SAFFÂT SÛRESİBu sûre Mekke'de nâzil olmuştur; 182 âyettir. Kur'ân-ı Kerîm’in Mushaf tertibine göre 37. süresidir. Mekke'de inmiştir. Nüzul sırasına göre elli altıncı suredir. 181 ya da 182 ayetten ibârettir. Bu sûre-i celile “Saffât” kelimesiyle başladığından bu ismi almıştır. 1-4Saf saf dizilmişlere, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilahınız birdir. Allah'u Teala, melekler taifesiyle yemin etmiştir. Ya da namazda ayakları saf saf dizilenlerin nefısleriyle yemin etmiştir. Bulutları sevkedenlere yemin olsun. Ya da ilham yoluyla günahlardan menedenlere yemin olsun. İndirilmiş kitaplardan ve diğerlerinden Allah'ın (celle celâlühü) kelamını okuyanlara yemin olsun. Bu, İbni Abbâs, İbni Mes'ud ve Mücahid'in görüşüdür. Ya da teheccüd namazında ve diğer namazlarda ayakları saf saf dizilen, ilmiyle amil âlimlerin nefislerine yemin etmiştir. Öğüt ve nasihatlerle (günaha düşmekten) menedenlere yemin olsun. Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini ve O'nun şer'i emirlerini okuyanlara yemin olsun. Ya da Allah (celle celâlühü) yolunda savaşan, saf saf dizilen, atları cihad için sevkeden ve bu hâlde bile Kur'ân okuyan gazilerin nefislerine yemin etmiştir. (.......) tekid edici mastardır. (.......) de böyledir. (.......) sıfatların birbirlerine karşı üstünlüklerindeki tertibe delalet etmektedir. Faziletin, önce safa, sonra sevketrneye, sonra da tilavete âit olduğunu ifade etmektedir. Ya da tam tersidir. Yeminin cevabı “İlahınız birdir” cümlesidir. Denildi ki: “Bu, onların'o taunları tek bir ilâh mı yapmış?'Sad, 5. sözlerinin cevâbıdır.” 5O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların (ve doğuşların) Rabbidir. (.......) haberden sonra haberdir. Ya da hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. Yani “o ... Rabbidir” şeklindedir. (.......) güneşin doğuş yerleridir. Üç yüz altmış tane doğuş yeri vardır. Batış yerleri de böyledir. Güneş, her gün o doğuş yerlerinin birinden doğar batış yerlerinin birinden batar. Onların birinden iki gün üst üste ne doğar, ne de batar. “İki doğunun ve iki batının Rabbidir” Rahmân, 17. âyetine gelince, onda yaz ve kıştaki doğuş-batış yerlerini kastetmiştir. “Doğunun ve batinin Rabbi” Şuara, 28; Müzzemmil, 9. âyetinde ise yönü kastetmiştir. Doğu bir yöndür, batı da bir yöndür. 6Biz, yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik. Size en yakın göğü süsledik. (.......) kelimesi, (.......) nin müennesidir. Hafs ve Hamza'ya göre (.......) den bedel olmak üzere (.......) şeklindedir. Mana, “en alt göğü yıldızlarla süsledik” , şeklindedir. Ebû Bekir'e göre (.......) in mahallinden bedel olmak üzere (.......) şeklindedir. Ya da “kastediyorum” kelimesinin gizliliği üzere, ya da mastarı nunlayarak mef'ûlde amel ettirmek üzere (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre, mastarın faile izafeti ile, (.......) şeklindedir. Yani, yıldızların onu süslemesiyle, demektir. Aslı (.......) şeklindedir. Ya da mefule izafetiyledir. Yani “Allah'ın, yıldızları bezemesi ve onları güzelleştirmesiyle” demektir. Çünkü gökyüzü, onların kendi güzelliğinden dolayı, süslenmiş olmaktadır. Ebû Bekir'in kırâatmdan dolayı aslı(.......) şeklindedir. 7Ve itâat dışına çıkan her şeytandan (yıldızlarla) gökyüzünü koruduk. (.......) mana üzerine atfedilmiştir. Çünkü mana: “Gerçekten biz, yıldızları, gökyüzü için bir süs ve şeytanlara karşı da koruma olarak yarattık” şeklindedir. “Andolsun biz, en yakın göğü lambalarla donattık ve onları şeytanlar için taşlamalar yaptık.” Mülk, 5. buyurulduğu gibi. Ya da illet bildiren bir fiil takdir olunmuştur. Sanki şöyle demiştir: “Her şeytandan koruduk, onu yıldızlarla süsledik.” ya da manası, “onu tamamen koruduk” , şeklindedir. (.......) itâat dışına çıkan, demektir. 8Onlar, artık mele-i âlâda olup bitenleri dinleyemezler. (Dinlemeye kalkışsalar) her taraftan taşlanırlar. (.......) deki zamîr “her şeytana” gider. Çünkü o, şeytanlar manasınadır. Ebû Bekir'in dışındaki Kufe’liler (.......) şeklinde okumuşlardır. Aslı (.......) dir. (.......), işitmeyi istemek, demektir. “İşitmeyi istedi de işitti ya da işitmedi.” denir. Ayrı bir söz olması gerekir. Onda gizlice dinlemeyi isteyenin hâli olduğundan hikâye edilerek gelmiştir. Mübtedadır. Onlar, meleklerin sözlerini işitmeye, ya da dinlemeye güç getiremezler. Denildi ki: “Onun aslı “dinlenmemeleri için” şeklindedir. (.......) harfi “Bana ikram etmen için sana geldim.” cümlesinde olduğu gibi hazfedilmiştir. Geriye (.......) kalmıştır. (.......) de hazfedilmiş ve ameli de iptal edilmiştir. “Ey savaşa kâtilması için teşvik ettiğim kişi” sözünde olduğu gibi. Bunda zorlama vardır. Kur'ân'ın bunun benzerlerinden korunması gereklidir. Zira hazfetme işinden herbiri tek başına reddedilmez. Ancak ikisinin birlikte hazfedilmesi kabul edilmemiştir. “konuşan faları (adamı) işittim” , “konuşan (adam) kulak verdim” , “sözünü işittim” ve “sözüne kulak verdim” sözleri arasındaki fark şudur: Harfi cersiz müteaddi olanlar anlamayı ifade etmektedir. (.......) harfi cer ile müteaddi olanlar ise anlamayla birlikte kulak verip dinlemeyi de ifade etmektedir. Mele-i Ala, meleklerdir. Çünkü onlar gökyüzü sakinleridir. İnsanlar ve cinler ise mele-i esfeldir. Çünkü onlar yeryüzü sakinleridir. Çalmak için her nereden çıkarlarsa çıksınlar onlara gökyüzünün her cihetinden parlak yıldızlar atılır. 9Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. (.......), mef'ûlun lehtir. Yani, kovalanak için taşlanırlar, demektir. (.......) kelimesi, (.......) -dan gelmektedir. Daimi demektir. Yani, “Onlar dünyada parlak yıldızlarla taşlanırlar. Âhirette de onlar için kesintisiz olan sürekli bir azap hazırlanmıştır.” 10Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delen ve yakan bir alev takip eder. (.......) deki (.......) mahallen merfûdur. (.......) daki (.......) dan bedeldir. Yani, şeytanlar, onları (melekleri) dinleyemezler. Süratle onların sözlerinden bir şey kapan şeytan hariç. Onu da derhal atıları delici parlak bir yıldız takip eder. (.......) atıları yıldız demektir. 11Şimdi sor onlara! Yaratılış bakımından kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa bizim yarattıklarınıız mı? Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. Mekke kâfirlerine bir sor. Mahlûk olarak onlar mı daha güçlü? (.......) onların “yaratılışı güçlü” ve “yaratılışında güçlülük var” cümlelerinden gelmektedir. Ya da mana, “Onları yaratmak mı daha zor, daha meşakkatlidir?” Şeklindedir. Bu, onların dirilişi inkârına cevap manası taşımaktır. Çünkü bu kadar büyük mahlükatı yaratmak kendisine kolay gelen ve onu sıfırdan yaratmak kendisine zor gelmeyen zata, insanı yaratmak daha kolay gelir. “Bizim yarattıklarınıız “la mahlûkatından zikrettiği melekleri, gökleri, yeri ve arasındakiler! kastetmektedir. Akıllılar için diğerlerine karşı üstünlük olduğundan (.......) edatıyla getirildi. “yoksa sayıp döktüklerimiz mi?” şeklinde okuyanın kırâati da buna delalet etmektedir. (.......) şeddeli ve şeddesiz olarak okunmuştur. (.......) yapışan ya da ayrılmayan demektir ki bu şekilde de, yani (.......) şeklinde de okunmuştur. Bu, onların zayıfliğina şehadettir. Çünkü çamurdan yaratıları bir şey güçlü ve kuvvetli olmakla vasıflarıdırılamaz. Ya da yaratıldıkları o yapışkan çamurun toprak olduğu cümlesiyle onlara karşı delil getirmiştir. Çünkü “toprak olduktan sonra mı?” demeleriyle, benzeri bir topraktan yaratılacaklarını nasıl inkâr ediyorlar? Bu manayı, onların dirilişi inkâr etmeleri hususunun zikredilmesi desteklemektedir. 12Belki de sen (bu muhteşem kudreti inkârlarına) şaşırdın. Hâlbuki onlar (seninle ve Kur'ân'la) alay ediyorlar. Belki de Sen, onların Seni inkârına şaşırdın. Onlar seninle ve senin şaşkınlığınla alay ediyorlar. Ya da sen, onların, dirilişi alaya alarak inkâr etmelerine şaşırdın. Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Yani yadırgadın, demektir. (.......): “Bir şeye karşı şaşkınlık gösterdiğinde insanı kaplayan korkudur. “Allah'u Teâlâ için şaşkınlık gösterme manası söz konusu değildir. Çünkü korkunun O'na (celle celâlühü) atfedilmesi câiz değildir. Ya da manası; “Ey Resûlüm Muhammed! De ki: Bilâkis Ben şaşırdım. “şeklindedir. 13Kendilerine öğüt verildiği vakit, düşünüp öğüt almazlar. Onların âdeti, kendilerine öğüt verildiğinde öğüt almamaktı. 14Bir mu'cize görseler alay ederler. Ayın yarılması ve benzeri mu'cizeleri gördüklerinde alaya almak için birbirlerini çağırırlar. Ya da alaya alma hususunda mübalağa ederler. 15“Bu ancak apaçık bir büyüdür” derler. (.......) Apaçık demektir. 16“Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı diriltileceğiz” (.......), inkâr sorusudur. “Toprak ve kemik olduktan sonra mı diriltileceğiz?” 17“İlk atalarınıız da mı (diriltilecek?)” (.......) kavli, (.......) nin isminin mahalli üzerine atıftır. Ya da (.......) deki zamîr üzerine atıftır. Mana; “Aynı şekilde babalarınıız da mı diriltilecek?” şeklindedir. Bunu, çok uzak gördükleri için söylüyorlar. Bununla, onların daha eski olduğunu kastetmişlerdir. (.......) daki (.......) Medine ve Şam kırâat imâmlarına göre sakindir. Yani inkârda mübalağa ederek “Bizden biri diriltilecek mi? “demektir. “İlk atalarınıız da mı? “yani, önceki eski atalarınıızda mı? demektir. 18De ki: “Evet siz de hor ve hakir olarak (diriltileceksiniz).” Evet, onlar da diriltilecekler. Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Her ikisi de ayrı bir lehçedir. 19O (dirilme işi) sadece korkunç bir sesten ibâret olacak. O anda hemen onların gözleri birden bire açılıp etrafa bakacaklar. (.......) Mukadder bir şartın cevâbıdır. Takdiri de “Böyle olduğunda” şeklindedir. O ancak tek bir sesten ibârettir. (.......) hiçbir şeye râci değildir. (.......) lâfzı kapalıdır. Onu açıklayan haberidir. Mananın, o diriliş tek bir sesten ibârettir, şeklinde olması câizdir. O da ikinci üflirüştür. (.......), ses demektir. Bu, hayvanlara seslendiğinde “çoban develeri ya da koyunları sürdü” sözündendir. “Bir de bakarsın ki onlar, diri ve görür bir şekilde amellerinin kötülüğüne bakıyorlar.” Ya da “onlar kendilerine inecek olan (azâbı) bekliyorlar.” 20(Bu durumu gören kâfirler): “Eyvah bize! Bu, cezâ günüdür” derler. (.......) kişinin, helâk vaktinde söylediği bir kelimedir. Bu, kendisinde hesaba çekildiğimiz gündür. Yani, amellerimize göre karşılık gördüğümüz gündür. 21İşte bu, yalanlamış olduğunuz ayrışma (hüküm) günüdür. Bugün, hüküm günüdür, hidâyet grupları ile sapkın grupların arasının ayrılması günüdür. (.......) den itibâren (.......) ya kadar olan cümlenin, kâfirlerin birbirlerine söyledikleri bir söz olması da, meleklerin onlara söyledikleri bir söz olması da muhtemeldir. Ya da “Eyvah bize. Bu, cezâ günüdür!” kâfirlerin sözüdür. “İşte bu, yalanlamış olduğunuz hüküm günüdür. “sözü de meleklerin onlara cevaben söylediği bir sözdür. 22-24(Allah meleklerine emreder:) “Zalimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını ve Allah'tan başka tapmış oldukları putları toplayın. Onlara cehennem yolunu gösterin. Böylece onları durdurun. Çünkü onlar sorgularıacaklar.” “Toplayın” sözü Allah'ın (celle celâlühü) meleklere hitâbıdır. “Zalimleri” yani inkâr edenler “onların eşlerini, arkadaşlarını” yani şeytanlardan olan benzerlerini ve arkadaşlarını, ya da kâfir olan karılarını, demektir. (.......) harfi (.......) manasınadır. Atıf için olduğu da söylenmiştir. (.......) -deki zamîr üzerine atfen merfû' olarak da okunmuştur. Allah'tan (celle celâlühü) başka tapmış oldukları şeyler, putlardır. Esmai'den şöyle nakledilmiştir: “Din hususunda yol gösterilmesi (.......) kelimesiyle, normal yol gösterilmesi (.......) kelimesiyledir.” “Onları hapsedin. “Çünkü onlara sözleri ve fiillerinden sorulacaklar. 25Size ne oldu ki yardımlaşmıyorsunuz? Yani bazınız bazınıza yardım etmiyor? Bu, dünyada iken birbirlerine yardım etmelerinden sonra, onların birbirlerine yardım etmekten âciz olduklarını ifade ile onların azarlanmasıdır. Denildi ki: “Bu, Bedir günü'Biz, birbirine yardım eden bir topluluğuz/ diyen Ebû CehiVe cevaptır.” Hâl olmak üzere mahallen mensûbtur. Yani “Süse ne oluyor ki birbirinize yardım etmiyorsunuz?” demektir. 26Evet, onlar o gün zilletle boyun eğecekdir. Boyun eğerler. Ya da onların bir kısmı diğer kısmını âciz kalmaktan dolayı perişan edecek, aşağılayacaktır. Onların hepsi boyun eğmiştir. Hiçbiri karşı gelememiştir. 27Onlardan bir kısmı, diğerlerine yönelir, birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar. Tabi olanlar tabi olunanlara yönelir, onlarla çekişirler. 28“Siz bize sağdan gelirdiniz (vesvese verirdiniz.)” derler. Tabi olanlar tabi olunanlara şöyle derler: “Sağdan gelirdiniz” yani kuvvet ve zorla üstün gelerek gelirdiniz, demektir. Çünkü “Sağ” kelimesi kuvvetle nitelendirilmiştir. Tutup almak onunla olur. Yani “sizler bizi sapıklığa sürüklüyordunuz ve bizi zorluyordıtnuz “demektir. 29-30(Diğerleri de:) “Yok, siz kendiniz inanan kimseler değildiniz. Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz de yoktu. Fakat siz azmış bir kavimdiniz.” derler. Reisleri der ki: “Bilâkis îman etmekten siz kaçındınız ve ondan siz yüz çevirdiniz. Ona inanabilir ve onu küfre tercih edebilirdiniz, küfre sığınmazdınız. Sizin kararlıliğinızı ve seçiminizi çekip alabileceğimiz bir gücümüz yoktu. Bilâkis siz, azgınliği seçen bir kavimdiniz.” 31Onun için Rabbimizin azâbı üzerimize hak oldu. Muhakkak hepimiz onu tadacağız. Toptan hepimize hak oldu. Hepimiz tadacağız. Yani bu Allah'ın, halimizi bildiği için azâbını, çaresiz tadacağımıza dair tehdididir. Eğer tehdidi olduğu gibi hikâye etseydi “sizler tadacaksınız” derdi. Ancak ondan mütekellim sığasına geçti. Çünkü onlar bununla kendilerinden bahsediyorlardı. Şu söz de onun bir benzeridir. “Hevazin, malımın azaldığını söyledi.” Hevazinin sözünü hikâye etseydi “malın azaldı” derdi. 32(Evet biz) sizi azdırdık. Çünkü kendimiz de azmıştık. Benzeriniiz olmanız için sizi azdırdık. Yani sizi azgınlığa davet ettik. Azgınlaşmanızı istedik. 33O hâlde, o gün onlar azapta ortaktırlar. Onlar, yani tabi olanlar ve tabi olunanların hepsi, o kıyamet gününde azgınlıkta ortak oldukları gibi azapta ortaktırlar. 34İşte biz suçlulara böyle yaparız. Suçlulara, yani müşriklere. Hakikaten biz her suçluya böyle davranırız. 35Çünkü onlar, “Lâ ilahe illellah” denildiği zaman kafa tutarlardı. Onlar, kelime-i tevhidi duyduklarında büyüklük taslarlar ve şirk hariç onlardan kaçınırlardı. 36“Biz, deli bir şâir için ilâhlarınıızı bırakacak mıyız?” derlerdi. (.......) Şam ve Kufelilere göre iki hemzelidir. “Mecnun bir şâir” sözüyle Muhammed (aleyhisselâm) ı kastediyorlardı. 37Hayır! O, hak ile geldi ve peygamberleri tasdik etti. Bu, müşriklere bir cevaptır. “Peygamberleri tasdik etti.” sözü “....kendisinden öncekileri tasdik eden...” Bakara, 97; Al-i İmran, 3; Mâide, 46 ve 48; Fâtır, 31; Ahkaf, 30; Meryem, 62. sözü gibidir. 38-39Elbette siz o acı azâbı tadacaksınız. Başka değil sadece yaptığınız amellerinizle cezâlarıdırılacaksınız. Fazlası olmaksızın. 40(Bu azâbtan) ancak Allah'ın halis kulları istisna edilecektir. (.......) Kûfe ve Medinelilere göre (.......) ın üstünüyledir. (.......) dan sonrası da aynı şekilde üstündür. Yani “Ancak Allah'ın (celle celâlühü) kulları müstesnadır.” sözü istisnai munkatıdır. 41-44Onlar için belirli bir rızık ve türlü meyveler vardır. Naim cennetlerinde karşılıklı tahtlar üzerine kurulmuş oldukları hâlde kendilerine ikram edilir. “Bilinen bir rızık” ibâresini (.......) kelimesiyle tefsîr etmiştir. O da, kendisiyle lezzet alınan ve bedenin korunması için yenmeyen şeylerdir. Yani, onların bütün rızkı fevakihtir (meyvelerdir) çünkü onlar (cennettekiler) sıhhatlerini yiyeceklerle korumaktan müstağnidirler. Zira onların cesetleri sağlamdır. Ebedî olmak üzere yaratılmışlardır. Yedikleri şeyler sadece lezzet almak içindir. Güzel tat, güzel lezzet ve güzel görüntü özelliklerine sahip bilinen bir rızkın kastedilmesi câizdir. Denildi ki: “Vakti bilinen bir rızık, demektir.” “Orada onlar için sabah akşam rvsıkları vardır.” Meryem, 62. âyetinde olduğu gibi. Nefis ona meyleder. “....İkram edilirler” yani nimetlendirilirler. “Naim cennetlerinde... “ibâresinin zarf olmas, hâl olması ve haberden sonra haber olması câizdir. “Karşılıklı koltuklar üzerine kurulmuş oldukları hâlde...” ibâresinin de zarf olması, hâl olması ve haberden sonra haber olması câizdir. Karşı karşıya olmak sevinç ve ünsiyetin son haddidir. 45Kendilerine akan kaynaktan kadehler dolaştırılır. (.......) Ebû Amr ve Hamza'ya göre vakf hâlinde (.......) (hemze)sizdir. Diğerlerine göre (.......) (hemze)lidir. İçinde şarap olan bardağa “ke's” denir. Şarabın kendisi de “ke’s” diye adlarıdırılır. Ahfeş'ten şöyle rivâyet edilmiştir: “Kur'ân'da geçen her'ke's'kelimesi şaraptır.” İbni Abbâs (radıyallahü anh)’in tefsirinde de bu şekildedir. (.......), “akıtılmış içecekten” ya da “akıtılmış nehirden” , demektir. O da, yerin üzerinde akan, gözlere görünen şeydir. Suyun kendisiyle vasfedildiği şeyle vasfedildi. Çünkü o, suyun aktığı gibi cennette nehirler de akar. Allah'u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “şaraptan nehirler.” Muhammed, 15. 46Bembeyaz, içenlere lezzet verir. (.......) kelimesi, (.......) kelimesinin sıfatıdır. Lezzetle vasfedildi. Sanki o, lezzetin kendisidir. Ya da lezzetli manasınadır. 47Onda ne sersemletme vardır, ne de başlarına vurur. Dünya şarapları gibi onların akıllarını almaz. (.......) babından gelmektedir. Helâk etmek, ifsat etmek manalarına gelmektedir. (.......) cümlesindendir. Bu, içenin aklı gittiğinde kullanılır. Sarhoş için (.......) ve (.......) denir. Ali ve Hamza'ya göre (.......) şeklindedir. Yani “Sarhoş olmazlar” demektir. Ya da onların içkisi tükenmez, demektir. Bunlar da, aklı gittiğinde ya da içeceği bittiğinde söylenen (.......) fiilinden gelmektedir. 48Yanlarında bakışlarını yalnız kendilerine tahsis etmiş, iri gözlü eşler vardır. Gözlerini eşlerine dikerler. Onlardan başkasına göz ucuyla bile dönüp bakmazlar. (.......) kelimesi, (.......) kelimesinin çoğuludur. İri gözlü, demektir. 49Sanki onlar, sedefler içine yerleştirilmiş incilerdir. (.......) korunmuş, demektir. Onları, sarilikte korunmuş deve kuşu yumurtalarına benzetti. Araplar da kadınları bunlara benzetir ve onları mahfelerin yumurtaları diye isimlendirirler. 50Derken birbirlerine dönüp soruşturuyorlar. Bu âyet, (.......) üzerine atfediîmiştir. “....Birbirlerine...” yani cennet ahalisi birbirlerine dönüp sorarlar. Mana; içenlerin âdeti olduğu üzere içerler ve içki üzerine sohbet ederler. Şâir şöyle demiştir: Kerem sahiplerinin konuşmasından Başka hiçbir lezzet kalmadı. Birbirlerine dönerler ve dünyada iken iyi ya da kötü, başlarından geçeni sorarlar. Ancak (Allah (celle celâlühü)) onu, haberlerinde bilindiği üzere mazi olarak getirdi. 51İçlerinden bir sözcü: “Benim bir arkadaşım vardı” der. 52Derdi ki: “Sen de cidden inananlardan mısın? 53Biz ölüp, kemik olduğumuz, sonra da toprak haline geldiğimiz zaman (diriltilip) cezâlarıacak mıyız?” (.......) Şam ve Kûfe'lilere göre iki(.......) iledir. “Sen de din gününü doğrulayanlardan mısın? “(.......) kelimesindendir. O da, cezâ demektir. 54(O kişi, cennetteki arkadaşlarına der ki:) “Siz işin gerçeğine vakıf mısınız?” 55İşte o zaman konuşan baktı, arkadaşırıı cehennemin ortasında gördü. Bu konuşan “Siz cehennemi görüyor musunuz? Size o arkadaşı göstereyim. “dedi. Denildi ki: “Cennette bir delik vardır ki cennet ahalisi oradan cehennem ahalisine bakarlar.” Ya da Allah'u Teâlâ cennet ahalisine şöyle der: “Siz cehennemi görüyor musunuz ki durumunuzla cehennem ahalisinin durumu arasındaki farla bilesiniz.” Bunun üzerine Müslüman baktı ve onu (arkadaşırıı) cehennemin ortasında gördü. 56“Yemin ederim ki, sen az daha beni de helâk edecektin.” dedi. 57Rabbimin nimeti olmasıydı, ben de, bu getirilenlerden olacaktım. (.......) kavli (.......) den hafifiletilmiştir. O (.......) nin başına geldiği gibi (.......) nin başına da gelir. (.......) deki (.......) onunla, ( (.......) nin başına gelen (.......) ile) olumsuzlayan (.......) i ayırmaktadır. (.......) kelimesi “yok etmek” manasınadır. Ya'kûb'a göre her iki hâlde de (vakf ve vasl hâli) (.......) şeklinde (.......) lıdır. “Rabbimin nimeti olmasaydı -yani İslam kulpuna sıkı sıkıya sarılma hususundaki koruması ve tevfiki olmasaydı- getirilenlerden olurdum.” senin ve emsalinin getirildiği gibi bende azâba getirilenlerden olurdum. 58-61Birinci ölümümüz hariç bir daha ölecek değiliz? Bir daha azâba uğrayacak değiliz? Şüphesiz ki bu, o büyük kurtuluştur. Böyle bir kurtuluş için çalışsın çalışanlar. (.......) mahzûf (bir cümle) üzerine atıftır. Takdiri “Ebedî olarak nimetlenecek miyiz. Ölmeyecek ve azap görmeyecek miyiz?” şeklindedir. Mana: “Bu, mü'minlerin halidir. O da; kâfirlerin hilafına ancak ilk ölümü tatmalarıdır. Çünkü onlar kâfirler her an ölümü temenni ettikleri bir durumdadırlar.” Hakîm'in birine şöyle soruldu: - Ölümden daha kötü bir şey nedir? - “İçinde ölümü istediği şeydir.” diye cevap verdi. Mü'minin, Allah'ın (celle celâlühü) nimetini anarak söylediği bu sözü, arkadaşı, daha fazla azap olsun diye azar olarak işitir. (.......) mastar olarak mensûbtur, istisna-i muttasıldır. Takdiri, “ancak bir defa ölürüz” , şeklindedir. Ya da istisna-i munkatıadır. O zaman da takdiri, “lakin ilk ölüm dünyada idi” , şeklindedir. Bundan sonra serzenişte bulunmak için arkadaşına şöyle dedi: “İçinde bulunduğumuz bu durum büyük kurtuluştur.” Sonra Azîz ve Celil olan Allah şöyle buyurdu: “Böyle bir kurtuluş için çalışanlar çalışsın. “Denildi ki: “Bu da (bu söz de) onun (cennetteki kişinin) sözüdür.” 62-63(Allah buyurdu:) “Bu mu daha iyi bir ikram, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu (zakkumu) zalimler için bir fitne kıldık. (.......)Temyizdir. “İkamet yeri olarak cennet nimetleri ve oradaki lezzetler, yiyecekler içecekler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı daha hayırlı?” (.......) bir mekânda misafir için hazırlarıan rızıktır. Zakkum, Tihame bölgesinde bulunan acı bir ağaçtır. “Biz, onu âhirette onlar için sıkıntı ve azap kıldık. “Ya da “onu, dünyada iken onlar için imtihan kıldık” , demektir. Bu da, onların “Ateş içerisinde nasıl ağaç olur ki? Ateş ağacı yakar.” diyerek yal anlamal andır. 64Zira o cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır. Denildi ki: “Onun bittiğiyer, cehennemin dibidir. Onun dalları cehennemin derecelerine (katlarına) yükselir.” 65Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir. (.......) hurma ağacı için kullanılır. Zakkum ağacından tomurcuklarıan şeye istiâre yoluyla hamledilmiştir. İğrençliğin son haddine ve çirkin görünüşe delalet ettiği içinde şeytanların başlarına benzetilmiştir. Çünkü şeytan, insanlar nezdinde “o sırf kötülüktür, inancından dolayı iğrençtir, çirkindir.” Denildi ki: “Şeytan, görünüşü çirkin, korkutucu, saçlı bir yılarıdır.” 66Ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar. “Ondan “yani ağaçtan, yani ağacın tomurcuğundan, şiddetli açlık onlara galebe çaldığında kannlarını onunla doldururlar. 67Sonra arkasından onlar için kaynar su karıştırılmış bir içecek vardır. “Onun üzerine.,.” onun yenilmesi üzerine. (.......), karışım demektir. (.......), “onların yüzlerini kavuran ve bağırsaklarını parçalayan sıcak sudur “. Cennet ahalisinin içeceğinin özelliği hakkında: “karışımı tensimdendir” dediği gibi. “kaynar su karıştırılmış” demiştir. Mana; “Sonra onlar, karınlarını zakkum ağacından doldururlar. O, sıcaktır. Karınlarını yakar. Ve onları susatır. Bu susuzluk da onlara azap olsun diye (onlar) uzun bir zaman içirilmezler. Sonra da ondan daha sıcak olan şey kendilerine içirilir. O da, sıcak su karıştırılmış içecektir.” 68Sonra dönüşleri, çılgın ateşe olacaktır. Yani onlar, cehennemdeki karar yerlerinden ve menzillerinden -ki onlar kaldıkları derekelerdir (tabakalardır) zakkum ağacına götürülürler. Doyana kadar yerler, bundan sonra içirilirler. Sonra da derekelerine döndülürler. Bunda bıkkınlık manası açıktır. 69Çünkü onlar babalarını dalalette (sapıklık içinde) buldular. 70Ve hemen onların izinden koştular. Bu şiddetlere maruz kalmaya hak kazanmalarını, dinde, babalarını taklid etmeleri, sapıklıkta onlara uymaları ve delili terketmeleriyle illetlendirildi. (.......): “çok hızlı koşmak” demektir. Sanki onlar birbirlerini teşvik ediyorlar, kışkırtıyorlar. 71Muhakkak ki onlardan önce gelip geçenlerin çoğu da dalâlete düştü. “Onlardan önce...” Kureyş kavminden önce, “gelip geçenlerin çoğu... “ Yani geçmiş milletlerin çoğu, taklit sebebiyle, araştırma ve düşünmeyi terketmekle yoldan saptılar. 72Muhakkak ki, biz onların içinden kendilerine uyarıcılar gönderdik. “Uyarıcılar...” onları karşılaşacakları kötü sondan sakındıran peygamberlerdir. 73Bak (Ey Resûlüm Muhammed!) Ve düşün; uyarılanların akıbeti ne oldu? Yani uyanhp sakmdırılanların akıbeti nasılmış. Zira onlar toptan helâk edildiler. 74Allah'ın muhlis kulları müstesna. Onlardan îman edip dinlerini yalnızca Allah'a (celle celâlühü) has kılanlar müstesna. Ya da Allah'ın (celle celâlühü), din için kendilerini ihlâsh kıldığı kişiler hariç. Bu iki mana, iki ayrı kırâata göredir. Geçmiş ümmetlere uyancıların gönderilişini ve o uyanlanların kötü akibetini zikrettikten sonra buna Nûh'un (aleyhisselâm) zikri ve kavminden ümidini kestiğinde Allah'a yaptığı duayı ekledi. 75Nûh bize dua edip, niyazda bulundu. Biz onun duasını güzelce kabul ettik. Onu boğulmaktan kurtarmamız için bize dua etti. Denildi ki: “Bununla'Hakikaten ben mağlup oldum, yardım et' sözü kastedilmiştir. “ (.......) nin başına gelen (.......) hazfedilmiş bir yeminin cevâbıdır. Mahsus bil medh hazfedilmiştir. Takdiri de, Nûh (aleyhisselâm) bize dua etti, vallahi biz (duaya) ne güzel icabet edenleriz, demektir. “Biz” şeklinde çoğul olarak kullanılması azamet ve büyüklüğün delilidir. Mana; “Biz ona en güzel şekilde icabet ettik. Ona, düşmanlarına karşı yardım ettik. Ve onlardan olabilecek en üst seviyede intikam aldık.” 76Kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan (felaketten) kurtardık. Ona îman edenleri ve çocuklarını da kurtardık. “Büyük sıkıntı” boğulmaktır. 77Biz yalnız Nûh'un zürriyetini kalıcılar kıldık. Diğerleri yok oldular. Katâde şöyle dedi: “İnsanların tümü Nûh'un (aleyhisselâm) zürriyetindendir. Nûh (aleyhisselâm)’in üç oğlu vardı.'Sam', Arapların, Farsların ve rumların babası,'Ham', doğudan batıya sudanların babası ve'Yafes', Türklerin babası.” 78Sonradan gelenler içinde ona (iyi bir ün) bıraktık. “Sonradan gelenler...” sonradan gelen ümmetlerdi. Yani sonradan gelenlere bu kelimeyi yani “Nûh'a selâm olsun “u bıraktık. 79Bütün âlemler içinde Nûh'a selâm olsun! Yani ona selâm verirler ve onun için dua ederler. Bu, hikâye olunan sözdendir. “Onu indirdik'sözlerini okudum” sözünde olduğu gibi. Yani bu selâm, onların tamaminin içinde sabit olmuştur. Onlardan hiçbiri bundan biri değildir. Sanki şöyle denilmiştir: “Allah, Nûh (aleyhisselâm) a selâmı, melekler, insanlar ve cinler arasında sabit ve devamlı kılmıştır. Sonuncusuna kadar ona selâm verirler.” 80İşte biz muhsinleri (doğruları) böyle mükâfatlarıdırırız. Bu üstün ihsanla mükâfatlarıdırmasını, onun ihsan sâhibi olmasıyla illetlendirdi. 81Zira o, bizim mü'min kullarınıızdandı. Sonra, îman mahallinin büyüklüğünü göstermek için, mü'minleri bir kul oluşuyla illetlendirdi. Bu da, övgü ve yüceltme sıfatlarının son noktasıdır. 82Nihayet ötekilerini suda boğduk. “Ötekileri...” yani kâfirleri. 83Şüphesiz İbrâhîm de onun (Nûh'un) milletindendi. Yani Nûh'un (aleyhisselâm) milletindendi. Yani dinin aslı üzere onu takip edenlerdendi. Ya da Allah'ın (celle celâlühü) dini üzere devamlılıkta ve yalanlayıcılara karşı sabretmede onu takip edenlerdendi. Nûh ile İbrâhîm (aleyhisselâm) arasında iki bin altı yüz kırk yıl vardır. İkisi arasında İki peygamber vardır. Hûd ve Sâlih (asm). 84Rabbine kalbi selim ile geldiği vakit, (.......) kelimesi(.......) kelimesindeki tabi olma manasına taallûk etmektedir. Yani, o İbrâhîm şirkten ya da kalp afetlerinden uzak bir kalple Rabbine geldiğinde onu (Nûh'u) dini ve takvası üzere takip edenlerden olmuştur. Ya da (.......) mahzûf bir kelime -ki o “hatırla” dır.-Taalluk etmektedir. Kalbiyle Rabbine gelişinin manası; kalbini Allah'a (celle celâlühü) vermesidir. Allah (celle celâlühü) da bunu bildiği için onun bu gelişini misal olarak vermiştir. 85Babasına ve kavmine: “Siz kime kulluk ediyorsunuz?” demişti. Buradaki (.......) Birinci (.......) den bedeldir. 86Allah'tan başka bir takım ilâhlar mı istiyorsunuz? (.......) mef'ûlun leh'tir. Takdiri “Uydurma olsun diye Allah'tan (celle celâlühü) başka ilâhlar mı istiyorsunuz?” şeklindedir. Mef’ûlun bih, Önemine binaen fiilden önce gelmiştir. Mef’ûlun leh, mef'ûlun bih üzerine takdim edilmiştir. Çünkü O'nun katında ehem olan, iftira ve bâtıl üzere şirk koşmaları sebebiyle onlarla mücadeledir. (.......) kelimesinin mef'ûlun bih olması câizdir. Yani “İftirayı mı istiyorsunuz” , demektir. Sonra “Allah'tan başka ilâhlar” sözüyle zatları itibarıyla uydurma olmalarına binaen tefsîr etmiştir. Ya da (.......) kelimesi halidir. Yani, “İftira ederek Allah'tan (celle celâlühü) başka ilâhlar mı istiyorsunuz? “demektir. 87“O hâlde âlemlerin Rabbi hakkında neler düşünüyorsunuz?” O'ndan başkasına ibâdet ettiğiniz hâlde âlemlerin Rabbine karşı zannınız nedir? (.......) başta olduğundan merfûdur, mübtedadır. Haber (.......) dur. Veya “Ondan başkasına ibâdet ettiğiniz ve O'nun gerçek nimetlendirici olduğunu bildiğiniz dolayısıyla da O'nun ibâdete hak sâhibi olduğunu bildiğiniz hâlde O'na karşı zannınız nedir? Size ne yapacak ve sizi nasıl cezâlarıdıracak?” 88Ve yıldızlara bir göz attı. Yani nasıl bir çare bulacağını düşünerek gözünü gökyüzüne çevirip yıldızlara baktı. Ya da onlar, yıldız ilmine inandıkları için kendisinin yıldızlara baktığım onlara gösterdi ve onlara kendisinin hastalarıacağına dair bir işaret bulduğu vehmini verdi. 89-90“Ben hastayım” dedi. Ona arkalannı dönüp gittiler. Yani hastalanmak üzereyim. O da taundur. Çünkü o, onların ençok yakalandığı bir hastalıktı. (Bu hastalık bulaşıcı olduğundan) hastaliğin kendilerine sirayet etmesinden korkuyorlardı. Ondan ayrılıp, kaçtılar. Bayram yerine gittiler. Onu puthanede bıraktılar. Yanında da hiç kimse yoktu. O da putlara yapacağını yaptı. 'Yıldız ilmi ile uğraşmak mubah idi. Sonra onu öğrenmek için uğraşmak menedildi. Yalan, -tariz müstesna- haramdır. İbrâhîm (aleyhisselâm)’in söylediği üstü kapalı bir sözdür. Yani “Hastalarıacağım” demiştir. Ya da ensesinde ölüm (kılıcı) olan kişi hastadır, manasınadır. Şu atasözü de ondandır.'Hastalık olarak selâmet yeter.' Bir adam aniden ölmüştü. Sapasağlam olduğu hâlde öldü, dediler de bir bedevi şöyle dedi: “Ensesinde ölüm (kılıcı) olan sağlam mıdır?” Ya da: “Şu husustan dolayı kalbim rahatsız.” denildiği gibi. “Sizin küfrünüzden dolayı benim nefsim rahatsız.” manasını kastetmiştir. 91-92Yavaşça onların putlarının yanına vardı. “Yemiyor musunuz? Hem niçin konuşmuyorsunuz?” dedi. Gizlice onlara meyletti ve alaya alarak “yemiyor musunuz? “dedi. Onların yanında yiyecekler vardı. Çoğul (.......) ve (.......)Ta getirildi. Çünkü o, onların akıllılara hitap edildiği gibi hitap etti. 93Arkasından, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırdı). Onlara gelince yöneldi. Sanki Allah (celle celâlühü) şöyle dedi: “Onlara öyle bir vurdu ki (onları kırıp döktü).” Çünkü: (.......): “Onları dövdü” manasınadır. Ya da “onlara vurarak yöneldi” , demektir. (.......) kuvvetle vuruları şiddetli vuruş demektir. Çünkü sağ el, iki organdan daha güçlü olanıdır. Ya da (.......) kuvvetle ve metanetle, demektir. Ya da yapmış olduğu yemin sebebiyle demektir. O da onun, “Allah'a andolsun ki, sizin putlarınıza tuzak kuracağım.” Enbiyâ', 57. sözüdür. 94(Kavmi) koşarak İbrâhîm'e geldiler. (.......) dendir. O da koşmak demektir. Hamza'ya göre süratle gidildiğinde kullanılan (.......) babındandır. (.......) şeklindedir. Sanki bazdan onu (İbrâhîm'i) putları kırarken gördü, bazıları görmedi. Onu görenler süratle ona doğru koştular. Sonra da onu kırarken görmeyenler geldiler de sanki onu görmüş gibi: “İlahlarınııza bunu kim yaptı? Gerçekten o zalimlerdendir.” Enbiyâ', 59. dediler. Diğerleri: “Onları diline dolayan bir genç duyduk. Ona İbrâhîm deniyor.” Enbiyâ', 60. diyerek tariz yollu cevap verdiler. Sonra da hep birlikte şöyle dediler: - Biz onlara ibâdet ediyoruz. Sen onları kırıyorsun. İbrâhîm (aleyhisselâm) onlara şu sözüyle cevap verdi; 95-96(İbrâhîm, onlara:) “Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı” dedi. Ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi ibâdet ediyorsunuz? Yaptığınız putları Allah yarattı. Ya da (.......) mastar manası veren (.......) dır. Yani “sizin amellerinizi yarattı” demektir. Bu, fiillerin yaratılması hususunda bizim delilimizdir. Yani Allah (celle celâlühü), sizin yaratıcınızdır, sizin amellerinizin de yaratıcısıdır. Öyleyse niçin O'ndan başkasına ibâdet ediyorsunuz? 97(Onlar birbirlerine:) “Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın” dediler. “Onun için taştan, uzunluğu otuz, genişliği yirmi zira olan bir bina yapın ve onu şiddetli ateşe atın “dediler. Denildi ki: “Parçaları üst üste kat kat yanan her ateş cehimdir.” 98Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları alçaklardan kıldık. Ateşe atmak suretiyle ona tuzak kurmayı dilediler. Ancak biz onları (İbrâhîm'i ateşe) atmaları esnasında kahredilenler içinde kıldık. Çünkü o (İbrâhîm) ateşten (sağ salim) çıktı. 99-100(İbrâhîm:) “Ben Rabbime gidiyorum. O, beni doğru yola eriştirir. Rabbim! Bana sâlihlerden (olacak birini) ver” dedi. Ben, Rabbimin bana gitmemi emrettiği yere gidiyorum. O, beni benim hususunda kurtuluşumun kendisinde olduğu şeye irşat edecektir. Beni yüceltecek ve beni muvaffak kılacaktır. Ya'kûb'a göre her iki hâlde de (vasl ve vakf) (.......) şeklindedir. “Sâlihlerden (olacak bir evlat)” sözüyle erkek çocuğu kastediyor; Çünkü hibe kelimesinin erkek çocuk için kullanılması galiptir. 101Biz de ona halim selim bir oğul İle müjdeledik. Müjde üç şeyi kapsamaktır. Çocuğun erkek olduğu, rüyalanma yaşlarında olduğu ve hilm sâhibi olduğu, rüyalanma yaşlarındadır. Çünkü çocuk, hilm İle vasıflarıdırılmaz. Hilm sâhibi olmasına gidince hangi hilm onun hilminden büyüktür ki? Babası kesme işini ona arzettiğinde “İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” demiş, sonra da bu iş için kendisini teslim etmişti. 102(Çocuk) kendisiyle beraber yürümeye başlayınca, “Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün ne dersin?” dedi. (O da:) “Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. Meşguliyetlerinde ve ihtiyaçlarında babasıyla birlikte çalışma yaşma ulaştığında (.......) çalışma yaşına birlikte ulaştıkları manasım gerektireceği için (.......) ya taallûk etmez. (.......) ye de taallûk etmez. Çünkü, mastann sılası kendisinden önce gelmez. Geriye beyan olması kaldı. Sanki “çalışabileceği çağa ulaştığında” dediğinde, ona “kiminle” denildi de “babasıyla “dedi. O zamanlar onüç yaşındaydı. Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre (.......) nın esresiyledir. Hicaz kırâati ve Ebû Amr'a göre her ikisinde de, (.......) nin fethasıyladır. Ona uykuda “oğlunu boğazla” dendi. Peygamberlerin rüyası uyanıklık hâlindeki vahiy gibidir. “Gördüm” demedi. Çünkü o aynı rüyayı birkaç defa görmüştü. Denildi ki: “Terviye günü - gecesi gördü ki biri ona'Allah, sana bu oğlunu kesmeyi emrediyor'diyor. Sabahladığında sabahtan akşama kadar bu hususta düşünüyor. Bu rüya Allah'tan mı yoksa şeytandan mı? Bu sebeple o gün terviye günü olarak adlarıdırdı. Gecelediğinde aynı rüyayı tekrar gördü. Anladı ki bu Allah'tandır. Bu sebeple o gün arafe günü olarak adlarıdırıldı. Sonra üçüncü gece aynı rüyayı tekrar gördü. Bundan sonra onu kesmeye azmetti. Bu sebeple o gün boğazlama günü olarak adlarıdırıldı.” “Bak ne görüyorsun? “(ne dersin?) Bu, istifade yoluyla olan görüştür. Normal gözün görmesi değil. Bunu, görüşüne dönmesi için söyledi. Ali ve Hamza'ya göre (.......) şeklindedir. Yani, “(bakalım) görüşünden neye sabredecek ve neyi ortaya koyacaksın “, demektir. (.......) şeklinde de okunmuştur. Boğazlanma hususunda beni inşaallah sabredenlerden bulacaksın. Rivâyet edildiğine göre boğazlanma esnasında babasına şöyle dedi: - “Babacığımı Alnımı tut ve omuzlarınıın arasına otur ki bıçak kestiğinde sana eziyet vermeyeyim. Yüzüme bakarak beni kesme. Olur ki bana merhamet eder, acırsın. Yüzümü yere doğru çevir.” Şöyle de rivâyet olundu: “Beni secde hâlinde iken boğazla. Anama selâm söyle eğer gömleğimi anama götürmeyi dilersen bunu yap. İnşallah bu ona daha kolay gelir. 103-106Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzere yatırınca “Ey İbrâhîm! Rüyayı doğruladın. Biz muhsinleri böyle mükafatlarıdırırız. Şüphesiz bu, apaçık bir imtihandır” dedik. Allah'ın emrine uyup boyun eğdiler. Katâde'den şöyle rivâyet edilmiştir: “Oğlu ve kendisi boyun eğdi. Onu alnı üzerine yıktı. Bıçağı boğazına dayadı. Ama bıçak kesmedi. Sonra bıçağı ensesine dayadt Bıçak ters dondu ve ona şöyle nida edildi: Ey İbrâhîm! Rüyayı doğruladın.'“ Rivâyet edildiğine göre bu mekân Mina'daki büyük kayanın yanıdır. (.......) nin cevabı hazfedümiştir. Takdiri: “Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca ona: Ey İbrâhîm! Rüyayı doğruladın. Yani rüyada sana çocuğun kesilmesiyle ilgili emrimizi doğruladın. Halin konuşabileceği ve kelimelerin ifade edemiyecegı müjdelenmeleri, Allah'a hamd etmeleri ve başlarına gelen bu buyuk imtihanın kaldırılmasından dolayı kendilerine olan bu nimete şükretmeleri gibi işler oldu” , seklindedir.” Ya da cevap ondan kabul ettik, şeklindedir. (.......) da onun üzerine atıftır. “Biz Muhsinleri böyle mükâfatlarıdırırız. “Sıkıntıdan sonra her ikisine de, ihsan sâhibi olmaları sebebiyle gelen rahatliğin sebebidir. Bu, ihlâs sahiplerinin, diğerlerinden ayrıldığı apaçık bir imtihandır. Ya da apaçık bir sıkıntıdır. 107-111Ona fidye olarak büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (bir ün) bıraktık. “İbrâhîm'e selâm” dedik. Biz muhsinleri böyle mükâfatlarıdırırız. Çünkü o, bizim mu -min kullarınıızdandı. (.......) kesilen şeydir. İbni Abbâs'tan şöyle rivâyet olunmuştur. “O, HabiVin kestiği koçtur. Ondan kabul edildi ve İsmâîl'e fidye kılınıncaya kadar cennette otlatılıyordu.” Tine ondan şöyle rivâyet olunmuştur: “Eğer bu boğazlanma tamamlarısaydı, sünnet olacaktı ve insanlar oğullarını boğazlayacaklardı.” (.......) yani, iri cüsseli, semiz, kurbanlarda sünnet olan da budur. Rivâyet edildiğine göre, “O, cemre mevkinde (şeytanın taşladığı yer) İbrâhîm'den kaçtı da o ona yedi taş attı. Sonunda yakaladı. Bu da taş atmada sünnet olarak kıldı.” Yine, rivâyet edildiğine göre O (İsmâîl (aleyhisselâm)), boğazladığında Cebrâîl (aleyhisselâm): - “Allahu Ekber, Allahu Ekber.” dedi. Boğazlarıan: - “La ilahe illallahü vallahü ekber.” dedi. İbrâhîm (aleyhisselâm) de: - “Allahu Ekber ve lillahil hamd.” dedi. Bu da sünnet olarak kaldı. Ebû Hanîfe (rahmetüllahi aleyh) bu ayete dayanarak oğlunu kurban etmeyi adayan kişinin bir koyun kesmesini gerekli görmüştür. En açık olan boğazlarıanın İsmâîl (aleyhisselâm) olmasıdır ki Peygamber (aleyhisselâm) m: “Ben iki boğazlarıanın oğluyum” sözü de bunu desteklemektedir. Ebû Bekir'in, İbni Abbâs'ın, İbni Ömer'in ve tabiinden bir topluluğun (radıyallahü anh) görüşü budur. Biri, dedesi İsmâîl (aleyhisselâm) diğeri babası Abdullah'tır. O da şöyle olmuştu: Abdülmuttalib, erkek çocukları ona ulaştırsa sonuncusunu kurban olarak keseceğine dair bir adak adamıştı. Abdullah b. Abdülmuttalib sonuncuydu. Onun İçin yüz deve fidye verdi. Yine Haccac ve Abdullah b. Zübeyr zamanında Kâ'be'nin yıkılışına kadar koçun iki boynuzunun İsmâîl oğulları elinde Kâ'be'de asılı durması da bunun bir delilidir. Esmai'den şöyle rivâyet edilmiştir: “Ebû Amr b. A'laya, boğazlarıan kişi hakkında sordum da şöyle dedi: - Ey Esmai! Aklın nereye gitti? İshak ne zaman Mekke'deydi. İsmâîl Mekke'deydi. Babasıyla birlikte Kâ'be'yi bina eden o idi. Boğazlanma yeri de Mekke'dedir.” Ali, İbni Mes'ud, Abbâs ve tabiinden bir topluluğun (radıyallahü anh) görüşü ise onun İshak (aleyhisselâm) olduğudur. Buna, Ya'kûb'un (aleyhisselâm), Yûsuf (aleyhisselâm) a gönderdiği mektup delalet etmektedir: “Allah'ın Halîli İbrâhîm'in oğlu Allah'ın kurbanliği İshak'ın oğlu, Allah'ın İsrâ'ili Ya'kûb'tan.” (.......) dendi. Çünkü kurtaran İbrâhîm (aleyhisselâm) olsa da gerçekte kenisinden fidye alınan Allah'u Teâlâ'dır. Çünkü boğazlamakla emreden O'dur (celle celâlühü). Zîra onu kurtarmak için koçu Allah'u Teâlâ hibe etmiştir. Burada bir zorluk var. O da İbrâhîm (aleyhisselâm)’in baştan sona yaptığı İşler ve bıçağı onun boğazına dayaması boğazlama hükmünde midir, değil midir? Eğer boğazlama hükmündeyse fidye verilmesinin manası nedir? Fidye vermek; birinin, boğazlanmaktan (Öldürülmekten) bedel karşılığı kurtarılmasıdır. Eğer böyle değilse “Rüyayı doğruladın “sözünün manası nedir? Eğer ondan aslen ya da bedelen boğazlama meydana gelse, o zaman onu tasdik etmiş olur. O da olmadı? Cevap şudur: “İbrâhîm (aleyhisselâm) gayretini harcadı. Ve boğazlayan kişinin yapacağı herşeyi yaptı. Fakat Allah'u Teâlâ, bıçağı kesmekten meneden şeyi getirdi. Bu ise, İbrâhîm (aleyhisselâm) ınyaptığına zarar vermez. Allah ona kesmesi için İsmâîl'in bedeninde icra edeceği hakikata bedel bir koç hibe etti. Bazılarının dediği gibi bu, hükmün kendisi tarafından neshi değildir. Bilâkis bu hüküm sabitti. Ancak ona izafe edilen mahalle hüküm, fidye yoluyla değil, nesh yoluyla gelmiştir. Bu, boğazlanma musibeti karşılığında fidye olarak ikram olunması ve iş ortaya çıkıncaya kadar sabır ve mücahede ile imtihan olunması hükmüne nisbeple, çocuk hakkında ondan istenen emir hükmünün muhatap nezdinde son ana kadar bulunması için (gerçekleştirilmiş) bir imtihandır. Nesh, emirle kastedilenin vukuundan sonra olmuştur. Öncesinde değil Bu sebeple de kitapta nesh olarak değil de fidye olarak adlarıdırılmıştır.” (.......) de durulmaz. Çünkü (.......) cümlesi (.......) nin mefîıludur. Başka yerde olduğu gibi burada da (.......) demedi. Çünkü bu, bu kıssada geçmişti. Dolayısıyla onu atmak suretiyle bir defayla yetinip ikinci defa zikretmekten kaçınarak (metni) hafifletmeyi kastetti. 112-113Sâlihlerden bir peygamber olarak ona İshak'ı müjdeledik. Kendisini ve İshak'ı mübarek kıldık. İkisinin soyundan da iyi olan da vardır, açıktan açığa kendisine zulmeden de vardır. (.......) kelimesi, (.......) den takdir olunmuş hâldir. Burada hazfedilmiş bir muzafın takdiri gereklidir. Yani onu, İshak’ın nebi olarak var oluşuyla müjdeledik, şeklindedir. Yani peygamberliği takdir edilmiş olarak var edilişiyle, demektir. Hâldeki amil (.......) dur. (.......) değildir. (.......) ikinci hâldir. Bunun gelişi övgü yoluyladır. Çünkü her peygamberin sâlihlerden olması zaten gereklidir. “Kendisini ve İshak'ı mübarek eyledik. “yani her ikisi üzerinde de din ve dünya bereketlerini akıttık. Denildi ki: “İbrâhîm'e çocukları hususunda bereket verdik. İshak ise onun neslinden ilki Ya'kûb sonuncusu Îsa (aleyhisselâm) olan tam bin peygamber çıkarmakla bereket verdik.” “Muhsin “yani mü'min, “kötülük eden “yani kâfir. Ya da insanlara iyilik eden ve şer'i sınırları tecavüz etmesi sebebiyle nefsine zulmeden demektir. Bu âyet-i kerime de iyi ve kötü kişilerin işlerinin irsî olarak nesillerine intikal etmeyeceğine tenbih vardır. Zira iyiden kötü, kötüden de iyi doğar. Bu, karakter ve irsîlik hususunu yıkıp yok eden şeylerdendir. Zulmün, onların hemen akabinde gelmesi onlar aleyhine bir kusur, bir noksanlık sayılmaz. Çünkü kişi yaptığı işin kötülüğüyle ayıplanır ve kendi yaptıklarıyla cezâlarıdırılır. Ataları ya da torunlarıyla değil. 114Andolsun Mûsa ve Harun'a da nimetler verdik. Peygamberlikle nimetlendirdik. 115Hem onları, hem de kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtardık. “Kavimlerini” yani îsrailogullarını “büyük sıkıntıdan” boğulmaktan ya da Fir'avun'un ve kavminin hâkimiyetinden, zulmünden kurtardık. 116Onlara yardım ettik de galip geldiler. Mûsa'ya, Harun'a ve kavimlerine yardım ettik de Fir'avun'a ve kavmine karşı galip gelenler onlar oldular. 117Her ikisine de apaçık anlaşıları kitabı verdik. İfadesi açık kitabı verdik. O da Tevrât'tır. 118Her ikisini de doğru yola eriştirdik. Ehli îslamın yoluna. O da Allah, kendilerini nimetlendirdiği kişilerin yoludur. Gazâba uğrayanların ve dalalette kalmışların yolu değil. 119-123Sonra gelenler içinde “Mûsa ve Harun'a selâm” olsun diye (bir ün) bıraktık. Şüphesiz biz, iyileri böylece mükâfatlarıdırırız. Onların ikisi de şüphesiz mü’min kullarınıızdandı. İlyas da, gönderilmiş peygamberlerdendi. O, İlyas b. Yasin'dir. Mûsa'nın kardeşi Harun'un eviadındandır. Denildi ki: “O, İdrîs Peygamberedir (aleyhisselâm).” İbni Mesud (radıyallahü anh) da : (.......) yerine (.......) okumuştur. 124-126(İlyaleyhisselâm) milletine: “Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi olan Allah'ı bırakıp da Ba'le mi taparsınız” demişti. Allah'tan korkmaz mısınız? Ba'l, put ismidir. Bu put altından imal edilmişti. Uzunluğu yirmi zira idi ve dört tane yüzü vardı. Ona meftun oldular ve onu yücelttiler. Öyle ki ona dört yüz hikmeti verdiler ve peygamber yaptılar. Bulunduğu yere “Bek” denirdi. Bu ikisi terkip edildi. “Ba'lebek” oldu. O da Şam beldelerindendir. İlyas ve Hızır hakkında, “onlar diridir” denildi. Yine; “Hızır denizlere müvekkel kılındığı gibi İlyas da karalara müvekkel kılındı.” denilmiştir. Hasen: “Hızır ve İlyas ölmüştür” derdi. İnsanların dediği gibi “onlar diridir” demezdi. “Yaratanların en iyisi olan Allah'ı bırakıyorsunuz... “yani takdir edicilerin en iyisi olan Allah'a ibâdeti terkediyorsunuz, demektir. (.......) âyetinin tamamı, Ebû Bekir ve Ebû Amr'ın dışındaki İraklılara göre (.......) den bedel olmak üzere mensûbtur. Diğerlerine göre başlarıgıç cümlesi olmak üzere merfûdur. 127-128Bunun üzerine yalanladılar. Allah'ın ihlâslı kulları müstesna onların hepsi (cehenneme) götürüleceklerdir. Cehenneme götürüleceklerdir. Ancak kavminden Allah'ın ihlâslı kulları hariç. 129-130Sonra gelenler içinde, “İlyas'a selâm olsun” diye bir ün bıraktık. “İlyas'ın “yani İlyas ve inanan kavmi, demektir. Ebû Hubeyb Abdullah b. Zübeyr ve kavmini kastederek “Habibün” dedikleri gibi. Şam kırâat imâmları ve Nâfi'ye göre (.......) şeklindedir. Çünkü (.......) İlyas'ın babasının ismidir. (.......) kelimesi de ona muzaf kılınmıştır. 131-136Şüphesiz Biz iyileri işte böyle mükâfatlarıdırırız. Çünkü o, bizim mü'min kullarınıızdandı. Şüphesiz Lût da gönderilmiş peygamberlerdendi. Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Lût'u ve ailesinin tamamını kurtardık. Sonra diğerlerini yok ettik. (.......) Geride kalanlar, demektir. (.......) helâk ettik, demektir. 137-138Elbette siz de sabah akşam onlara uğruyorsunuz. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? “Siz” Ey Mekke halkı, demektir. (.......), “Sabaha girerken” , demektir. (.......) de vakf-ı mutlak vardır, durulmalıdır. “Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? “ “Ticaretiniz için Şam'a giderken gece ve gündüzde onların konaklarına rastlıyorsunuz. Sizden bunlardan ibret alacak hiç mi yok.” Lût ve Yûnus (asm) kıssasını, onlardan öncekilerin kıssalarında olduğu gibi selâmla bitirmedi. Çünkü Allah'u Teâlâ surenin sonunda bütün peygamberlere selâm göndermiştir. Bu sebeple de her birine tek tek selâm vermek yerine bununla iktifa etmiştir. 139-140Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. (.......): “Nereye gittiğim bilmeden rastgele kaçmak” , demektir. Onun, Rabbinin izni olmaksızın kavminden kaçışı mecazen kaçış olarak adlarıdırdı. (.......): “dolu “, demektir. Yûnus (aleyhisselâm) kavmine azâbın geleceğini va'detmişti. Azâbın onlara gelişi gecikince onlardan gizlenerek (şehirden) çıktı. Denize yöneldi ve gemiye bindi. Gemi durdu, hareket etmedi. - “Burada efendisinden kaçan bir köle var.” dediler. Denizciler, gemide efendisinden kaçan bir köle olduğunda geminin hareket etmeyeceğine inanıyorlardı. Kur'a çektiler. Kur'a, Yûnus (aleyhisselâm) a çıktı. O (aleyhisselâm): - “Kaçan benim.” dedi ve kendisini suya attı. Bu, Onun (Allah Teala'nm) şu sözüdür. 141Gemi de olanlarla karşılıklı kur'a çekmişti de yenilenlerden olmuştu. Kur'a oklarıyla ya da üç defa kur'a çektiler. “kur'a çekmek üzere kur'a oklarının atılması” , demektir. Kur'a'da yenilenlerden oldu, 142Yûnus kendisini kötülerken onu bir balık yuttu. Kötülemeye başlamışken, (kendini ayıplayıp yererken) 143-144Eğer Allah'ı teşbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun kanımda kalırdı. Allah'ı tesbih etmekle çok çok zikredenlerden olmasaydı. Ya da (.......) Enbiyâ', 87. diyenlerden olmasaydı. Ya da “Bundan önce namaz kılanlardan olmasaydı” , demektir. İbni Abbâs (ra.) dan şöyle rivâyet edilmiştir; “Kur'ân da geçen her teşbih namazdır.” “Ameli sâlih, sâhibini tökezlediğinde tutup kaldırır.” denir. “Tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. “Anlaşıları, onun karnında kıyamete kadar diri olarak kalacağıdır. Katâde'den şöyle nakledilmiştir: “Baliğin karnı kıyamete kadar onun kabri olurdu.” Onun karnında üç ya da dört ya da kırk gün kalmıştır. Şa'bi'den şöyle nakledilmiştir: “Onu kuşluk vakti yuttu, akşam vakti çıkardı.” 145Onu, hasta bir hâldeyken çorak bir sahile attık. Onu ağaç ve otun olmadığı bir mekâna attık. “....halsiz hasta vaziyette...” yani baliğin yutması sebebiyle maruz kaldığı hastalıklı hâlde, demektir. Onun bedenini, doğduğu andaki çocuk gibi olduğu rivâyet edilmiştir. 146Ve üzerine örtmesi için geniş yapraklı bir bitki bitirdik. Yani, ey insanlar üzerine örüldüğü gibi gölgelik olsun diye onun üzerine nebatı bitirdik. Cumhûr’a göre (.......) kabaktır. Faydası; sinekler onda toplanmaz ve bitkiler arasında en çabuk uzayan ve yükselen ot olmasıdır. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e: - Sen kabağı çok seviyorsun? dediklerinde: - “Evet, o kardeşim Yûnus'un ağacıdır.” demiştir. 147Onu, yüzbin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Bundan kasıt, yutulmadan önce kendilerine gönderildiği kavimdir. Ki(.......)tahkik edatı buna bağh olarak gizli olabilsin. “Veya daha çok kişiye... “bakan kişinin gözünde daha çok kişiye, demektir. Yani bakan kişi onları gördüğünde, “Bunlar yüzbin ya da daha çoktur” der. Zeccâc şöyle demiştir: “Birden çok kişi'onun manası Bilâkis daha çoktur'şeklindedir demişlerdir. “ Bunu Ferrâ' ve Ebû Ubeyde demiştir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) danda bu şekilde nakledilmiştir. 148Sonunda ona îman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar güzelce geçindirdik. Ona ve onunla gönderilen şeylere îman ettiler. Biz de onları ecellerinin sonuna kadar yaşattık. 149Onlardan (Putperestlere) sor: “Kızlar Rabbinin de erkekler onların mı?” Aralarındaki mesafe uzasa da surenin başındaki benzeri üzerine atıftır. Yani, “Onlara sor, onların yaratılışı mı daha güçlü? “sözü üzerine atıftır. Allah (celle celâlühü), Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, ilk önce dirilişin inkârı hakkında Kureyş'e sormakla emrediyor. Sonra sözü birbirine bitiştirerek devam ettiriyor. Sonra da ona, yaptıkları haksız taksimat hakkında onlara sormasını emrediyor. Şöyle ki; onlar, dişileri Allah'u Teâlâ'ya, erkekleri de kendilerine âit kılıyorlardı. Sözlerinde “Melekler Allah'ın kızlarıdır.” diyorlardı. Hâlbuki onlar, onları (kızları) çok düşük görüyorlar. Onları toprağa gömüyorlar ve onları ağızlarına almaktan kaçmıyorlardı. 150Yoksa biz melekleri kız olarak yarattığımız da onlar hazır mı idiler? Onların ilminin müşahadeyle tahsis edilmesi, onların alaya alınması ve onların cehaletle nitelendirilmesidir. Çünkü onlar, bunu bizzat görerek öğrenmedikleri gibi, Allah'u Teâlâ'nın, onların kalbinde onun ilmini yaratmasıyla da, sâdık bir habercinin haber vermesiyle de, delil ve inceleme yoluyla da öğrenemediler. Ya da manası, onlar, bunu ifrat derecedeki cehaletleri sebebiyle sanki onların yaratılışına şâhit olmuşlar gibi kendilerine güvenerek söylemektedirler. 151-152Dikkat edin. Şüphesiz onlar yalan uydurup söylüyorlar. “Allah doğurdu” diyorlar. Onlar şüphesiz yalancılardır. Onlar, sözlerinde şüphesiz yalancılardır. 153Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş? Soru olduğu için (.......) nin üstünüyledir. Bu azar sorusudur. Soru (.......) sinden dolayı gerek kalmadığından dolayı (.......) si hazfedildi. 154Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz? Bu bozuk hükme nasıl varıyorsunuz? 155Hiç düşünmüyor musunuz? Hamza, Ali ve Hafsa göre (.......) şeklinde (.......) şeddesizdir. 156Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var? Meleklerin Allah'ın kızları olduğuna dair size gökten inmiş bir delil mi var? 157Doğru sözlülerden iseniz kitabınızı getirin. Davanızda doğrulardan iseniz siz indirilen kitabı getirin. 158Allah ile cinler arasında da bir soy bağı uydurdular. Andolsun cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler. “Cinler... “ Yani melekler. Görünmedikleri için böyle denmiştir. “soy bağı... “Bu onların “onlar O'nun kızlarıdırlar” şeklindeki yanlış inancıdır. Ya da onlar: “Allah, cinlerden biriyle evlendi de o, O'na melekleri doğurdu.” dediler. Elbette melekler bilirler ki, bu sözü söyleyenler kesin olarak cehenneme götürüleceklerdir. 159Allah, onların isnad edegeldiklerinden, münezzehtir. Allah'u Teâlâ kendini, çocuk ve eş edinmekten tenzih etti. 160Allah'ın ihlâsa erdirilmiş kulları bunun dışındadır. (.......) istisna edilen ile kendisinden istisna olunan arasına girmiş cümle-i mutarızadır. (Ara cümlesidir) istisnanın (.......) deki (.......) dan olması da câizdir. Yani onlar O'nu bununla vasfediyorlar. Lakin ihlâsa erdirilmiş kullar O'nu bununla vasfetmekten beridirler. 161-163Siz ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden başkasını karşı azdırıp saptıramazsmız. “Sizler ve taptığınız şeyler” yani Ey Mekke halkı, sizler ve ma'butlarınız, “Ona karşı” yani Allah'a (celle celâlühü) karşı (.......) kelimesi (.......) ın esresiyledir, yani “Sizler, onun, (Allah'ın (celle celâlühü)) ilminde kötü amelleri sebebiyle cehenneme girmeyi kendilerine vâcib kıldıkları bilinen cehennemlikler hariç saptıramazsmız “ “Faları, falanın karısını azdırdı. “denir. “Ona karşı onu mahvetti” dediğin gibi. Hasen şöyle demiştir: “Eğer bu sözü söyleyenler, sizler ve sizin putlardan taptıklarınız, hiçbiriniz, cehenneme atılacakları yani ateşe girecekleri takdir olunanlar hariç, hiç kimseyi putlara ibâdete saptıramazsmız.” Denildi ki: “Sizler, ilmi ezeli de sapıtma kendilerine vâcib kılındığı kimseler hariç saptıramazsımz.” (.......) deki (.......) olumsuzlayan (.......) (mâ-i nâfiye)dır. (.......) kavli (.......) ile mahallen mensûbtur. Hasen (.......) ın ötresiyle (.......) şeklinde okumuştur. Bu, onun çoğul şeklidir, izafetten dolayı (.......) hazfedilmiştir. İki sakin (.......) ve (.......) biraraya geldiği için de (.......) hazfedilmiştir. (.......) in lâfzı tekildir, manası çoğuldur. Bu sebepten (.......) onun lafzına, (.......) de manasına hamledilmiştir. 164(Melekler şöyle derler) “Bizim her birimiz için bilinen bir makam vardır. İbadet hususunda herbirimizin tecavüz edemeyeceği bilinen bir makamı vardır. Mevsûf hazfedilmiş ve sıfat onun yerine getirilmiştir. 165Şüphesiz biz saf saf duranlarız. Namazda ayaklarınıızı bir hizaya getiririz. Ya da arşın etrafında mü’minlere dua ederek saf saf diziliriz. 166Şüphesiz Allahı teşbih ederiz. “Allah'ı tenzih edenleriz. “Ya da “namaz kılanlarız” . Bu ve bundan öncekilerin, “Andolsun melekler de bilirler.” sözündeki zikirlerine bitişmesi için meleklerin sözü olan “Allah'ı (onların) vasfettiklerinden tenzih ederiz.” sözünden olması muhtemeldir. Sanki şöyle denilmiştir: “Melekler bilmişler ve şâhit olmuşlardır ki, müşrikler, şanı yüce olan izzetin Rabbi ile kendi aralarında nesep bağı kurarak aleyhlerine iftira atmaktadırlar. Bunun için melekler: - “Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz” demişlerdir. O'nu bundan tenzih etmişlerdir. Allah'ın, ihlâs sâhibi kullarını da istisna etmişler, onları bundan beri kılmışlardır. Kâfirlere şöyle demişlerdir: - “Bu, doğru olunca siz ve ilâhlarınız, Allah'a karşı O'nun mahlûkatından cehennemlik olanlar hariç hiç kimseyi azdıramazsımz, saptıramazsımz. Bizim ile izzetin Rabbi arasında nasıl sebep bağı olabilir? Hâlbuki biz, O'nun önünde ancak âciz kullardan ibâretiz. Ve her birimizin, ibâdetten O'nun azameti sebebiyle, yapmaya muktedir olamayacağı bilinen bir makamı vardır. Rablerine karşı bütün kullara vâcib olduğu gibi O'na ibâdet için ayaklarınıızı bir hizaya getirir, saf saf diziliriz. O'nu yücelterek teşbih ederiz.” Denildi ki; “Bu, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sözündendir. Yani Müslümanlardan hiç kimse yoktur ki, kıyamet gününde onun, ameli miktarınca bilinen bir makamı olmasın.” Nitekim Allah'u Teala: “Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştırması umulur.” İsrâ', 79. Buyurmuştur. Sonra (Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)) onların amellerini zikretmiş ve onların namazda saf saf dizildiklerini, Allah'ı (celle celâlühü) tenzih ettiklerini ve onu, kendisine isnadı câiz olmayan şeylerden tenzih ettiklerini beyan etmiştir. 167-169Onlar (Putperestler): “Eğer öncekilere verilenlerden bizde de bir kitap olsaydı, Allah'ın ihlâslı kulları olurduk” diyorlardı. Kureyş müşrikleri, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmezden önce (böyle) diyorlardı. “Öncekilere verilenlerden bir kitap,... “öncekilere indirilen kitaplardan biri ki, onlara Tevrât ve İncîl indirilmişti. “Allah'ın, ihlâslı kulları olurduk. “İbadeti Allah'a mahsus kılardık. Yalanladıkları gibi yalanlamaz, muhalefet ettikleri gibi muhalefet etmezdik. Kitapların şahı olan kitap, bütün kitapların en âciz bırakanı, en susturucusu olan kitap kendilerine geldi. 170Böyle iken onu inkâr ettiler. Ama ileride bilecekler. Yalanlamalarının neticesini ve kendilerinden alınacak intikamı bilecekler. (.......) kavli, (.......) den hafıfletilmiştir. (.......) ise onu ayıran (.......) dır. Bu hususta onlar sözü yineleyecek, azimle söylüyorlardı. Önceki durumlarıyla sonra ki durumları arasında ne kadar da fark var. 171Andolsun ki peygamber kullarınııza söz vermişizdir. Sözü, şu sözüdür. 172-173Şüphesiz onlar, yardım görecekledir. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir. Kelimelerden ibâret olduğu hâlde onu “kelime” (söz) olarak adlarıdırmıştır. Çünkü onlar, tek bir mana için bir araya geldiklerinde tek bir kelime hükmünde olurlar. Kastedilen onların dünyada tartışma ortamında ve savaş meydanlarında düşmanlarına galip gelecekleri ve âhirette de galip gelecekleridir. Hasen'dan şöyle nakledilmiştir: “Hiçbir peygamber harpte yenilmemiştir.” İbni Abbâs'tan (radıyallahü anh) şöyle nakledilmiştir: “Dünyada galip gelmezlerse âhirette galip gelirler.” Hasılı; onların işinin kuralı ve esası, bunlar arasına kansan bela ve zorluklar olsa da zafer ve yardımın galip olmasıdır. İtibar da galip olanadır. 174Onun için sen bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Az bir zamana kadar. Ö da mühlet verildikleri müddettir. Ya da Bedir gününe kadar, ya da Mekke'nin fethine kadar. 175Onlara inecek azâbı gözetle. Onlarda göreceklerdir. O günde onlara dokunacak olan şeyi gözetle. Onlar da bunu göreceklerdir. Bu, tehdit içindir. Uzak olduğu manasını ifade etmek için değil. Ya da azap edildiklerinde onlara bak, onlar da inkâr ettikleri şeyi görecekler. Ya da onlara bildir, onlar bilecekler. 176Şimdi onlar azâbımızı acele mi istiyorlar? Zamanından önce. 177O (azap) yurtlarına indiğinde, uyarılmış olup da yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur! (.......) deki (.......) uyarıları kişilerin cinsi hakkında mübhemdir. Çünkü (.......) bunu gerektirmektedir. Denildiki: “Bu (iniş) Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Fetih günü Mekke'ye girişidir.” Uyarıldıktan ve inkâr ettikten sonra onlara inen azâbı, bir nasihatçinin, kavmini bir ordunun hücum edeceğine dair uyarması, fakat onların onun uyansına iltifat etmemesi, sonunda da o ordunun onların mülküne aniden girmesi ve onlara baskın yapması şeklinde temsil getirmiştir. Onların âdeti, baskını sabah vakti gerçekleştirmekti. Dolayısıyla baskın başka bir zamanda da gerçekleşse sabah olarak isimlendirilmiştir. 178Sen bir zamana kadar onlardan yüz çevir. 179İnecek azâbı gözetle, onlar da göreceklerdir. Teselli üzerine teselli olsun diye ve tehdidin gerçekleşeceğine dair tehdit üzerine tehdit olsun diye iki defa tekrarladı. Bunda fazladan bir fayda daha vardır. O da her iki fiilin de mef'ûlle kayıt altına alınmadan mutlak olarak kullanılmasıdır. O da, “sözün ihata edemeyeceği iyi ve kötü birçok şeyi onun ve onların göreceğidir.” Denildi ki: “Bunların biriyle dünya azâbı, diğeriyle âhiret azâbı kastedilmiştir.” 180Senin kudret ve şeref sâhibi Rabbin, onların nitelendirmelerinden yücedir, münezzehtir. (.......) kelimesi kendisine âit olduğu için (.......) kelimesine muzaf kılınmıştır. Sanki “İzzet sâhibi” denilmiştir. Doğruluğu benimseyen kişi için “doğruluk sâhibi” dediğin gibi. Bununla, “Hiç kimseye âit hiçbir izzet yoktur ki onun Rabbi ve sâhibi O olmasın” denilmesi de mümkündür. Aynen Rabb'imizin (celle celâlühü): “Dilediğini yüceltir.” Âyetinde olduğu gibi. “Onların isnad etmekte oldukları vasıflardan...” yani çocuk, eş ve ortak sâhibi olmak gibi vasıflardan. 181Peygamberlere selâm olsun. Surede selâmı, bir kısım peygamberlere tahsis etti, sonra da bütün peygamberlere şamil kıldı. Çünkü onların herbirinin (isminin) zikredilmesi suretiyle (yapılacak) tahsiste uzatma vardır. 182Ve âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. Düşmanları helâk etmesi ve peygamberlere yardım etmesi sebebiyle Allah'a (celle celâlühü) hamd olsun. Sûre, müşriklerin Allah (celle celâlühü) hakkında dediklerinden, münezzeh olduğu şeylerden ona nisbet ettiklerini, peygamberlerin bu husustaki mücadelelerini ve sonuçta onlara karşı zaferle taltif edildiklerini içermektedir. Sûreyi, müşriklerin vasfettiklerinden zatım tenzih, peygamberlere selâm ve onlara güzel akibeti nasib ettiği için âlemlerin rabbi Allah'a (celle celâlühü) hamd ile bunların tamamıyla bitirdi. Maksat; bunu söylemelerini, bundan uzak kalmamalarını, Kur'ân-ı Kerîm'in içeriğinden ve Kur'ân'ı Mecid'in vaadlerinden gâfil kalmamalarını mü'minlere öğretmektir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) den şöyle rivâyet edilmiştir: “Kim kıyamet gününde terazisinin dolu dolu olmasını isterse meclisinden kalktığında son sözü şu obun: |
﴾ 0 ﴿