DOKUZUNCU CİLTSAD SÛRESİBu sûre Mekke'de nâzil olmuştur; 88 âyettir. Mekke'de nâzil olmuştur. KÛfe ekolüne göre seksen sekiz, Basra'ya göre seksen dokuz, Medine kırâatine göre seksen altı ayettir. 1Sâd. Öğüt veren o Kur'ân'a andolsun ki. Hurufu mukattadan olan bu harf, meydan okuma ve icaza tenbih yoluyla zikredilmiştir. Daha sonra bunu, meydan okumaya delâlet etsin diye cevabı hazfedilmiş bir yemin takip etmiştir. Sanki: “Şeref sâhibi Kur'ân'a yemin olsun ki o rnuciz (âciz bırakıları) bir kelamdır.” demiştir. (.......) ın suresinin ismi olmak üzere, hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olması câizdir. Sanki şöyle denmiştir: “Bu (.......) dır. Yani arabı âciz bırakan bu sûre (.......) (sûresi) dir. “O şanlı Kur'ân'a ederim ki” sözü “vallahi bu cpmerîliğiyle meşhur kişidir” manasını kastederek “vallahi bu Hatem'dir” sözünde olduğu gibidir. Onunla yemin edince de sanki şöyle demiştir: “Sad'la ve şeref sâhibi Kur'ân'la yemin ederim ki o mu'cizdir (âciz bırakandır).” Sonra şöyle dedi: 2İnkâr edenler bir gurur ve ayrılık içindedirler. İnkar edenler, buna karşı boyun eğme ve hakkı kabul etme hususunda tekebbür içindedirler. (.......), “Allah'a ve Rasûlii'ne karşı muhalefet “tu. (.......) ve (.......) kelimelerinin nekre getirilmesi onların şiddetli ve zorlu oluşuna delâlet etmektedir. (.......) şeklinde de okunmuştur. Bu da, kendilerine gereken incelemeden ve hakka tabi olmaktan yana gaflet içerisindedirler, manasındadır. 3Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik de feryâd ettiler, ancak artık kurtuluş zamanı değildi. “Nice nesilleri helâk ettik” sözü, gurur ve muhalefet sahihleri için bir tehdittir. “Onlardan önce yani senin kavminden önce “nesilleri” yani ümmetleri. “Feryat ettiler” azâbı gördüklerinde dua edip yardım dilediler. (.......) kavli (.......) dır. (.......) ve (.......) kelimelerine te'kid için ilave edildiği gibi, buna müenneslik (.......) si ilave edilmiştir. Bununla da hükmü değişmiştir. Şöyle ki, bu ancak (.......) kelimesi üzerine gelir ve onu gerektirenlerden ancak biri açığa çıkar. (Bunlarda) ya isim, ya da haberdir. Bu ikisinin birlikte açığa çıkması mümkün değildir. Bu Halîl ve Sîbeveyh'in görüşüdür. Ahfeş'e göre: O cinsinden hükmünü nefyeden (.......) dır.Ona (.......) ilave edilmiştir ve (.......) kelimesinin olumsuzlanmasına mahsus kılınmıştır, (.......) sözü, onlunla mensûbtur. Sanki sen, “Onlar için kurtuluş zamanı değil.” dedin. Diğer ikisine göre ise, nasb “zaman, kurtuluş zamanı değil” takdirine göredir. 4- 5İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve kâfirler dediler ki: “Bu pek yalancı bir sihirbazdır. İlahları tek bir ilâh mı yaptı? Şüphesiz bu tuhaf bir şeydir.” Onlara, kendilerinden kendilerini uyaran bir peygamberin gelmesine şaştılar. Yani onlar, Peygamberin insanlardan olmasını uzak gördüler, yadırgadılar. Onlara karşı gazâbı izhar etmek için ve bu sözü ancak küfürde derinleşen ve sapkınlığa batan kafirlerin söylemeye cesaret edeceğine delalet etmesi için (.......) (dediler) şeklinde demedi. Zira Allah'ın (celle celâlühü) doğruladığı birini “yalancı, sihirbaz” diye nitelendirmelerinden, dosdoğru hak olduğu hâlde, tevhid (esaslarına) karşı şaşkınlık göstermelerinden ve eğri büğrü bâtıl olduğu hâlde, şirki benimsemelerinden daha büyük bir küfür yoktur. Rivâyete göre, Ömer (radıyallahü anh), Müslüman olduğunda, bu Müslümanları sevindirmiş, kâfirleri ise zora sokmuştu. Derhal onların en kâtilarından yirmi beş kişi biraraya gelip, Ebû Talib'e gittiler ve: - Sen bizim büyüğümüzsün -İslam'a girenleri kastederek- şu aşağılık kişilerin yaptıklarını biliyorsun. Sana, bizimle kardeşin oğlu arasında hükmetmen için geldik, dediler. Ebû Talib, Allah'ın Rasûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) çağırılmasını istedi. Ona şöyle dedi: - Ey kardeşimin oğlu! Bunlar senin kavmindir. Senden mutedil davranmanı ve kavmine tamamen yüklenmemeni istiyorlar. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ise: - “Benden ne istiyorlar?” dedi. Onlar şöyle dediler: - Bizi ve ilâhlarınıızı (kötülükle) anmayı terket. Biz de seni ve ilahını bırakalım. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: - “Bana, onunla bütün Arapları hâkimiyet altına alacağınız ve onunla Arap olmayanların size boyun eğeceği bir tek sözü söylemeyi taahhüt ediyor musunuz? - Evet onunla birlikte bir on söz daha söylemeyi taahhüt ediyoruz, dediler. Şöyle dedi: - “Allah'tan başka ilâh yoktur” deyin. Derhal kalktılar ve: - Tanrıları tek bir tanrı mı yaptın? ( Yani onîan tek bir tanrıya mı dönüştürdün?) dediler. Şüphesiz bu tuhaf bir şeydir.” Denildi ki: (.......) benzeri olan tuhaf birşeydir. (.......) ise, benzeri olmayan tuhaf bir şeydir. 6-8Onlardan önde gelen bir grup: “Yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta direnin. Sizden istenen şüphesiz budur. Son dinde de bunu işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır. Kur'ân, aramızdan O'na mı indirilmeliydi?” diyerek kalkıp yürüdüler. Bilâkis onlar, Kur'ân'ın hakkında şüphe içine düştüler. Hayır! Azâbımı henüz tatmadılar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerini hazır cevapla susturduktan sonra Kureyş eşrafı, birbirlerine “yürüyün” diyerek Ebû Taiib'in meclisinden ayrıldılar. (.......) lâfzı “yani” manasınadır. Çünkü konuşma meclisinden ayrılanların, konuşmaları ve lehlerine cereyan eden hususta anlaşmaları gerekmektedir. Dolayısıyla da onların ayrılışı konuşma manasını İçermektedir. Tanrılarınıza ibâdet hususunda direnin. Sizden istenen bu iştir. Yani: “Allah'u Teâlâ bunu istiyor. Ve icrasıyla da (buna) hükmediyor. Dolayısıyla bundan kaçış yok ve bu hususta ancak direnme fayda verir” . Ya da: “Bu iş, bize yönelik zamanın musibetlerinden biridir. Dolayısıyla bizim için ondan kaçış yok. Bu tevhidi, son din olan Îsa'nın (aleyhisselâm) dininden de işitmedik. Çünkü Hıristiyanlar tevhidi değil teslisi söylüyorlar” . Ya da: “Babalarınıızdan öğrendiğimiz Kureyş'in dininden de işitmedik” , demektir. “Bu, ancak Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi nefsinden uydurduğu bir yalandır.” “Kur'ân aramızdan ona mı indirildi?” Şerefin ileri gelenlerinden sadece ona âit olmasını ve aralarından sadece ona kitap indirilmesini hasetle inkâr ettiler. Bilâkis henüz azâbımı tatmadılar. Tattıklarında ise onlardaki şüphe ve haset gider. Yani “Onlar kendilerine azap dokunmadıkça ona inanmazlar. Ancak dokununca inanırlar” , demektir. 9Yoksa Azîz ve lütufkâr olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Yani, onlar, rahmet hazinelerinin mâliki değiller ki onları dilediklerine versinler, dilediklerine vermesinler. Peygamberlik için ileri gelenlerini seçsinler de Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) azletsinler. Rahmete ve rahmet hazinelerine mâlik olan, Azîz olan, mahlûkatına karşı güçlü olan, birçok bağışta bulunan ve onîan yerli yerine ulaştıran (Allah (celle celâlühü)) dır. O onları hikmetinin gerektirdiği şekilde taksim eder. Sonra bu manayı destekleyerek, şöyle buyurdu: 10Yahut göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onların elinde midir? Öyleyse sebeplerine tevessül etsinler de (hükümranlığı ele geçirsinler). Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onların elinde midir ki onlar, izzet ve şerefin, ululuğun rabbine âit olan rabbani işler ve ilahi tedbirler hakkında konuşuyorlar. Daha sonra (Allah (celle celâlühü)) onları son derece alaycı bir tavırla alaya alıyor ve şöyle buyuruyor: “Eğer onlar, mahlûkatın idaresini ve rahmetin taksimatı hususundaki tasarrufları gerçekleştirebiliyorlarsa merdivenlerde ve yollarda yükselsinler. Onlarla göklere yükselsinler de alemin ve Allah'ın (celle celâlühü) melekutunun işlerim idare etsinler ve vahyi seçtiklerine indirsinler” Sonra (Allah (celle celâlühü)), peygamberlerine (asm), onlara karşı şu sözüyle zaferi vaad etti. 11Onlar derme çatma hiziplerden müteşekkil bir ordudur ki, işte şurada bozguna uğratılmışlardır. (.......) Mübtedadır. (.......) nekre olan mübtedayı güçlendiren sıladır. (.......), Bedir'e ve yenildikleri yerlere işarettir. Ya da bu gibi büyük bir sözü alelacele söylemek suretiyle kendilerini getirip koydukları noktaya işarettir. Bu söz, ehli olmadığı bir işe koşan kişiye “yerin burası değil” sözündendir. Mübtedanın haberi (.......) dur. (.......) harfi ceri (.......) e ya da (.......) e tealluk etmektedir. Onların, Allah'ın (celle celâlühü), Rasûlü'ne karşı guruplaşmış kâfirlerden oluşmuş bir ordu olduklarını, yakında da hezimete uğrayacaklarını dolayısıyla sen onların dediklerine aldırma, kesip atmalarına üzülme, demek istiyor. 12-13Onlardan önce Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sâhibi Fir'avun, Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da yalanladılar. İşte bunlar da (peygamberlere karşı) birleşen topluluklardır. Mekke halkından önce Nûh kavmi Hazret-i Nûh'u, Âd kavmi Hazret-i Hûd'u, Fir'avun da Hazret-i Mûsa'yı (asm) yalanladı. Denildi ki: “Onun, önünde oynanılan kazıkları ve ipleri vardı.” Yine denildi ki: “İşkence edilen kişiler iki elinden ve iki ayağından olmak üzere dört kazıkla kazıklarııyordu.” Semûd: “Sâlih'in kavmidir. Sâlih'i yalanladı. Lût kavmi Lût'u, ağacı bol Eyke halkı Şuayb'ı yalanladı.” “İşte bunlar...” bir işaretle, onların hezimete uğratılmış ordular haline getirilen guruplar olduğunu ve kendilerinden yalanlama sadır olanlar olduğunu bildirmeyi murad etti. 14Onların her biri peygamberleri yalanladılar da bu yüzden azâbım hak oldu. Önce haber cümlesinde kapalı bir şekilde onların yalanlamasını zikretti. Yalanlarıanı açıklamadı. Sonra istisna cümlesi getirdi ve onu orada açıkladı. Yalanlarıanı beyan etti: Onlar da peygamberlerdir.'Bu gurupların her birinin bütün peygamberleri yalanladığım zikretti. Çünkü davetleri bir olduğu için onlardan birinin yalanlanmasında hepinin yalanlanması vardır. Yalanlamanın tekrarlanması, kapalılıktan sonra açıklanması ve önce haber cümlesiyle sonra da istisna cümlesiyle çeşitlendinlerek tekrarlanması, ayrıca istisna cümlesinin te'kit yönüyle olan durumu, onların en şiddetli ve en kötü azâbı hak ettiklerinin, çeşitli mübalağa yollarıyla tescil edilişidir. Sonra, “kendilerine azâbım hak oldu” dedi. Yani bu sebepten dolayı hakettikleri cezâyla onları cezâlarıdırmam vâcib oldu demektir. Ya'kûb'a göre iki hâlde de (vakf ve vasl hâli) (.......) ve (.......) şeklindedir. 15Bunlar da ancak bir an gecikmesi olmayan tek bîr çığlık beklemektedirler. “Bunlar...” yani Mekke halkı. Bunun bütün guruplara işaret olması da câizdir. “Tek bir çığlık;” yani ilk üfürüş. O da en büyük korkudur. (.......) Hamza ve Ali'ye göre damme iledir. Yani, fevak miktarı bir duruş bile olmaz, demektir. “Fevak” ; iki sağım arasındaki zamandır. Yani onun vakti geldiğinde bu kadar bir zaman bile gecikmez. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Onun için dönüş ve tekrar yoktur.” Hasta iyileştiğinde kullanılan (.......) dan gelmiştir. Devenin bir saatlik süt sağım araliğinda süt memeye döner. İşte bunun tek bîr üfürüş olduğunu kastetmektedir. Bu, ne ikilenir ne de reddolunur. 16“Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver” dediler. “Payımızı...” cennetteki payımızı demektir. Çünkü Nebi (aleyhisselâm) Allah'ın, mü'minlere, cenneti vadettiğini zikretti. Onlar da alay yollu şöyle dediler: “Ondaki nasibimizi bize acele ver.” Ya da “vadettiğin azâbtan nasibimizi acele ver” , demektir. “Senden azâbı acele ile istiyorlar.” Hacc, 47; Ankebut, 53. âyetinde olduğu gibi. (.......) kelimesinin aslı, bir şeydeki paydır. Çünkü o, kestiğinde paydan bir parçadır. Bağış kâğıdına (.......) (pay denir) çünkü o bir kâğıt parçasidır. 17(Ey Resûlüm Muhammed!) Onların söylediklerine sabret. Kulumuz Dâvud'u, o kuvvet sâhibi zâtı hatırla. Çünkü o, daima Allah'a yönelendi. Senin hakkında söylediklerine sabret. Onlara karşı sabır ve eziyetlerine tahammül gösterme hususunda sorumlu kılındığın hususlarda hata etmekten nefsini koru. Dâvud'u ve onun Allah katındaki değerini hatırla. O bile nasıl da bir hataya düşmüştü de Allah'tan (celle celâlühü) itabı görmüştü. Kuvvet sâhibi... “yani din hususunda kuvvetli. (.......) in din hususunda kuvvet olduğuna (.......) (o Allah'a yönelendi) yani “o Allah'ın (celle celâlühü) rızasını umandı” , sözü delalet etmektedir. Bu kuvvet sâhibi için talildir. Rivâyet olunduğuna göre o bir gün oruç tutar bir gün yerdi. O da en zorlu oruçtu. Gece yarısı da kalkar (ibâdet eder)di. 18-19Şüphesiz biz akşam sabah onunla beraber teşbih eden dağiarı, toplu hâlde kuşları onun emrine vermiştik. Her biri ona yönelmekteydi. “Emri altına verdik. “boyun eğdirdik. Denildi ki: “Onların, onun emri altına verilmesi, onların dilediği yere dilediğinde onunla birlikteyürümesidir.” hâl olarak “teşbih edenler oldukları hâlde” manasınadır. (.......) kelimesini teşbihin dağlardan parça parça ve değişik hallerde meydana geldiğine delalet etsin diye (.......) kelimesine tercih etti. “gündüzün iki tarafında” demektir. (.......), geceye kadar olan ikindi vaktidir. (.......) ise işrak vaktidir. O da güneşin ışık verdiği zamandır. Güneş aydınlatmadığı hâlde sen,'güneş doğdu'dersin. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet dilmiştir: “Duha namazının (vaktini) ancak bu ayetle öğrendim.” Her taraftan toplanmış kuşları onun emri altına verdik. İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etmiştir: “Dâvud teşbih getirdiğinde dağlar da teşbihle cevap verirdi. Kuşlar da onun yanına toplanır, teşbih ederlerdi. İşte onların toplanması budur” “Her biri ona yönelmekteydi.” dağlardan ve kuşlardan her biri Dâvud (aleyhisselâm) a yönelmekteydi. Yani onlardan her biri o teşbih getirdiği için teşbih getirirdi. Çünkü onlar, onun teşbihinden dolayı teşbih getiriyorlardı. “teşbih getiren” yerine (.......) kelimesini getirdi. Çünkü “evvab” çok çok teşbih eden, Allah'ı (celle celâlühü) çok çok zikreden, teşbihe ve takdise devam eden demektir. Denildi ki: (.......) deki zamîr Allah'a (celle celâlühü) âittir. Yani Dâvud (aleyhisselâm), dağlar ve kuşlardan her biri Allah'a (celle celâlühü) yönelir. Yani onlardan her biri, O'nu (celle celâlühü) teşbih edendir, teşbihi tekrarlayandır. 20Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş, ona hikmet, açık ve güzel konuşma vermiştik. Denildi ki: “O mescidin etrafında geceliyor, otuz üç bin adamda onu koruyordu.” “Hikmet” , yani Zebûr ve şerî'at ilmi. Denildi ki: “Hakka uyan her söz hikmettir.” (.......), yani hükmetme, düşmanlıkları bıraktırma ve hak île bâtıl arasını ayırma ilmi. “Fasl” ; iki şeyin arasını ayırmak demektir. Fasih söz için, (.......) sözünde olduğu gibi manası açık anlaşıları manasına fasl denmiştir. Apaçık fasih söz; manası, konuşuları kimseye açık olan, karışık olmayan özlü sözdür. Fasl kelimesinin, “Oruç” ve “yalan” sözlerinde olduğu gibi fasleden, ayıran manasına olması da câizdir. (.......) sözüyle kastedilen, doğru ve yanlışın arasım, hak ile batılın arasını ayıran sözdür. O da; onun davalardaki hükümlerdeki, devlet işlerindeki ve istişarelerindeki sözüdür. Ali (radıyallahü anh) den şöyle rivâyet edilmiştir: “O iddia sâhibine delil, davalıya da yemin gerektiğine dair hükümdür.” O, “hak ile batılın arasım ayırmaktan” dır. Şabi'den şöyle rivâyet edilmiştir: “O, (.......) bundan sonra'sözüdür” . “O” (.......) sözünü ilk önce söyleyendir. Önemli bir hususta konuşan kişi, Allah'ın (celle celâlühü) zikri ve hamdiyle başlar. Söylemek istediği maksada gelmek istediğinde de onunla Allah'ın (celle celâlühü) zikrinin arasını (.......) sözü ile ayırır. 21-22(Ey Resûlüm Muhammed!) Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanıp Dâvud'un yanma girmişlerdi de Dâvud onlardan ürkmüştü. “Korkma, biz birbirine hasını iki davacıyız. Aramızda adaletle hükmet. Haksızlık etme, bizi doğru yolun ortasına götür” dediler. “Sana davacıların haberi ulaştı mı?” Bunun zahiri sorudur. Manası ise; onun şaşkınlık veren haberlerden oluşuna delalettir. (.......) ve (.......) te'kid için de çoğul içinde kullanılır. Çünkü o, aslen mastardır. “Onunla nizalaştı, kavgalaştı” dersin. (.......) hazfedilmiş bir fiil ile mensûbtur. Takdiri; “Davacıların davalaştığı haber sana ulaştı mı?” şeklindedir. Ya da (.......) kelimesiyle mensûbtur. Çünkü onda fiil manası vardır. “Mabede tırmandılar,” Onun duvarına tırmandılar ve mabede girdiler. (.......), yüksek duvardır. (.......) oda ya da mescid ya da mescidin ön tarafıdır. İkinci (.......) birinciden bedeldir. Rivâyete göre Allah'u Teâlâ, ona insan şeklinde iki melek gönderdi. Onun yanına girmeyi istediler. Ancak O'na (aleyhisselâm), onun ibâdet gününde gelmişlerdi. Muhafızlar onları içeri girmekten menettiler. Onlar da mabedin duvarına tırmandılar. Ancak yanına vardıklarında onların farkına vardı. Onlardan korktu. Çünkü onlar mahkeme gününün dışında mabede gelmişlerdi, etrafındaki muhafızlar da kimsenin girmesine müsaade etmiyorlardı. (.......) hazfedilmiş bir mübledanın haberidir. Yani “biz iki hasımız” demektir. Birimiz diğerine karşı zulmetti. “Aramada adaletle hükmet, haksızlık etme” haksızlığa sapma. Bu haddi aşmak ve hakkı çiğnemektir. “Bizi yolun ortasına götür. “bizi düzgün yola, doğru yola irşad et. Bundan maksat hakkın kendisine, özüne ilet demektir. Rivâyete edildiğine göre, Hazret-i Dâvud (aleyhisselâm) devrinde yaşayan insanlardan biri, diğerinin hanımını görüp beğendiğinde onu kendisi için boşamasını ondan isterdi. Onların böyle bir yardımlaşma adetleri vardı. Ensar da muhacire karşı böyle bir yardımda bulunmuştu. Dâvud (aleyhisselâm), Urya'dan hanımım boşamasını istemiştir. Urya da kendisini reddetmekten utandığı için bunu yapmıştı. Dâvud (aleyhisselâm) da onunla evlenmişti. O Süleyman (aleyhisselâm)’in annesidir. Ona şöyle denildi: “Makaminin büyüklüğüne ve hanımlarının çokluğuna rağmen bir tek hanımı olan bir adamın hanımını istememeliydin. Bilâkis sana gereken arzunu dizginlemek, nefsini kahretmek ve sınandığın şeye sabretmekti.” Denildi ki: “Onu Urya nişanladı, sonra da Dâvud (aleyhisselâm) nişanladı, o da onu tercih etti Hanımlarının çokluğuna rağmen mü'min kardeşinin nişanlısını nikahlaması onun zellesiydi.” Dâvud (aleyhisselâm)’in Urya'yı defalarca Belka savaşma gönderdiği, hanımını almak için öldürülmesini istediği şeklinde hikâye edilen şeyin, değil peygamberlerin büyüklerinden birine, salah ehli Müslümanlardan birine bile isnad edilmesi layık değildir. Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Sizden kim, Dâvud (aleyhisselâm)’in hikâyesini kasacıların anlattığı şekilde anlatırsa ona yüz altmış değnek vururum.” Bu peygamberlere karşı iftira edenlerin haddidir. Rivâyete göre bunu Ömer b. AbdulAzîz (rhm) anlattı. Yanında hak ehlinden biri vardı da bu anlatılarıı yalanladı, şöyle dedi: - Eğer hikâye Allah'ın kitabında olduğu gibi ise onun hilafına gidilmesi câiz değildir. Ve o ondan başkasının denilmesinden de yücedir. Eğer bu söylenildiği gibi ise ve Allah, peygamberinin (zellesini) örtmek için bundan bahsetmediyse o zamanda bunun açıklanması câiz değildir. Bunun üzerine Ömer b. AbdulAzîz (rhm) şöyle dedi: - Bu sözü işitmek, bana güneşin üzerine doğduğu şeylerden daha hayırlıdır. Allah'u Teâlâ'nm onun kıssasıyla verdiği misal, onun kadının kocasından, hanımını kendi lehine boşamasını istemesi delalet etmektedir, başka birşeye değil. Bu daha fazla azarlama içerdiğinden temsil ve tariz yoluyla söylenmiştir. Açık açık söylenmemiştir. Çünkü düşünmek, onu tariz olunan şeyi anlamaya sevkettiğinde bu açık açık söylemeyi terketmek suretiyle güzel ahlâk (kurallarına) riayet ettiğinden daha tesirli ve daha kalıcı olur. Ondaki etkisini de daha büyük kılar. 23(İçlerinden biri:) “Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken'onu da bana ver'dedi ve tartışmada beni yendi.” (.......) kelimesi (.......) dan bedeldir. Ya da (.......) nin haberidir. Kastohınan din kardeşliğidir. Ya da sadakat ve ülfet kardeşliği, ya da ortaklık ve birliktelik kardeşliğidir. Nitekim âyet-i kerime de: “Birlikte olanların birçoğu...” şeklinde buyurulmuştur. Hafs'a göre (.......) şeklindedir. “Koyun” kadından kinayedir. Bu, meselenin tasviri ve temsili olunca, meleklerin, kendilerini misal göstermesi uygunsuz olmaz. Senin, “Benim kırk koyunum var, senin de kırk koyunun var. Onları birbirine karıştırdık. Kırktan ikinize (zekât olarak) ne azı ne de çoğu yoktur. “dediğin gibi. “Onu da bana ver” beni ona sahip kıl. Bunun hakikati, elimin altındakilere baktığım gibi onu da bakmaya beni yetkili kıl, şeklindedir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Onu benim kiflim, yani nasibim kıl” (.......) beni yendi', demektir. “ona karşı galebe çaldı, onu yendi” denir. “Tartışmada...” , yani “O, delil getirme hususunda benderudaha güçlüydü. ““Tartışma” sözüyle, delil getiren, mücadele eden kişinin tartışmasını kastetmiştir. Ya da kadını ben nişanladım, o da nişanladı. Sonunda o, beni nişan hususunda yendi, bana galebe çaldı. Şöyle ki; benden önce onunla o evlendi, demeyi kastetti. Temsil şöyledir: “Urya'nın, Dâvud (aleyhisselâm) ile olan kıssası, tek bir koyunu olan ve ortağının da doksandokuz koyunu olan adamın kıssasıyla temsil getirilmiştir. Arkadaşı yüzü tamamlayanı da istemiş, ortağının koyununa göz dikmiştir. Ondan onu mülkünden çıkarmasını istemiş, bu hususta maksadına ulaşmak içinde hırsla tartışmıştır. Bu hükmettiği şeyle,'andolsun ki senin koyununu kendi koyunlarına katınak istemekle, sana haksızlıkta bulunmuştur.'sözüyle hükmetmesi için ona müracaat etmeleri şeklinde idi. Taki kendi hükmüyle kendisine karşı delil getirilmiş olsun.” 24Dâvud: “Andolsun ki senin koyununu kendi koyunlarına katınak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Şüphesiz ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. Yalnız îman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar ne kadar da az.” dedi. Dâvud, kendisini denediğimizi sandı da Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi. Bu, hazfedilmiş bir yeminin cevâbıdır. Bunda ortağının fiilini inkâr vardır. (.......), mastardır. Mef’ûle muzaftır. İzafet manasını içermektedir. İkinci bir mefule müteaddi kılınmıştır. Sanki şöyle denilmiştir: “Sormak ve istemek suretiyle senin koyununu kendi koyunlarına katınakla sana zulmetmiştir.” Hasmı bunu kabul edince diğeri de zulmü gerçekleştirmiş oldu. Ancak bu Kur'ân'dan hikâye olunmadı. Çünkü bu, bilinmektedir. Onun şöyle dediği rivâyet olundu: - Ben onu ondan almak ve koyunlarını yüze tamamlamak istiyorum. Dâvud şöyle dedi: - Bunu arzularsan senin şuralarına şuralarına -burun ve alın tarafına işaret etti- vururuz. Bu sefer şöyle dedi: - Ey Dâvud! Şuralarına şuralarına vurulmaya daha layık olan sensin. Sen şöyle şöyle yaptın. Daha sonra Dâvud (aleyhisselâm) baktı. Kimseyi göremedi. Kendisi hakkında gerçekleşen şeyi anladı. (.......), “ortaklar, arkadaşlar” , demektir. İstisna edilen istisna edildiği şeyin cinsindendir, mensûbtur. İstina edildiği (.......) ibham içindir. (.......) onun haberidir. “Sandı” yani bildi ve yakinen inandı. Onun için istiâre olundu. Çünkü zâtını galip ilme köprü kurar. Dâvud (aleyhisselâm), onu sınadığımızı anladı da zellesinden dolayı Rabbine istiğfar getirdi, secdeye kapandı. Yani Allah (celle celâlühü) için secde ederek yüzü üzere kapandı. Bunda namazda rukuunun niyet ettiğinde secde yerine geçeceğine dair delil vardır. Çünkü istenen bu tilavetin yanında tevazuya uygun olanı göstermektedir. Namazdaki rüku bu ameli işler. Namazın dışında ki rüku ise bunun hılafmadır. (.......), “Allah'a tevbe ile yöneldi. “demektir, Denildi ki: “O kırk gün kırk gece secde hâlinde kaldı. Farz namazlar dışında hiçbirşey için başırıı kaldırmadı. Gözyaşı dinmedi. Öyle ki, gözyaşından dolayı otlar bitti. İçtiği suyun üçte biri de gözyaşıydı.” 25Böylece onu bağışladık. Yanımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır. Onun zellesini bağışladık. Katımızda onun için yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır. O da cennettir. 26Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halîfe yaptık. O hâlde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma. Yoksa bu, seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan- sapanlara hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır. Yani yeryüzündeki hâkimiyeti sana verdik. Ya da seni, senden önceki, hakkı ayakta tutan peygamberlere halîfe kıldık, demektir. Bunda, tevbeden sonraki hâlinin, Önceki hâl üzere devam ettiğine, değişmediğine delil vardır. İnsanlar arasında hakla, yani Allah'ın (celle celâlühü) hükmüyle hükmet. Çünkü sen O'nun (celle celâlühü) halîfesi oldun. Ya da adaletle hükmet, demektir. “Heva ve hevese uyma.” yani yargılarken nefsine uyma, demektir. Yoksa o heva ve heves seni, Allah (celle celâlühü) yolunda saptırır. “Allah'ın yolu” O'nun dinidir. “Hesap gününü unutmalarına karşılık... “yani hesap gününü unutmaları sebebiyle. 27Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu inkâr edenlerin zannıdır. Bu yüzden inkâr edenlere ateşten bir helâk vardır. Göğü, yeri ve ikisi arasındaki mahlûkatı, hikmetsizce boş bir yaratışla yaratmadık. Ya da batılla uğraşanlar, eğlenenler olarak yaratmadık, demektir. “Göğü, yeri ve arasındakileri oyuncular (işi, eğlencesi) olarak yaratmadık.” Enbiyâ', 16. âyetinde olduğu gibi. Onun takdiri,'bâtıl sâhibi', şeklindedir. Ya da'abes olarak', demektir ki; “bâtıl” sözü onun yerine konulmuştur. Yani, “O ikisi ve arasındakileri abes olarak, eğlence olsun diye yaratmadık, lakin apaçık hak için yarattık.” , demektir. O (hak) da: “Biz nefisleri yarattık, onlara aklı emanet ettik. Onlara güç verdik. Hastalıklarını bertaraf ettik. Sonra onları teklifle büyük menfaatlere şevkettik. Onlar için amellerine göre bir akibet ve karşılık hazırladık” dır. (.......) onların boş yere yarattığı (şeklindeki görüşlerine) işarettir. (.......) zannedilen manasınadır. Yani onların hikmet için değil de boş yere yaratıldığı inkâr edenlerin zannıdır. Onlar: “Onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye sorarsan elbette'Allah'diyecekler...” âyetinde olduğu gibi. O'nun (celle celâlühü), gökleri, yeri ve arasındakileri'yarattığını kabul etmelerine rağmen, O'nun (celle celâlühü) onları hikmet icabı değil de boş yere yarattığını zannedenler olarak nitelendirildiler. Çünkü onların, dirilişi, hesabı, sevabı ve cezâyı inkârları, onların boş yere yaratıldığına götürdüğünden sanki bunu zannediyorlar ve bunu söylüyorlarınış gibi nitelendirildiler. Çünkü cezâ, âlemin yaratıhşmdaki hikmetin gerektiği şeydir. Onu inkâr eden âlemin yaratılışındaki hikmeti de inkâr etmiştir. 28Yoksa biz îman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya Allah'tan korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız? (.......) munkatıadır. Soruda inkâr manası vardır. Kastedilen, eğer kâfirlerin dediği gibi cezâ olmasaydı iyilik yapanla kötülük yapanın, takva sâhibiyle günahkârın durumu eşit olacaktı. Bunların arasını eşitleyen de hikmet sâhibi değil, anlayışsız biridir. 29(Ey Resûlüm Muhammed!) sana bu mübarek kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. Bu Kur'ân sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. (.......) ikinci bir sıfattır. (.......) nun aslı, (.......) dur. Bu şekilde de okunmuştur. Manası; “onlar hakkında düşünsünler de o (kitaptaki) şeylere vakıf olsunlar ve onlarla amel etsinler diye... “, şeklindedir. Hasen'dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Bu Kur'ân'ı onun tevilini bilmeyenler köleler ve çocuklar da okudular. Harflerini ezberlediler (ancak) manalarını zayi ettiler.” Yezid'e göre iki (.......) den birinin hazfedilmesi suretiyle muhatab sigası olarak (.......) şeklindedir. “Aklı olanlar öğüt alsınlar” diye. 30Biz, Dâvud'a, Süleyman'ı verdik. (Süleyman) ne güzel bir kuldu. Şüphesiz o, daima Allah'a yönelirdi. “O ne güzel bir kuldu.” yani Süleyman (aleyhisselâm). Dâvud (aleyhisselâm) olduğu da denildi. Bu kesin değildir. Çünkü methedilen hazf edilmiştir. “O daima Allah'a yönelirdi.” övülen biri olmasını da Allah'a (celle celâlühü) yönelen biri olmasına bağladı. Yani Allah'u Teâlâ'ya çok çok yönelen biri olmasına. 31Akşama doğru kendisine üç ayağının üzerinde durup bir ayağım yere diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu. “Kendisine...” Süleyman (aleyhisselâm) a. (.......), “Üç ayağı üzerinde duran diğerini de tırnağı üzerine basan” atlardır. (.......) hızlı demektir. (.......) un çoğuludur. Çünkü o süratle gider. Onları, bir ayağını tırnağı üzere dikip diğer üç ayağı üzerine durmakla vasfetti. Çünkü bu cinsi bozuk atlarda olmaz. Safkan Arap atlarında olur. Denildi ki: “Onları, onların duruş ve koşu hallerindeki iki güzel vasfını bir arada zikretmek için bir ayağım tırnağı üzere dikip diğer üç ayağı üzerine durmakla ve süratle koşmakla vasıflarıdırdı. Yani durduklarında sakindirler. Yerlerinde sabittirler. Koştuklarında da süratlidirler, hafiftirler.” Denildi ki: (.......), “boynu uzun” , demektir. (.......) den gelmektedir. Rivâyete göre Süleyman (aleyhisselâm) Şam ve Nusayb'in halkına karşı gaza etti de (onlardan) bin at ele geçirdi. Denildi ki: “Onlar ona babasından miras kalmıştı. Babası da onları Amelika'dan ele geçirmişti “Denildi ki: “Onlar denizden çıkmıştı Kanatları da vardı. (Süleyman (aleyhisselâm)) bir gün öğle namazım kıldıktan sonra sandalyesine oturdu ve onların kendisine gösterilmelerini emretti. Atlar ona gösterilirken güneş battı. (Süleyman (aleyhisselâm)) ikindiyi kaçırmışa. Hâlbuki o ona farzdı. İkindiyi kaçırdığından dolayı üzüldü ve onların tekrar getirilmelerini emretti. Onları Allah (celle celâlühü) için bağışladı. Geriye yüz tane kaldı. İnsanların elinde olan safkan Arap atları onların neslinden gelenlerdir.” Denildi ki: “O (aleyhisselâm), onları boğazlayınca Allah (celle celâlühü), ona onlardan daha hayırlısını emriyle hareket eden rüzgârı verdi.” 32-33Süleyman, “Gerçekte ben mal sevgisine, Rabbimi anmayı sağladığı için düştüm.” dedi. Nihayet bu atlar perdenin arkasında gizlendiler. “Onları bana getirin” dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı. Yani at sevgisini Rabbimin zikrinden dolayı tercih ettim. Zeccâc'dan bu şekilde rivâyet edilmiştir. (.......),'tercih ettim', manasındadır. “Hidayete karşı körlüğü tercih ettiler.” Fussilet, 17. âyetinde olduğu gibi. (.......) manasınadır.'Atlar', hayır olarak adlarıdırıldı. Sanki onlar kendilerine hayır tealluk ettiğinden dolayı hayrın kendisi gibidir. Nebi (aleyhisselâm)’in: “Atların alınlarına kıymate kadar hayır bağlanmıştır.” sözünde olduğu gibi. Ebû Ali (.......), oturdum, manasınadır demiştir. “Devenin oturuşu.” kelimesinden gelmektedir. (.......) mal demektir. (.......) mefulun lehtir. Mefule muzaftır. “Gözden kaybolunca...” Yani: Güneş gözden kaybolunca... zamîrin güneşe âit olduğuna delalet eden şey, Öğleden sonra kelimesinin zikrinin geçmesidir. zamîr için daha önce zikrinin geçmiş olması ya da delilin zikrinin geçmiş olması gerekmektedir. Ya da zamîr (.......) (üç ayağının üzerinde durup bir ayağını yere diken atlar) kelimesine âittir. Yani onlar, gecenin örtüsüyle, ani karanlık sebebiyle gözden kaybolduklarında, şeklindedir. “Onları bana getirin...” Yani meleklere “İkindiyi kılmam için güneşi bana geri getirin” dedi. Güneş geri getirildi ve o ikindiyi kıldı. Ya da Safkan atları geri getirin, demektir. “Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.” yani kılıçla onların boyunlarını sıvazlamaya yani kesmeye başladı. Çünkü onlar, namazdan alıkoymuştu. (.......) ve (.......) da olduğu gibi (.......) kelimesinin çoğuludur. Birinin boynu vurulduğunda “başı meshedildi” dersin. Ciltci kitabın etrafını bıçağıyla kestiğinde “ciltci kitabı traşladı” dersin. Denildi ki: “O (aleyhisselâm) bunu namaza keffaret olsun diye ya da güneşin geri dönüşüne şükür olsun diye yaptı. Onun şerî'atında atlar yeniliyordu. Bu sebeple bu, itlaf olmadı.” Denildi ki: “O, onların eliyle güzellikle ve beğenerek meshetti.” 34Andolsun ki biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üzerine bir ceset bıraktık, sonra yine o eski haline döndü. “Süleyman'ı imtihan ettik.” O'nu (aleyhisselâm) denedik. “Tahtının üzerine... “Saltanat tahtının üzerine. “Sonra o eski haline döndü.” O Allah'a (celle celâlühü) yöneldi, ona döndü. Denildi ki: “Süleyman yirmi yıl hüküm sürdükten sonra imtihan edildi. İmtihan edildikten sonra da yirmi yıl hüküm sürdü. Onun imtihanı şöyle idi: Onun bir oğlu olmuştu. Şeytanlar: -'Eğer yaşarsa onu alaya almaktan geri durmayacağız, yolumuz onu öldürmek ya da delirtmektir', dediler. Süleyman (aleyhisselâm) bunu öğrendi. Ona, şeytanlardan bir zarar gelmesinden korkarak bulutların arasında saklıyor, orada terbiye ediyordu. Çocuğunu, tahtının üzerinde ölü olarak buldu da Rabbine tevekkül etmediği hususundaki zellesinin farkına vardı.” Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) den şöyle riayet edilmiştir: “Süleyman: -'Bu gece yetmiş hanımı gezeceğim. Onlardan her biri Allah yolunda cihad edecek bir süvari doğuracak.'dedi. (.......) demedi. Onları gezdi. Ancak onlardan sadece biri hamile kaldı. O da yarım bir çocuk doğurdu. O tahtı üzerindeyken onun kucağına kondu. Muhammed'in nefsini kudret elinde tutana yemin olsun ki eğer (.......) deseydi onların tamamı Allah yolunda süvariler olarak cihad edeceklerdi.” Buhârî, 3424. Yüzük, şeytan ve Süleyman (aleyhisselâm)’in evinde puta ibâdetle ilgili rivâyet edilen haberler Yahûdîlerin uydurmalarındandır. 35Süleyman, “Rabbim beni bağışla, bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz ki sen, daima bağışta bulunansın.” dedi. Peygamberlerin ve sâlihlerin, istiğfarı duaya takdim etmeleri âdetine göre istiğfarı mülk ve saltanat talebi üzerine takdim etti. “Kimsenin ulaşamayacağı...” kimseye kolay gelmeyen, mümkün olmayan. “Benden sonra kimseye... “Benden başkasına... Medine ekolü ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklinde (.......) nm üstünüyledir. Bu vasfı, haset için değil, kendisi için bir mu'cize olsun diye istedi. Ondan dönünce rüzgâr ve şeytanlar onun emrine verildi. Mu'cize de harikulade olmayınca mu'cize olmaz. 36-38Bunun üzerine bizde, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. Ebû Cafer'e göre (.......) şeklindedir. (.......) kelimesi (.......) -den hâldir. “Onun emriyle...” Süleyman (aleyhisselâm)’in emriyle... (.......), sarsmadan, yumuşak bir şekilde güzelce, demektir. (.......) ııin zamîrinden hâldir. (.......) nin zarfıdır. - “İstediği yere...” kastettiği, dilediği yere. Araplar “Doğruyu arzuladı ancak cevabı tutturamadı.” derler. (.......) kelimesi (.......) üzerine atıftır. Yani, şeytanları onun emrine verdik, demektir. (.......) kavli (.......) den bedeldir. Onlar, onun için dilediği şekilde binalar yapıyorlardı. “Dalgıçlık yapan şeytanlar...” Onlar, ona inci çıkarmak için denize dalıyorlardı. O denizden ilk inci çıkarandır. Mana: “Bina kuran ve dalgıçlık yapan her şeytanı onun emrine verdik” , şeklindedir. (.......) kelimesi (.......) üzerine atıftır. Bedel hükmüne dâhildir. “Demir halkalarla bağlı...” azılı şeytanlar cezâlarıdırılmak ve fesat işlemekten menedilmek için, bukağılar ve halkalar içinde birbirlerine bağlarııyorlardı. (.......) bu kişiyi bağlar. Ali (radıyallahü anh)’in sözü de bundandır: “Sana iyilik eden seni esir almıştır. Sana eziyet veren ise seni azad etmiştir.” 39İşte bizim bağışımız budur. İster ver, ister tut, hesapsızdır” (dedik). Saltanat, mal ve kuvvetten yana sana bu verdiklerimiz, bizim bağışımızdır. Ondan dilediğini ver. (.......) kelimesi (.......) den gelmektedir. O da, bağış, hibe, demektir. “İster tut...” bağış yapma. Başkasının hilafına verdiğinde sevap kazanır, vermediğinde de günaha girmezdi. (.......) ya tealluk etmektedir. Denildi ki: “O hâldir. Yani hu bizim miktarı takdir olunamayacak kadar çok sayıdaki bağışımızdır. Ya da bu, emre verme bizim bağışımızdır. Şeytanlardan dilediğine yol vermekte iyilikte bulun. Ya da onlardan dilediğini hesap vermeksizin bukağılarında tut Yani bu hususta sana hesap verme (sorumluluğu) yoktur.” 40Şüphesiz onun, bizim katımızda büyük bir değeri ve güzel bir yeri vardır. (.......) kelimesi (.......) nin ismidir. Haberi (.......) dur. (.......) deki amil haberdir. 41(Ey Resûlüm Muhammed!) Kulumuz Eyyub'u da an. O, Rabbine nida etmiş ve “şüphesiz şeytan bana bir yorgunluk ve azapla dokundu” dîye seslenmişti. (.......) kelimesi (.......) dan bedeldir. Ya da atfı beyandır. (.......), ondan bedeli istimaldir. “Rabbine nida etmiş..” O'na (celle celâlühü) dua etmiş. Kendisi için dua ettiği sözüyle hikâye ederek, “şeytan bana bir yorgunluk ve azah verdi” demistir. Eğer hikâye etmeseydi, “ona bir yorgunluk ve azapla dokundu” diyecekti. Çünkü o gaibtir. Umumun kırâati (.......) şeklindedir. Yezid'e göre (.......) şeklindedir. Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir. Ya'kûb'a göre (.......) in ağırlaştırılmış hâli ile (.......) ve (.......) de olduğu gibi (.......) şeklindedir. Hubeyre'ye göre mastar olmak üzere (.......) şeklindedir. Hepsinde de mana birdir. O da, yorgunluk ve meşakkattir. “Azap” sözüyle hastaliğim ve onda tahammül gösterdiği çeşitli ağrıları kastetmektedir. Denildi ki: “O (aleyhisselâm), bununla hastaliği sırasında kendisine inen belanın büyük olduğuna dair (şeytanın) vesvesesini ve kendisinin bunu çirkin görmeye, ya da onun define, ya da güzel bir sabırla karşılamaya muvaffak kılmak suretiyle onayardım edeceği hususunda Allah'a sığındı.” Rivâyet olduğunuda göre, onu mü'minîerden üç kişi ziyaret ediyordu, onlardan biri dinden döndü. Eyyub (aleyhisselâm) ona sordu da. O'na,'“şeytan ona, Allah, peygamberleri ve sâlih kişileri imtihana tabi tutmaz'şeklinde vesvese verdi” , dendi. Belaya çarptırılmasının sebebi hakkında; onun bir koyun boğazladığı ve komşusu açken onu yediği zikredilmiştir. Ya da bir kötülüğü gördüğü hâlde ona karşı suskun kaldığı zikredilmiştir. Ya da Allah (celle celâlühü), onu ondan hiçbir zeîle sadır olmadığı hâlde (sadece) derecesinin yükselmesi için imtihana tabi tutmuştur. 42Ayağını yere vur. İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su” (dedik). Eyyub (aleyhisselâm) a verilen cevabın hikâyesidir. Yani ona Cebrâîl (aleyhisselâm) ı gönderdik de “ayağını yere vur” , yani ayağınla yere vur dedi. O, cabiye toprağıdır. Ona vurdu ve (ondan) göze kaynadı. Ona, “Bu yıkanacak ve içilecek soğuk bir su” denildi. Yani bu kendisiyle yıkanacağın ve ondan içeceğin kadar, içinde dışında (bununla) temizlenecek. Denildi ki: “Onun için iki göze kaynadı. Birinden yıkandı, diğerinden içti. Allah'ın izniyle hastalık dışından da içinden de gitti.” 43Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahihleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık. Denildi ki: “Allah'a Teâlâ onların kendilerini diriltti. Ve ona onların bir mislini daha verdi.” (.......) ve (.......) ikisi de mef'ûlün lehtir. Yani hibe, ona rahmet akıl sahihlerine de ibret içindi. Çünkü onlar, ona sabrından dolayı Yüce Allah'ın ihsan ettiği şeyleri işittiklerinde, bu onları belaya karşı sabra teşvik eder. 44Eline bir demet sap al da onunla vur. Yeminim bozma, (dedik.) Gerçekten biz, Eyyub'u sabırlı bulmuştuk. O ne iyi bir kuldu. Daima Allah'a yönelirdi. (.......) kelimesi (.......) üzerine atfedilmiştir. “Bir demet sap” haşhaş otundan, ya da reyhandan ya da başka bir şeyden meydana gelen küçük bir demet. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan rivâyet edildiğine göre, bu bir tutam ağaç (dalıdır). “Yeminini bozma.” hastaliği esnasında iyileşirinde karısına yüz (değnek) vuracağına dair yemin etmişti. Allah, Eyyub (aleyhisselâm) a ve Eyyub'a güzel hizmet ettiğinden dolayı hanımına kolay gelen şeyi yeminine keffaret kıldı. Bu ruhsat bâkîdir. Yüz (çubuktan) her birinin vurularıa değmesi gerekmektedir. Yemin etmesinin sebebi ise, hanımı bir ihtiyaç için gitmiş ve geç kalmıştı. Onun da göğsü daralmıştı. Gerçekten biz onu belaya karşı sabırlı bulmuştuk. Yani onun belaya karşı sabırlı olduğunu bilmiştik. Evet, o Allah'a (celle celâlühü) kendisinde olanı şikâyet etti. Ondan kendisine rahmet etmesini istedi. Ancak Allah'a (celle celâlühü) yapılan şikâyet, sabırsızlık gösterip, feryadı başına olarak adlarıdırılmaz. Nitekim Ya'kûb (aleyhisselâm) da: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a arzederim.” Yûsuf. 86. demişti. Ayrıca o şifayı kavminin fitneye maruz kalmasından korktuğu için istiyordu. Çünkü şeytan onlara “eğer o peygamber olsaydı bu maruz kaldığı şeye maruz kalmazdı” diye vesvese veriyordu. İbadet etmek için kuvvet istiyordu. Çünkü onda kalp ve dilden başka hiçbirşey kalmamıştı. “O ne iyi bir kuldu” ile Eyyüb (aleyhisselâm) kastedilmektedir. 45(Ey Resûlüm Muhammed!) kuvvetli ve basiretli kullarınıız İbrâhîm'i İshak ve Ya'kûb'u an. Mekke ekolüne göre (.......) şeklindedir. (.......) şeklinde çoğul okuyanlar (.......) Ve ondan sonrakileri (.......) üzerine atfı beyan kılmışlardır. (.......) şeklinde tekil okuyanlar ise (.......) yi tek başına atfı beyan kılmışlar. Onun zürriyetlerini de (.......) üzerine atıf kımışlardır. İşlerin çoğu elle yapıldığından (işlerin yapılması ifadesinde elin kullanılması) galip olmuştur. Nitekim hemen bir işte “Bu onların el emeğidir” denir. Yapılmasında elin direkt olarak iştirak etmediği iş de olsa, ya da elleri olmayan işCinler tarafından yapılmış dünyevi işlere ve uhrevi düşüncelere sahip demektir. Âhiret işleriyle uğraşmayanlar. Allah (celle celâlühü) yolunda mücahede etmeyenler ve dini meseleler hakkında düşünmeyenler, sanki arzularını kullanmayan, aklı alınmış, basiretsiz kötürüm kişiler hükmündedirler. Bunda, Allah (celle celâlühü) için mücahede etmeyenler ve Allah'ın (celle celâlühü) dini hakkında basiret ve görüş sâhibi olmayanlar için bir tariz, güçleri yettiği hâlde mücahedeyi ve düşünmeyi terketmelerinden dolayı da (onlar için) azar vardır. 46Biz onları âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık. Onları bizim için ihlâslı kişiler kıldık. İçinde hiçbir karışımın olmadığı halis hasletli kişiler. (.......) mahallen mensûbtur. Ya da gizli bir (.......) kastediyorum'ile ya da gizli bir (.......) ile merfûdur. Ya da (.......) den bedel olmak üzere mecrûrdur. Mana; “Âhiret yurdunu hatırlamaları sebebiyle onları ihlâs sâhibi kıldık.” , şeklindedir. Buradaki (.......), âhiret yurdudur. Yani onları, peygamberlerin (aleyhisselâm) âdeti üzere insanlara âhiret yurdunu hatırlatan ve onları dünyaya karşı zahit olmaya teşvik eden kimseler kılmak suretiyle ihlâs sâhibleri kıldı. Ya da manası; onlar âhireti çok çok hatırlıyor ve Allah'a (celle celâlühü) yöneliyorlar. Dünyayı hatırlamayı unutuyorlar, şeklindedir. Medine kırâati ve Nâfi'ye göre (.......) şeklinde izafetledir. Bu bir şeyin kendisini açıklayan birşeye izafetidir. Çünkü temiz haslet, âhiret yurdu düşüncesi olsa da olur olmasa da. (.......) mastardır, Mef'uie muzaftır. Yani âhiret yurdunu hatırlatmalarındaki ihlâslı halleri sebebiyle, demektir. Denildi ki: (.......), halis ve safi olmak manasınadır. O failine muzaftır. Yani onlar âhiret yurdunun düşüncesini başka bir düşünceyle karıştırmadıkları ve sadece âhiret yurdu düşüncesine sahip oldukları için şeklindedir. Yani onların derdi âhiret yurdu düşüncesidir, başkası değü. Denildi ki: “dünya da güzel övgüdür.” Bu Allah'ın (celle celâlühü) onlara has kıldığı birşeydir. Onlardan başkası dünyada onlar kadar anılmamıştır. Bunu şu âyeti kerime takviye etmektedir: “Kendilerine güzel ve üstün bir şan-şöhret nasib ettik.” Meryem, 50. 47Şüphesiz onlar bizim katımızda seçkin ve hayırlı kimselerdendirler. Kendi cinslerinin çocukları arasından seçilmişlerdir. (.......) kelimesi (.......) ya da (.......) un çoğulu (.......) gibi (.......) ya da (.......) un çoğuludur. 48İsmâîl'i, Elyesa'yı Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir. Sanki harfi tarif (.......) kelimesinin başına gelmiştir. (.......) deki tenvîn muzâfun ileyhin yerine gelmiştir. Yani (.......) (onların hepsi) demektir. 49İşte bu, bir hatırlatmadır. Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır. Bu, ebedî olarak kendisiyle anılacak güzel bir şan-şereftir. Bununla birlikte onlar için güzel bir dönüş yeri vardır. Yani onlar, dünyada güzellikle yâd edilirler. Âhirette de Celil olan Rabbin mağfiretine nail olurlar. Sonra bu dönüş yerinin güzelliğinin keyfiyyetini açıkladı. Şöyle dedi: 50Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır. (.......) kavli (.......) den bedeldir. (.......) kelimesi (.......) den hâldir. Çünkü o isim olan (.......) kelimesine muzaf kılındığından ma'rifedir. Ondaki amil (.......) deki fiil manasıdır. (.......) in faili olması sebebiyle merfûdur. Dönen (zamîr) hazfedilmiştir. Yani (.......) şeklindedir. “Onların barınağı cehennemdir.” Nâziât, 39. âyetinde hazfedildiği gibi hazfedilmiştir. Yani (.......) şeklindedir. Ya da (.......) şeklindedir. Ancak birinci şekil daha doğrudur. Veya (.......) deki bir zamîrden bedeldir. O (zamîr de) (.......) in zamîridir. Takdiri de (.......) şeklindedir. O da bedeli istimaldendir. 51Onlar koltuklara yaslarııp kurularak orada birçok meyveler ve içecekler isterler. (.......) deki mecrûrdan ve onun amili (.......) den hâldir. “Birçok meyveler ve içecekler” yani birçok içecekler, demektir. Birçok kelimesi, birincisiyle yerinilerek hazfedilmiştir. 52Yanlarında bakışlarını eşlerine diken yaşıt güzeller vardır. Yani, bakışlarını eşlerine dikerler. (.......) yaşıtlar, yaşları onların yaşı gibidir. Çünkü akranlar arasındaki sevgi-muhabbet daha kuvvetlidir. Sanki (.......) toprak onlara aynı anda dokunmuş gibi (ölüm onlara aynı anda gelmiş gibi) (.......) yaşıtlar'olarak adlarıdırıldılar. 53İşte hesap günü için size vadolunan şeyler bunlardır. Mekke kırâat ekolü ve Amr'a göre (.......) şeklinde (.......) iledir. “Hesap günü için...” yani her nefsin yaptığı şeylerle karşlılık gördüğü gün için. 54Şüphesiz bu bizim rızkımızdır. O hiç bitip tükenmezdir. Kesintisizdir. Cümle (.......) kelimesinden hâldir. Amili ise ismi işarettir. 55Bu böyle ama azgınlara kötü bir gelecek vardır. (.......) haberdir. Mübteda hazfedilmiştir. Yani iş böyledir, demektir. Ya da bu zikredildiği gibidir, demektir. “Kötü bir gelecek...” kötü bir dönüş yeri. 56Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir yatma yeridir. (.......) kelimesi (.......) den bedeldir. Altlarındaki ateş, uyuyan kişinin kullandığı yatağa benzetilmiştir. 57İşte bu, kaynar su ve irin. Artık onu tatsınlar. Yani bu, kaynar su ve irindir, tadın onu. (.......) mübtedadır. (.......), haberdir. (.......) Hamza, Ali ve Hafs'a göre şeddelidir. Şeddeli ve şeddesiz (.......), “cehennem ahalisinin yaralarından akan sarı su” manasınadır. Gözyaşı aktığında (.......) denir. Denildi ki: “Hamim, sıcaklığıyla yakar, gassak ise soğukluğuyla yakar.” 58Bunlara benzer daha başkalan da vardır. Yani başka niyetler ya da tadılacak başka şeyler de var. “Benzer...” zikredilen azâbın benzeri. Basra ekolüne göre (.......) şeklindedir. Yani şiddet ve çirkinlikte bu tadıları şeyin benzeri tadılacaklar da var. (.......) kelimesi (.......) nun sıfatıdır. Çünkü onun misli olması câizdir. 59İnkârcıların ileri gelenlerine: “İşte bu topluluk sizinle birlikte daları (giren)lerdir. Onlar rahat yüzü görmesin. Onlar mutlaka ateşe gireceklerdir, denir. Bu kalabalık topluluk sizinle birlikte ateşe daldılar. Yani sizin arkadaşlarınız da ateşe girdiler. (.......),'tirşeye şiddetle girmek', demektir. (.......) şiddet, demektir. Bu azgınların birbirlerine söyledikleri sözün hikâyesidir. Yani onlar bunu söylüyorlar demektir. (.......) dan maksat onlarla birlikte sapkınlığa daları ve azâba da onlarla birlikte daları tabilerdir. “Onlar rahat yüzü görmesin.” Bu onların tabilerine yaptıkları bedduadır. Dua ettiğin birine,'merhaba (hoş geldin) dersin. Yani geniş bir beldeye geldin, dar yere değil. Ya da belden (yerin) olabildiğince geniş olsun manasınadır. Sonra sen, beddua hâlinde onun başına (.......) getirirsin. (.......) Kendilerine beddua edilenleri beyan için gelmiştir. “Onlar mutlaka ateşe girecekler...” yani oraya giricidirler. Bu onların bedduayı hakettiklerinin delillendirilmesidir. Denildi ki: '“Bu topluluk gerçeğe karşı direnenlerdir'sözü, cehennem bekCinlerinin kâfirlerinin reislerine tabileri hakkında söyledikleri sözdür.” “Onlar rahat yüzü görmesin. Onlar mutlaka ateşe gireceklerdir. “sözü, reislerin sözüdür. Denildi ki: “Bunların tamamı, cehennem bekCinlerinin sözüdür.” 60“Hayır! Asıl siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya süren sizsiniz. Ne kötü bir durak” derler. Yani tabi olanlar der ki: “Asıl siz rahat yüzü görmeyin.” yani: Aleyhimize yaptığınız duaya siz daha çok layıksınız. Bunu “bizi buraya süren sizsiniz” sözüyle delillendirdiler. (.......) deki zamîr, azâba ya da cehenneme atılmalarına âittir. Yani siz, bizi ona davet ettiniz de biz size tabi olmak suretiyle inkâr ettik. “Ne kötü bir durak...” yani cehennem. 61(Yine onlar:) “Rabbimiz bunu bizim başımıza kim getirdiyse onun ateşteki azâbını iki kat artır” derler. Yani tabi olanlar der ki: “(onların azâbını) kat kat artır.” “Rabbimizl Bunlar bizi saptırdılar. Onlara iki kat azâb ver.” A’raf,38. sözü de bunun bir benzeridir. (.......) azâb üzerine azâbın bir o kadar daha artırılmasıdır. 62“Bize ne oluyor ki; kendilerini dünyada iken kötü saydığımız kimseleri burada niçin görmüyoruz” derler. (.......) daki zamîr kâfirlerin reislerine âittir. “Kötü saydığımız kimseleri...” Müslümanların fakirlerini kastediyorlar. Dünyada iken kötü saydığımız, yani ne hayrı ne de ihsanı olmayan aşağılık kimseleri görmüyoruz. 63“Onları alaya alırdık. Yoksa gözlerimiz onlardan uzaklaşıp kaydı mı?” Âsım dışında ki Iraklılara göre “kötü saydığımız kişileri” sözünde olduğu gibi (.......) e sıfat olmak üzere ihbar lafzıyla gelmiştir. Diğerlerine göre, onları alaya alma hususunda kendi kendilerine karşı inkâr olmak üzere (.......) şeklinde soru (.......) siyledir. Medine, Hamza, Ali Halef ve MufaddaFa göre (.......) şeklindedir. “Yoksa gözlerimiz onlardan uzaklaşıp kaydı mı?” sözü “kötü saydığımız kimseleri burada niçin göremiyoruz?” sözüne bitişiktir. Yani, orada değillermiş gibi onları cehennemde niçin göremiyoruz? Bilâkis gözlerimiz onlardan uzaklaşıp kaydığı için orada oldukları hâlde onları göremiyoruz. İşlerini cennetlik olmakla cehennemlik olmak arasında böldüler. Ancak onların yeri onlara gizli kaldı. 64İşte bu cehennem halkının tartışması, kesin bir gerçektir. Yani onlar hakkında hikâye ettiğimiz şey “gerçektir” doğrudur, olacaktır. Kesin olarak onu konuşacaklardır. Sonra onun ne olduğunu açıkladı. Şöyle dedi: “O cehennem halkının tartışmasıdtr.” Tartışmalarını ve aralarında geçen sual-cevap faslını iki düşman arasında geçenlere benzetti de onu (.......) düşmanlık'olarak adlarıdırdı. Çünkü reislerin “onlar rahat yüzü görmesin” sözü ve tabi olanların “hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin” sözü düşmanlık babındandır. Dolayısıyla tartışmanın tümü bunu (düşmanliği) kapsadığından (.......) olarak adlarıdırılmıştır. 65(Ey Resûlüm Muhammed!) De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Tek ve kahhar olan Allah'tan başka bir ilâh yoktur.” Ey Resûlüm Muhammed! Mekke müşriklerine deki: “Ben ancak bir uyarıcıyım.” Ben ancak uyarıcı bir peygamberim. Sizi Allah'u Teâlâ'nın azâbına karşı uyariyorum ve size şöyle diyorum: “Hak din Allah'ın birlemesi ve ondan başka ilahın olmadığına inanmanındır.” “Tek” benzersiz, ve ortaksız” , “kahhar” her şeye galip. 66Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi olan Allah daima üstündür, çok bağışlayıcıdır. Alemin tamamında mülk ve rabhk O'na âittir. “Üstündür” cezâlarıdırdığında yenilmeyendir. “Çok bağışlacıyıdır” kendisine iltica edenlerin günahlarını bağışlacıyıdır. 67-68De ki: “Bu büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz.” “Bu” yani benim uyarıcı bir peygamber olduğuma ve Allah'ın (celle celâlühü) ortağı olmayan “bir” olduğuna dair size haber verdiğim bu şey “büyük bir haber” dlr. Bunun benzerinden ancak derin gaflet içinde olanlar yüz çevirirler. Sonra “siz, O'ndanyüz çeviriyorsunuz- “O'na karşı gafilsiniz. 69Mele-i a'la'da kendi aralarındaki tartışmalarına dair benim hiçbir bilgim yoktur. Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Peygamberliğinin doğruluğuna, mele-i a'la'da ve onların tartışmaları hakkında haber verdiği şeyin, kendisinin, asla bilgisi olmadığı bir iş olmasıyla delil getirdi. Onu daha sonra öğrendi. Ancak insanların bilmedikleri şeyleri öğrenme hususunda girdikleri yola -ki o ilmi ilim sahihlerinden öğrenmek ve kitap okumaktır- girerek öğrenmedi. Artık bilindi ki, bu bilgi ancak Allah'u Teâlâ tarafından verilen bir vahiyle meydana geldi. 70Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici olduğum içindir ki, bana vahyoiunuyor. “Apaçık bir uyarıcı olduğum için” İn manası: Bana ancak uyarmam için vahyoiunuyor'demektir. (.......) nin başındaki (.......) hazfedildi. Fiil kendisine ulaştığı için masup oldu. Bana ancak bu vahyolundu. O da uyarmam, tebliğ etmem ve bunda aşırı gitmememdir. Manasına göre merfû' olması da câizdir. Yani ben ancak bu işle emrolundum, başkasıyla değil. Yezid'e göre hikâye olmak üzere (.......) şeklinde eşrefidir. Yani bana ancak bu söz vahyolundu. O da size benim apaçık bir uyarıcı olduğumu söylemem ve başka birşeyde iddia etmememdir. Denildi ki: “Büyük haberi Âdem'in kıssaları ve hiç kimseden isitmeksizin onların haber verilmesidir” İbni Abbâs'tan onun, “Kur'ân” olduğu rivâyet edilmiştir. Hasen'dan “kıyamet günü olduğu” rivâyet edilmiştir. Mele-i A'la'dan maksat; kıssa sahipleridir. Melekler, Âdem ve iblis, çünkü onlar gökteydiler ve tartışma aralarında cereyan etmişti. (.......) hazfedilmiş bir kelimeye teallauk etmektedir. Zira mana, aralarında tartıştıkları vakit mele-i a'la'nın sözlerine dair benim hiçbir bilgim yoktu, şeklindedir. 71Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” (.......) kelimesi (.......) den bedeldir. Yani Allah'u Teâlâ, melek vasıtasıyla meleklere, Âdem'in durumu hakkında, “Muhakkak ki ben çamurdan bir insan yaratacağım.” dediğinde, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halîfe yapacaksın?” dediler. 72Onu tamamlayıp içine ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın. Onun yaratılışını tamamlayıp düzenlediğimde “ruhumdan” üfürdüğümde demesi, yüceltmek içindir. Onu kendine izafe etti. Allah'ın evi, Allah'ın devesi sözlerinde olduğu gibi. Mana, “onu dirilttim ve onu nefes alan, hisseden biri kıldım. “ (.......) fiilinden gelen bir emirdir. Yani, yere kapanın. Mana, secde edin, şeklindedir. Denildiki: “Bu tevazuya delalet eden bir eğiliştir.” Yine şöyle denildi: “Bu Allah için yapılan bir secdeydi. Ya da selâm secdesiydi.” 73Bütün melekler toptan secde ettiler. “Bütün” kelimesi itham içindir. “Toptan” sözü ise birliktelik içindir. Sonuncusuna varana kadar onların tamaminin çeşitli anlarda değil, aynı anda secde ettiklerini ifade etmiştir. 74Yalnız İblîs secde etmedi. Zira o büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. “Büyüklük tasladı” kendini secde etmekten yüce gördü. Emri uygulamaktan kaçınmakla kâfirlerden oldu. 75Allah: “Ey İblîs! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin (kibirlendin) mi, yoksa yücelenlerden mî oldun?” dedi. Emrime uymak ve hitabımı yüceltmek için secde etmekten seni ne men etti? “îki elimle yarattığıma:” Yani vasıtasız olarak. Daha önce elleri olan kişinin, birçok işini eliyle yaptığı, ancak ellerin dışındaki azalarla yapılan işler içinde elle yapıldığı ancak ellerin dışındaki azalarla yapılan işler içinde elle yapılan ifadesinin galip olduğu söylenmişti. Hatta kalbin ameli hakkında bile, “o ellerinin yaptığı şeydir” denir. Kendi düştüğü musibete karşı yardım isteyen fakat yardım edilmeyen kişiye de “tutan elin ağladı, ağzın üfürdü” denir. “Ellerimizin yaptıklarından.” 9 Âyeti ve “İki elimle yarattığım” âyeti de bundandır. “Böbürlendin mi?” inkâr sorusudur. “Yücelenlerden” yücelen ve üstün olan kişilerden. Denildi ki: “Şu anda mı böbürlendin yoksa böbürlenenlerden olduğun andan beri mi böbürlenenlerdensin?” 76İblîs: “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” dedi. Yani eğer o ateşten yaratılmış olsaydı ona secde etmezdim. Çünkü o da benim gibi yaratılmıştır. Hâl böyleyken benden aşağı olan birine nasıl secde ederim. Çünkü ö, atıf şeklinde gelmiştir. Birinci cümlenin -ki o “Beni ateşten yarattın “cümlesidir- atfı beyan ve izahıdır. 77-78Allah: “Çık oradan. Sen artık kovulmuş birisin. Cezâ gününe kadar lânetim senin üzerindedir” buyurdu. “Çık oradan” Yani cennetten, ya da göklerden ya da içinde bulunduğun yaratılıştan. Çünkü o, yaratıhşıyla övünüyordu. Allah (celle celâlühü) onun yaratılışını değiştirdi. Beyaz iken siyahlaştı, güzel iken çirkinleşti, nurani iken karardı. “Kovulmuş....” tardedilmiş. İblîs, çamurdan yaratıları birisine secde etmekten kaçındı ve doğrudan saptı. Allah (celle celâlühü) bununla meleklerine emretti. Onlar da hitabını, emrini yüceltmek için Onun emrine tabi oldular. Şeytan, Allah'ın (celle celâlühü) emrini terkettiği için tardedildi. Larıetlendi. Medine kırâatine göre (.......) şeklinde (.......) nin üstünüyiedir. Yani “bütün hayırlardan uzaklaştırmam senin üzerine olsun” , demektir. “Cezâ gününe kadar...” Onun lânetinin cezâ günü son bulduğu, sonra kesildiği düşünülmesin. Çünkü bunun manası, dünyada iken ona sadece lânet vardır. Cezâ günü olduğunda ise lânete azap arkadaşlık eder, tekliği kalmaz. Ya da rahmet vakitlerinde bile lânet, onun üzerine olunca, rahmet vakitlerinin dışındaki zamanlarda lânetin onun üzerine olması daha evladır. Allah'u Teâlâ: “Aralarında bir münadi şöyle nida eder: Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun” A'raf, 44. buyurmuşken ona olan lânet nasıl kesilsin ki? 79-81İblîs: “Ey Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.” dedi. Allah, “Haydi, sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin.” buyurdu. Bilinen vakit, birinci üfürüşün meydana geldiği vakittir. Onun günü ise, üfürüşün vakti, onun bir parçası olan gündür. “Bilinen” İn manası: Onun Allah (celle celâlühü) katında bilinmesi ileri geri gitmemesi, muayyen olmasıdır. 82-83İblîs: “Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların hariç hepsini mutlaka azdıracağım.” dedi. O Allah'ın (celle celâlühü) izzetiyle yemin etti. O da onun hâkimiyeti ve galebesidir. Mekke, Basra ve Şam kırâatine göre (.......) deki (.......) eşrefidir. 84-85Allah: “İşte bu haktır, ben hakikati söylüyorum. Andolsun ki, sen ve sana uyanların tümüyle cehennemi dolduracağım.” dedi. Ali dışındaki Kufelilere göre, (.......) mübteda olmak üzere merfûdur. Yani “hak benim yeminimdir” . Ya da haber olmak üzere merfûdur. Yani “Ben hakkım” demektir. Diğerlerine göre kendisiyle yemin edilen söz olduğu için mensûbtur. “Allah'a andolsun ki şunu yapacağım.” sözünde olduğu gibi. Yani (.......), ondan hazfedilince o mensûb oldu. Cevabı “dolduracağım “dır. “Ben hakikati söylüyorum” sözü yeminle yemin edilen şey arasına girmiş mutarıza (parantez) cümlesidir. (.......), fiiliyle mensûbtur. Manası: “Ben ancak hakkı söylerim” , şeklindedir. Hak kelimesiyle kastolunan ya Azîz ve Celil olan ismidir. “Şüphesiz ki Allah haktır.” Nur, 25. Âyetinde olduğu gibi. Ya da batılın zıddı olan haktır ki Allah (celle celâlühü) onunla yemin etmek suretiyle, onun kadrini yüceltmiştir. Senin cinsinden olanlarla -ki onlar şeytanlardır- ve Âdem'in (aleyhisselâm) zürriyetinden sana tabi olanlarla cehennemi dolduracağım. “Tümüyle...” yani cehennemi tabi olunan ve olanların tamamıyla dolduracağım. Onlardan hiçbirini bırakmayacağım, demektir. 86(Ey Resûlüm Muhammed!) Deki: “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum ve ben kendiliğimden bir şey teklif edenlerden de değilim.” (.......) deki zamîr, Kur'ân'a ya da vahye âittir. Ben, kendisini üstün gösteren ve ehli olmadığı işlerle övünen kişilerden değilim. Beni, asla kendini üstün gösteren ve yanında olmadığı şeyi iddia eden biri olarak tanımadınız ki peygamberlik uydurayım ve Kur'ân'ı yalan bir şekilde düzeyim. 87O, ancak âlemler için bir öğüttür. Bu Kur'ân Allah tarafından âlemler için gönderilmiş bir öğüttür. “Alemler için,” insanlar ve cinler için. O bana vahyolundu. Ben de onu tebliğ ediyorum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den şöyle nakledilmiştir: “Mütekellifin üç alâmeti vardır: Kendisinden üstün olanlarla çatışır, nail olamayacağı şeyler için mücadele eder ve bilmediği şeyi söyler.” Sa'lebi, Haşiyetü'l-Keşşaf 4, 109. 88Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra mutlaka öğreneceksiniz. “Onun verdiği haberin doğruluğunu...” Kur’ân’ın ve ondaki vaad tehdit ve yeniden dirilişin ve hususa gelişin zikri ile ilgili şeyleri. Bir zaman sonra, “öldükten sonra” ya da Bedir gününde ya da kıyamet gününde. Sûre zikirle başladığı gibi zikirle bitti. Muvaffak kıları Allah'tır (celle celâlühü). |
﴾ 0 ﴿