ZÜMER SÛRESİ

1

Bu kitabın indirilişi, Azîz ve hikmet sâhibi Allah katındandır.

“Kitap” yani Kur'ân (.......) mübtedadır. Haberi (.......) dir.

Yani Allah (celle celâlühü) tarafından indirilmiş, demektir. Ya da (.......) hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. (.......) harfi çeri (.......) un sılasıdır. Ya da sıladan başka bir şeydir.

Yani haberden sonra haberdir. Ya da hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. Takdiri de “Bu kitabın inidir ilişidir. Bu, Allah tarafındandır” , şeklindedir. Saltanatında güçlü ve plarılamasında hikmet sâhibi Allah tarafından.

2

(Ey Resûlüm Muhammed!) Şüphesiz ki kitabı sana hak olarak indirdik. O hâlde sen de dini Allah'a has kılarak ihlâs ile ibâdet et.

Bu bir tekrar değildir. Çünkü ilki kitabın başliği gibidir. İkincisi ise, kitapta olan şeyi açıklamak içindir. (.......) hâldir.

Yani tevhidle ve kalbin tasfiyesi ile şirkten ve gösterişten uzaklaşmak suretiyle dini sadece O'na (Allah'a) has kılarak, demektir.

(.......) kelimesi (.......) ile mensûbtur. Merfû' da okunmuştur.

Ancak merfû' okuyan kişi (.......) ı (.......) ın üstünüyle okumalıdır.

3

Dikkat et. Halis din yalnız Allah'a âittir. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler, “onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” derler. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz ki Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi hidâyete erdirmez.

Yani o gizliliklere ve sırlara muttali olduğu için, bütün manevi bir karışımlarından uzaklaşıp ibâdeti sadece O'na mahsus kılmak suretiyle, dinin kendisine mahsus kılması vâcib olandır.

Katâde'den şöyle rivâyet edilmiştir:

“Halk din, Allah'tan başka ilâh olmadığına şahadet etmektir.” Hasen'dan, onun “İslam” olduğu nakledilmiştir.

“Dostlar” yani ilâhlar. (.......) haberi hazfedilmiş mübtedadır. Takdiri: “Putlara ibâdet edenler, onlara'“Biz/ Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” diyorlar, şeklindedir.

(.......) mastardır. Yakınlaştırmak, demektir. Allah aralarında hüküm verecektir.”

Yani Müslümanlarla müşrikler arasında. Denildi ki:

“Müslümanlar onlara:

-'Öyleyse putlara niçin ibâdet ediyor sunuz?'diye sorduğunda, onlar:

-'Biz onlara ancak bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz.” diyorlardı: Mana,'Allah (celle celâlühü) kıyamet gününde tartışma yapan bu iki grup arasında hüküm verecektir', şeklindedir.

Allah (celle celâlühü) kendi ilminde küfrü seçeceğini bildiği kişilere hidâyet vermez.

Yani onu hidâyete muvaffak kılmaz. Küfrü seçtiği vakitte ona yardım etmez, onu küfürde bırakır. Onların yalanı, Allah'tan (celle celâlühü) başka ilâhlar edindikleri kimseler hakkında, “Bunlar Allah'ın kaslarıdır” demeleridir. Bu sebebten dolayı Allah (celle celâlühü): “Eğer Allah evlat edinmek isteseydi elbette yarattıklarından dilediğim seçerdi” sözüyle onların bu hükmünü yalana çıkarmıştır.

4

Eğer Allah evlat edinmek isteseydi elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O, Allah tektir ve kahhardır.

Yani eğer onların zannetikleri gibi evlat edinmesi câiz olsaydî, yarattıklarında dilediğini kendisi İçin seçerdi. Sizin seçtiklerinizi ve sizin dilediklerinizi değil. Allah (celle celâlühü) onların O'na nisbet ettikleri dostları (putlar) ve evlattan edinmekten kendini tenzih etmiştir ve bunu “O gücü herşeye yeten tek Allah'tır” sözüyle ileri bir safhaya taşımıştır.

Yani, O birdir, adetlerin (sayıların) ilavesinden beridir. Parçalanmaktan ve doğurmaktan münezzehtir. Herşeye gücü yetendir. Herşeye galiptir. Onların ilâhları da bu “şeyler” cümlesindendir. Dolaysıyla onlar O'na nasıl dostlar ve ortaklar olabilirler?

5

Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine seriyor. Her biri belli bir süreye kadar akıp giden güneş ve ayı emri altına almıştır. Dikkat et! O Azîz'dir ve çok bağışlayandır.

Göklerin ve yerin yaratılışım, geceyle gündüzün, birbirini örtmesini, ay ile güneşin emri altına alınmasını ve belirli bir sureye kadar yörüngelerindeki akışını, bu kadar çok insanın tek bir nefisten yaratılışını ve hayvanların yaratılışını, O'nun (celle celâlühü) bir olduğuna, ortağı olmadığına güç ve kuvvet sâhibi olduğuna ve yenilmez olduğuna delil olarak getirmiştir.

(.......) Sarmak, dürmek', demektir. Nitekim: “Başına sarık sardı,” denir. Mana:

V ikisinden her biri üstüne geldiğinde diğerini örter.'

Birinin diğerini yok etmesinde, yok eden, diğerini örtmek suretiyle gözlerden saklayan görünen birşeye benzetilmiştir. Ya da birbiri üzerine devamlı olarak gelirler, manasınadır. Bu da sangın bir kısminin diğer kısımları üzerine üstüste gelmesine benzetilmiştir.

“Belirli bir süreye kadar...” kıyamete kadar. “Azîz'dir... “güç sâhibidir. Güneşin ve ayın boyun eğdirilmesine itibar etmeyen, inanmayan kişilerin cezâlarıdırılmasına Kâdir'dir. “Bağışlayıcıdır...” düşünüp ibret alan ve ikisini idare edene îman eden kişileri bağışlayıcıdır.

6

Allah sizi tek bir nefisten (Âdem'den) yaratmış, sonra ondan eşini var etmiştir. Sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir. Sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır. İşte bu yaratıcı Rabbiniz olan Allah'tır. Mülk O'nundur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O'na kulluktan) çevriliyorsunuz?

“Bir tek nefisten...” yani Âdem (aleyhisselâm) dan “eşini” yani Havva'yı, onun alt kaburga kemiğinden yarattı. Denildiki:

Âdem'in zürriyeti onun sırandan küçük karıncalar gibi çıkarıldılar? Bundan sonra da düzgün bir şekilde yaratıldılar?” Hasen'dan şöyle nakledilmiştir:

“Ya da onları Âdem (aleyhisselâm) ile birlikte cennette yarattı, sonra indirdi.” Ya da onlar, ancak bitkilerle yaşıyordu. Bitkiler de su ile yaşıyordu. Bu sebeple suyu indirdi. Böylece sanki onları indirmiş oldu.

“Sekiz çift...” En'am sûresinde beyan edildiği gibi erkek ve dişi develer, sığırlar, koyunlar ve keCinler.

Zevç (eş) kendisiyle birlikte bir başkasının da olduğu tek şey için isimdir. Tek kaldığında tek olur.

“Yaratılıştan yaratılışa...” sperm, sonra alaka, sonra bir çiğnem yaratılışın tamamlanmasına. “Üç türlü karanlık içinde...” karın, rahîm ve çocuk kesesinin karanlığı. Ya da omurganın, karnın ve rahmin karanlığıdır. O bu işlerin sâhibidir. O Rabbiniz Allah'tır (celle celâlühü). O'ndan (celle celâlühü) başka ilâh yoktur. “Nasıl oluyor da çevirtiyor sunuz?” Ona kulluktan başkasına kulluğa nasıl da dönüyorsunuz? Sonra onlara muhtaç olmadığını şu sözüyle beyan etti.

7

Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah size muhtaç değildir. Bununla beraber O kullarının küfrüne râzı olmaz. Eğer şükrederseniz bundan hoşnut olur. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Nihayet hepsinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O size haber verir. Çünkü O, göğüslerin içindeki her gizliyi hakkıyla bilendir.

“Size...” sizin imanınıza. İnkar etmekle zarar gördüğünüz, îman etmekle faydalandığınız için asıl siz O'na muhtaçsınız. “O kulların küfrüne râzı olmaz.” Çünkü kafir, Allah'ın (celle celâlühü) irâdesiyle olsa da rızasıyla değildir. “Eğer şükrederseniz...” şükredip îman ederseniz “Bundan hoşnut olur” yani, sizin şükrünüze râzı olur. Çünkü O, sizin kurtuluşunuzun sebebidir. Buna karşılık Allah (celle celâlühü), sizi cennetle mükafatlarıdırır.

Mekke kırâati ve Ali'ye göre (.......) deki (.......) nin ötresi ve işba iledir. Nâfi, Hişam ve Âsım'a göre (.......) ötre iledir, işbasızdır. Yahya ve Hammad’ın dışında diğerlerine göre (.......) şeklindedir. (.......) sakindir. “Hiçbir günahkar diğerinin günahım çekmez.”

Yani hiç kimse diğerinin işlediği günahla cezâlarıdırılmaz. “Hepinizin dönüşü Rabbinizedir.” Dönüşünüz, Rabbinizin vereceği karşılığadır. Size yaptıklarınızı bildirir de size ona göre karşılık verir.

“Göğüslerin içindekini...” kalplerin gizlediklerini.

8

İnsan başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek yalvarır. Sonra Allah, ona nimet verince önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah'ın yolundan sapmak için O'na eşler koşar. (Ey Resûlüm Muhammed!) de ki: “Küfrünle biraz eğlenedur. Çünkü sen muhakkak cehennem ehlindensin.”

“İnsan...” Ebû CemTdir. Ya da bütün kafirlerdir. “Sıkıntı...” bela ve şiddet. Araz olan şeylerde dokunma mecazdır. “Rabbine yönelerek yalvarır.” Rabbine döner de dua eder. O'ndan başkasına dua etmez. “O'ndan... “Azîz ve Celil olan Allah'tan. “Önceden yolu varmış olduğunu unutur.”

Yani kendisine yalvardığı Rabbini unutur. (.......) manasınadır.

“Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki.” Leyl, 3. âyetinde olduğu gibi.

Ya da kaldırılması için Allah'a (celle celâlühü) dua ettiği sıkıntıyı unutur, demektir.

(.......), eşler, demektir. Mekke kırâati, Ebû Amr ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir.

“Yolundan...” yani İslam'dan. “Deki:” Ey Resûlüm Muhammed... “Eğlenedur...” tehdit içeren emirdir.

“Biraz... “yani dünyada biraz eğlen. Zira sen “Cehennem ashâbındansın.” cehennem ehlindensin.

9

Yoksa o geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibâdet eden, âhiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (gibi) mi? (Ey Resûlüm Muhammed!) De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Şüphesiz ancak akıl sâhibleri bunları hakkıyla düşünür.

Mekke kırâat imâmları, Nâfi ve Hamza soru (.......) sini (.......) üzerine getirerek şeddesiz olarak okumuşlardır. Diğerleri ise, onun üzerine (.......) getirerek şeddeli okumuşlardır. (.......) mübtedadır. Haberi hazfedilmiştir. Takdiri: “Yoksa o, gece ibâdet eden başkası gibi mi?” şeklindedir.

Yani yoksa o itaatkâr olan asl olan gibi mi?

(.......), Allah'a itâat eden” , demektir. Sözün delaletinden dolayı hazfedilmiştir. O da “kâfir” sözünün bundan önce zikredilmesi ve ondan sonra da “Deki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?'“sözünün gelmesidir.

“Geceleyin...” gece saatlerinde. (.......) deki zamîrden hâldirler.

“Âhiretten çekinen...” yani âhiret azâbından çekinen. “Rabbinin rahmetim dileyen...” yani cenneti. Âyet, mü’minin korku ve ümit arasında olması, Allah'ın (celle celâlühü) rahmetini umması, ameline güvenmemesi ve amelindeki kusurdan dolayı da Allah'ın (celle celâlühü) azâbından çekinmesi gerektiğine delalet etmektedir.

Ümit, sınırını aşırıca güven hâlini alır. Korku da sınırım aşırıca ümitsizlik hâlini alır. Allah'u Teala şöyle buyurmuştur:

Allah'ın azâbından ancak hüsrana uğrayan topluluk emin olur. “A'raf,99.

Ve yine şöyle buyurmuştur:

Allah'ın rahmetinden ancak inkâr eden topluluk ümidi keser.” Yûsuf, 87.

Dolayısıyla hiçbirinin kendi sınırım aşmaması gerekmektedir.

“De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”

Yani bilen ve onunla amel edenler demektir. Burada sanki amel etmeyen kişiyi bilgisiz saymıştır. Bunda önce ilim öğrenen, sonra amel etmeyen ve o hususta sadece konuşan, sonra da dünyaya aldanan kişiler için büyük bir aşağılama vardır. Onlar, Allah (celle celâlühü) katında câhildirler. Şöyle ki: Allah'a (celle celâlühü) itâat edenler, alimler olarak adlarıdırıldı. Ya da bununla teşbih kastedilmiştir.

Yani alim ile câhil bir olmadığı gibi, itâat edenle asl de bir olmaz, manasınadır.

(.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur.

Yani Allah'ın (celle celâlühü) nasihatinden ancak akıl sâhibleri öğüt alırlar.

10

(Rasûlüm! Şu sözümü) söyle: “Ey inanan kullarını! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik var. Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.”

(.......) kelimesi çoğunluğa göre (.......) iledir.

“Rabbinizden sakının.” Emirlerine uymak ve menettiklerinden kaçınmak suretiyle. “Bu dünyada iyilik yapanlara...” yani bu dünyada Allah'a (celle celâlühü) itâat edenlere. (.......) harfi ceri (.......) ya tealluk etmektedir. (.......) e değil, manası; bu dünyada iyilik yapanlar için âhirette iyilik vardır. O da cennete girmektir.

Yani vasfedilemeyen iyilik demektir. Süddi, onu (.......) e tealluk ettirmiştir ve (.......) ü sıhhat ve afiyet olarak tefsîr etmiştir.

Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir.”

Yani iyilik yapma hususunda tefrite koşanlar için vatanlarında iyilik işlemeye imkân bulamadıkları şeklinde mazeret beyan ederlerse, elbette özür hakkı yoktur.

Onlara Allah'ın arzı geniştir.” Beldeleri çoktur. Öyleyse başka bir beldeye göçün. İyiliklerine iyilik, taatlarına taat katınak için beldeleri dışındaki yerlere göç eden peygamberlere ve sâlihlere uyun denir. “Sabredenlere...” vatanlarının aşiretlerinin, Allah'a (celle celâlühü) itâat ve hayrı çoğaltma hususunda çektikleri sıkmtıların, yüklendikleri belaların farklılıklarına göre. “Mükafatları hesapsız ödenecektir.”

İbni Abbâs (radıyallahü anh) den şöyle nakledilmiştir:

“Hesap umanların hesabı ona ulaşmaz ve (miktarı) bilinmez.”

(.......) kavli (.......) kelimesinden hâldir. Bol bol olduğu hâlde, demektir.

11

De ki: Ben dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum.

(.......) cümlesi “Allah'a kulluk etmekle... “demektir. “Dini ona halis kılarak... -

Yani, dini halis kılmakla- emrolundum.” demektir.

12

Müslümanların ilki olmakla emrolundum.

Müslümanların ilki olması için bununla emrolundum.

Yani onların dünya ve âhiret öncüsü, selefi olmam için. Mana: Dinde halislik için öncelik vardır. Kim ihias sâhibi olursa öne geçer. İlkinde ihlasla birlikte ibâdet etmekle emretti. İkincisinde öne geçmekle. Konuları farklı olduğu için farklı iki şey durumuna düştüler. Halbuki birinin diğerine atfedilmesi sahihtir.

13

De ki: Rabbime karşı gelirsem şüphesiz büyük günün azâbından korkarım.

Seni babalarının dinine dönmeye çağıran kişiye, “Deki: -Ben,-Rabbime karşı gelirsem, şüphesiz büyük günün azâbından korkarım.” Bu âyet, Kureyş kâfirleri, Peygamber (aleyhisselâm) a:

“Lat'a ve Uzza'ya ibâdet eden babam, dedeni ve kavminin ulularını görmüyor musun?” dediklerinde onlara cevap olarak inmiştir.

14

De ki: Ben, dinimde ihlâs ile ancak Allah'a ibâdet ederim.

Bu âyet, onun dini yalnızca Ona -başkasına değil- halis kılarak Allah(celle celâlühü) seçtiğini bildirmektedir. Birincisi ibâdet ve ihlasla emrolun-duğuna dair ihbardır. Söz, birinci de aynı fiille gelmiştir, ikincide de fiilin kendisi için yapıldığı şeyde gelmiştir. Bu sebepten dolayı bundan sonra şu âyet getirilmiştir,

15

Siz de O'ndan başka dilediğinize tapın. De ki: “Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Dikkat edin, işte bu apaçık hüsrandır.”

Bu tehdit içeren bir emirdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e: - Babalarının dinine muhalefet edersen hüsrana uğrarsın, denildi de: “De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar kıyamet günü hem kendilerini hem de ailelerini ziyana sokanlardır.” âyeti indi.

“Kendilerini ziyana sokanlar” bunu cehennemde nefislerini mahvetmek suretiyle yaparlar. “Ailelerini...” yani ailelerini ziyana sokanlardır. Çünkü onlar, onları saptırdılar da (aileleri) bu sebeple cehenneme yöneldiler. Onların hüsranını “dikkat edin! İşte bu apaçık hüsrandır” sözüyle son derece kötü bir şekilde vasfetti. Şöyle ki: Cümleye uyan ile başladı. Mübteda ile haberin arasına bir fasıla soktu “hüsran” kelimesini ma'rife kıldı ve onu “apaçık” sözüyle sıfatlarıdırdı. Bu onların cenneti cehenneme, dereceleri de derekelere tercih etmeleri sebebiyledir.

16

Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da ateşten tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarını! Yalnızca benden korkun.

(.......), tabakalar, demektir. “Tabakalar” ateşten tabakalar. Onlar diğerleri için (alttaki münâfıklar için) tabakalardır.

Yani ateş onları kuşatmıştır. Bununla vasfedilen bu azapla. Ya da bu tabakalarla. O'na inansınlar ve yasaklarından kaçınsınlar diye Allah kullarını bununla korkutuyor.

“Ey kullarını! Yalnızca benden korkun” ve gazâbımı gerektiren şeylere yönelmeyin. Önce onları ateşle korkuttu, sonra da kendinden sakındırdı.

17

Tağut'a kulluk etmekten kaçınıp Allah'a yönelenlere müjde var.

“Tağuta...” şeytanlara. (.......) zulümde haddi aşma kelimesinden gelmektedir. (.......) ve (.......) gibi (.......) veznindedir.

Ancak burada lamel fiili, aynel fiilden önce getirmek suretiyle kalb vardır. (.......) kelimesi mastar olduğundan şeytan ya da şeytanlar için kullanılmıştır/ Bunda birkaç mübalağa vardır. Onlar da sanki şeytanın kendisi tuğyanrmş gibi mastarla isimlendirilmesi, kelimenin yapısının mübalağa vezninde1 olmasındandır. Çünkü (.......), bol rahmettir. (.......) da yayılmış meleklerdir. Harflerin değiştirilmesi -ki bu, âit kılmak içindir. Zira bu şeytandan başkası için kullanılmaz- Buradaki “tağut” ile kastedilen çoğuldur. (.......) tağutlar şeklinde de okunmuştur. (.......) kelimesinden bedeli istimaldir.

Yani onlara ibâdet etmekten, demektir.

Allah'a yönelenlere” Allah'a (celle celâlühü) dönenlere, “müjde” bu sevapla müjdelemektir. Ölüm anında ve diriltildiklerinde melekler onları müjdeleyerek karşılar. “Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarınıı müjdele.” Onlar, sakınanlar ve yönelenlerdir.

Onların sakınma ve yönelmeleri ile birlikte bu sıfatlar üzere olmalarınt dilemiştir. (.......) kelimesini zamîr yerine getirmiştir. Din hususunda inceleyici araştırıcı olmalarını, iyi ile daha iyiyi, üstün ile daha üstünü ayırabilmelerini istemiştir. Bunun neticesi olarak da onlar vâcib ile mendup olan iki hususta karşılaştıklarında vâcibi seçeceklerdir. Mubah ve mendupta Allah'a (celle celâlühü) en yakın olanı, sevabı en çok olanı isteyeceklerdir.

Ya da mana, Kur'ân'a ve başkasına kulak verecekler de Kur'ân'a tabi olacaklar demektir.

Veya Allah'ın emirlerine kulak verecekler de onun en güzeline uyacaklar demektir. Mesela, kısas etmek ya da affetmek ve benzerlerinde olduğu gibi. Ya da içinde iyi ve kötü kişilerin olduğu bir toplulukta sözü dinler de işittiği en güzel şeye uyar, Ondan başkasından da el çeker, demektir. “Onlar akıl sahihleridir.” yani onlar akıllarından istifade edenlerdir.

18

O kullarınıı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.

19

(Ey Resûlüm Muhammed!) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?

Sözün aslı “hakkında azap hükmü gerçekleşmiş yani vâcib olmuş kimseye mi?” şeklindedir,

(.......) şart cümlesidir. Başına inkâr (.......) si gelmiştir.

(.......) cezâ (.......) sidir. Birinci (.......) hazfedilmiş bir cümle üzerine atıf için gelmiştir. Takdiri, “Onların işinin sâhibi sen misin? Hakkında azap hükmü vâcib olmuş kişiyi sen mi kurtaracaksın?” şeklindedir. İkinci hemze, inkâr manasını te'kid için tekrar edilmiştir. (.......) zamîr yerine gelmiştir.

Yani (.......) şeklindedir. Buna göre âyet tekbir cümledir. Ya da manası, hakkında azap hükmü vâcib olmuş kişi mi ondan kurtulacak? Onu sen mi kurtaracaksın?

Yani Allah'ın saptırdığı ve onun ilminde cehennem ehlinden olduğu belli olan birini hiç kimse kurtaramaz.

20

Fakat Rablerinden sakınanlara, üstüste yapılmış, altların dan ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah'ın verdiği sözdür. Allah, verdiği sözden caymaz.

-

Yani onlar için cennette yüksek evler vardır. Onların üstünde de onlardan daha yüksek evler vardır.

Yani kâfirler için ateş tabakalan müttakiler için de köşkler vardır “altlarından ırmaklar akan.”

Yani evlerinin altından. (.......) te'kid edici mastardır. Çünkü “onlar için kökler vardır” sözü, Allah (celle celâlühü) onlara bunu vaad etti, manasınadır.

21

Allah'ın, gökten su indirip, onu yerdeki kaynaklara yerleştiren, sonra da onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiren olduğunu görmez misin? Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün. Sonra da onu kuru bir çerçöp yapar. Şüphesiz bunlarda akıl sâhibleri için bir öğüt vardır.

“Su” ile yağmuru kastediyor. Denildi ki:

“Yeryüzündeki bütün sular gökten yeryüzüne iner. Sonra Allah onu taksim eder.”

“Yerleştiren...” girdiren “yeryüzündeki kaynaklara” gözelere, kanallara, bedendeki damarlar gibi olan yealtı nehirlerine.

(.......) hâl ya da zarf olmak üzere mensûbtur. (.......) nin sıfatıdır.

“Onunla...” suyla “türlü türlü renklerde ekinler...” görünüşü yeşil, kırmızı, sarı ve beyaz olan ekinle ya da kahve çekirdeği, arpa, susam ve sair çeşitli ekinler. “kurur” , kurursa parlakliği ve güzelliğinden sonra onun “Sapsarı olduğunu görürsün” .

ufantı, kırıntı” , Hutam; at ve sair şeylerden ufanan ve kırıntı haline gelen şeylerdir.

“Bunlarda...” suyun indirilmesinde ve ekinin bitirilmesinde akıl sâhibleri için, bunların hikmet sâhibi bir yaratıcısı olması gerektiğine, bunların -ihmalle ve durağanlıkla değil- bir takdir ve ve tedbirle meydana geldiğine dair bir hatırlatma ve uyan vardır.

22

Allah, kimin gönlünü İslam'a açmışsa o, Rabbinden bir nur üzerinde olmaz mı? Kalpleri Allah'ı anmak hususunda kâtilaşmış olanlara yazıklar olsun? İşte bunlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler.

Allah, kimin gönlünü İslam'a açmışsa...” kimin gönlünü İslam'a karşı genişletmişse o da hidâyete gelmişse.

Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şarh'ten (gönlün İslam'a açılmasından) soruldu da o şöyle buyurdu:

- “Nur, kalbe girdiğinde (kalp) açılır, ferahlar.”

- Bunun bir alâmeti var mı? denildi. Şöyle buyurdu.

- “Evet, (var) âhiret yurduna yöneliş, aldanma yurdundan (dünyadan) uzaklaşma ve ölüm gelmezden evvel ölüme hazırlık.” Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul, 127; İbni Kesir, Tefsîr, 2, 180; Ed-Dürru'l-Mensur, 355.

“Nur” beyan ve idrak kuvveti demektir. Mana:

Allah'ın gönlünü İslama açması sebebiyle hidâyete eren kişi, mühürlenmesi sebebiyle kalbi kâtilaşmış kişi gibi olur mu?” Bu hazfedildi. Çünkü “kalpleri, Allah'ı anmak hususunda kâtilaşmış olanlara yazıklar olsun?” sözü buna delalet etmektedir. Allah'ı anma hususunda.”

Yani Allah'ın (celle celâlühü) zikrini terketmeleri sebebiyle. Ya da Allah'ın (celle celâlühü) zikredilmesi sebebiyle, demektir.

Yani onların yanında Allah (celle celâlühü) ya da onun âyetleri zikredildiğinde kalplerinin kâtiliği artar.

“Bu onların pisliklerine pislik katar” Tevbe, 125. âyetinde olduğu gibi. “İşte onlar apaçık bir sapıklık” apaçık bir azgınlık içindedirler.

23

Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve mükerreren gelen kitabı, sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların derileri bu kitaptan ürperir, sonra hem derileri hem de kalpleri, Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu kitap, Allah'ın dilediğini onunla doğru yola ilettiği hidâyet rehberidir. Allah kimi de saptınrsa artık ona yol gösteren olmaz.

(.......) İsminin mübteda olarak getirilmesinde ve (.......) nin onun üzerine bina edilmesinde sözlerin en güzeli için tazim vardır. (.......) den bedeldir. Ya da ondan hâldir.

“Birbirine benzeyen...” doğruluk, beyan, öğüt, hikmet i'caz ve diğer hususlarda birbirine benzeyen demektir.

(.......) kelimesi (.......) in sıfatıdır ve (.......) kelimesinin çoğuludur.'Tekrarlarıan', manasınadır. Onun tekrarlarıan kıssaları, haberleri, hükümleri, emirleri, nehiyleri, vaadleri, tehditleri ve öğütleri benzer olması hesabiyle beyandır. Çünkü tekrar edilen kıssalar ve diğerleri ancak benzer olurlar. Denildi ki:

“O çok çok okunur, ancak bıkkınlık vermez.” Tekilin çoğul ile sıfatlanması câizdir. Çünkü kitap, parçaları olan bir bütündür. Bir şeyin parçaları bütünüdür. Sen: “Kur'ân'ın yedide biri, beşte biri, sureleri ve âyetleri” dediğini görmüyor musun? Aynı şekilde sen: “kıssaları, hükümleri, Öğütleri ve tekrarları” da diyorsun. Ya da (.......) ın temyizi olmak üzere mensubîur.

şemaili güzel bir adam gördüm” dediğin gibi. O zaman da mana, tekrarları birbirine benzer, demektir. “Ürperir...” hareketlenir. Deri aşırı şekilde toplarııp büzüştüğünde (.......) denir. Mana: “Kur'ân'ı ve onun tehdit içeren âyetlerini işittiklerinde onlara, o sebeple derilerinin ürperip büzüştüğü bir korku isabet eder.” Nitekim hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Mü'minin derisi, Allah korkusundan dolayı ürperip büzüştüğünde, günahları, kuru ağacın yapraklarının dökülüşü gibi dökülür.” Mecmeu'z-Zevâid, 10,310.

“Sonra hem derileri, hem de kalpleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. “yani rahmet âyetleri okunduğunda derileri ve kalpleri yumuşar, onlardaki korku ve ürperti kalkar.

(.......) ile fiili müteaddi manası içerdiğinden (.......) ile müteaddi kılınmıştır. Sanki şöyle denilmiştir: “Ürpertisiz, yumuşamış bir hâlde Allah'ın zikriyle huzur buldu.”

Rahmeti zikretmeksizin sadece Allah'ın (celle celâlühü) zikri ifadesini kullandı. Çünkü O'nun (celle celâlühü) rahmeti gazâbını geçmiştir. Rahmetinin asıl olması sebebiyle Allah (celle celâlühü) zikredildiğinde kalbe ancak O'nun (celle celâlühü) şefkatli ve merhametli olması gelir.

Önce sadece “deriler” zikredildi. Sonra ikinci olarak onunla birlikte “kalpler” zikredildi. Çünkü korku mahalli kalbtir. Dolayısıyla derilerin zikredilmesi kalplerin zikredilmesini de içermektedir.

(.......) kitaba işarettir. O da, Allah'ın (celle celâlühü) kullarından dilediğini, yani hidâyeti seçeceğini bildiği kişileri, onunla doğru yola ilettiği hidâyet rehberidir.

Allah kimi de saptınrsa...”

Yani onda sapıkliği yaratırsa. Artık onu hakka götüren olmaz.

24

Zalimlere: “Kazandığınızın cezâsını tadın!” denilirken kıyamet günü yüzünü o feci azaptan kim koruyacak?

Azaptan emin olan kimse gibi. Haber, benzerlerinde olduğu gibi gibi hazfedilmiştir. “Feci azâb” onun hiddetli olmasıdır. Manası, insan korkulu şeylerden biriyle karşılaştığında onu eliyle karşılar ve onunla yüzünü korumaya çalışır. Çünkü o, ona göre en önemli azasıdır. Ateşe atıları kişi ise, elleri boynuna kelepçelenmiş olarak atılır. Artık tehlikelere karşı diğer azalarla koruduğu yüzüyle ateşten sakınması düşünülemez.

“Zalimlere -cehennem bekCinleri- kazandığınız şeylerin vebalini tadın” derler.

25

Onlardan öncekiler de (peygamberleri) yalanladılar da farkına varmadıkları bir yerden azâb onlara çattı.

“Onlardan öncekiler...” Kureyş” ten öncekiler. “Farkına varmadıkları bir yerden... “hesap etmedikleri ve belanın oradan geleceğine dair hiç düşünmedikleri bir yerden. Onlar güven içinde iken birden güvendikleri yerden baskına uğradılar.

26

Bu suretle Allah, dünya hayatında onlara rezilliği tattırdı. Âhiret azâbı daha büyüktür. Bunu bilselerdi.

“Rezilliği...” Allah'ın (celle celâlühü) azâbından suretin değiştirilmesi, toprak tarafından yutulma, öldürülme, sürülme ve benzeri zilleti ve aşağılanmayı demektir. Âhiret azâbı dünya azâbından daha büyüktür. Bunu bilselerdi îman ederlerdi.

27

Andolsun ki biz bu Kur'ân da insanlara her türlü misali, belki öğüt alırlar diye verdik.

“Belki öğüt alırlar” demek, öğüt almaları için, demektir.

28

Pürüzsüz Arapça bir Kur'ân indirdik ki böylece korunsunlar.

(.......), Te'kid edici hâldir. “Zeyd bana dürüst bir adam, akıllı bir insan olarak geldi” , sözünde olduğu gibi. (.......) ya da (.......) kelimelerini te'kid olarak zikredersin. Ya da (.......) medih olmak üzere mensûbtur.

“Pürüszüz... “dosdoğru tezat ve ihtilaflardan uzak.

Onda hiçbir eğriliğin bulunmadığını belirtmek için “dosdoğru” demedi. Denildiki (.......) pürüz sözüyle kastedilen “şüphe” dit. Böylece küfürden korunsunlar.

29

Allah, çekişip duran birçok ortakların sâhib olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı (mü'mini) misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.

(.......) bedeldir. “Çekişip duran bir çok ortaklar...” kavgalaşan ve ihtilaf eden bir çok ortaklar. (.......) fiilinin mastarıdır. Mana, “selâmet sâhibi” , şeklindedir.

“Bir kişiye bağlı...” Ortak olmayan, sadece bir kişiye âit olan demektir. Mekke kırâati ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir.

Yani “Sadece ona âit” , demektir. “Bu ikisinin durumu eşit midir?”

(.......) temyizdir. Mana, “o ikisinin durumu ve hâli eşit midir?” şeklindedir. Temyizi, cinsin ifadesi olmak üzere tekil getirdi. (.......) şeklinde de okunmuştur.

“Hamd, O'ndan başka ilâh olmayan Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmiyorlar...” da O'na (celle celâlühü) O'ndan (celle celâlühü) başkasını ortak koşuyorlar. Kafiri ve ma'bûtlarını, aralarında birçok kavga ve ihtilaf olan ortakların sâhib olduğu bir köleye benzetti.

Onlardan her biri, onun kendi kölesi olduğunu iddia ediyor ve onun hakkında çekişiyorlar. Onu her birisinden biri zor işlere sokuyorlar. O ise şaşkınlık içindedir. Hizmetiyle hangisini râzı edeceğini, ihtiyaçlarında hangisine dayanacağını, rızkını kimden isteyeceğini, merhameti kimden dileneceğini bilemez. Himmeti dağınıktır, kalbi parça parçadır. Mü'mini de tek bir efendisi olan köleye benzetti. Onun himmeti birdir ve kalbi derli topludur.

30

Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.

(.......) yani öleceksin. (.......) ise, Ölümün kendisine gelip çattığı kişidir. Halîl, Ebû Amr'ın şu şiiri söylediğini nakletmiştir.

Bana “meyt” ve “meyyit” in açıklamasını soruyorsun.

Buyur al. Açıkladım. Eğer anlarsan

Hayatta olan kişi, işte o “meyyit” dir.

“Meyt” ise, ancak kabre taşınandır.

Onlar, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ölümünü gözlüyorlardı da Allah'u Teala, ölümün onların herbirine şamil olduğunu, dolayısıyla da ölümü gözetlemenin ve ölümlünün, ölümlü kişinin ölümüyle sevinmesinin hiçbir manasının olmadğım haber verdi.

Katâde'den şöyle nakledilmiştir;

Peygamberine öleceğini bildirmişti. Size de öleceğinizi bildirmişti,”

Yani sen ve onlar ölüler kapsamındadır. Çünkü kesin olacak şey olmuş gibidir.

31

Sonra şüphesiz siz de kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme olacaksınız.

“Siz” yani sen ve onlar. Muhatab zamîri gayb zamîrine galip kılınmıştır. “Rabbinizin huzurunda muhakeme olunacaksınız.” da sen, onlar aleyhine, tebliğ ettiğine ama onların yalanladığına, davet hususunda gayret gösterdiğine ama onların inatta devam ettiğine dair delil getireceksin. Onlar da hiçbir faydası olmayan şeyleri mazeret gösterecekler. Tabi olanlar:

- “Önderlerimize, oüyüklerimize uyduk” diyecekler. Önderler de:

- “Bizi de şeytanlar ve önceki atalarınıız saptırdı.” diyecekler. Ashâb-ı Kiram (rhm) hep birlikte:

- “Din kardeşleri olduğumuz hâlde, (birbirimize karşı) düşmanliğimız olmaz.” dediler. Osman (radıyallahü anh) öldürülünce de:

- “Bu bizim düşmanliğimızda.” dediler. Ebû'l-Aliye'den şöyle nakledilmiştir:

“Bu âyet, kıble ehli hakkında inmiştir. Bu, onlar arasında cereyan eden kan davaları ve haksızlıklar hakkındadır.” Ancak doğru olan birincisidir.

Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir?” ve “Doğruyu getiren ve onu doğrulayanlar...” âyetlerini görmüyor musun?” Bu aralarında düşmanlık olan kişiler için beyan ve açıklamadan ibârettir.

32

Allah'a karşı yalan uyduran, kendisine gelen gerçeği yalan sayandan daha zâlim kimdir? Kâfirler için cehennemde bir yer mi yoktur?

Allah'a karşı yalan uyduran...” Ona çocuk ve ortak isnad etmek suretiyle iftira atan. “Gerçeği...” aynıyla gerçek olan işi. O da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in getirdiği şeydir. “Kendisine geldiğinde...” onu işittiğinde insaf sâhibi kişilerin işittiklerinde yaptığı gibi durup düşünmeden ya da hak ile batılın arasını ayırmaya ihtimâm göstermeden yalanladı. “Cehennemde kâfirler için yer mi yok?” yani Allah'a iftira eden ve gerçeği yalanlayan bu kişiler için yer mi yok.

(.......) deki (.......) onlara işarettir.

33

Doğruyu getiren ve onu doğrulayanlar. İşte onlar, Allah'a karşı gelmekten sakınan muttakilerdir.

“Doğruyu getiren ve onu doğrulayan....” O Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dir. Hakkı getirmiş ve ona îman etmiştir.

“Doğru yolu bulsunlar diye biz Mûsa'ya kitabı (Tevrâtı) verdik.” Mü'mimın, 49. âyetinde Mûsa'yı ve kavmini kastettiği gibi bununla da onu (Muhammed (aleyhisselâm)) ve ona tabi olanları kastetmiştir. Bu sebepten Allah'u Teala: “İşte onlar muttakilerdir.” buyurmuştur.

Zeccâc şöyle demiştir:

“Ali (radıyallahü anh)’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

'Doğruyu getiren Allah'ın resulü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)fdir. Onu tasdik edende Ebubekir Sıddık (radıyallahü anh) dir.'Diğer bir şekilde rivâyet edüdiğine göre'doğruyu getiren Allah'ın Rasûlu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dir. Onu tasdik edenler de mü'minlerdir.” Bunların hepsi doğrudur.

Zeccâc da şöyle demiştir:

“Dediler ki: Arapçada doğru olan (.......) fiillerinin tek bir faile âit olmasıdır. Çünkü başka başka kişilere âit olmaları (.......) nin gizli olmasını gerektirmektedir ki bu câiz değildir. Ya da önceden zikredilmediği hâlde failin gizli olmasını gerektirmektedir ki, bu câiz değildir. Ya da önceden zikredilmediği hâlde failin gizli olmasını gerektirmektedir ki bu da uzaktır.”

34-35

Rableri yanında dileyecekleri her şey onlarındır. İşte bu muhsinlerin mükâfatıdır. Böylece Allah onların geçmişte yaptıkları en kötü amel ve hareketleri bile örtecek. Yaptıklarının en güzeliyle onların mükâfatlarını ihsan edecektir.

En kötü” ve “En güzel” kelimelerinin izafeti, birşeyin parçasına, ona karşı üstün olmaksızın izafeti kabilindendir.

“Eşec, mervanoğullarının adilidir.” sözünde olduğu gibi.

Yani bunlar, ismi tafdil sığasında oldukları hâlde “en kötü” ve “en İyi” manasını içermezler. “İyi” ve “kötü” manasındadırlar.

36

Allah kuluna kâfi değiî mi? Seni O'ndan başkalanyla (putlarla) korkutuyorlar. Allah, kimi saptınrsa artık onun yolunu doğrultucu bîri yoktur.

Olumsuzluk edatının başına inkâr (.......) si getirilmiştir. Bununla yeterliliğin ispatı ve onun tayini manası kastedilmiştir.

“Kuluna... “dan kasıt, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) edir.

Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir.

Yani peygamberlere ve Mü'minlere demektir. Bu:

“Alaya alanlara karşı biz ona yeteriz.” Hicr,95. âyeti gibidir.

“O'ndan başkalanyla...” O'ndan başka ilâh edindikleri putlarla. Bu da; Kureyş'in, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Korkarız ki ilâhlarınıız seni delirtir. Korkarız ki onları ayıplamandan dolayı onların sana bir zararı dokunur.” şeklinde söylemeleriydi.

37

Allah kime de hidâyet ederse, artık onu saptıracak yoktur. Allah, mutlak güç sâhibi ve kötülüklere karşılık veren değil midir?

“Azîz...” galip gelen, meneden” intikam sâhibi. Düşmanlarından intikam alan demektir. Bunda Kureyş'e tehdit vardır. Mü'minlere de onlardan onların intikamım alacağına ve onlara karşı onlara yardım edeceğine dair vaad vardır. Daha sonra, putlara ibâdet etmelerine rağmen onların, Allah'u Teala'nın gökleri ve yeri yarattığım kabul ettiklerini şu sözüyle açıkladı.

38

Andolsun ki, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan muhakkak: “Allah'tır” derler. De ki: “Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse Allah'ı bırakıp da taptıklarınız O'nun verdiği zararı giderebilirler mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi?” Deki: “Bana Allah yeter.” Güvenip dayananlar ancak O'na güvenip dayanırlar.

Hamza dışındakilere göre, (.......) nin üstünüyledir.

“Zarar...” hastalık ya da fakirlik ya da başka bir şey. “Onlar O'nun verdiği zararı giderebilir mi?” O'nun verdiği musibeti benden defedebilirler mi?

“Rahmet...” sıhhat ya da zenginlik ya da benzeri şeylerdir.

Basrahlara göre (.......) ve (.......) şeklindedir. Aslına göre tenvinlidir. Misali müşrikler hakkında değil de kendisi hakkında verdi, (yani'Allah (celle celâlühü) bana bir zarar vermek isterse...'dedi.'Size bir zarar vermek isterse...'demedi.) Çünkü onlar, onu putların vereceği musibetlere ve putların delirtmesiyle korkutuyorlardı. Bu sebepten o önce onlara alemin yaratıcısının tek başına Allah (celle celâlühü) olduğunu ikrar ettirmekle, bu ikrardan sonra da, onlara “Eğer alemin ikrar ettiğiniz yaratıcısı bana bir zarar ya da rahmet dokundurmak isterse onlar bunun zıddına güç getirebilirler mi?” demekle emrolunmuştur. Onları susturunca da Allah'u Teala şöyle buyurdu:

“Deki: Bana Allah yeter.” Onların vereceği betalara karşı kafi olarak yeter. Rivâyet olunduğuna göre peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bunu sorunca onlar sustular da: “De ki bana Allah yeter,” âyeti indi.

Seni ondan başkalanyla korkutuyorlar” sözünden sonra (.......) ve (.......) şeklinde müennes olarak getirmiştir. Çünkü onlar müennestirler. Onlar Lat, Uzza ve Menat'tır. Bunda onları ve onların ma'budlarını aşağılama vardır.

39-40

De ki: “Ey Kavmim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın. Şüphesiz ben de yapacağını. Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz.”

“Durumunuzun gerektirdiği...” üzerinde bulunduğunuz hale ve güç getirebildiğiniz düşmanliğin durumuna göre. (.......), mekân manasınadır. Ancak (.......) ve (.......) mekân için oldukları hâlde zaman için istiâre olarak kullanıldığı gibi (.......) de hâl, durum manasına istiâre olarak kullanılmıştır. “Şüphesiz ben de yapacağım.” yani durumuma uygun olanı yapacağım, demektir. Kısaltmak için hazfedilmiştir. Daha çok tehdidi, her geçen gün ve gece arttığına dair daha etkili duyuruyu içerdiği için hazfedilmiştir. Çünkü Allah'u Teala onun yardımcısıdır.

“Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek yakında bileceksiniz” sözünü görmüyor musun? Onları, dünya ve âhirette Müslümanlara yardım edeceği ve kafirlere galebe çalacağı şekilde nasıl da tehdit etmiştir. Çünkü onlara, rezillik ve azap geldiğinde bu, onun kuvveti ve galebesidir. Şöyle ki, galebe, dostların yüceltilmesi ve düşmanların zelil kılınmasıyla tamamlanır.

(.......) kavli (.......) un sıfatıdır.

Yani, zelil kıları azaptır, bu Bedir günüdür ve daimi azaptır, bu da cehennem azâbıdır. Ebubekir ve Hammad'a göre (.......) şeklindedir.

41

(Ey Resûlüm Muhammed!) Şüphesiz biz, bu kitabı sana insanlar için hak (gerçek) olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir. Kim de sapıtırsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onlar üzerinde vekil değilsin.

Kitabı, onlar için ve onların ona olan ihtiyacı için indirdik. Müh delenmeleri ve korkutulmaları ve bu sebeple de onların, günah yerine taati seçme sebeplerinin güçlenmesi için. Artık kim de sapıkliği seçerse, o kendine zarar vermiştir.

“Vekil” koruyucu demektir. Daha sonra şu sözüyle korucuyu ve onlara karşı güçlü olduğunu bildirmiştir:

42

Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de, uykusunda ruhunu alır. Bu suretle hakkında ölümle hükmettiği (ruhu) tutar. Ötekini muayyen bir vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

Ruhları olduğu gibi tamamen alır. Kişilerin ruhlarının alınması, onların öldürülmesidir. O da, canlılık, hissediş ve idrak edişin, kendisiyle birlikte olduğu şeyin çekilip alınmasıdır.

“Ölmeyenin de uykusunda ruhunu alır.” Ölmeyenlerin ruhlarını uykularında alır.

Yani uyuduklarında onların ruhlarını alır. Uyuyanlar ölülere benzetilmiştir. Şöyle ki: Ölülerde olduğu gibi onlar, hiçbir şeyin farkına varamazlar ve hiçbir tasarrufta bulunamazlar. Allahü teâlâ'nın:

“Geceleyin sizi öldüren O'dur.” En'am, 60. sözü de ondandır. Hakkında hakiki ölümle hükmettiği ruhları tutar.

Hamza ve Ali'ye göre âyetin okunuşu (.......) şeklindedir.

Yani, ruhları diri olması için vaktinde göndermez, demektir.

“Ötekini...” uyuyanı. “Muayyen bir vakte kadar...” demektir. Ölümü için tayin edilmiş bir vakte kadar. Denildi ki:

“Ruhları alır ve onları tutar. Onlar, kendisiyle birlikte hayat ve hareketin olduğu ruhlardır. Ölmeyen kişilerin ruhları da makamlarında alınır. Onlar da (kendilerine) temyiz kabiliyeti olan ruhlardır.”

Dediler ki:

“Uykuda alınanlar, temyiz kabiliyeti olan ruhlardır, hayat kabiliyeti olan ruhlar değil. Çünkü hayat kabiliyeti olan ruhlar yok olduğunda nefes de gider. Halbuki uyuyan kişi nefes olmaktadır, her insanın iki ruhu vardır, biri hayat kabiliyeti olan ruh, o ölüm anında ayrılarıdır. Diğeri ise temyiz kabiliyeti olan ruhtur. O da uyuduğunda ayrılarıdır.”

İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet olunmuştur:

Âdem oğlunda nefis ve ruh vardır. Onlar arasında güneş ışınları gibi ışınlar vardır. Nefis, akıl ve temyiz kabiliyetinin kendisiyle birlikte olduğu şeydir. Kul, uyuduğunda Allah onun nefsini tutar alır, ruhunu almaz.”

Nakledildiğine göre Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

“Ruh uyku esnasında çıkar. Onun ışımları cesette kalır. İşte bu sebeple rüya görülür. Uykudan uyandığında da ruh bir andan daha tez olmak üzere bedenine döner.” Yine ondan şöyle rivâyet edilmiştir:

“Uyuyanın gözünün gökte gördüğü şey sâdık rüyadır. Geri döndürüldükten sonra gördüğü şey ise şeytan telkin etmiştir, yalancı rüyadır.”

Said b. Cubeyr'den şöyle nakledilmiştir:

“Dinlerin ve ölülerin ruhları uykuda karşılaşırlar Onlardan, Allah'ın tanışmasını diledikleri birbirileriyle tanışırlar. Haklarında ölümle hükmedilenler tutulur. Diğerleri hayatlarının sonuna kadar bedenlerine gönderilirler.”

Rivâyete göre, mü'rninlerin ruhları uyku esnasında göklere yükselir. Onlardan temiz olanlara secde için izin verilir, temiz olmayanlara verilmez.

Bunda, yani, ruhların uyku ve ölüm hâlinde iken alınmasında ve onların bir kısminin tutulmasında, bir kısminin da ecel vaktine kadar salıverilmesinde Allah'ın (celle celâlühü) kudretine ve ilmine delalet eden deliller vardır. O hususta fikrini harekete geçiren ve ibret alan bir kavim için.

43

Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefâatçiler mi edindiler? Deki: “Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi?”

Bilâkis “Bunlar, Allah katında bizim şefâatçilerimizdir.” Yûnus, 18. dedikleri vakit Allah'tan (celle celâlühü) başkasını, O'nun (celle celâlühü) izni olmaksızın şefâatçileri edinmiş oldular. Halbuki O'nun (celle celâlühü) katında hiç kimse O'nun (celle celâlühü) izni olmaksızın şefâat edemez.

(.......) inkâr içindir. “Deki: Onlar için hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi?” manası, “Hiçbir şeye sahip olmasalar ve akılları da olmasa yine şefâat edecekler mi?” şeklindedir.

44

De ki: Bütün şefâat Allah'ın iznine bağlıdır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.

“De ki: Bütün şefâat Allah'ın iznine bağlıdır... “yani onun mâliki O'dur (celle celâlühü). O'nun (celle celâlühü) izni olmaksızın hiç kimse şefâat edemez.

(.......) hâl üzere mensûbtur. “Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur...” sözü “Bütün şefâat Allah'ın iznine bağlıdır.” sözünü açıklamaktadır. Çünkü bütün hükümranlık O'nun (celle celâlühü) olunca şefâat da hükümranlıktan olduğundan, şefâata da mâlik olmaktadır.

“Sonra O'na döndürüleceksiniz.” Manası; “Bugün göklerin ve yerin hükümranlığı O'na âittir. Sonra kıyamet gününde de O'na döndürüleceksiniz. O günde de hükümranlık ancak O'na âit olacak. Dolayısıyla dünya ve âhiretin hükümranlığı sadece O'na âittir.”

45

Allah tek olarak anıldığı zaman âhirete inanmayanların kalpleri tiksinir. Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.

Mananın yoğunlaştığı nokta “tek olarak” sözüdür.

Yani Allah (celle celâlühü) tek olarak zikredildiğinde ve O'nunla (celle celâlühü) birlikte onların ilâhları zikredilmediğinde, demektir.

“Kalpleri tiksinir.” nefret ederler, sıkılırlar. “O'ndan başkası anıldığında...” Allah'ın (celle celâlühü) kendileriyle birlikte zikredildiği ya da zikredilmedi ği ilâhlarını kastediyor. “Hemen yüzleri güler.” Bu, onlarla fitneye düşmelerinden dolayıdır. Allah'tan başka ilâh yoktur. Tektir, ortağı yoktur.” denildiğinde nefret ederler. Çünkü onda ilâhlarının kaybedilmesi vardır. Sevinç ve nefret birbirine karşı gelmiştir. Zira onlardan her biri kendi sahasında son noktadır. Sevinç; yüzün derisi yaygınlaşırıcaya ve aydınlarınıcaya kadar kalbin mutlulukla dolmasıdır. Nefret ise, çehrede sıkkınlık görülünceye kadar kalbin gam ve kinle dolmasıdır. (.......) daki amil, muhafece (.......) sındaki amildir. Takdiri şöyledir; “O'ndan başkalan zikredildiği vakit birden sevinç vaktiyle karşılaşırlar.”

46

De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah'ım! Kullarının arasında ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin.

Ey yoktan var eden” , demektir. Müberrid ve Ferrâ''nın dediği gibi sıfat değildir.

“Ayrılığa düştükleri şey...” hidâyet ve delalet hususundadır. Denildi ki:

“Bu müşriklerin, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından Allah'ın huzuruna çağırılmasıdır.”

İbnu'l-Müseyyeb'den şöyle nakledilmiştir:

“Okunan ve yanında dua edilen hiçbir âyet bilmiyorum ki onun karşılığı verilmesin.” Rebi b. Heysem hakkında şöyle nakledilmiştir:

“Az konuşan biriydi Hüseyin (radıyallahü anh)’in öldürülmesi haberi kendisine verildiğinde:

- Şimdi konuşur” dediler. Ancak o:

- Ah ya da bunu gerçekten yaptılar, dedi ve bu âyeti okudu. Rivâyete göre o onun ardından:

-'Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kucağına oturttuğu, ağzından öptüğü kişi öldürüldü.'dedi”

47

Eğer yeryüzün de ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet gününde azâbın fenaliğindan (kurtulmak için) elbette bunları feda ederlerdi. Hâlbuki o gün onlar için Allah tarafından hiç hesaba katınadıkları şeyler karşılarına çıkmıştır.

(.......) deki (.......) ya döner.

“Fenaliğindan...” şiddetinden. “Hiç hesaba katınadıkları şeyler ortaya çıkmıştır.” Allah'ın (celle celâlühü) gazâbından ve azâbından hiç hesap etmedikleri ve hatırlarına hiç getirmedikleri şeyleri onların kötülük olduğunu gördüler. Süfyan-ı Sevri bu âyeti okuduğu ve:

- “GösterişCinlere yazıklar olsun.” dediği rivâyet edilmiştir.

Muhammed b. Münkedir, ölümü esnasında endişeye düştü de ona bu (endişesinin sebebi) sorulduğunda:

- Allah'ın kitabındaki şu ayetten dolayı endişeleniyorum, dedi ve bu âyeti okudu. Sonra da:

- Allah tarafından karşıma hiç hesap etmediğim şeylerin çıkmasından korkuyorum, dedi.

48

Onların (dünyada) kazandıkları kötülükler (o gün) açığa çıkmış, alaya aldıkları şey kendilerini sarmıştır.

“Kazandıkları kötülükler...” yani kazandıkları amellerin kötülükleri ya da kazandıklarının kötülükleri. Ameldefterleri verildiğinde kazandıklarının kötülüğü açığa çıkmıştır. Halbuki daha önce onlara gizli idi. Ya da bunun azâbı açığa çıkmış, demektir.

“Kendilerini sarmıştır.” onlara inmiş ve kuşatmıştır. “Alaya aldıkları şey” alaya almalarının cezâsı.

49

İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit: “Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir” der. Hayır, o, bir imtihandır. Fakat çokları bilmezler.

“Kendisine nimet verdiğimiz vakit:” ihsan olarak kendisine verdiğimizde. Karşılıksız olarak sana verdiğinde (.......) dan sonra durma. Çünkü (.......) nın cevabı (.......) dir. Bu ancak bendeki bir bilgiden dolayı verilmiştir. O bana ancak üstünlüğümden ve hak sâhibi olmamdan dolayı verilmiştir. Ya da kazanç yollarını bilmemden dolayı verilmiştir. Kârun'un: “Bu bana bende bulunan bilgi sayesinde verilmiştir.” Kasas, 78. dediği gibi.

(.......) deki zamîr, (.......) e âit olmasına rağmen manaya bakarak müzekker kılınmıştır. Çünkü (.......) sözü, nimetin bir parçası, bir kısmıdır.

Denildi ki: (.......) daki (.......) ismi mevsuldur. Kâffe (engel) (.......) sı değildir. zamîr ona dönmektedir.

Yani (.......) şeklindedir.

“Hayır o bir imtihandır.” Onu inkardır. Sanki şöyle demiştir: “Nimeti sana dediğin şey için vermedik. Bilâkis o bir fitnedir.”

Yani “Bu senin için bir deneme ve imtihandır. Şükür mü edeceksin, nankörlük mü?”

Haber müennes olduğundan dolayı (.......) ü kastediyorum, mübtedayı müennes olarak getirdi. (.......) ya uygun şekilde (.......) şeklindede okunmuştur. Fakat çokları O'mm imtihan olduğunu bilmezler. Surenin başında bir benzeri (.......) ile atfedildiği hâlde bu âyetin (.......) ile atfedilmesinin sebebi, “Onlar Allah'ın zikredilmesinden dolayı nefret ederler, ilâhların zikredilmesinden dolayı da sevinirler.” manası üzere (.......) sözü ile kendisi arasında sebep bağının bulunmasıdır. Onlardan birine bir zarar dokunduğunda -Allah'ın zikredilmesiyle sevinenler değil- onun zikredilmesiyle nefret edenler O'na dua ederler. Bu iki âyet arasındakiler mutarıza (parantez) cümiesidirler. Eğer:

- “Mutarıza cümlesinin hakkı arasında bulunduğu cümleleri tekid etmesidir” dersen derim ki:

- “Mutrıza cümlesindeki, Rasûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)fin Rabbine, Allah'ın (celle celâlühü) emriyle yaptığı dua,'sen kulların arasında hükmedersin'sözü ve sonra da onu takip eden büyük tehdit, onların nefretlerinin, sevinçlerinin ve musibete maruz kaldıklarında -ilâhlarına değil de- Allah'a dönüşlerinin inkârını te'kittir.”

Sanki şöyle denilmiştir: “Ya RabbU Benimle, sana karşı böyle bir cüreti işleyen bu kişiler arasında ancak sen hükmedersin.”

Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı...” Âyeti onları ve -umumi kılınırsa- bütün zalimleri içermektedir. Ya da onunla onları kastettiğinde özellikle onları içerir. Sanki şöyle denilmiştir:

“Eğer yeryüzündeki şeylerin tamamı ve onunla birlikte bir misli daha bu zalimlerin olsaydı kötü azapla aleyhlerine hükmedildiğinde onu feda ederlerdi.”

İlk ayetle ondan önceki âyet arasında sebep bağı bulunmadığından, sadece aralarında benzerlik bulunduğundan dolayı ona (.......) la atfedilmiştir. “Zeyd kalktı, Amr oturdu” gibi. Sebep bağı bulunmasının açıklaması şudur: Sen:

- “Zeyd Allah'a inanıyor, ona bir zarar isabet ettiğinde de O'na iltica ediyor.” Dediğinde öncekinde de olduğu gibi bunda da (.......) ile getirirsin. Sanki mü'minin ilticası gibi. Allah'a (celle celâlühü) iltica ettiğinde, kafirin küfrü, ilticasına sebep kılması hususunda îman makamına getirip yerleştirmiştir.

50

Bunu onlardan öncekiler de söylemişti. Ancak kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi.

“Bunu” bu sözü. O da “Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir” sözüdür. “Onlardan öncekiler de....”

Yani Kârun ve Kavmi de. Kârun şöyle demişti:

“Bu, bana ancak bendeki bir bilgiden dolayı verilmiştir.” Kavmi de buna rıza göstermişlerdi. Dolayısıyla onlar da sanki onu demiş oldular. Önceki ümmetlerde bunun benzerini söyleyen başka kişilerin de olması mümkündür.

“Kazandıkları şeyler...” Dünya malından kazandıkları ve biriktirdikleri şeyler.

51

Bunun için işledikleri kötülükler onları musibete uğrattı. Bunların içinde zulmedenlerin de işledikleri kötülükler başlarına gelecektir. Bu hususta Allah'ı âciz bırakamazlar.

“İşledikleri kötülükler onlara isabet etti.” İşledikleri kötülüklerin cezâsı. Ya da; “Kötülüğün cezâsı misliyle kötülüktür” Şura, 40. âyetinde olduğu gibi.

Birlikte zikredüdiklerinden dolayı “kötülüğün cezâsı” , “kötülük” olarak adlarıdırılmıştır. “Zulmedenler...” inkâr edenler. Bunlardan yani kavminin müşriklerinden, işledikleri kötülükler onlara isabet edecektir.

Yani diğerlerine isabet edenin bir benzeri onlara da isabet edecektir, demektir.

Nitekim onların büyükleri Bedir'de öldürüldü. Rızıkları da kesildi de yedi yıl kuraklık çektiler.

“Onlar Allah'ı âciz bırakamazlar.” Allah'ın (celle celâlühü) azâbından kaçamazlar. Sonra onlara rızkı yaydı da yedi yıl sonra (muhtaç oldukları yağmurlar) kendilerine yağdırıldı.

52

Bitmediler mi ki, Allah, rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğinden de kısar. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ibretler vardır.

“Kısar” daraltır. Denildi ki:

“Onu yaşayacak miktarda kılar. Bunda, rızkı kısanın ve artıranın ancak Azîz ve Celil olan Allah olduğuna inanan bir kavim için ibretler vardır.”

53

De ki: “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarını! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O çok mağfiret eden ve çok merhamet edendir.

Basra ekolü, Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklinde (.......) nın sukunuyladır.

“Kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarını.” Günahları işleme hususunda haddi aşmak ve taşkınlık göstermek suretiyle nefislerine karşı cinayet işleyen kullarını. “Ümidi kesmeyin.” Yeise düşmeyin. Ali ve Basralılara göre (.......) un esresiyledir.

Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü) şirk hariç- bütün günahları affetmek suretiyle basışlar. Peygamber (aleyhisselâm)’in kırâatında:

“Bütün günahları bağışlar, aldırmaz.” şeklindedir. Önem vermenin olumsuzlanmasmın bir benzeri:

Allah, bu şekilde azap etmenin akibetinden korkmaz.” Şems, 15. âyetindeki korkunun olumsuzlanmasıdır.

Denildi ki:

“Bu âyet, Hamza (radıyallahü anh) nın kâtili Vahşi hakkında inmiştir.”

Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) den şöyle rivâyet edilmiştir:

“Bu ayete karşılık olarak dünya ve içindekilerinin benim olmasını istemem. Mecmeu'z-Zevâid, 7, 100.

O günahların, büyüklerini bile örtmek suretiyle çok bağışlayan ve son derece kötü kederleri kaldırmak suretiyle de çok rahmet edendir.

54

Size azap gelip çatmadan evvel Rabbinîze dönün. O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.

“Rabbinîze dönün.” O'na tevbe edin “O'na teslim olun.” ibâdeti sırf O'nun (celle celâlühü) için yapın. Eğer azâbın inişinden önce tevbe etmediyseniz size yardım edilmez.

55

Kendiniz farkında olmayarak, ansızın başırııza azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun.

“Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun,” âyeti “Sözü dinlerler de onun en güzeline tabi olurlar.” Bu surenin 18. ayetidir. âyetinin bir benzeridir.

“Kendiniz farkında olmayarak, ansızın başırııza azap gelmezden önce....”

Yani siz farkında olmadığınız hâlde o size aniden gelir. Sanki siz aşırı gafletinizden dolayı hiçbir şeyden korkmuyorsunuz.

56

Kişinin: “Allah'a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay edenlerdendim.” diyeceği günden sakının.

Kişi (bunu) demesin diye. Nefis kelimesi nekre kılındı. Çünkü bununla kastolunan bazı nefislerdir. O da kafirin nefsidir, (olumsuzlukla) temayüz etmiş nefislerin kastedilmesi mümkündür. Bu, ya inkâr hususunda şiddetli ısrarla ya da büyük bir azapla olur. Çokluğun kastedilmesi de mümkündür. (.......) daki (.......) mütekellim (.......) sından bedeldir. Aslı üzere (.......) şeklinde ve bedel olan ve olunan arasında çoğul üzere (.......) şeklinde de okunmuştur.

“Aşırı gitmesinden dolayı...” kusur işlememden dolayı.

(.......) deki (.......) mastariyyedir. Onun bir benzeri “genişliğiyle...” Tevbe, 25. ve 118. deki (.......) dır.

Allah'a karşı...” Allah'ın (celle celâlühü) emri hususunda ya da Allah'a (celle celâlühü) ibâdet hususunda ya da onun zâtı hususunda...

Abdullah'ın kırâatında “Allah'ın zikrinde” şeklindedir.

(.......), yan, taraf, demektir. “Ben falanın yanındayım...” , “Falanın yan (organları) yumuşaktır.” denir. Daha sonra “hak” manasını kastederek, “hakkını alma hususunda güçsüz kaldı, kaybetti” dediler. Bu kinaye babmdandır. Çünkü sen kişinin yeri -mekânı hakkında bu işi sabitlediğinde bunda da sabitlemiş olursun. Nitekim şu hadis-i şerif de ondandır.

“Kişinin diğer bir kişi için namaz kılması gizli şirktendir.” Ahmed b. Hanbel, Müsned. 4, 181

Zeccâc şöyle demiştir:

“Onun manası, Allah'ın yolu hususunda kusurda bulunulmasıdır. O da onun tevhidi ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in peygamberliğinin ikrarıdır.”

“Alay edenlerdendim...” istihza edenlerdendim. Katâde şöyle demiştir:

Allah'a ibâdeti zayi etmesi oda yetmedi de sonunda onun ehlini alaya aldı”

(.......) hâl olmak üzere mahallen mensûbtur. Sanki şöyle demiştir: “Alaya alırken kusur işledim.” yani alaya alışımda kusur işledim, demektir.

57

Ya da “Allah, beni hidâyete erdirseydi -Bana doğru yolu gösterseydi - Allah'tan korkup kötülüklerden -şirkten- sakınanlardan olurdum,” demiş olmasın!

Ebû Mansûr Mâturîdî (rahmetüllahi aleyh) bu âyetin açıklaması babında diyor ki:

“İşte bu kâfir var ya bu, Allah'ın insanları hidâyete erdireceği meselesini Mu'tezile mensuplarından çok daha iyi biliyor.”

Öte taraftan bu kâfirler, kendilerine tabi olanlara:

Allah, bizi hidâyete erdirseydi, biz de sizi hidâyete erdirirdik.” 30 derler. “Evet, eğer Allah, bizi hidâyet yoluna muvaffak kılsaydı ve bizi doğru yola erdirmiş olsaydı, mutlaka biz de sizi o yola davet ederdik. Fakat bizim ezel ilminde dalaleti ve azgınliği seçeceğimiz bilinmiyordu. Bu nedenle de biz, rezil olduk ve muvaffak olamadık.”

Mu'tezileye gelince onlar da şöyle diyorlar:

“Aksine Allah, onları doğru yola erdirdi ve onlara muvaffakiyet de verdi. Fakat onların kendileri doğru yolu istemediler, aramadılar.”

Özetle demek gerekirse: “Esasen Allah, lütuf sâhibidir. Lütfundan kime ihsanda bulunulursa o, hidâyete ermiş olur. Kime de ondan verilmezse o da sapıtır ve azar, sapıkliğin içine batar. Bütün bu söylenen hidâyeti elde etmeleri mümkün iken onlar azâbı seçmeleri ve hakkı zayi etmeleri bu yüzdendir. “

58

Veya azâbı gördüğünde: “-Dünya hayatına yeniden- bir dönsem, sadece iyi işler yaparım” -muvahhitlerden olurum- demiş olmasın!

59

“Evet âyetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış, kibirlenmeye kalkışmış ve inkârcılardan olmuştun.”

(.......) Allah (celle celâlühü) tarafından ona verilen cevaptır. Sanki şöyle demektedir:

“Evet, âyetlerim sana geldi. Sana sapıklığa karşı hidâyeti, bâtıla karşı hak yolu açıkladım. Sana sapıklığa karşı hidâyeti seçme, bâtıla karşı hakkı seçme kabiliyeti verdim. Lakin sen bunları terkettin, zayi ettin. Onu kabul etmekten kibirlenerek kaçındın. hidâyete karşı dalaleti seçtin. Emredildiğin şeyin zıddıyla ilgilendin. Kaybetme işi senin, tarafından geldi. Öyleyse sana bahane de yok.”

(.......) ve (.......) takdir edatıyla meydana gelen olumsuzluğa karşı cevaptır. Çünkü: Allah bana hidâyet verseydi.” sözünün manası “hidayet vermedi” dit. Cevap ona bitişik olarak getirilmedi. Çünkü kişinin sözlerinin hikâyesinin, tertibine göre yapılması gerekmektedir. Daha sonra da aralarında cevabı gerektirenlere cevabın verilmesi gerekmektedir.

60

Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenleri görürsün. Onların yüzleri kararmıştır. Kibirlenenler için cehennemde barınacak bir yer mi yok!

Allah fuıkkında yalan söyleyenler: Ortak koşma ve çocuk edinme gibi O'na isnad edilmesi câiz olmayan şeylerle O'nu vasfedenler'“

(.......) mübtedadır. (.......) haberdir. Görme normal gözle olursa cümle hâl olmak üzere mahallen mensûbtur. Kalp ile olursa ikinci mef'ûldur.

“Barınacak bir yer,” kalınan yer, menzil.

“Kibirlenenler için...” bu “Kibirlenmiştin.” sözüne işarettir.

61

Allah, takva sahiplerini îmanları sebebiyle kurtuluşa erdirir. Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar.

Rehv yoluyla yapılan rivâyetle YakıuYa göre (.......) şeklindedir. “Takva sahiplerini...” şirkten korunanları. Allah (celle celâlühü), şirkten sakınanları felaha erdikleri hâlde yani kötülük ve üzüntüden uzak oldukları hâlde kurtarır. Bir şeyle kurtuluşa erdiğinde ve ondaki muradına nail olduğunda (.......) denir. (.......) in tefsiri; onlara hiçbir fenalık dokunmaz ve onlar mahzun da olmazlar, şeklindedir.

“Fenalık...” ateş. Sanki'Onların kurtuluşu nedir?'denilmiştir de, “Onlara fenalık dokunmaz.” yani kötülük ve üzüntüyü onlardan uzaklaştırmak suretiyle onları kurtarır, demektir.

Yani, onların bedenlerine eza kalplerine de tahkir dokunmaz.

Ya da kurtuluşları (zaferleri) sebebiyle onları kurtarır, demektir. Nitekim âyeti kerimede:

“Onların azaptan kurtulacaklarını zannetme.” 31 buyurulmuştur.

Yani onların ateşten necat bulacaklarını zannetme, demektir. Çünkü necat, felahın (kurtuluşun) en büyüğündendir. Onların kurtuluş sebebi sâlih ameldir.

Bu sebepten dolayı İbni Abbâs (radıyallahü anh);

(.......) kelimesini “İyi ameller” şeklinde tefsîr etmiştir.

“Kurtuluşları sebebiyle...” şeklinde yapılan bir tefsîr de câizdir.

Çünkü sâlih ameller kurtuluş sebebidir. O da cennete girmektir. Sâlih amelinde “kurtuluş” olarak adlarıdırılması câizdir. Çünkü o, onun sebebidir. Birinci tefsire göre “Onlara dokunmaz” cümlesinin i'rabta yeri yoktur. Çünkü o başlarıgıç sözüdür.

İkincisine göre ise hâl olmak üzere mahallen mensûbtur. Hafs'ın dışındaki Kufe'lilere göre (.......) şeklindedir.

62

Allah her şeyin yaratanıdır ve O, her şeye vekildir.

Allah herşeyin yaratıcısıdır.” Mu'tezile'ye ve Seneviyye fırkasına cevaptır. “Herşeye vekildir... “herşeyin koruyucusudur.

63

Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.

Allah (celle celâlühü), onların işinin sâhibidir ve O (celle celâlühü), onların koruyucusudur. Bu kinaye babındandır. Çünkü hazinelerin koruyucusu ve onların işini düzenleyen, onların anahtarlarına şahib olandır. Onların “falarıa mülkün anahtarlarını attım” sözü de bundandır. (.......) anahtarlar, demektir. Tekili (.......) dur. Denildiki:

“Bu lafızdan onun tekili yoktur.” Kelimenin aslı Farsça'dır.

Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, işte onlar hüsrana uğrayanlardır. “sözü Allah takva sahihlerini kurtuluşa erdirir.” sözüne bitişiktir.

Yani Allah (celle celâlühü), sâlih amelleri sebebiyle takva sâhiblerini kurtuluşa erdirir, inkâr edenler ise hüsrana uğrayanlardır, demektir. İkisi arasına “O'nun herşeyin yaratıcısı olduğu..” (cümlesini) sokmuştur. Dolayısıyla O (celle celâlühü) herşeyi gözetleyendir. Mükelleflerin oradaki amellerinden ve onlara mukabil görecekleri cezâ ya da mükâfattan ve kapısını açanın Allah (celle celâlühü) olduğuna dair onu takip eden şeyi ikisi arasına sokmuştur. İşin böyle olduğunu inkâr edenler ise, işte onlar hüsrana uğrayanlardır. Denildi ki:

Osman (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den: Göklerin ve yerin anahtarı O'nundur.'âyetinin tefsirini sordu da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

- “Ey Osman! Senden önce bana onun hakkında hiç kimse sormadı. Onun tefsiri: Allah'tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür, Allah'ı hamdiyle teşbih ederim, Allah'tan bağışlanmamı talep ederim, kuvvet ve kudret ancak Allah'a âittir. O evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır, hayır O'nun yedi kudretindedir. Diriltir ve öldürür. O herşeye kâdirdir.” Beyhaki, El-Esma ve's-Sıfat, 1,41; Heysemi, Mecmeü'z-Zevctid, 1, 115.

Buna göre tevili, bu kelimeler Allah'a (celle celâlühü) âittir. Onlarla birlenir ve övülür. Onlar, göklerin ve yerin hayrının anahtarıdır. Müttakilerden kim onları okursa karşılığını görür. Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini, birleme ve övme kelimelerini inkâr edenler ise, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.

64

Deki: “Ey câhiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?”

Seni babalarının dinine çağıran kişiye de ki.

Mekke kırâatine göre (.......) şeklindedir. Şam kırâatine göre, (.......) şeklindedir. Medine kırâatine göre de (.......) şeklindedir. (.......) kavli (.......) ile mensubtur. (.......) ara cümledir. Manası: “Bu açıklamadan sonra sizin emrinizle Allah'tan (celle celâlühü) başkasına mı kulluk edeyim?” şeklindedir.

“Ey câhiller...” Allah'ın (celle celâlühü) birliğini bilmeyenler.

65

(Ey Resûlüm Muhammed!) Andolsun ki sana da senden önceki (peygamberlere de (şu hususallallahü aleyhi ve sellem) vahyolunmuştur. Andolsun ki (eğer) Allah'a ortak koşarsan, işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun.

“Senden öncekilere...” senden önceki peygamberlere (asm) Allah'a (celle celâlühü) ortak koşarsan ortak koşmadan önce işlediğin ameller boşa gider.

Kendilerine vahyedilenler topluluk olmalarına rağmen tekil olarak Allah'a ortak koşarsan...” denildi. Çünkü manası, sana vahyolundu ki, eğer ortak koşarsan amelin boşa gider. Senden öncekilere de böyle vahyolundu, şeklindedir. Birinci (.......) hazfedilmiş yeminin göstergesidir. İkinci (.......) ise cevap (.......) ıdır. Bu cevap, iki cevap yerine geçmektedir. Yeminin ve şartın cevaplarını kastediyorum. Peygamberlerinin ortak koşmayacağını bildiği hâlde Allah'u Teâlâ’nın bu sözü söylemesi doğrudur. Çünkü hitap Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) edir. Bununla kastedilen İse, ondan başkasıdır. Çünkü bu farzedilmesi şeklindedir. Muhal olan şeylerin farzedilmesi doğrudur.

“Sır hakkında benden başkasına bilgi verirsen aramızdaki sır kalkar.” denilmiştir.

66

Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.

İlahlarına ibâdet edilmesiyle ilgili emrettikleri şeye cevaptır. Sanki şöyle demiştir:

“Sana ibâdet etmeni emrettikleri şeye ibâdet etme. Bilâkis ibâdet edersen Allah'a ibâdet et.”

Şart hazfedildi, onun yerine mefûl öne geçirildi. Allah'ın seni, Âdemoğlunun efendisi kılması İle ilgili ihsan ettiği nimete karşı şükredenlerden ol.

67

Onlar, Allah'ı gereği takdir edemediler. Hâlbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler, O'nun sağ eliyle durulmuş olacaktır. O müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.

“Onlar, Allah'ı gereği ve layıkı veçhile takdir etmediler.” O'nu (celle celâlühü) hakkıyla tazim etmediler, yüceltmediler. Zira onlar, seni, O'ndan (celle celâlühü) başkasına çağırdılar. İnsan, büyük bir şeyi tanıyıp yüceltirse: Allah'ı gereği ve layıkı veçhile takdir etmediler.” denir. Daha sonra tasvir yoluyla onların dikkatini azametine ve şanının büyüklüğüne çekti. Şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasar ruf undandır. Gökler onun sağ eliyle durulmuş olacaktır.” Bu sözle kastedilen “tutma” ve “Sağ el” gibi kavramları ne hakiki manasına ne de mecâzî manasına yormaksızın, tamamını ele aldığında göreceksin ki Allah'ın (celle celâlühü) azametinin tasviridir ve O'nun (celle celâlühü) kuvvetinin mahiyetini bildirmektir, başkası değil.

“Yeryüzü” nden maksat yedi kat yerdir.

Buna “bütün” gökler” sözleri ve yerin tazim yeri olması -ki o mübalağayı gerektirmektedir- şâhitlik etmektedir. (.......) mübteda, (.......) haberdir. (.......) hâl üzere mensûbtur.

Yani kıyamet gününde yeryüzü, O'nun (celle celâlühü) tutmasıyla durulmuş olduğu hâlde, demektir.

(.......) bir sıkma, bir tutma demektir. (.......), avuçla tutulan miktar, tutam demektir. “Bana şundan bir tutam ver” denir. Mastar olarak söylenmesine rağmen bununla kabze (tutam) manası kastedilmiştir. Her iki mana da muhtemeldir. Mana; yerlerin tamamı O'nun (celle celâlühü) kabzasıdır.

Yani, onların tamamı O'nun (celle celâlühü) tek bir tutumuyla tutulmuştur.

Yani büyüklüğüne ve genişliğine rağmen yerler O'nun (celle celâlühü) tutmalarından ancak birine ulaşabiliyor. Sanki O (celle celâlühü) onları tek bir avuçla, bir tutumla tutuyor. “Deve Lokman'ın yiyeceğidir.” dediğin gibi.

Yani, “Onun yiyeceğidir. “sözüyle, onun yiyeceklerinden sadece birini kastediyorsun, demektir.

“Kabza” manası, kastedildiğinde bu (mana) açıktır. Çünkü mana, yerlerin tamamı, tek bir avuçla tuttuğu miktardır, şeklindedir. “yaymak” kelimesinin zıddı “dürmek” kelimesindendir.

“O gün göğü yazı tomarlarını dürer gibi düreriz.” Enbiyâ', 104. Kavli şerifindeki gibi... Yazı tomarlarını dürenin âdeti onu sağ eliyle dürmesidir. Denildi ki:

“O'nun kabzası, men edeni ve karşı geleni olmaksızın O'nun (celle celâlühü) mülküdür.”

“Sağ eliyle...” sözü de O'nun (celle celâlühü) kudretiyle demektir. Yine denildi ki:

“Sağ eliyle durulmuştur. “(sözü) yeminiyle yok olacaktır', manasınadır. Çünkü o, onların yok olacağına yemin etmiştir.

“O müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” O'nun (celle celâlühü) kudreti ve azameti onların ortak koşmasından ne kadar da uzak. O (celle celâlühü) kendisine izafe edilen ortaklardan ne kadar da yüce.

68

Sur'a üflenince Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra ona bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakakalacaklardır.

Allah'ın diledikleri...” yani Cebrâîl, Mikail, İsrâ'fil ve Ölüm Meleği (asm). Denildi ki:

“Onlar arşı taşıyan melekler, Rıdvan, Huriler, Mâlik ve Zebanilerdir.”

(.......) cümlesi mahallen merfûdur. Çünkü mana; “Sur'a bir üfürüş üflendi, sonra ona ikinci bir üfürüş üflendi” , şeklindedir. “üfürüş” kelimesi, (.......) kelimesinin ona delaletinden ve mekânının dışında zikredilmesi sebebiyle bilinmesinden dolayı hazfedildi.

“Hemen ayağa kalkıp bakakalacaklardır.” önemli bir meseleyle karşılaştıklarında dehşete düşen kişilerin bakışıyla gözlerini etrafa gezdirirler. Ya da Allah'ın (celle celâlühü) haklarındaki emrini gözlerler.

Âyet üfürüşün iki kere olacağına delalet etmektedir. Birincisi korku içindir. Nitekim âyet-i kerime de:

“Sur'a üfleneceği gün Allah'ın diledikleri dışında göklerde ve yerde bulunanların herbiri korku içinde kalır.” buyurulmuştur. İkincisi ölüm için, üçüncüsü de diriliş içindir.

69

Yeryüzü Rabbinin nuru ile aydınlanır. Kitap konular, peygamberler ve şâhitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm verilir. Onlara asla zulmedilmez.

“Rabbinin nuru İle...” adaletiyle. Adaletli hükümdar için istiâre yoluyla şöyle denir: “Adaletinle ufaklar aydınlandı. Adaletinle dünya aydınlandı.” “Falanın zulmüyle beldeler karardı.” denildiği gibi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zulüm kıyamet gününde zulmetlerin sebebidir.”

İsmini yeryüzüne izafe etmesi, onda adaletini yayması, adalet terazilerini kurması ve halkı arasında hakla hükmetmesi suretiyle onu süslemesi sebebiyledir. Beldeler için adaletten daha üstün bir süs, ondan daha üstün mamur kıları bir şey yoktur. İmâm Ebû Mansûr Mâturîdî (radıyallahü anh) şöyle diyor:

Allah'ın bir nur yaratması ve onunla arasat meydanım aydınlatması mümkündür.”

Onun Allah'u Teala'ya izafesi, Allah'ın (celle celâlühü) evi, Allah'ın (celle celâlühü) devesi sözlerinde olduğu gibi tahsis içindir.

“Kitap” amel defterleri demektir. Ancak cins ismi söylemekle yetindi. Ya da levhi mahfuzdur. Peygamberler, risâletin tebliği ve kavimlerinin kendilerine verdiği cevap hakkında rableri kendilerine sorsun diye getirilirler.

“Şâhitler” hafaza melekleridir. Denildi ki:

“Onlar, yaşadıkları devirdeki halka şâhit olan iyi kimselerdir.”

“Aralarında...” kullar arasında “hakkaniyetle “adaletle..

“Onlara asla zulmedilmez” âyeti adaletin ispaüyla başlattığı gibi zulmün yokluğuyla bitirdi.

70

Herkes ne yaptıysa, tamamen karşılığı verilir. Aslında Allah, onların ne yaptıklarını en iyi bilendir.

Herkese yaptığının karşılığım verilir. Aslında Allah (celle celâlühü), kitap ve şâhit olmaksızın onların yaptıklarını en iyi bilendir. Denildi ki:

“Bu âyet'onlara asla zulmedilmez'sözünün açıklamasıdır.

Yani, herkese hayır ve şer olarak yaptıklarının karşılığı verilir. Ne şerre ilave edilir, ne de hayırdan azaltılır.”

71

O inkâr edenler, bölükler hâlinde cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman oranın kapıları açılır. BekCinleri onlara “size içinizden Rabbinizin âyetlerim okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?” derler. (İnkârcılar da:) “Evet, geldi.” derler. Ama azap sözü kâfirlerin üzerine hak olmuştur.

İnkar edenler sert bir şekilde cehenneme sürülürler. Hapse ya da öldürülmeye sevkedildiklerinde esirlere ve sultana karşı gelenlere yapıldığı gibi.

(.......) hâldir.

Yani birbiri peşi sıra ayrı ayrı gruplar hâlinde oldukları hâlde demektir. Kûfelilere göre her ikisinde de (.......) şeklinde şeddesizdir.

“Kapıları...” onlar yedi tanedir. “BekCinleri...” yani cehennemin muhafızları. Onlar cehennemliklere azâb etmekle görevli meleklerdir. “İçinizden...” ademoğu 11 arından “Bu güne...” bu vakte. Bu onların cehenneme girme vaktidir, kıyamet günü değil.

“Evet... -bize geldiler ve bize okudular- derler. Ama azap sözü kâfirler üzerine hak olmuştur.”

Yani onlar Allah'ın (celle celâlühü), “cehennemi dolduracağım” sözü amellerinizin kötülüğü sebebiyle bize vâcib olmuştur, derler.

“Bahtsızliğimız bizi yendi. Biz, sapık bir topluluk olduk.” Mü'minûn, 106. dedikleri gibi, azap kelimesini gerektiren amellerini zikrettiler. O da, inkâr ve sapıklıktır.

72

Onlara: “İçinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötü.” denilir.

(.......) hâldir. Takdir edildiği hâlde, demektir.

Yani ebedilikleri takdir edilenler olarak, demektir. (.......) deki (.......) cins içindir. Çünkü (.......) nin fiili de cins için olan (.......) ile ma'rife olur. Ya da onun bir benzerine muzaf olur. Mahsus bizzem hazfedilmiştir. Takdiri ise, “Kibirlenenlerin yeri cehennem ne kötü.” şeklindedir.

73

Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük cennete sevkedilir. Oraya varıp da kapıları açıldığında onlara: “Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya.” derler.

“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük cennete sevkedilirler.” Kastolunan, onların binitlerinin şevkidir. Çünkü onlar, bazı sultanlar nezdinde ikram ve itibar gören heyetlere yapıldığı gibi ikram ve razılık yurduna ancak binitlerine binmiş olarak götürülürler. Bu (.......) kendisinden sonra cümlelerin hikâye olunduğu şeydir, (yani (.......) burada başlarıgıç edatıdır. Kendisinden sonra gelen cümle de başlarıgıç cümlesidir, i'rab yönüyle kendisinden öncesine taallûku yoktur) ondan sonra hikâye olunan cümle şart cümlesidir. Ancak onun cevabı hazfedilmiştir. Çünkü o, cennet ehlinin sevabı niteliğindedir. Dolayısıyla onun hazfedilmesin onun nitelendinlemeyecek bir şey olduğuna delil kılınmıştır. Zeccâc şöyle demiştir: “Bunun takdiri; oraya varıp da kapıları açıldığında bekCinleri onlara: “Selâm size, tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya” derler. Onlar da oraya girerler, şeklindedir.” “Oraya girerler” sözü hazfedilmiştir. Çünkü sözde buna delil vardır. Bir gurup da: “Oraya geldiklerinde gelirler ve onun kapıları açılır” demiştir.

Onlara göre “Oraya gelirler” sözu hazfedilmiştir. Mana; oraya vardıklarında, onların varışıyla onun (cennetin) kapılarının açılışı birlikte meydana gelir, şeklindedir. Denildi ki: “Cehennem kapıları, ancak cehennem halkının oraya girişi esnasında açılır. Cennet kapıları ise (onlar oraya gelmeden) daha önce açılır.

Nitekim âyeti kerime de:

“Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır.” Sad, 50. buyurulmuştur. Bu sebepten dolayı (.......) la getirildi. Sanki şöyle buyurdu:

“Oraya vardıklarında ve (cennet) kapıları açıldığında isyan kirlerinden tertemiz olduğunuz ve hata pisliklerinden temizlendiniz.”

Zeccâc şöyle demiştir:

Yani, siz dünyada temiz kişilerdiniz.

Yani siz pis işlerin sâhibi olmadınız, demektir.”

İbni Abbâs şöyle demiştir:

“Cennet size mübarek olsun.”

Cennete girişe, faziletli olmayı ve temizliği sebep kıldı. Çünkü orası faziletli kişilerin yurdu ve temiz kişilerin mekânıdır. Allah (celle celâlühü) orayı her türlü pislikten ve her türlü kirlilikten salim kılmıştır. Dolayısıyla oraya ancak ona uygun olan ve onun sıfatıyla sıfatlanmış olanlar girebilir.

74

Onlar: “Bize verdiği sözde sâdık olan ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna varis kıları Allah'a hamd olsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş.” derler.

Dünyada iken âhiret nimetlerine dair bize vaadettiği vadini yerine getirdi.

(.......) (burada) cennet yurdudur. Oraya varis olurlar.

Yani oraya sahip olurlar ve oranın sahipleri kılınırlar. Varisin haline, miras aldığı şeydeki tasarrufuna ve ondaki serbestliğine benzetilerek, oradaki tasarrufları kayıt ve şart altına alınmamıştır, diledikleri şekilde (tasarruf etmeleri) serbest bırakılmıştır.

(.......) hâldir. “Dilediğimiz yerinde oturacağım bu cennet.”

Yani herbir kişi için genişliği ve ihtiyaca göre artırımı vasıflanamayan bir cennet vardır. İşte kişi o cennette dilediği yere yerleşir, karar kılar. Dünyada iken iyi amelde bulunanların mükafatı cennet ne güzelmiş.

75

Melekleri görürsün ki Rablerine hamd ile teşbih ederek arşın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve “Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.” denilmiştir.

(.......) den hâldir.

Yani arşın etrafını kuşatmış oldukları hâlde demektir. (.......) sonun başlarıgıcı içindir. (.......) deki zamîrden hâldir.

“Rablerine hamd ile...”

Yani (.......) derler. Ya da (.......) derler. Bu, mükellef olmadıklarından dolayı ibâdet için değildir, lezzet almak içindir.

“Aralarında...” Peygamberlerle ümmetleri arasında ya da cennet ahalisiyle cehennemlikler arasında, “hakla” yani adaletle hükmedilmiştir. “Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.” denilmiştir.

Yani cennet ahalisi cennete girdiklerinde şükür olsun diye (bunu) derler. Artık Allah'ın (celle celâlühü);

“Dualarının sonu da'Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun'demeleridir.” Yûnus, 10. buyurduğu gibi, onlara verdiği vaad tamamlanmıştır.

Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem), her gece Beni İsrâ'il ve Zümer surelerini okurdu. Tirmizî, 6, 68; Tirmizî, 3402; Hakîm, 2, 434.

0 ﴿