YASİN SÛRESİBu sûre Mekke'de nâzil olmuştur, 83 âyettir. 1Yâ Sîn. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan rivâyet edildiğine göre manası; Tay kabilesi nin dilinde “Ey insan” demektir. İbni Hanefîyye'den rivâyet edildiğine göre ise: “Ey Resûlüm Muhammed” demektir. Hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah, beni Kur'ân'da yedi isimle isimlendirdi: Muhammed, Ahmed, Tâhâ, Yasin, Müzzemmil, Müddessir ve Abdullah.” Bu hadisin benzerini İbni Adiy ve İbni Asakir rivâyet etmiştir. (Kenzü'l-Ummal, 32169) Manasının; “Ey Seyyid” şeklinde olduğu da söylendi. Ali, Hamza, Halef, Hammad ve Yahya'ya göre (.......) imale iledir. 2Hikmet dolu Kur'ân'a yemin olsun ki. (.......) yemindir. (.......) hikmet sâhibi demektir. Ya da hikmetle konuşan bir delil olduğu için, ya da hikmet içeren bir söz olduğu için onunla (hikmetle) konuşan şeklinde nitelendirildi. 3-4Sen, doğru yol üzerine gönderilmiş peygamberlerdensin. Bu yeminin cevâbıdır. “Sen peygamber değilsin” dediklerinde kâfirlere verilmiş bir cevaptır. (.......) Haberden sonraki haberdir. Ya da (.......) kelimesinin sılasıdır. Yani, dosdoğru yol -ki İslam'dır- üzerine gönderilmiş kişilerdensin demektir. 5(Bu Kur'ân) Üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Şam ve Ebubekir'in dışındaki Kufe Tilere göre “İndinlen Kur'ân'ı oku.” takdirine ya da “İndinlen Kur’ân'ı” indirdi takdirine göre (.......) ın üstünüyledir. Diğerlerine göre hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. Yani o indirilenler, demektir. Mastar (.......) mefûl manasınadır. (.......) kitabın ibâresindeki fesahatla galip olan demektir. Ya da “İnat sâhibini mahzun eden” demektir. (.......) hitabmdaki mananın letafetiyle olgun kişilerin kalplerini celbeden demektir. 6O kitap sana, ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir. (.......) kelimesindeki (.......) kelimesinin manasına bitişmiştir. Yani, “Sen babaları uyarılmamış bir kavmi uyarmak için gönderildin. “demektir. (.......) Cumhûr’a göre (mâ-i nâfiye) olumsuzlayan (.......) dır. Sıfattır. Yani babaları uyarılmamış bir kavme demektir. Bunun delili de: “Senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için” Kasas, 46; Secde, 3. âyeti ve “Senden önce onlara hiçbir uyarıcı göndermedik.” Sebe, 44. Ayetidir. Ya da (.......)ismi mevsuldur. İkinci Mef’ûl olmak üzere mensûbtur. Yani, “babalarının uyarıldığı azap “demektir. “Gerçekten biz sizi yakın bir azapla uyardık” Nebe, 40. âyetinde olduğu gibi. Ya da (.......) mastariyyedir. Yani kavmi, babalarının uyarıldığı gibi uyarman için demektir. (.......) yi olumsuzlayan (.......) (mâ-i nâfiye) kılarsan (.......) olumsuzluğa taallûk eder. Yani “gâfil oldukları hâlde uyarılmadılar” , demektir. Değilse “Gerçeklen sen uyarmak için gönderilmiş peygamberlerdensin. “sözüne taallûk etmektedir. “Seni, uyarman için falarıa gönderdim. Çünkü o gafildir. “Ya da “senifaları gafili uyarman için gönderdim” dediğin gibi. 7Andolsun ki onların çoğu hakkında azap ile hükmetmek hak oldu. Çünkü onların çoğu îman etmeyecekler. Onlar îman etmezler. Yani: “Cehennemi cinlerin ve insanların bir kısmıyla tamamen dolduracağım.” Hûd, 119; Secde, 13. Bu söz, onlarla ilgilidir ve onların aleyhine sabit olmuştur. Çünkü onlar küfür üzere ölecekleri bilinenlerdendir. Daha sonra bununla, onların küfür üzerine kat'i ısrarlarını ve onların güzellikle küfürden yüz çevirmeyeceklerini beyan etmiştir. Boyunlarına halkalar geçirilmiş, kafaları yukarı kalkık kişiler gibi oldukları için hakka dönemiyorlar. Boyunlarını ona doğru çeviremiyorlar ve başlarını ona eğemiyorlar. Yine onlar, iki duvar arasında bulunup önünü ve arkasını göremeyen kişiler gibi olduklarından, ne bir düşünceye ne de bir görüşe sahiptirler. Onlar, Allahu Teâlâ'nın ayetlerine bakıp düşünmekten yana körlük göstermektedirler. 8Biz, onların boyunlarına bir takım halkalar geçirdik. O halkalar çenelerine kadar dayanmıştır. Onun için kafaları yukarı kalkıktır. Manası; “halkalar, çenelere ulaşmış, onlara dayanmıştır” , şeklindedir. “Kafaları yukarı kalkıktır.” başları yukan kalkıktır. Deve su içip başım kaldırdığında (.......) denir. Bunun böyle olması, halkalanmış olanın boyundaki halkanın tasması, iki elin çene altında birleştiği yerde olmasından ve o halkadan çeneye doğru çıkan bir çıkıntının, onu, başırıı aşağı eğmeye bırakmamasındandır. Bu sebeple o, devamlı olarak başı kalkık bulunmaktadır. 9Önlerinden bir set ve arkalanndan bir set çektik de onları kapattık. Artık görmezler. (.......) kelimesi, Hamza, Ali ve Hafs'a göre (.......) in üstünüyledir. Denildi ki: “İnsanların yaptığı bir şey (set, duvar vs.) olursa üstün okunur. Dağ gibi Allah'ın yarattığı bir şey olursa ötre okunur.” “Gözlerini örttük. “ Yani, “onlar üzerine perde çektik” , demektir. Artık onlar hak ve doğruyu görmezler. Denildi ki: “Bu âyet, Ben-i Mahzum hakkında inmiştir. Bu şöyle olmuştu: Ebû Cehil, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’i namaz kılarken görürse başırıı taşla ezeceğine dair yemin etmişti. Namaz kılarken ona geldi. Yanında onun başına vurup yaracağı taş yardı. Fakat elini kaldırdığında eli boynuna yapıştı. Taş da eline yapışmıştı. Öyle ki o taşı ondan zorla ayırdılar, daha sonra o kavmine döndü. Bu Olayı onlara anlattı. Başka bir Mahzumî: - Ben onu bu taşla öldürürüm, dedi ve gitti. Allah da onun gözünü kör etti.” 10Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Yani uyarılmaları ya da uyarılmamaları birdir. Mana şudur; “Allah kimi bu şekilde saptmrsa ona uyarüma fayda vermez” . Rivâyet edildiğine göre: “Ömer b. AbdülAzîz bu âyeti Gayları el- Kaderî'ye okudu da. O: - Sanki ben bu âyeti hiç okumadım. Seni şâhit tutuyorum ki ben, kader hususundaki görüşümden tevbe ediyorum, dedi. Ömer de şöyle dedi: - “Allah'ım! Eğer doğru söylüyorsa onun tevbesini kabul et Eğer yalan söylüyorsa ona, ona merhamet etmeyen birini musallat kıl” Hişam b. Abdülmelik onu onun yanından aldı, ellerini ve ayaklarını kestirdi ve onu Şam kapısına astırdı.” 11Sen ancak zikre (Kur'ân'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylen! bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele. Yani, senin uyarmanla ancak Kur'ân'a tabi olanlar fayda görür. “Görmeden Rahmân'dan korkan... “yani görmediği hâlde Allah'ın azâbından korkan demektir. “Mağfiret” günahların affedilmesidir. Güzel mükâfat ise, cennettir. 12Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Önden gönderdikleri işleri ve bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten biz, herşeyi apaçık bir kitap (olan levhi mahfuzda) sayıp yazmışızdır. “Ölüleri -Ölümlerinden sonra- ancak biz diriltiriz.” Ya da “onları şirkten îmana biz çıkarırız” , demektir. Onların sâlih olan ya da olmayan amellerini yazarız. Öğrettikleri ilim gibi, yazdıktan kitap gibi, vakfettikleri vakıf gibi, inşa ettikleri kale ve mescid gibi bıraktıktan iyi eserleri ve bazı zalimlerin emrinde çalışmak gibi kötü işleri de yazanz. Aynı şekilde uyuları her iyi ya da kötü adetleri de yazarız. Allah'u Teâlâ'nm şu âyeti kerimesi de bunun bir benzeridir: “İnsanın yapıp öne sürdüğü ve geride bıraktığı herşey kendisine haber verilir.” Kıyame, 13. Yani yaptığı amelleri ve geride bıraktığı eserleri, demektir. Denildi ki: “Bu, onların cumaya ya da cemaate giderken attıkları adımlardır.” “Saydık, döktük, açıkladık” demektir. “Apaçık bir kitapta... “ Yani “levhi mahfuzda” demektir. Çünkü o, kitapların ve tabiilerinin aslıdır. 13Onlara, şu şehir halkını misal getir. Hani onlara elçiler gelmişti: “Onlara misal gelir. “sözü (.......) sözündeki gibidir. Yani, “yanımda bu misalden şu var” , demektir. Yine, “Bu şeyler tek tip üzeredirler. “sözündeki gibidir. Mana; “Onlara şehir halkının yani Antakya halkının kıssasını zikret. Onlara o şehir halkının şaşkınlık veren kıssasını anlat.” İkinci (.......) birinciyi beyandır. (.......) mensûbtur. Çünkü (.......) den bedeldir. “Elçiler” Îsa (aleyhisselâm)’in o şehir halkına gönderdiği elçilerdir. Onları hakka davet etsinler diye göndermişti. Çünkü onlar putperesttiler. 14İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Derhal onları yalanladılar. Biz de hemen bir üçüncü elçiyi gönderdik. Onlar hep beraber “Biz, size gönderilmiş Allah elçileriyiz” dediler. Buradaki (.......), birinci (.......) den bedeldir. “Onlara göndermiştik” yani bizim emrimizle Îsa (aleyhisselâm) gönderilmişti, demektir. Doğru söyleyen ve güvenilen iki kişi gönderdik. Şehre yanaştıklarında koyunlarını otlatan bir ihtiyar gördüler. O, Habib-i Neccar’dı. (Habib-i Neccar) o ikisine durumlarını sordu. - “Biz Îsa'nın elçileriyiz. Sizi, putlara ibâdeti terkedip Rahmân'a ibâdete çağırıyoruz.” dediler. (Habib-i Neccar:) - Yanınızda herhangi bir mu'cize var mı? diye sordu. - “Hastaları iyileştiririz, körleri ve baras hastalarını iyi ederiz.” dediler. Habib-i Neccar'ın iki yıldan beri hasta olan bir oğlu vardı. Onu meshettiler de ayağa kalktı. Bunun Habib, îman etti. Haber derhal yayıldı. O ikisinin elinde, birçok kimse şifa buldu. Sultan o ikisini çağırdı ve onlara: - İlahlarınıızdan başka bir ilahınız mı var? diye sordu. - “Evet, seni ve ilâhlarını yaratan.” dediler. (Sultan): - İşinizi bir düşüneyim? dedi. İnsanlar o ikisini takip ettiler ve onlara vurdular. Denildi ki: Hapsedildiler. Sonra Îsa (aleyhisselâm) Şem'un'u gönderdi. Şem'un kendisini tanıtmaksızm şehre girdi. Sultanın çevresiyle temas kurdu. Onu benimsediler. Onu sultana tanıttılar. Sultan da onu benimsedi. Günün birinde Şem'un sultana: - Senin, iki adamı haspettiğin bana ulaştı. Onların sözünü hiç dinledin mi? diye sordu. Sultan: - Hayır, dedi ve o ikisini çağırdı. Şem'un onlara: - Sizi kim gönderdi? diye sordu. - “Herşeyi yaratan, her canlıyı rızıklarıdıran ve ortağı olmayan Allah” dediler. - Onu kısaca anlatın, dedi. - “Dilediğiniyapar ve dilediği gibi hükmeder.” dediler. - Deliliniz var mı? dedi. - “Sultanın dilediği şeydir” dediler. Sultan bir kör çocuk getirtti. Allah'a dua ettiler, çocuk derhal gördü. Şem'un sultana: - İlahından bunun benzerini yapmasını istesende bu oba ve o da şeref sâhibi olsa, dedi. Sultan: - Benim senden sakladığım bir şey yok. Bizim ilahımız işitmez, görmez, zarar ve fayda da vermez, dedi. Sonra şöyle dedi: - Eğer sizin ilahınız, ölüyü diriltmeye güç getirirse O'na îman ederiz. Yedi gün önce ölmüş bir çocuk cesedi getirdiler. (Çocuk) derhal ayağa kalktı ve şöyle dedi: - “Şirk üzere öldüğümden dolayı yedi ateş içerisine sokuldum. Bu sebeple ben sizi bulunduğunuz hâlde kalmaktan sakındırırım. Îman ediniz.” sonra şöyle dedi: - “Gök kapıları açıldı. Gördüm ki güzel yüzlü bir genç bu üç kişiye şefâat ediyor.” Sultan: - Kim onlar? diye sordu. Genç: - “Şem'un ve bu ikisi” diye cevap verdi. Sultan bu işe hayret etti. Şem'un sözünün tesir edeceğini anladığında ona nasihat etti. O ve bir gurup îman etti. Îman etmeyenlere gelince, onlara Cebrâîl (aleyhisselâm) bir sayha attı, derhal öldüler.” “Şehir halkı elçileri yalanladı. Biz de o ikisini güçlendirdik. “ Ebû Bekir'e göre (.......) fiilinden gelmektedir. (.......) şeklindedir. Yani, “galebe çaldık, kahrettik” , demektir. “Üçüncüsüyle. “Üçüncü elçi Şem'un'dur. Mef’ûlü bihi zikretmeyi terketti. Çünkü murat, kendisiyle güçlendirilen -ki o Şem'un'dur- ve hakkı azîz, batılı zelil kıları tedbiri içeren lutuftur. Eğer söz bir sebep için söylenmişse devamını da ona göre getirir. Ve sanki ondan başkası yokmuş gibi sadece ona yönelir. “Biz, size gönderilmiş elçileriz.” dediler. Yani bu üç kişi (bunu) şehir halkına dediler. 15Onlar elçilere dediler ki: “Siz bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahmân herhangi bir şey indirmedi. O hâlde siz ancak yalan söylüyorsunuz. “Dediler:” Yani şehir halkı dedi. (.......) merfûdur. (.......)Yûsuf, 31. âyetinde ise olumsuzluk (.......) ile bozulduğundan mensûbtur. Çünkü (.......) ye benzeyen bir şey kalmamıştır. Ameli gerektiren de odur. “Rahmân herhangi bir şey indirmedi.” Yani herhangi bir vahiy indirmedi, dernektir. Siz ancak yalancılarsınız. 16(Elçiler de) “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. 17Bizim vazifemiz, açık bir şekilde (Allah'ın size buyruklarını) tebliğ etmekten başka bir şey değildir” dediler. İkinci (.......) kelimesini (.......) ile te'kit etti. Birincisi etmemişti. Çünkü birincisi, bildirmek içindir. İkinci ise inkâra karşı cevaptır. Dolayısıyla fazladan olarak te'kide muhtaçtır. “Rabbimiz biliyor” sözü te'kid hususunda yemin yerine geçmektedir. “Allah görüyor” “Allah biliyor” sözleri de böyledir. Bize düşen doğruluğuna şehadet eden mu'cizelerle desteklenmiş bir tebliğdir. 18“Şüphesiz sizin yüzünüzden uğursuzluğa duçar olduk. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka acıklı bir işkence ve kötülük dokunur” dediler. Bizim uğursuzluğumuz sizinledir. Onlar, onların dinlerini çirkin görmüşler ve nefisleri ondan kaçınmıştı. Câhillerin âdeti, meylettikleri ve tabiatlarının kabul ettiği herşeyi uğurlu saymak, nefret ettikleri ve çirkin gördükleri şeyleri de uğursuz saymaktır. Eğer kendilerine bela ya da nimet isabet ederse, “Bu, şunun uğursuzluğundan” , “şunun bereketinden “derler. Denildi ki: “Onlara yağmur yağdırılmadı da onlar bu sözü söylediler.” “Eğer vazgeçmezseniz... “yani bu sözlerinizi söylemekten vazgeçmezseniz elbette sizi öldürürüz. Ya da sizi tard eder, kovarız. Ya da size söver sayarız ve elbette ki size ateş azâbı dokunur ki o, azapların en şiddetlisidir. 19(Elçiler şöyle cevap) verdiler: “Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. (O bizden değil, sizdendir.) Size öğüt verildiği için mi? Hayır! (Siz aşırı giden) haddi aşan bir milletsiniz.” Yani sizin uğursuzluğunuzun sebebi sizinledir. O da küfürdür. Kûfe ve Şam kırâat imâmlarına göre (.......) soru (.......) si ve şart edatıyladır. Nasihat edildiğiniz ve İslam'a davet edildiğiniz için mi? Şartın cevabı gizlidir. Takdiri ise, “uğursuzluğa uğruyorsunuz” , şeklindedir. Ebû Arnr'a göre (.......) şeklinde uzun (.......)Te ve esreli (.......) iledir. Mekke ve Nâfi'ye göre ise (.......) şeklinde kısa (.......) ile ve esreli (.......) iledir. Yezid'e göre (.......) şeddesizdir. “Bilâkis siz, isyan hususunda haddi aşıyorsunuz. Bu sebepten dolayı da uğursuzluk size sizin tarafınızdan gelmektedir. Allah'ın elçileri ve onların hatırlatması sebebiyle değil” Ya da “Bilâkis siz, sapkınliğinızda ve kininizde haddi aştınız. Öyle ki siz, kendileriyle teberrük olunması vacip olan Allah'ın elçilerini bile uğursuz sayıyorsunuz.” 20(Bu esnada o) şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi. “Ey kavmim! Bu elçilere uyunuz” dedi. O, Habib-i Neccar'dır. Dağdaki bir mağarada Allah'a ibâdet ediyordu. Peygamberlerin haberi ona ulaştığında onlara geldi ve dinini açıkladı. Şöyle dedi: - “Size getirilen bu şey için sizden ücret isteniyor mu?” - Hayır, dediler. O da: - “Ey kavmim! Bu elçilere tabi olun. Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tabi olun. Onların sözlerine kulak verin. Çünkü onlar hidâyete ermiş kimselerdir” , dedi. 21Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tabi olun. (Onların sözlerine kulak verin.) Çünkü onlar hidâyete ermiş kimselerdir. Risâletin tebliği için sizden herhangi bir ücret istemeyenlere tabi olun. “Onlar” yani elçiler, hidâyete ermiş kimselerdir. Dediler ki: “Sen de bunların dininden misin?” diye sorduklarında şöyle dedi: 22Bana ne olmuş ki beni yaratana ibâdet etmeyecek misim! (Şunu iyi biliniz ki) hepiniz O'na döndürülecek (O'na götürüleceksiniz.) Dönüşümüz O'nadır. Hamza'ya göre (.......) nin sukunuyla (.......) şeklindedir. 23Ben, O'ndan başka ilâhlar edinir miyim hiç? Çünkü O Rahmân olan Allah, eğer bana bir zarar dilerse o sizin putlarınızın şefâati bana hiçbir faide vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar. Kûfe okuyuşuna göre (.......) iki (.......) lidir. “Allah'tan başka ilâhlar yani, putlar mı edineceğim? “manasınadır. “Rahmân eğer bana bir zarar dilerse...” cümlesi şarttır. Cevabı ise, “O sizin putlarınızın şefâati bana hiçbir fayda vermez ve onlar beni asla kötü durumdan kurtaramazlar” dır. Ya'kûb'a göre (.......) şeklinde (.......) iledir. 24İşte o zaman ben apaçık bir sapıkliğin ta içine gömülmüş olurum. “İşte o zaman... “yani putları ilâh edindiğimde apaçık bir dalalet içinde olurum. Habibi Neccar, kavmine nasihat ettiğinde onu taşlamaya başladılar. O, öldürülmeden önce peygamberlere doğru koştu ve onlara şöyle dedi: 25Ben sizin Rabbiniz olan Allah'a inandım. Beni işitin. Benim lehime onunla şehadet etmeniz için benim imanımı işitin, dedi. Öldürülünce ona; 26Gir cennete denildi. (Bu ilahi müjdeyi duyan zât) “Keşke kavmim/milletim bunu bilseydi” dedi. Habib-i Neccar’ın kabri Antakya çarşısındadır. Çünkü söz, söylenileni açıklamak için sevkedildi. Bilindiği hâlde söylenilen kişiyi açıklamak için değil. Bu âyette cennetin yaratılmış olduğuna delalet vardır. Hasen şöyle demiştir: “Kavmi onu öldürmek istediğinde Allah onu kendi katına yükseltmiştir. O, cennettedir. Ancak göklerin ve yerin yok olmasıyla ölecektir. Cennete girdiğinde ve onun nimetlerini gördüğünde şöyle dedi: -'Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar kıldığını bilselerdi.” 27Rabbimin, beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını anlasalardı! Rabbimin beni bağışladığını ya da beni bağışladığı şeyi bilselerdi. Ve beni cennetle ikram olunanlardan kıldığını bilselerdi. 28Biz ondan sonra, onun milletini helâk etmek için üzerlerine gökten herhangi bir asker indirmedik ve indirecek de değildik. (.......) olumsuzluk (.......) sidir. “Onun” yani Habib-i Neccar’ın kavmine, onun öldürülmesinden ya da yükseltilmesinden sonra onlara azap vermek için gökten bir ordu indirmedik. İndirecek de değildik. Habib'in kavmini helâk için gökten ordular indirmek hikmetimize uygun olmadı. Çünkü Allah'u Teala kavimleri bir tek şekilde değil, onu gerekli kıları hikmeti icabı farklı farklı şekillerde helâk eder. 29(Çünkü onların helâki) sadece bir tek saydadan başka bir şey değildi. İşte o azgınlar (bu sayha ile) bir anda sönüverdiler. Onların yakalanması ya da cezâlarıdırılması ancak Cebrâîl (aleyhisselâm) ın bir tek sayha atmasıyla idi. Birden onlar ateşin sönüşü gibi sönüverdiler, öldüler. Mana, şüphesiz ki Allah, onlara meleğin sayhasıyla kifayet eder, şeklindedir. Bedir ve Hendek günlerinde yaptığı gibi onların helâki için gökten ordular indirmedi. 30Yazıklar olsun o kullara! Çünkü onlara bir peygamber gelmeye dursun, onlar illede onunla alay etmeye kalkışırlar. Hasret, pişmanliğin son haddidir. Bu, onlar aleyhine hasrete bir nidadır. Sanki ona (hasrete) şöyle denmiştir: “Ey hasret gel gel Bu,-senin hazır olmaya layık olduğun bir durumdur. Bu da onların, peygamberleri alaya almaları durumudur.” Mana; onlar, hasret çekenlerin ve ahu vah edenlerin hasretine ve ahu vah etmesine en layık olanlardır. Ya da onlar, melekler tarafından insanlar ve cinlerden oluşan inananlar tarafından hasretle anılanlardır. 31Görmüyorlar mı (müşrikler) kendilerinden önce nice kavimler helâk ettik. Muhakkak onlar bir daha onlara geri dönmüyorlar. “Görmüyorlar mı? “yani bilmiyorlar mı demektir. (.......) kelimesi (.......) fiili ile mensûbtur. (.......) de (.......) amel etmemiştir. Çünkü istifham içinde olsa haber içinde olsa (.......) de kendisinden önceki amil amel etmez. Çünkü onun aslı istifhamdır. Şu kadar var ki onun manası cümlede geçerlidir. “Muhakkak onlar bir daha onlara geri dönmüyorlar” sözü “nice kavimleri helâk ettik” cümlesinden mana olarak bedeldir, lafiz olarak değil. Takdiri şöyledir: “Kendilerinden önce helâk ettiğimiz kavimlerin çokluğunu görmüyorlar mı? Onlar, onlara (peygamberlere) dönmüyorlardı.” 32Elbette onların hepsi karşımıza hazır edilecekler. (.......) Şam kırâat imâmları, Âsım ve Hamza'ya göre (.......) manasına şeddelidir. (.......) olumsuzluk içindir. Diğerlerine göre (.......) te'kidin sılası olmak üzere şeddesizdir. (.......) ise (.......) den hafıfletilmiştir. Bu da kesin olarak (.......) ile bilinmektedir. (.......) deki tenvîn muzaflın ileyhin yerine gelmiştir. Mana; “onların hepsi hesap için toptan haşrolacaklar ya da onların hepsi toptan azâb edilecekler” . (.......) hakkında (.......) U kullandı. Çünkü (.......) ihata manasim içermektedir. (.......) ise (.......) veznindedir. Mef’ûl manasınadır. Manası da toplanmaktır. Yani mahşer onları toplayacak demektir. 33(Kendisine hayat verdiğimiz) Ölü toprak hakikatte onlar için bir ibret ayetidir. Çünkü biz onu (yağmurla) dirilttik de ondan pek çok (taneler) çıkardık. İşte onlar bunlardan yerler. (.......) Mübteda ve haberdir. Yani, Allah'ın (celle celâlühü) ölüleri diriltmesine delalet eden alâmet ölü toprağı diriltmesidir. (.......) kelimesinin mübteda olmak üzere merfû' olması câizdir. (.......) onun sıfatı olur. Haberi de “ölü toprak” tır. Ölü toprak, kuru toprak demektir. Medeni okuyuşuna göre (.......) şeklinde şeddelidir. “Onu yağmurla diriltir.” Bu, ölü toprağın bir ibret olduğunu açıklamak üzere başlarıgıç cümlesidir. “sıyırırız” kelimesi de böyledir. Yer ve gece kelimelerinin fiille vasfedilmeleri câizdir. Çünkü onların ikisiyle de mutlak iki cins kastedilmiştir. Yer ve gecenin kendileri değil. Bu sebeple fiille ve benzerleriyle sıfatlanmalarında nekre muamelesine tabi tutuldular. Bunun benzeri ise: “Tane” kelimesiyle cins kastedilmiştir. Yaşamın büyük ölçüde taneye taallûk ettiğine ve insanın ayakta kalabilmesinin ondan rızıklanmaya bağlı olduğuna delalet etsin diye zarfı öne aldı. Çünkü tane azaldığında kıtlık gelir ve zarar ortaya çıkar. Yok olduğunda da ölümler gelir, belalar iner. 34Biz orada (yeryüzünde) nice nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar kaynattık. “Orada” yani yeryüzünde demektir. (.......) den maksat bahçeler, bostanlardır. (.......) Ahfeş'e göre zaittir, biğerlerine göre hazfedilmiş mef'ûldur. Takdiri bu, “kendisiyle istifade olunan şeyi” şeklindedir. 35Onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yemeleri için (bu nimetleri verdik.) Hâl böyle iken onlar şükretmezler mi? (.......) deki zamîr Allah'u Teâlâ içindir. Yani Allah'ın yarattığı mahsullerden yesinler diye, demektir. Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Elleriyle îman ettiklerinden yani diktiklerinden, suladıkların-'dan, aşıladıklarından ve mahsul alıncaya kadar elleriyle yaptıkları bütün işlerden, demektir. Yani mahsul, aslen Allah'ın (celle celâlühü) bir fiili ve bir mahsulüdür. Onda Âdemoğlunun zahmet ve meşakkat çektiği izler vardır. Onun aslı “bizim mahsulümüzden” şeklindedir. “Kıldık” “akıttık” dediği gibi. Orada söz iltifat yoluyla mütekellim sığasından gaip sığasına geçmiştir. zamîrin (.......) kelimesine râci olması da câizdir. O zaman (.......) kelimesi kendisine dönen bir şey olmaksızın terkedilir. Çünkü onun da meyvesinin yenilmesi yönüyle (.......) hükmünde olduğu bilinmektedir. “Zikredilenin mahsulünden... “şeklinde kastedilmesi de câizdir ki o da bostanlardır. Ru'be'nin dediği gibi: Onlarda (adarda ya da sığırlarda) beyaz ve siyah çizgiler vardır. Sanki o cildde beyazla renklendirmedir. Ona (Rube'ye) soruldu da o (.......) “Sanki şu manasını kastettim “dedi. Hafs'ın dışındaki KufeTilere göre (.......) şeklindedir. Kufe halkının mushaflarında da bu şekildedir. Mekke, Medine, Basra ve Şam halkının mushaflarında ise zamîrledir. Denildi ki: (.......) nafıyedir. Zira mahsul Allah'ın (celle celâlühü) mahlûku olduğu, onda insan elinin işlemediği ve onu yapmaya güç getiremedikleri için olumsuzluk (.......) sidir. “Hâl böyle iken hâlâ şükretmezler mi?” cümlesi nimete karşı şükrün azliğina işarettir ve nimete karşı şükre teşviktir. 36Yerin bitirdiklerinden insanoğlunun kendi varlığından ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı teşbih ve takdis ederim. “Çiftleri... “yani sınıfları “yerin bitirdiklerinden... “yani, hurma ağacı, ağaç, ekin ve mahsullerden demektir. “Kendi nefislerinden...” yani, kız ve erkek çocuklarından “bilmedikleri... “yani, Allah'ın (celle celâlühü), kendilerini muttali kılmadığı ve onları tanımaya yol bulamadıkları çiftlerden, demektir. Nehirlerde ve denizler de insanların bilmediği birçok şey vardır. 37Gece de onlar için bir ibret ayetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Ondan gündüzü çıkarırız da onda gündüzün ışığından hiçbirşey kalmaz. Ya da ondan ışığı, beyaz elbisenin çıkarıldığı gibi çıkarırız da o zaman zenci bir şahıs gibi (siyah bir şekilde) çıplak kalır. Gökle yer arasındaki hava aslen karanlıktır. Onun bir kısmı güneş ışığını giyinir. İçinde lamba yakıları karanlık bir ev gibidir. Lamba söndüğünde karanlığa bürünür. Bir de bakarsın ki onlar karanlığa girmişler. 38Güneş, kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir. İşte bu, Azîz ve Âlim olan Allah'ın takdiridir. Yörüngesinde hareket eden güneş onlar için bir ayettir. Onun için yörüngesinde hareket ederek sene sonunda ulaştığı bir sınırı ve takdir edilen bir vakti vardır. “yörünge” kelimesini, yolunu kateden yolcuya benzetti. Ya da onun “güneşin” hergün gözümüzün önünde katettiği belirli yolunda demektir. O da akşam vaktidir. Ya da dünyanın yok oluşu esnasında işinin bitmesine kadar, demektir. Bu takdir ve ince hesap üzere olan bu akış, her takdir olunan şeye kudretiyle galip olanın ve her bilineni bilenin takdiridir. 39Ay içinde bir takım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilal) olur da geri döner. (.......) kelimesi (.......) fiilinin açıkladığı bir fiille mensûbtur. Mekke, Nafı ve Ebû Amr ve Sehl'e göre mübteda olmak üzere merfûdur. Haberi ise (.......) dur. Ya da “onlar için ay bir ayettir” şeklinde olmak üzere merfûdur. Ay içinde bir takım menziller tayin ettik. Menziller yirmi sekiz tanedir. Ay her gece bir menzile iner. Onlardan birini ne atlar, ne de vazgeçer. Eşit bir takdirle hilalli bir gece ile başlar, yirmi sekizinci geceye kadar akar gider. Sonra iki gece gizlenir, ya da ay kısaldığında bir gece gizlenir. (.......) cümlesinde bir muzaf takdiri gerekmektedir. Çünkü, ayın kendisine menziller tayin edilmesinde hiçbir mana yoktur. Yani onun kendisine menziller tayin ettik, artıyor ve eksiliyor, şeklindedir. Ya da onun yörüngesine menziller tayin ettik, şeklindedir. Bu şekilde olunca zarf olmaktadır. Son menzilinde olunca ay incelir ve yay şeklini ahr. “kuruyan ve eğrilen hurma dalı “dır. Vezni (.......) dir. (.......) dan gelmektedir. O da bükülmek, katlanmak, demektir. “değişime uğramış, eski” , demektir. Hurma dalı eski olduğunda incelir, eğritir ve sararır. Dolayısıyla ayı üç yönden ona benzetmiş oldu. 40Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Bunlardan herbiri belli bir yörüngede yüzmeye (akıp gitmeye) devam ederler. Güneş için aya yetişmek kolay değildir. Mümkün de değildir. Aynı anda onunla biraraya gelmesi, ışığına karışması ve nurunu yok etmesi mümkün değildir. Çünkü ay ve güneşin her birinin kendine göre ışığı vardır. Güneşin ışığı gündüzdedir. Ayın ışığı ise gecededir. Gece de gündüzü geçemez. Yani “gecenin âyeti gündüzün âyetini geçemez “, demektir. Onlar da güneş ve aydır. Kıyamet kopuncaya kadar iş bu minval üzere devam eder. Kıyamet vakti gelince de Allah (celle celâlühü), güneş ve ayı biraraya getirir ve güneş batıdan doğar. (.......) deki tenvîn, muzâfun ileyhin yerine gelmiştir. Yani “onların hepsi” demektir. zamîr ise, güneşlere ve aylara gitmektedir. Onların herbiri yörüngelerinde akıp gitmektedirler. 41Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşimâmız da onlar için büyük bir ibret ayetidir. Medine ve Şam kırâatma göre “zürriyetlerini” şeklindedir. (.......) dopdolu demektir. Zürriyetten maksat; çocuklar ve taşırımasına önem verdikleri kişilerdir. Onlar, onları, karada ve denizde ticaret için gönderiyorlardı. Ya da zürriyetten maksat babalardır. Çünkü bu kelime ezdattandır (zıt manalı kelimelerdendir). Buna göre gemi, Nûh (aleyhisselâm) ın gemisidir. Denildi ki: “Allah'ın, onların zürriyetini orada (gemide) taşımasının manası; orada çok önceki babalarını, zürriyetleri sulblerinde olduğu hâlde taşımasıdır. Onların zürriyetlerini zikretti, kendilerini değil. Bu, onlara nimeti hatırlatma açısından daha beliğdir.” 42(Gemilerin benzerlerinden) binmekte oldukları ve ileride binecekleri şeyleri onlar için biz yarattık. Onlar için gemilerin benzerlerinden deve gibi -ki onlar kara gemileridir- binecekleri şeyleri yarattık. 43Eğer biz dileseydik onları suda boğardık. O zaman ne onların imdadına koşan olurdu, ne de kurtarılırlardı. Eğer dilesek onları denizde boğarız. Onlar için bir kurtarıcı ya da bir yardımcı olmaz. 44Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet onları kurtardı. Ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalanmaları uygun görüldü. Yani onlar, ancak bizden bir rahmetle ve ecel günü gelip çatıncaya kadar yaşamakla faydalarıdırmamızla kurtulurlar. Her ikisi de mefulun leh olmak üzere mensûbturlar. 45Onlara, “önünüzdeki ve arkanızdaki (sizden önce ve sizden sonra gelecek) olaylardan sakının ki merhamet olunasmız, denilince (aldırış etmezler). Yani işlediğiniz ve henüz işlemediğiniz günahlarınızdan, demektir, ya da peygamberlerini yalanlayan ümmetlerin başna gelen belaların benzerinden ve geride kalan kıyametten, ya da dünya fitnesi ve âhiret azâbından, demektir. Allah'ın (celle celâlühü) rahmetini ümid edenler olmanız için (.......) nın cevabı gizlidir. Yani, “yüz çevirdiler.” Hazfedilmesi câizdir. Çünkü, “Rablerinin ayetlerinden bir âyet geldikçe mütemadiyen ondan uzaklaşıyorlardı.” âyeti buna delalet etmektedir. 46Rablerinin ayetlerinden bir âyet geldikçe mütemadiyen ondan uzaklaşıyorlardı. Birinci (.......) olumsuzluğun te'kidi içindir. İkincisi ise teb'îz içindir. Yani, onların âdeti her âyette ve her nasihatta yüz çevirmektir. 47“Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz” denildiğinde, kâfirler mü'minlere dediler ki: “Allah'ın, dikseydi doyuracağı kimseleri biz mi doyuralım! Siz gerçekten sapıtmış kimselersiniz.” “Onlara... -yani Mekke müşriklerine,-'Allah'ın sizi rızıklarıdırdığı şeylerden fakirlere infak edin'denildiğinde kâfirler mü'minlere dediler ki: Allah'ın, dileseydi doğuracağı kimseleri biz mi doyuralım?'“ İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Mekke'de zındıklar vardı. Fakirlere sadaka vermekle emrolunduklarında şöyle dediler: - Hayır vallahi, Allah'ın fakir kıldığını biz mi doyuracağız?” “Siz gerçekten sapıtmış kimselerdiniz.” sözü Allah'ın (celle celâlühü) onlara hitâbıdır. Ya da mü’minlerin onlara söylediği sözün hikâyesidir. Ya da onların mü'minlere verdiği cevabın devamıdır. 48Onlar “Eğer siz gerçekten doğru iseniz söyleyin bakalım! O sözünü ettiğiniz tehdit ve felâket ne zaman gelecek?” derler. Dediğiniz hususlarda eğer doğrulardan iseniz söyleyin bakalım. Diriliş ve kıyamet ne zaman? Hitap peygambere ve ashâbınadır. 49Onlar birbirleriyle gürültü ve şamata ederken kendilerini ansızın yakalayacak bir tek sayhayı bekliyorlar. “Bir tek sayha” yani sura ilk üfürülüşü, demektir. Hamza'ya göre (.......) fiilindendir. (.......) şeklindedir. Husumet ve niza edip kazanmak, demektir. Diğerleri ise, (.......) şeklinde (.......) yi ve (.......) a idğam ederek (.......) ı şeddeli okudular. Ancak Mekke kırâat imâmları idğam edilen (.......) nin harekesini nakletmek suretiyle (.......) yı üstün okudu. Medeni'ye göre (.......) sakindir. Yahya'ya göre (.......) ve (.......) esrelidir. Diğerlerine göre ise (.......) nin üstünü (.......) nin esresiyledir. Mana; “Muamelelerinde bir kısmı bir kısmıyla çekişirken onları yakalar.” , şeklindedir. 50İşte o anda onlar ne bir tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler. Kendilerine âit işlerden biri hakkında vasiyette bulunamazlar. Evlerine dönmeye de güçleri yetmez. Bilâkis o sayhayı duydukları yerde ölürler. 51Sur'a üflendi. Birde ne güresin, onlar, kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine gelirler. Bu ikinci üfurüştür. “Sur” ; boynuz, demektir ya da “suret, şekil” kelimesinin çoğuludur. (.......) Kabirler, demektir. (.......) fiili (.......) in esresi ve ötresiyledir. 52İşte o zaman “Eyvah, eyvah! Bizi kahirimizden kim çıkarıp diriltti? Bu Rahmân’ın va'didir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler” derler. Kâfirler derler ki: “Bizi yattığımız yerden kim diriltti, kim yaydı?” Hâfs'a göre (.......) da vakfı lazım vardır. Küçük bir duruşla durulur. Mücâhid'ten şöyle nakledilmiştir: “Kâfirler için içinde uykunun tadım buldukları yataklar vardır. Kabir halkının kalkışı için sura üfürüldüğünde'bizi kim diriltti?'derler.” “Bu, Rahmân'ın va'didir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişlerdir. “Bu, meleklerin ya da muttakilerin sözüdür. Ya da bu, risalede ilgili işittiklerini hatırlayan kâfirlerin kendi kendilerine söyledikleri ya da birbirlerine söyledikleri sözdür. (.......) mastariyyedir. Manası; “Bu, Rahmân'ın vadi ve peygamberlerin doğrularıan haberidir.” Orada va'd olunan, vad olarak doğrularıan da sıdk olarak adlarıdırılmıştır. Ya da (.......) ismi mevsuldur. O zaman takdiri şöyledir: “Bu, Rahmân'ın va'dettiği ve peygamberlerin doğru söylediği şeydir. Yani bu, onda peygamberlerin doğru söylediği şeydir” , demektir. 53Bu, bir tek sayhadan başka bir şey değildir. İşte ondan sonra hepsi toplarııp huzurumuza dizilirler. Bu son üfurüş, tek bir sayhadan başka bir şey değildir. Bir de bakarsın ki onlar toptan hesap için huzurumuza gelmiştir. Daha sonra (Allah (celle celâlühü)), o günde onlara söylenen şeyi zikretti. 54Artık bu gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak dünyada yaptıklarınıza karşılık alırsınız. 55Bu gün (âhirette) cennetlikler, nimetler içerisinde safa sürerler. (.......) Kûfe ve Şam kırâat imâmlarına göre iki ötrelidir. Mekke, Nâfi ve Ebû Amr'a göre örte ve sükûnladır. Mana şudur; “Onlar'vasfedilemeyen bir meşguliyet içerisindedirler. O da; ağaçların altında, nehir kıyısınâa bakirelerle birleşmektir.” Ya da “çalgı aletlerinin tellerine vurmaktır” . Ya da “Cebbar (olan Allah'ın (celle celâlühü)) ziyafetidir.” (.......) ikinci haberdir. Yezid'e göre (.......) şeklindedir. (.......) ve (.......) nimetlenip lezzet alan demektir. (.......) kelimesi bundandır. Çünkü o, kendisiyle lezzet alınan şeydir. “latife” de böyledir. 56Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar. (.......) Mübtedadır. (.......) onun üzerine atıftır. (.......) hâldir. (.......) kelimesinin çoğuludur. Güneşin, üzerine düşmediği yerdir. (.......) ve (.......) da olduğu gibidir. Ya da (.......) kelimesinin çoğuludur. (.......) da olduğu gibi. Bunun delili de Hamza ve Ali'nin kırâatidir. (.......) kelimesinin çoğuludur. Seni güneşten koruyan şeydir. (.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur. Gelin odasındaki divan ya da gelin odasındaki yaygı demektir. (.......) haberdir. Ya da(.......) haberdir. (.......) başlarıgıç cümlesidir. 57Orada her çeşit meyve onlar içindir. Bütün arzuları yerine getirilir. Yaptıkları dualar onlar içindir, (kabul edilir) yani cennet halkının yaptığı bütün dualar (istekler) kabul edilir. Ya da temenni ettikleri şeyler onlara verilir, demektir. Bu, onların “aleyhime dilediğini nîsbet et” sözündeki gibi. Yani onu aleyhime temenni et, demektir. Ferrâ''dan rivâyet edildiğine göre o (.......) kelimesindendir, “Onlar hak sâhibi olmadıkları şeyleri temenni etmezler.” demiştir. 58Bağışlayıcı bir Rab olan Allah'tan onlara söz,olarak selâm gelir. (.......) den bedeldir. Sanki onlara “Allah” (celle celâlühü) selâm demiştir. Rahîm olan Rab'den onlara söz olarak “selâm” denir. Mana; “Şüphesiz ki Allah onlara, onları yüceltmek için melekler vasıtasıyla, ya da vasıtasız olarak selâm verir. Bu, onların temenni ettiği şeydir. Bu, onların hakkıdır. Bundan mahrum edilmezler.” İbni Abbâs şöyle demiştir: “Melekler, onların yanma âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş selâmla girerler.” 59Ayrılın bir tarafa bugün ey günahkârlar! “Mü'minlerden ayrılın. Ayrı olun.” Bu mü'minler haşrolunduğunda ve cennete doğru götürüldüklerinde (söylenir). Dehhak'tan şöyle rivâyet edilmiştir: “Her kâfirin (içinde bulunduğu) ateşten bir evi vardır. Ebedî olarak ne bir kimseyi görür, ne de görülür.” kıyamet günü onlara şöyle denir. 60Ey İnsanoğlu! “Şeytana tapmayın, çünkü o, sizin apaçık bir düşmanımzdır” diye size and vermedim mi? (Bunu size peygamberlerim vasıtasıyla açık açık bildirmedim mi?) (.......), vasiyyet demektir. Vasiyyet ettiğinde “vasiyyeti yerine getirmesini istedi” denir. Allah (celle celâlühü) da onlardan onlar da var ettiği aklî delilleri ve onlara indirdiği vahyi delilleri kullanmalarını istemiştir. Şeytana ibâdet ise kendilerine vesvese verdiği ve süslü gösterdiği hususlarda ona itâat etmeleridir. 61(Ve demedim mi?) Sadece bana ibâdet ve kulluk edin. Çünkü dosdoğru yol budur. Beni birleyin ve bana itâat edin. “Bu “kelimesi, Allah'ın (celle celâlühü) şeytana isyan ve Rahmân'a itâat hususunda onlara tavsiye ettiği şeye işarettir. “Sırat-ı Müstakim” ; yani istikameti düzgün yol demektir ki ondan daha düzgün hiçbir yol yoktur. 62Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Siz aklınızı kullarınııyor musunuz? Medineliler, Âsım ve Sehl'e göre (.......) de (.......) ve (.......) esreli,(.......) şeddelidir. Ya'kûb'a göre (.......) ve (.......) örteli, (.......) şeddelidir. Şamlılar ve Ebû Amr'a göre (.......) ve (.......) ötreli, (.......) şeddesizdir: Bunlar, “mahlûkat” manasına gelen kelimelerdir. “Akledecek akla sahip değil misiniz? “Bu, aklı kullanmayı terkettikleri için sorulmuş azar sorusudur. 63İşte bu, size vaad edilen cehennemdir. 64Küfür ve inkârınız sebebiyle bugün girin oraya! Küfür ve inkârınız sebebiyle bugün oraya girin! 65O gün onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını (yaptıkları iyi ya da kötü amelleri) bize elleri anlatır. Ayakları da şehadet eder. Yani, onları söz söylemekten men ederiz. Rivâyet edildiğine göre: “Onlar, inkâr edip mücadeleye başlarlar. Komşuları, aileleri, aşiretleri, onlar aleyhine şâhitlik yaparlar. Ancak onlar, yine de müşrik olmadıklarına dair yemin ederler. İşte o zaman ağızları mühürlenir, elleri ve ayakları konuşur.” Nitekim Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur: “Kıyamet gününde kul şöyle der: -'Ben aleyhime benden olan bir şâhitten başkasını kabul etmem.'Bunun üzerine ağzı mühürlenir ve azalarına şöyle denir: - Konuş. O da yaptığını söyler. Sonra konuşmasına müsaade edilir de şöyle der: -'Kahrolasılar! Ben sizin için mücadele veriyorum.'“Müslim, 2969. 66Dilersek gözlerini büsbütün kör ederiz. Bu sefer de yolda itişip kakışırlar. Çünkü yolu göremezler. Dileseydik onları kör ederdik ve onların gözlerini giderirdik. (.......), “ortadan kaybolacak şekilde gözün yarığının kapanması, silinmesidir.” (.......) harfi cer hazfedilmiş ve fiil bitişik kılınmıştır. Aslı (.......) şeklindedir. O zaman da mana; “Gözlerini sildiğimiz hâlde nasıl görecekler?” şeklindedir. 67Eğer biz dileseydik oldukları yerde onların bünyelerini şekillerini değiştirirdik, ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi, ne de geri dönmeye, Dileseydik onları maymunlara, ya da domuzlara, ya da taşlara dönüştürürdük. Ebubekir ve Hammad'a göre (.......)şeklindedir. (.......) aynı manayadır. (.......) ve (.......) kelimelerinin bir benzeridir. Yani, onları günahları işledikleri evlerinde dönüştürürdük, demektir. Ne gitmeye ne de gelmeye güç getiremezlerdi. Ya da ne önlerine doğru ilerleyebilirler ne de arkalanna dönebilirlerdi. 68Kime uzun ömür verirsek biz onun yaratılışını (gençliğini, güzelliğini bozar, beli bükük hale getiririz.) Onlar bunu hiç düşünmezler mi? Âsım ve Hamza'ya göre (.......) şeklindedir. (.......) birşeyin üstünü altına getirmektir. Diğerlerine göre (.......) şeklindedir. Yani onun yaratılışım tersine çeviririz demektir. Mana şudur; “Ömrünü uzun kıldığımız kişinin yaratılışını tersine çeviririz de kuvvetin yerini zayıflık, gençliğin yerini yaşlılık alır. “Bu şöyledir: “Biz onu zayıf bir bünye ile yarattık. Aklı ve ilmi yoktu. Sonra onu, güçlü kuvvetli vaktine ulaşırıcaya kadar zamanla kapasitesini artırdık. Kuvvetinin kemale ulaşmasını, aklını kullanmasını, lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesini sağladık. Yaşlılık sınırına geldiğinde de onun yaratılışını tersine çevirdik. Onun bünyesinin zayıfliği, aklının azliği ve ilmi olmamasıyla küçük bir çocuğun haline benzeyen bir hale dönünceye kadar kapasitesini azaltırız. Okun dönüşü gibi ki o üstünü altına getirir.” Nitekim Allah (celle celâlühü) şöyle buyurmuştur: “Sizden kimi de ömrün en kötü çağma (ihtiyarlığa) itilir ki bilirken bir şey bilmez hale gelsin.” “Hiç düşünmüyorlar mı?” Onları gençlikten ihtiyarlığa, kuvvetten zayıflığa, akıl keskinliğinden karıştırmaya ve temyiz kabiliyetinin azalmasına nakletmeye kâdir olan, onların gözlerini de silmeye ve kendilerini de mekânlarında (başka bir şeye) dönüştürmeye Kâdir'dir. Ve onları öldükten sonra diriltmeye de Kâdir'dir. Medine, Ya'kûb ve Sehl'e göre (.......) ile (.......) şeklindedir. 69Biz ona (peygambere) şiir öğretmedik. Hem bu ona gerekli de değildir. Onun söyledikleri ancak Allah'tan gelmiş bir hatırlatma, açık bir Kur'ân'dır. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) için “şairdir” diyorlardı da bu âyet indi. Yani, “Nebi'ye (sallallahü aleyhi ve sellem) şairlerin sözünü öğretmedik” , demektir. Ya da Kur'ân şiir değildir manasına ona Kur'ân öğretmekle şiiri öğretmedik, demektir. O şiir, bir manaya delalet eden vezinli ve kafiyeli bir sözdür. Öyleyse Kur'ân da nerede vezin, nerede kafiye? Eğer araştırırsan onunla şiir arasında hiçbir münasebetin olmadığını göreceksin. Bu, onun için uygun olmaz. Onun haline layık da değildir. İstese de bunu yapamaz. Yani “O'nu (sallallahü aleyhi ve sellem) şiir söylemek istesede bunu başaramayacak ve ona kolay gelmeyecek biri kıldık” , demektir. Delil daha sağlam ve şüphe tamamen iptal olsun diye onu yazı yazmayı bilmeyen bir ümmi kıldığımız gibi. Ben peygamberim yalan yok. Ben Abdülmuttalibin oğluyum (torunuyum) Sen ancak kan akan (yaralı) bir parmaksın. Karşılaştığın şeyler Allah yolundadır. sözleri ise sanat içermeyen ve zorlanmaksızm düzgün bir şekilde söylediği sözlerindendir. Ancak insanların konuşmalarında, mektupların da ve sohbetlerinde birçok söz vezinli geldiği gibi böyle bir şeyi kastetmeksizin ve böyle birşeye yönelmeksizin söz vezinli gelmiştir. Bunu hiç kimse şiir olarak adlarıdırmaz. Çünkü onun sâhibi vezni kastetmemiştir ki, bu şiir için gerekli birşeydir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sükûnla (.......) demiştir. (.......) de de (.......) yi üstün kılmıştır. (.......) de de (.......) yi esre kılmıştır. Kur'ân'ın şiir cinsinden olduğunu iptal ettikten sonra şöyle dedi: “O öğretilen şey ancak insanların ve cinlerin onunla öğüt aldığı, Allah tarafından gönderilmiş bir zikirdir (hatırlatmadır.) O Kur'ân, ancak mihraplarda okunan mabedlerde tilâvet olunan, tilaveti ve onunla amel edilmesi sebebiyle iki cihanda başarıya ulaşıları semavi bir kitaptır. Onunla şeytanın dürtmelerinden olan şiir arasında ne kadar da fark var.” 70(Bununla) onun, diri olanları uyarmasını ve kâfirlere (cezânın) hak olduğunu (söylemesini istedik). Kur'ân'ın ya da peygamberin uyarmasını. “Biri olanları” yani akıllı düşünen kimseleri, demektir. Çünkü gâfil, ölü gibidir. Ya da kalben diri olanları demektir. Ölüler hükmünde olan düşünmeyen kâfirler üzerine “söz hak olsun diye” demektir. 71Onlar bakıp görmediler mi ki, biz, kudretimizin eseri olmak üzere pekçok faydalı hayvanlar yarattık. Ve onlar da bunlara mâlik ve sahip oldular. Yani, yaratılması, bizzat bizim üstlenip başardığımız şeylerdendir. Bizden başka hiç kimse onların yaratılmasını üstlenmeye güç getiremedi. “Onlar da bunlara sahip oldular.” Yani onları onlar için yarattık ve onları onların mülkiyetine verdik. Onlardan faydalanmak üzere onlarda mülkiyet tasarrufuyla tasarruf ederler. Ya da onlar, onları tutup hâkimiyetleri altına alanlardır. 72Bu hayvanları onların emrine amade kıldık. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler. Onları, onların emrine amade kıldık. Allah'u Teâlâ’nın onları zelil kılması ve emre amade kılması olmasaydı buna kimin gücü yeterdi? Bu sebepten Allah'u Teâlâ biniciye bu nimete şükretmesini ve: “Bunu bizim hizmetimize vereni teşbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik.” Zuhruf, 13. sözüyle teşbih getirmesini gerekli kıldı. (.......) binilen şey, demektir. Yani, onların, sırtlarına binsinler ve etlerinden yesinler diye onlara boyun eğdirdik, demektir. 73Bu hayvanlarda onlar için içecek (sütler) ve daha nice faydalar vardır. Hala şükretmezler mi? O hayvanlarda onlar için menfaatler ve içilecek sütler vardır. Derilerinden, tüylerinden, yünlerinden ve daha başka faydalarından istifade ederler. (.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur. O da içme yeri veya içilecek şeyin yeri demektir. Hayvanları ihsan ettiği için Allah'a (celle celâlühü) hâlâ şükretmezler mi? 74(Kendilerine bu kadar nimetler verildiği hâlde yine) onlar, yardımlarını umarak Allah'tan başka ilâhlar edindiler. Kendilerine bela isabet ettiğinde putları onlara yardım eder umuduyla Allah'tan başka ilâhlar edindiler. 75(Hâlbuki o ma'bût edindikleri putların) onlara yardım etmeye asla güçleri yetmez. Bilâkis onlar, bu ma'bûtlar için yardıma hazır askerlerdir. Onların ilâhları, kendilerine ibâdet edenlere yardıma güç getiremezler. Bilâkis o kâfirler, putlara hizmet eden, onları koruyan yardımcılar ve taraftarlardır. Ya da Allah (celle celâlühü) katında kendilerine yardım etsin, şefâatçi olsun diye onları ilâhlar edindiler. Hâlbuki iş onların zannettiğinin tam tersinedir. Şöyle ki; o putlar kıyamet gününde onlar (kâfirler) için hazırlanmış, onlara azap etmek için getirilmiş ordulardır. Çünkü onlar, ateş yakıtı haline getirileceklerdir. 76(Ey Resûlüm Muhammed!) onların sözleri sakın seni üzmesin. Çünkü biz, onların gizlemekte olduklarını da açığa vurduklarını da biliyoruz. Nafı'ye göre (.......) ötreli (.......) esrelidir. (.......) şeklindedir. (.......) fiilinden, (.......) babındandır. Yani “Onlarınyalanlamaları eza ve cefa vermeleri seni üzmesin.” , demektir. “Biz, onların gizlemekte oldukları düşmanlıklarını da açığa çıkardıklarını da biliriz.” Ve biz, onları ona göre cezâlarıdırırız. Senin gibi birinin kederinin gitmesi ve üzüntünün kendisini kaplamaması için, bu tehditle teselli bulması ve âhiretteki kendi durumunu ve onların durumunu düşünmesi gerekir. Kim “(.......) şeklinde (.......) (hemze)rtirc üstünüyle okursa namazı bozulur ve manasına inanırsa küfre girer” , derse hata etmiştir. Çünkü onun, sebep bildiren (.......) ın hazfı üzerine hamledilmesi mümkündür. Bu, Kur'ân da, şiirde ve her tür sözde çokça geçmektedir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in telbiyesi de böyledir. (.......) şeklinde. Buhârî, 1549; Müslim, 1184. Ebû Hanîfe (rahmetüllahi aleyh) (.......) i esreyle okudu. Şâfiî (rahmetüllahi aleyh) ise üstünle okudu. Allah'ın rahmeti her ikisinin de üzerine olsun. Her ikisinin de sözü sebep içindir. Eğer üstün olursa bu (.......) sözünden bedel olur. Sanki” Onların'biz onların gizlemekte olduklarını da açığa vurduklarını da biliyoruz'“dersen derim ki; (.......) kelimesine mefûl kılarsan bu mana (.......) da da oluşur. Ortaya çıktı ki hüznün, Allah'u Teâlâ'nm âlim olmasına taallûk edip etmemesi (.......) ya da (.......) olması ile alâkalı birşey değildir. Bu senin takdirine göredir. (.......) şeklinde okuduğunda mefûl manası değilde ta'lil manası takdir ettiğin gibi, (.......) şeklinde okuduğunda da ta'lil manasını takdir edersin bedel manasını değil. Yine konuşanın meseleyi büyüttüğü şey üzerine esre ya da üstün okutan bir şey takdir edersen, o zamanda bu, Allah'u Teâlâ'nm, onların gizlisini ve açığını bildiğine üzülmekten Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in menedilmesidir. Onun üzülmekten men edilmesi üzüldüğünü göstermez. Nitekim; “Sakın kâfirlere arka çıkma!” Kasas, 86. “Müşriklerden olma!” Enam, 16; Yûnus, 105; Kasas, 87. ve “Allah ile beraber başka bir ibâdet etme” Kasas, 88. âyetleri de böyledir. 77İnsan görmüyor mu ki, biz onu nutfeden (sperma) yarattık. Bir de bakıyorsun ki apaçık düşman kesiliyor. Bu âyet, çürümüş bir kemiği eline alıp ufalayan ve: - Ey Resûlüm Muhammed! Ne dersin, Allah bunu çürüdükten sonra diriltecek mi? diyen Ubey b. Halef hakkında nâzil olmuştur. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona: - “Evet, seni de diriltecek ve cehenneme sokacak,” cevabını vermiştir. (.......) (Nutfe) pislik kanalı olan idrar yolundan çıkan bir pisliktir. “Bir de bakıyorsun ki apaçık hasım kesiliyor? “ Yani düşmanliği açık biri haline gelir. Yani o hala aslının zelilliği ve evvelinin düşüklüğü üzeredir. Rabbine karşı düşmanlık üzere baş kaldırıyor. O'nun, kemikleri çürüdükten sonra ölüyü diriltmeye Kâdir olduğunu inkâr ediyor. Sonra da “kendisinin en önemli vasfı hususunda bile O'nun düşmanı kesiliyor. O da, onun ölüden inşa edilmesidir. Buna rağmen o, ölüden inşa edileceğini inkâr ediyor. Bu da inatlaşmanın son haddidir. 78Kendi yaratılışım unutarak bize karşı misal iradına kalkışıyor. Ve “şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyor. Kemiği ufalanak suretiyle bize misal vermeye kalkışıyor ve kendisinin meniden yaratıldığını unutuyor. Bu, kemiği diriltmekten daha gariptir. (.......) da mastar, mef'ûla muzaf olmuştur. Yani bu “bizim onu yaratışımızı” demektir. “çürümüş kemiklere verilen bir isimdir.” (.......) ve (.......) gibi sıfat değildir. Bu sebepten müennes kılınamaz. Burada müennes için haber olarak gelmiştir. Kemiklerde canlılık olduğu iddiasında bulunan ve “Ölünün kemikleri necistir. Çünkü kendisinde canlılık var olduğu cihetle ölüm, onda da tesirini icra etmiştir.” diyen kişi bu ayete yapışmaktadır. O kemik bize göre temizdir. Aynı şekilde saç ve sinir de temizdir. Çünkü canlılık onlarda karar kılmaz. Dolayısıyla da ölüm onlarda tesirini icra etmez. Âyette geçen “kemiklerin diriltilmesi” nden maksat; onların canlı hassas bir bedenle bulundukları eski, yumuşak ve taze hale dönüştürülmesidir. 79De ki onları ilk defa yaratmış olan diriltir. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. “îlk defa “yani ilk olarak, demektir. O bütün mahlükatı bilir. Onun hiçbir parçası O'na gizli kalmaz. Eğer karada ve denizde paramparça olsa onu toplar bir araya getirir ve onu önceden olduğu gibi kendine kul edinir. 80Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur, işte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. Bundan sonra mahlûkatın harikulade olanlarından bahsetti. Ateş, suyun zıddı olduğu ve onu söndürdüğü hâlde yeşil ağaçtan ateş yakılmasıdır. Bu, bedevilerin tutuşturdukları zinad'dır. Onun çoğunluğu marh ve afardanâır. Onların atasözlerinde de şöyle denilmiştir: “Her ağaçta ateş vardır. Mahr ve Afar daha çok ateşi toplamış ve şerefi kendilerine has kılmıştır.” Marh; çabuk tutuşan bir ağaçtır. Afar ise kendisiyle ağaç yakıları ağaçtır. Adam ikisinden de misvak büyüklüğünde dal keser -o ikisi yeşildir ve ikisinden de su damlamaktadır-. Marhı -ki o erkektir- Afara sürter -bu dişidir- Allah'ın izniyle derhal ateş yanar. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Hiçbir ağaç yoktur ki onda ateş olmasın (yanmasın) ancak elbiselerin inceltilmesinde kullanılan hünnep ağacı müstesna.” Kim suyu ve ateşi bir arada tutmaya güç getirebiliyorsa, o insanda da ölümü ve hayatı peşpeşe getirebilir. İki zıttan birinin diğerinden sonra getirilmesi aklen ikisini bir araya getirmekten daha kolaydır. (.......) kelimesi lâfza göre müzekker gelmiştir. Ama manaya göre (.......) şeklinde de okunmuşur. Daha sonra tüm azametiyle birlikte gökleri ve yeri yaratmaya kâdir olanın insanları da yaratmaya kâdir olduğunu şu sözüyle beyan etti. 81Semavat ve arzı yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kâdir değil midir? Evet, (onların benzerini yaratmaya her zaman elbette) Kâdir'dir. O, herşeyi hakkıyla bilen bir yaratıcıdır. Göklere ve yere nisbeten küçüklükte onların bir benzerini yaratmaya Kâdir değil midir? Ya da onları tekrardan yaratmaya Kâdir değil midir? Çünkü dönüş yeri birincinin bir benzeridir. Ya da onun aynı (kendisi) değildir. “Evetl - Yani De ki: Bilâkis O, buna- kâdirdir. -O birçok mahlükatı yaratandır, birçok malumatı- bilendir. “ 82Onun işi, birşey yaratmak istediği vakit ona sadece “ol” demektir ve o şey derhal olur. Yani o, çaresiz mevcut olur. Kısaca; kâinat O'nun yaratmasıyla meydana gelmiştir. Ancak var etmesini, kendisinden (.......) ve (.......) harfleri sadır olmaksızın (.......) sözüyle ifade etmiştir. Gerçekte bu, yaratışın hızlıliğinı beyandır. Sanki o şöyle demektedir: “(.......) sözünü söylemek size nasıl ağır gelmiyorsa aynı şekilde mahlükatı ilk baştan yaratmak ve onları tekrardan yaratmak da Allah'a ağır gelmez.” Şam kırâat imâmları ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) üzere atıftır. Ötre olması ise mübteda ve haberden oluşan cümle olmasındandır. Takdiri de (.......) şeklindedir. Benzeri üzerine atfedilmiştir. O da (.......) cümlesidir. 83Herşeyin mülkü kendi elinde olan Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir. Siz O'na döndürüleceksiniz. (.......) kelimesi, O'nu (Allah'ı) müşriklerin vasfettikleri şeyden tenzihtir. Ve O'nun hakkında onların dediklerini demeyi yadırgamaktır. O herşeye sahiptir. (.......) kelimesindeki (.......) ve (.......) harfleri mübalağa içindir. Yani, “O (celle celâlühü), herşeyin sâhibidir” , demektir. “-Öldükten sonra fıresiz- O'na döndürüleceksiniz. “Ya'kûb'a göre (.......) şe kimdedir. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Herşeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâ-Sîn Süresidir. Kim Allah'ın rızasını dileyerek Yâ-Sîn'i okursa Allah onu bağışlar ve ona ecir olarak Kur'ân'ıyirmi iki defa okumuş gibi sevap verir.” Tirmizî, 2887. “Kim haceti esnasında Yâ-Sîn'i okursa haceti giderilir.” Darimî, Ata b. Ebi Rebah'tan rivâyet etmiştir. Ed-Dürrül-Mensur, 7 / 38. “Onu okuyan eğer aç ise, Allah onu doyurur. Eğer susuzsa Allah onu suya kandırır. Eğer çıplaksa Allah onu giydirir. Eğer korkuyorsa Allah onu emin kılar. Eğer yalnızlık hissediyorsa Allah ona ünsiyet verir. Eğer fakirse Allah onu zengin kılar. Eğer hapishanedeyse Allah onu çıkarır. Eğer esirse Allah onu kurtarır. Eğer yoldan çıkmışsa Allah ona hidâyet verir. Eğer borçluysa Allah onun borcunu hazinesinden öder.” Yasin Sûresi (.......) ve (.......) olarak da adlarıdırılır. Çünkü o okuyana arız olabilecek her kötülüğü defeder ve onun her hacetini yerine getirir. Allah'u Alem. |
﴾ 0 ﴿