlar.” İfadesi, ibâdet etmek suretiyle sevap talep etmek demektir.

“Asla zarara uğramayacak...” yani kesâdm uğratmadığı ve Allah katında kazançlı bir ticaret demektir.

30

Çünkü Allah, onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir. Çünkü O, çok bağışlayan şükrün karşılığım bol bol verendir.

(.......) kavli (.......) ya tallauk etmektedir.

Yani, “O'nun katındaki kazancını onlara ödemek için “demektir.

“Mükafatlarını... “yani amellerinin karşılığını, sevabını, demektir. Fazlından onlara, kabirlerinin genişletilmesi, ya da kendilerine iyilik edenler için şefâatçi kılınmaları ya da iyiliklerinin kat kat artırılması ya da O'na mülâki olacaklarına dair va'dinin gerçekleştirilmesi sureti ile fazlasını da verir.

Veya (.......) mahallen mensûbtur, hâldir.

Yani “ümid eder oldukları hâlde demektir.

(.......) deki (.......) da (.......) ye ve sonrasına taallûk eder.

Yani, Kur'ân okumak, namaz kılmak ve infak etmek gibi ibâdetlerin, tamamım bu maksat için yapmışlardır. (.......) nin haberi, (.......) cümlesidir. O, onların taşkınlıklarını çok çok bağışlayan, az amele karşı çok çok verendir.

31

Kitaptan sana vahyettiğimiz, kendinden önceki semavi kitapları doğrulayıcı olarak gelen gerçektir. Allah kullarının (her hâlini) bilendir, görendir.

“Kitaptan” maksat Kur'ân'dır. (.......) tebyin içindir. (.......) te'kid edici hâldir. Çünkü hak bu tasdikten ayrılmaz.

“Kendisinden öncekileri... “yani, kendisinden önce gelen kitapları, demektir. Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü), kullarının her hâlini bilendir, görendir. Dolayısıyla da O, seni tanımakta, senin hallerini görmekte ve diğer bütün kitaplar için ölçü olan böylebir mu'ciz kitabı sana indirmeye, seni ehil görmektedir.

32

Sonra kitabı, kullarınıız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi, kendisine zulmeder, kimi orta (yolda) gider.

Kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur.

Kur'ân'ı sana vahyettik. Sonra onu, senden sonrakilere miras bıraktık.

Yani, “onun nesilden nesiîe intikaline hükmettik” , demektir. “Kullarınıız arasından seçtiklerimize,,. “

Yani: Onlar, onun ümmetine mensup, sahâbe, tabiin, tebeüttabin ve kıyamete kadar gelecek olan diğer kişilerdir. Çünkü Allah (celle celâlühü), onları, diğer ümmetlere karşı üstün kılmıştır. Onları, insanlar üzerine şâhitler olsun diye orta bir ümmet kılmıştır. Peygamberlerin en üstününe ümmet olma şerefini onlara bahsetmiştir. Daha sonra Allah (celle celâlühü), onları, mertebelere ayırmış ve şöyle demiştir:

“Onlardan kimi, nefsine zulmeder.” Bu, işi Allah'ın (celle celâlühü) emrine kalmış kişidir.

“Kimi, orta (yolda) gider. “Bu, sâlih ameli de kötü fiili de işleyen kişidir. “Kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. “Bu te'vil Kur'ân'a uygundur. Nitekim Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:

(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar..” Tevbe, 100.

“Diğerleri de (Tebuk seferinden geri kalmalarından dolayı) günahlarını itiraf ettiler.” Tevbe, 102.

“ve (sefere kâtilmayanlardan) diğer bir Taife de Allah'ın emrine bırakılmışlardır (Onların işi Allah'a kalmıştır).” Tevbe, 106.

Bu tevil, hadise de uygundur. Rivâyet edildiğine göre Ömer (radıyallahü anh) minber üzerinde bu âyet-i okuduktan sonra şöyle demiştir:

“Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: (Hayırda) yarışanlarınıız öne geçmiştir. Orta yolda gidenlerimiz kurtulmuştur. (Nefsine) zulmedenlerimiz bağışlanmıştır.'“Ed-dürrü'l-Mensur, 7/25; Kurtubi, Tefsîr, 14/346.

Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

(Hayırda) yarışan hesapsız olarak cennete girer, orta yolda giden kolay bir muhasebeden geçer, sonra cennete girer, (nefsine) zulmeden ise hapsedilir, öyle ki onun kurtuluşa eremeyeceği zannedilir. Sonra ona rahmet ulaşır da bu sebeple cennete girer.” Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5 /198; Mecmeu'z-Zevaid, 7 / 95. İbni Kesir, 3 / 563. Bu hadisi Ebû'd-Derda rivâyet etmiştir.

Bu te'vil, sahâbeden rivâyet edilen esere de uygundur. İbni Abbâs'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

“Hayırda yarışan ihlas sâhibi kişidir. Orta yolu takibeden gösterişçidir. Zâlim ise inkâr etmeksizin küfranı nimet edendir. Zira bu üçün cennete gireceklerine hükmedilmiştir.”

Bu tevil selef-i sâlihinin sözüne de uygundur; Rab'i b. Enes şöyle demiştir:

“Nefsine zulmeden, büyük günahların sâhibidir, orta yolu takib eden küçük günahların sâhibidir, hayırda yarışan ise her ikisinden de sakınandır.”

Hasen-ı Basrî (rahmetüllahi aleyh) şöyle demiştir:

“Nefsine zulmeden, kötülükleri çok olandır. Hayırda yarışan iyilikleri çok olandır. Orta yoldaki ise, iyilikleri ve kötülükleri eşit olandır.”

Allah rahmet etsin Ebû Yûsuf’a bu âyet hakkında soruldu da o, şöyle dedi:

“Onların hepsi mü'mindir. Kafirlerin sıfatı bundan çok çok uzaktır. O da (.......) ayetidir. Bu üç tabaka da, Allah'ın kulları arasından seçip yükselttiği kimselerdir. Çünkü âyet-i kerime de'onlardan kimi','kimi've'kimi de'şeklinde buyurulmuştur ki bunların hepsi,'kullarınıız arasından seçtiklerimize'sözüne dönmektedir. Onların hepsi îman ehlidir. Cumhûr'un görüşü de budur. Çokluklarını bildirmek için'nefislerine zulmedenler'i öne aldı.'Orta yollu takip edenler'onlara göre azdır.'Hayırdayarışanlar'ise, o azdan da azdır.”

İbni Ata (rahmetüllahi aleyh) şöyle demiştir:

(Nefsine zulmeden) zâlim, Allah'ın fazlından ümidi kesmesin diye Allah, onu öne almıştır.”

Denildi ki:

“Günahının, onu Rabbinden uzaklaştırmadığını bildirmek için onu öne almıştır.”

Denildi ki:

“Hallerin ilki ma'siyettir, sonra tevbeâir, sonra da istikamettir.” Sehl (rahmetüllahi aleyh) şöyle demiştir:

“Hayırda yarışan alimdir, orta yolu takibeden talebedir, nefsine zulmeden ise âhiretini bırakıp dünyasıyla meşgul olandır.”

Denildi ki:

“Nefsine zulmeden; Allah'a, gaflet ve alışkanlık üzere ibâdet edendir. Orta yolu takibeden; Allah'a, korku ve ümit üzere ibâdet edendir. Hayırda yarışan ise; Allah'a, heybeti ve hak sâhibi olduğu için ibâdet edendir.”

Denildi ki:

“Nefsine zulmeden, helâl haram demeden dünyadan nasiplenen kişidir. Orta yolu takip eden; dünyada ancak helâl yoldan nasiplenmeye çalışan kişidir. Hayırda yarışan ise; dünyanın tamamından yüz çeviren kişidir.”

Denildi ki:

“Nefsine zulmeden, dünyayı talep edendir, orta yolu takib eden, âhireti talep edendir, hayırda yarışan ise mevlayı talep edendir.”

Allah’ın izniyle... “yani, O'nun emriyle ya da O'nun ilmiyle ya da O'nun tevfıkiyle, demektir.

“İşte büyük fazilet budur.” yani, kitabın nesilden nesile intikal ettirilmesi büyük bir fazilettir, demektir.

33

(Onların mükafatı) içine girecekleri Adn cennetleridir. Zira orada altın bilezikler takarlar ve incilerle süslenirler. Orada giyecekleri elbiseleri de ipektir.

(.......) nin ikinci haberidir. Ya da hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. Ya da mübtedadır. Haberi de (.......) dır.

“İçine girecekleri... “yani bu üç gurup oraya girecekler demektir. Ebû Amr'a göre “girdirilecekler” şeklindedir.

(.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğulu olan (.......) kelimesinin çoğuludur. Bilezikler demektir. Onlar inci ile bezenmiş altın bilezikler takarlar. Nafı ve Hafsa göre (.......) kelimesi (.......) nm mahalli üzerine atıf olmak üzere mensûbtur ve (.......) iledir.

Yani bilezikler ve inciler takarlar demektir. Orada giyecekleri elbiseleri de hoşa giden ve zinet olan ipektir.

34

Cennette şöyle derler: “Bizden tasayı gideren Allah'a hamdolsun. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir.

“Tasayı” yani, ateş korkusunu ya da ölüm korkusunu ya da dünyevi üzüntüleri, demektir. “Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır... “

Yani, çok olsa da günahları bağışlar, demektir. “Çok çok nimet verendir.”

Yani, az olsa da taatleri kabul eder, demektir.

35

O (Rab) ki iutfuyla bizi gerçek ikamet evine (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de orada bize bir usanç gelecektir.

O ikamet evinden (yurdundan) çıkmayacağız. Oradan aynlmayacağız. “İkamet ettim.” manasına üç hâlde de kullanılır.

“Lütfuyla” yani, hak ettiğimiz için değil, lutfu ve insanıyla, demektir. (.......) yorgunluk ve meşakkat demektir. (.......) ise, yorgunluk sebebiyle oluşan takatsizlik ve zayıflık, demektir. Ebû Abdurrahmân Sülemî(.......) üstünüyle (.......) şeklinde okumuştur. Bu okuyuşa göre mana “yorgunluğa düşüren şey” demektir.

Yani yorgunluk veren bir işle mükellef olmayız, demektir.

36

İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, Cehennem azâbı da biraz olsun hafifletilmez. İşte biz küfürde ileri giden her kâfiri böyle cezâlarıdırırız.

Nehyin ('öldürülmezler ki'sözünün)cevâbıdır. Onlar için ikinci bir ölümle hükmedilmez ki (ölsünler de) rahatlasınlar. Cehennem ateşinin azâbı da hafifletilmez. İşte biz, küfürde ileri giden her nankörü böyle bir cezâ ile cezâlandınnz.

Ebû Amr'a göre “her kafir böyle cezâlarıdirilir” şeklindedir.

37

Onlar orada “Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım” diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği, öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmemişti? (Fakat inanmadınız) Öyle ise tadın (azâbı), zalimlerin yardımcısı yoktur.

Onlar orada feryad ederek yardım isterler.

(.......) dan gelmektedir. (.......) babmdandır. Zorluk ve meşakkat içerisinde bağırmak, feryad etmek demektir. Yardım isteme hususunda yardım isteyen kişinin sesinin yüksekliği için kullammıştır.

“Ey Rabbimiz! Bizi ateşten çıkar, dünyaya döndür. İnkar etmek yerine inanalım ve (Önceki) isyandan sonra itâat edelim.” derler. Dünyanın ömrü kadar bir müddet geçtikten sonra onlara cevap verilir.

(.......) deki (.......) nın mevsûf bir nekre olması mümkündür.

Yani, “düşünecek bir kimsenin, düşünebileceği bir ömür” , demektir. Bu, kısa da olsa, mükellefin işini ıslah edebileceği her ömrü içermektedir. Ancak uzun ömürdeki azarlarıan daha büyüktür. Sonra:

“Düşünecek kimsenin düşünebileceği, öğüt alabileceği bir ömür'on sekiz yıldır.” dendi.

“Kırkar.” dendi.

“Altmış yıldır.” dendi.

“Size uyarıcı da..” yani o Peygamber de (sallallahü aleyhi ve sellem) ya da ihtiyarlık da “gelmedi mi? “Bu, “size ömür vermedik mi? “cümlesinin manası üzerine atıftır. Çünkü onun lâfzı, soru şeklindedir. Manası ise haber verme şeklindedir. Sanki şöyle denilmiştir. “Size uzun ömür verdik ve size uyarıcı geldi öyleyse tadın azâbı.”

Zalimler için, kendilerine yardım edecek bir yardımcı da yoktur.

38

Muhakkak Allah, göklerin ve yerin gaybım bilendir. O kalplerde ne varsa onu da hakkıyla bilendir.

Allah, göklerde ve yerde size gizli olan şeyleri bilendir.

“O, kalplerde ne varsa onu da hakkıyla bilendir. “sözü illet gibidir. Çünkü varlıkların en gizlisi olduğu hâlde, kalplerindekini bilirse, alemdeki bütün gizlilikleri de bilir, demektir.

kalplerdeki gizliliklerdir” .

(.......) kelimesi (.......) nun müennesidir. Ebubekir (radıyallahü anh)’in sözünde olduğu gibi:

Haricenin karnı geçicidir.” Yanı onun karnında hamilelik yoktur. Çünkü hamilelik karınla olur.

Aynı şekilde kalplerdeki gizlilikler de kalplerle birliktedir. (.......) tamlaması da sohbet manasınadır.

39

Sizi yeryüzünde halîfeler (yöneticiler, yeryüzünün tasarruf ve hâkimiyetini elinde bulunduran kimseler) yapan O'dur. O'nun için kim inkâr ederse inkârı kendi zararınadır. Kâfirlerin küfrü, Rableri yanında (kendilerine) gazâbtan başka bir şey artırmaz. Kâfirlerin küfrü, (kendilerine) ziyandan başka birşeyi çoğaltmaz.

Vekil bırakıları için “halîfe” denir. Halîfe (.......) şeklinde çoğul kılınır. Mana, “o sizi arzında halîfeler kıldı, size orada tasarruf yetkisi verdi. Ve sizi orada olan şeyler üzerine hakim kıldı. Tevhid ve taatla O'na şükretmeniz için onun faydalarından istifade etmeyi size mubah kıldı.”

Artık sizden kim inkâr eder ve bu gibi büyük bir nimete şükretmezse, onun küfrünün vebali kendisine dönecektir. Bu da, Allah'ın gazâbı ve âhiretinin mahvolması, demektir. Nitekim Allah (celle celâlühü) şöyle buyurmuştur:

“Kafirlerin küfrü, Rableri yanında (kendilerine) gazâbtan başka bir şey artırmaz. “Gazap, kin ve nefretin en şiddetlisidir. Kafirlerin küfrü ziyandan, yani helâk ve hüsrandan başka birşeyi çoğaltmaz.

40

De ki: siz, Allah'tan başka taptığınız şu tanrıları gördünüz mü? Haydi, gösterin bana! Onlar yerden hangi şeyi yarattılar? Yoksa onların, göklerin yaratılmasında ortaklıkları mı var? Yahut biz onlara (taptıkları putları bize ortak koşmalarını söyleyen) bir kitap mı verdik? Bu sebeple onlar, o kitaptan aldıkları bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka birşey vadetmiyorlar.

(.......) yani “ortak koştuğunuz ilâhlarınızı” , demektir.

(.......) den bedeldir. Çünkü (.......) ün manası bana bildirin, demektir. Sanki şöyle denilmiştir:

“Bana şu ortak koşulan tanrılardan ve onların ortak olmaya hak kazandıkları şeyden haber verin.”

“Bana gösterin.”

Yani: Allah'ın (celle celâlühü) değilde onların tek başlarına yarattıkları yeryüzünün bir parçasını gösterin. Yoksa göklerin yaratılmasında da Allah (celle celâlühü) ile bir ortakliği mı var? Yoksa onların yanında, onların O'nun ortağı olduğunu söyleyen, Allah (celle celâlühü) katından gelmiş bir kitap mı var? dolayısıyla onlar o kitaptan aldıkları delil ve burhan üzere bulunuyorlar?

Ali, İbni Amir, Nafı ve Ebû Bekir'e göre (.......) kelimesi (.......) şeklindedir.(.......)ise (.......) manasınadır. (.......) kelimesi(.......) -den bedeldir. Onlar, reisleridir. (.......) ise, tabi olanlardır.

Yani “O reisler tabilere aldatmaktan başka bir şey vaadetmiyorlar” , demektir. O aldatma da onların:

“Bunlar, Allah katında bizim şefdatCinlerimizdir.” Yûnus, 18. şeklindeki sözleridir.

41

Şüphesiz ki Allah, gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. Andolsun ki onların nizamı eğer bir bozulursa kendisinden sonra hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, Halim'dir (cezâlarıdırmada aceleci değildir) çok bağışlayıcıdır.

“Şüphesiz ki Allah, gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor.” Demek “o ikisini düzeninden kaymaktan menediyor” demektir. Çünkü imsak; menetmek, muhafaza etmek, demektir. Farzedelim ki o ikisinin düzeni bozuldu. İşte o zaman o ikisini, O'nun tutuşundan sonra kimse tutamaz (düzenine oturtamaz).

Birinci (.......) olumsuzluğun tekidi için gelmiştir. İkinci (.......) ise, başlarıgıç içindir.

“Şüphesiz ki O, cezâ verme hususunda aceleci değildir.” O ikisini düzenli bir şekilde tutar. Layık olan, ortaklıkla ilgili sözlerin büyüklüğünden dolayı o ikisinin darmadağın olmasıydı. Nitekim Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:

“Bundan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp dağılacaktır.” Meryem, 90.

42

Bütün güçleriyle eğer kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. Fakat kendilerine uyarıcı (Muhammed) gelince bu, onların haktan uzaklaşmalarından başka birşeyi artırmadı.

(.......) mastar olmak üzere mensûbtur.

Yani “son derece kuvvetli bir yeminle yemin ettiler” , demektir. Ya da hâl üzere mensûbtur.

Yani, “yeminlerinde gayret gösterir oldukları hâlde” , demektir. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmezden evvel, Kureyş'e kitap ehlinin, peygamberlerini yalanladıkları haberi ulaşmıştı. Bunun üzerine onlar:

Allah, Yahûdî ve Hıristiyanlara lânet etsin. Kendilerine peygamberler geldi de onları yalanladılar: Allah'a yemin obun ki eğer bize bir peygamber gelirse, elbette biz, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda oluruz.” dediler.

Yani, kendileri hakkında “Bu millet, hidâyet ve btikamet hususunda başkalanna göre daha üstün olan milletlerden biridir.” diyorlardı.

Büyük felaketler için de “O büyük, felaketlerden biridir” denildiği gibi. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine gönderilince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gelişi, onların haktan uzaklaşmalarından başka birşeyi artırmadı. Bu, mecazî bir isnaddır.

43

Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzaklar kurmak (istiyorlar.) Hâlbuki kötü tuzak ancak sâhibine dolanır. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygularıandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda ne bir değişme bulursun; ne de Allah'ın kanununda bir sapma bulursun.

(.......) mef'ûlun lehtir. Aynı şekilde (.......) de mefulun lehtir. Mana, “Büyülük taslamaları ve çirkin tuzaklar kurmaları için bu, ancak onların nefretini artırdı. “şeklindedir.

Ya da her ikisi de hâldir.

Yani; “Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) a karşı büyüklük taslar oldukları hâlde ve ona karşı çirkin tuzaklar kurar oldukları hâlde “, demektir.

(.......) sözünün aslı (.......)dır..

Yani (.......)dır.. Sonra (.......) oldu. Daha sonra da (.......) oldu. Bunun delili;

(.......) sözüdür. “Halbuki kötü tuzak ancak sâhibine dolanır.”

“Dolanır.” yani çepeçevre kuşatır, iner manalarınadır. Nitekim Bedir günü tuzakları, kendilerine dolanmıştır. Darbı Meselde de:

“Kim kardeşinin kuyusunu kazarsa, oraya kenâbi yüzüstü düşer.” Zamahşeri, El-Müsteska Fi Emsali'i-Arab, 1302. şeklinde geçmiştir.

“Onlar, öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar.” Bu kanun, kendilerinden önce peygamberlerini yalanlayan milletler üzerine azâbın indirilişidir. Mana şudur:

“Onlar, seni yalanladıktan sonra, kendilerinden önce peygamberlerini yalanlayan milletlere indiği gibi, azâbın kendilerine inmesini mi bekliyorlar.”

“Azâba doğru yönelişlerini” , onu beklemeleri şeklinde ifade etmiştir.

Allah'ın kanununda ne bir değişme bulursun, ne de Allah'ın kanununda bir sapma bulursun.” Allah'u Teala bir kanununu açıkladı. O da peygamberleri yalanlayanlardan intikam alınmasıdır ki, bu kanun asla değiştirilmez. Vaktinden şaşmaz ve kaçarsız gerçekleşmiş demektir.

44

(Onlar) kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmek için yeryüzünde hiç gezip dolaşmadılar mı? Hâlbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yerde Allah'ı âciz bırakacak bir güç yoktur. O, bilir ve güçlüdür.

Şam'a, Yemen'e ve Irak'a yaptıkları seferlerde geçmiş ümmetlere âit eserlerden ve onların helâk edildiklerine dair izlerden gördükleri şeylerle onlara delil getirmektedir. Halbuki onlar Mekke halkından daha güçlü idiler. Buna rağmen kaçamadılar.

Allah'ı âciz bırakacak bir güç yoktur.”

Yani hiç bir şey O'nu geride bırakamaz, geçemez. Allah (celle celâlühü), onları bilir ve onlara karşı Kâdir'dir.

45

Eğer Allah yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezâlarıdırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar) zira Allah, kullarını görmektedir.

Eğer Allah (celle celâlühü), işledikleri günahlar yüzünden insanları hemen cezâlarıdırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. (.......) daki (.......)yerüyüzü” manasınadır. Çünkü (.......) kelimesi, bir önceki âyette (.......) şeklinde geçmişti.

“Hiçbir canlı (Dabbe)yani yeryüzünde hareket eden her bir canlı yaratık, demektir. Fakat Allah (celle celâlühü), onları, belirli bir süreye kadar, yani kıyamete kadar erteliyor.

Allah, kullarını görmektedir.”

Yani: Onların yaptıkları hiçbir işin hakikati ve verdikleri hiçbir hükmün inceliği O'na gizli kalmaz. Doğruya muvaffak kıları Allah'tır (celle celâlühü).

0 ﴿