MÜ’MİN SÛRESİ

Mü'min Sûresi Mekke'de nâzil olmuştur. Seksen beş ayettir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan yapılan rivâyete göre (.......) le başlayan yedi surenin hepsi Mekke'de nâzil olmuştur.

1

Ha-Mîm.

Hamza, Ali, Halef, Yahya ve Hammad'a göre bu ve bundan sonraki (.......) ler imale iledir. Medine ekolüne göre üstün ile esre arasında okunur, diğerlerine göre ise, üstün okunur.

İbni Abbâs (radıyallahü anh) den:

“O Allah'ın ismi azamidir.” diye rivâyet edilmiştir.

2-3

Bu kitabın indirilmesi, mutlak galip, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan tevbeyi kabul eden, azâbı çetin, lütuf sâhibi Allah tarantıdandır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur, dönüş ancak O'nadır.

“Kitabın indirilmesi...” yani bu kitabın indirilmesidir. “....Mutlak galip...” Yalan uyduranları O'na (celle celâlühü) karşı yalan uydurmaktan hakim gücüyle menedendir. “....Hakkıyla bilen...” onu tasdik edeni ve yalanlayanı bilen. Bu, müşrikler için bir tehdit, mü’minler için de bir müjdedir. “....Günahı bağışlayan...” mü'minlerin günahını örten “....tevbeyi kabul eden...” dönenlerin tevbesini kabul eden. “....Azâbı çetin...” muhalif olanlara karşı azâbı çetin. “....Lütuf sâhibi...” ariflere karşı ihsan sâhibi, ya da her şeyde zenginlik sâhibidir.

İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etmiştir:

“Günahı bağışlayan ve tevbeyi kabul eden (sözleri) Allah'tan başka ilâh yoktur diyenler içindir. Azâbı çetin sözü ise Allah'tan başka ilâh yoktur sözünü söylemeyenler içindir.”

(.......) ile (.......) ve (.......) kelimeleri, dönüş manasına gelen kardeş kelimelerdir. (.......) da zenginlik ve fazilet olarak nasıl farklı farklı geldiler?” dersen derim ki:

(.......) ve (.......) sözleri ma'rifedirler. Çünkü o ikisiyle fiilin meydana gelişi kastedilmemiştir ki (.......) ve (.......) kelimeleri Mef’ûl takdirinde olsun. Dolayısıyla onların izafeti hakiki değildir. Bununla bunun varlığı ve devamı kastedilmiştir.

Azâbı çetin'sözü ise, (.......) azâbı şiddetli'takdirindedir. Dolayısıyla nekre arasında bulduğunda onların hepsinin sıfat değil bedel olduğunu bildiririm, denilmiştir.”

Yine: “Bir nekreyi ma'rifeler arasında bulduğunda onların hepsinin sıfat değil bedel olduğunu bildiririm” denilmiştir.

(.......) sözünün başına (.......) ın getirilmesi bir nükteden dolayıdır. O da; tevbekar günahkar için iki rahmetin bir araya getirilişinin ifadesidir. Tevbesini kabul edip onun (günahlarının) lehine sevap olarak yazması ve onun (tevbeyi) hiç işlenmemiş gibi günahları silip süpüren kılmasıdır. Sanki şöyle demiştir:

“Marifeti ve tevbenin kabulünü bir araya getiren.”

Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), Şam halkından olan güçlü kuvvetli birini kaybetmişti. Onu aradı (ve kendisinden haber aldı.) Hazret-i Ömer'e (radıyallahü anh):

-İçkiye dadandı, denildi. Ömer (radıyallahü anh), katibine:

- “Yaz Ömer'den falarıa: Sana selâm olsun. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'ı, sana övüyorum. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Hâ - Mim. Dönüş ancak O'nadır.” dedi. Mektubu mühürledi ve elçisine:

- “Bunu onu ancak ayık bulduğunda ver.” dedi. Sonra yanındakilere onun tevbe etmesi için dua etmelerini emretti. Mektup ona geldiğinde bir taraftan onu okuyor, diğer taraftan da:

- Allah bana beni bağışlayacağını vadetti ve beni azâbından sakındırdı, eliyordu. Bunu defalarca tekrarladı. Sonunda ağlamaya başladı. Sonra bu işi bıraktı. Güzel de bıraktı ve tevbesini de güzel yaptı. Onun işi Ömer (radıyallahü anh)’e ulaşırıca:

- “Kardeşinizin ayağının kaydığım gördüğünüz de işte böyle yapın. Onu tutun. Durdurun, bağışlaması için Allah'a dua edin. Onun aleyhine şey tana yardımcı olmayın.” Ebû Nunynı. HİLYE. 4, 97.

(.......) de aynı şekilde (.......) nin sıfatıdır. Başlarıgıç cümlesi olması da mümkündür. (.......) dönüş demektir.

4

İnkâr edenler müstesna hiç kimse Allah'ın âyetleri hakkında tartışmaz. Öyle ise onların şehirlerde gezip dolaşması seni aldatmasın.

Onları yalanlamak ve inkâr etmek suretiyle âyetler hakkında tartışmaz. Nitekim âyeti kerimedeki:

“Hakkı batılla gidermek için boş yere mücadele ettiler.” sözü de buna delalet etmektedir. Ancak karışıklıklarını izah etmek, müşkillerini çizmek, manalarını açığa çıkarmak ve onlarla sapıkları reddetmek için onlar hakkında yapılan tartışmalar Allah (celle celâlühü) yolunda yapılan en büyük cihaddır. “Onların şehirlerde dolaşması seni aklatmasın.” Onların canlı alışverişlerle ve kârlı kazançlarla çok kâr elde etmiş olarak sağ salim dolaşması seni aldatmasın, çünkü onların işinin akibeti azâba gitmektedir. Daha sonra bunun nasıl okluğunu açıklayarak onlardan önceki yalanlayan milletlerin helâk edildiğini bildirdi ve şöyle buyurdu:

5

Onlardan önce, Nûh kavmi ve bunlardan sonraki topluluklar da (peygamberlerini) yalanladılar, her ümmet kendi peygamberini yakalanaya azmetmişti. Batılı hakkın yerine koymak için mücadele ettiler. Bunun üzerine ben onları yakaladım. İşte (bak) cezâlarıdırmam nasılmış gör.

Nûh kavmi, Nûh (aleyhisselâm) ı yalanladı. “Sonraki topluluklar...” Nûh kavminden sonra peygamberlere karşı guruplaşan ve onlara harp ilân edenlerdir. Onlar; Âd, Semûd, Lût kavmi ve onlardan başkalandır. “Her ümmet peygamberini yakalanaya azmetmişti. “Bu ümmetlerden her biri -ki onlar: Nûh (aleyhisselâm) kavmi ve sonraki topluluklardır- peygamberlerine karşı gelip öldürmeye azmetmişti. (.......), esir, demektir. “Bâtılı hakkın yerine koymak için...” îmanı küfürle gidermek için.

Mekke ekolü ve Hafs'a göre (.......) deki (.......) idgamsızdır.

Şunu kasdetmektedir: “Onlar, onu (peygamberlerim) yakalanayı kastettiler. Bunun üzerine ben de onların cezâsını, peygamberleri yakalanayı istemelerine uygun bir şekilde onları yakalanak ve cezâlarıdırmak şeklinde verdim.”

Ya'kûb'a göre (.......) şeklinde (.......) iledir, “İşte bak cezâlarıdırmam nasılmış gör.”

Yani sizler, onların beldelerine uğruyorsunuz ve onların işlerini görüyorsunuz demektir. Bu içinde şaşkınlık veren bir mananın bulunduğu açıklamadır. (Müşriklerin hala ders almamasından dolayı işitenlere şaşkınlık veren bir mana.)

6

İnkâr edenlerin cehennem ehli olduklarına dair Rabbinin sözü böylece gerçekleşti.

Medine ve Şam kırâatine göre (.......) şeklindedir. (.......) mahallen merfûdur. (.......) den bedeldir.

Yani, kâfirlere cehennem ashâbıdan olmaları bu gereklilikler gibi gerekli olmuştur. Manası; “Dünyada iken kökünden koparıp atan bir azapla yok edildikleri gibi, âhirette de cehennem azâbıyla azap edilmeleri vâcib olmuştur” , şeklindedir.

Ya da sebep (.......) ının hafsı ve fiilin bitiştirilmesi ile mahallen mensubtur. “İnkar edenler...” Kureyş'tir. Manası; “O ümmetlerin helâk edilmesi vâcib olduğu gibi, aynı şekilde bunların da helâk edilmeleri vâcib olmuştur.” Çünkü onları tek bir sebep biraya toplamaktadır. O da onların cehennem ashâbından olmalarıdır. (.......) den sonra durulmalıdır. Çünkü eğer geçilirse “Onlar, arşı taşıyan, cehennem ashâbıdır.” manası ortaya çıkar.

Yani, arşı taşıyanlar ve onun etrafını kuşatanlar -ki onlar da meleklerin büyükleri için kerubiyyun'dur- cehennem ashâbı için sıfat olurlar. Bunun yanlışliği da ortadadır. .

7

Arş'ı yüklenenler ve bir de onun çevresinde bulunan (melekler) Rablerini hamdile teşbih ederler. O'na îman ederler. Mü'minlerin de bağışlanmasını isterler. “Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin herşeyi kuşatmıştır. O hâlde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla. Onları cehennem azâbından koru (derler).”

Rivâyet edildiğine göre arş'ı taşıyan meleklerin ayakları en aşağı arzda, başları da arş'ı delip geçmiştir. Böyle oldukları hâlde onlar huşu sâhibidirler, gözlerini kaldırıp bakmazlar. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyu rul muş tur:

Allah'u Teala bütün meleklere, diğer meleklere karşı üstün olmaları sebebiyle arşı taşıyan meleklere sabah akşam selâm vermelerini emretmistir.”

Denildi ki:

“Arşın etrafında tehlil ve tekbir getirerek tavaf eden yetmiş bin sâf melek vardır. Onların gerisinde ellerini omuzlarına koymuş, ayakta tehlil ve tekbir getiren yetmiş bin sâf melek vardır. Onların gerisinde de sağ ellerini sol elleri üzerine koymuş, her biri birbirinden farklı, teşbihlerle teşbih eden yüz bin saf (daha) vardır.”

(.......), mübtedanın haberidir. O da (.......) dır.

“Rablerini hamd ile...” yani O'nun hamdiyle birlikte, demektir. Çünkü (.......) onların teşbihlerinin hamd ile olduğuna delalet etmektedir. “Ona îman edenler...” Arşı taşıyan ve arşın etrafında hamdiyle teşbih eden meleklerin îman ettiğini bildiğimiz hâlde bunun (zikredilmesinin) faydası, imanın şerefini ve üstünlüğünü ortaya koymak ve O'na tesbih etmektir. Bu sebeple peygamberleri Kur'ân'ın birçok yerinde dürüstlükle vasfetmiştir.

(.......) onlar'vardır. Bu söz hâldir. “Senin rahmet ve ilmin herşeyi kuşatmıştır.” Mana da herşeyi kuşatan rahmet ve ilimdir. Zira aslı, senin rahmetin ve ilmin herşeyi kuşatmıştır, şeklindedir. Lakin fiil, rahmetin ve ilmin sâhibine isnad edilmek suretiyle ve O'nun, rahmet ve ilimle nitelendirilmesi hususunda mübalağa olsun diye temyiz olmak üzere mensûb kılınmaları suretiyle söz aslından kaydınldı. “O hâlde tevbe edenleri bağışla.”

Yani rahmet ve ilmin zikrine uygun olması için onlardan tevbe edeceğini bildiğin kişileri bağışla. “Senin yoluna girenleri...” yani davet ettiğin hidâyet yoluna girenleri demektir.

8

Rabbimiz! Onları da onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanları da kendilerine vadettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz Azîz ve Hakîm olan sensin.

(.......) Nasb makammdadır. (.......) deki ya da (.......) deki (.......) üzerine atıftır. Mana; “onlara vadettiğin, onların babalarından sâlih olanlara da vadettiğin...” şeklindedir.

“Azîz ve Hakîm olan sensin.”

Yani mağlub olmayan sultansın. İktidar ve kudretine rağmen sen hikmetsiz hiçbirşey yapmazsın. Senin hikmetinin icabı da vadini yerine getirmektir.

9

Bir de onları her türlü kötülüklerden koru. Sen kimi kötülüklerden korursan o gün muhakkak ki onu rahmetine mazhar kılmışsındır. Bu en büyük kurtuluştur.

Kötülüklerin karşılığından kurtulmuşsundur ki, o da cehennem azâbıdır. “Bu en büyük kurtuluştur.” yani azâbm kaldırılması en büyük kurtuluştur.

10

İnkâr edenlere şöyle nida edilir: Allah'ın gazâbı, sizin kendinize olan gazâbınızdan daha büyüktür. Zira siz îmana davet ediliyorsunuz, fakat inkâr ediyorsunuz.

“İnkar edenlere...” kıyamet gününde cehenneme girdiklerinde ve nefislerine kızdıklarında cehennem muhafızları onlara şöyle nida eder: Allah'ın gazâbı, sizin kendinize olan gazâbınızdan daha büyüktür.”

Yani, Allah'ın (celle celâlühü) sizin nefislerinize karşı olan gazâbı, sizin kendi nefislerinize karşı olan kızgınliğinızdan daha büyüktür. Bunu bir defa söylemekle yetindi.

(.......), buğzun en şiddetlisidir. Zemahşeriye göre, (.......) cümlesi birinci (.......) ile mensûbtur. Mana: “Onlara kıyamet gününde şöyle denir: Peygamberler sizi îmana çağırdığında siz onu kabulden imtina ediyor ve ona karşı küfrü seçiyordunuz. İşte Allah'ın sizin kötülüğü ve inkârı emreden nefsinize karşı o zaman ki buğzu isteklerine uymak suretiyle cehenneme girdiğiniz bugün, cehennem de olduğunuz hâlde sizin onlara olan buğzunuzdan daha şiddetlidir.” Denildi ki:

'Allah'ın şu an size olan buğzu, sizin birbirinize olan buğzunuzdan daha büyüktür.” Nitekim âyeti kerime de de:

“Daha sonra kıyamet gününde birbirinizi inkâr eder ve birbirinizi larıetlersiniz.” Ankebut, 25. buyurulmuştur.

“Zira siz îmana davet ediliyorsunuz.” sözü sebeptir. Camiul İslam ve başka kitaplarda şöyle denilmiştir: (.......) gizli bir fiille mensûbtur. Buna (.......) sözü delalet etmektedir.

Yani îmana çağırıhp inkâr ettiklerinde Allah (celle celâlühü) onlara buğzeder. Birinci (.......) ile mensûb olmaz. Çünkü (.......) mastar olduğu hâlde mübtedadır. Haberi de (.......) dur. Bu da (.......) de amel etmez. Çünkü mastardan haber verildiğinde ona sılası olacak hiçbirşeyin taallûku için câiz değildir. Ondan haber vermek tamamını bildirmektir. Ona taallûk eden şey ise noksanını haber verir. Zamanlar farklı olduğu için ikinci (.......) ile de mensûb olmaz. İşte onlar, cehennemde nefislerine buğzederler. Hâlbuki dünyada iken îmana davet edilmişlerdi de inkâr etmişler, küfür üzerinde ısrar etmişlerdi.

11

Onlar: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarınıızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mı?” derler.

“Bizi iki defa öldürdün, iki defa diriltin.”

Yani iki öldürmeyle ve iki diriltmeyle. Ya da iki ölümle ve iki hayatla, demektir. İki öldürmeyle, onların önce ölü olarak yaratılmalarını sonra da ecelleri geldiğinde öldürülmelerini kastetmiştir. Ölü olarak yaratılmalarının (.......) olarak adlarıdırılması doğrudur. “Sivrisineğin cismini küçülten, fiilin cismini büyülten zâtı teşbih ederim.” denilmesinin doğru olduğu gibi. Orada büyülttü sözünden küçülttüye, küçülttü sözünden büyülttüye doğru bir nakil söz konusu değildir. Bunun sebebi de büyüklüğün ve küçüklüğün yapılmış tek bir şeyde câiz olmasıdır. Yapan kişi câiz olandan birinci seçtiğinde yapılan şeyi câiz olan diğerinden değiştirmiş olur. Onu değiştirmesi, onu ondan nakletmesi gibidir. İki diriltme ile de birinci diriltilişin dünyada, ikinci diriltilişin diriliş gününde olduğunu kastetmiştir. Buna:

“Sizler ölü idiniz sizi diriltti, sonra sizi öldürdü, sonra sizi (tekrar) diriltti” Bakara, 28. âyeti delalet etmektedir.

Denildi ki: “Birinci ölüm dünyadadır. İkincisi ise sual için diriltildikten sonra kabirdedir.”

Birinci diriltme, ölümden sonra sual için kabirdeki diriltmedir, ikincisi ise diriliş (günü) için olandır.

“Günahlarınıızı itiraf ettik.” öldürme ve diriltme fiillerinin, üzerlerinde tekerrür ettiğini gördüklerinde Allah'ın (celle celâlühü), sıfırdan yaratmaya kâdir olduğu gibi tekrar yaratmaya da kâdir olduğunu bildiler. Diriliğin inkarı ile ilgili işledikleri günahları ve ona tabi olan diğer isyanlarını itiraf ettiler. “Bu ateşten çıkmaya yol var mı?” dediler.

Yani,'Er ya da geç kurtulmamız için herhangi bir kesin çıkış yolu var mı?'dediler. Ya da ümitsizlik bundan başkası için meydana gelmiştir. O da, çıkış da yoktur, çıkışa yol da. Bu kendilerine ümitsizlik galebe çalmış kişilerin sözüdür. Bunu şaşkınlık içinde söylerler. Bu sebepten dolayı da cevap buna göre gelmiştir. O da şudur:

12

Onlara: “Bir olan Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca inanıp tasdik ediyorsunuz. Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır.” (denir)

İşte içinde bulunduğunuz şey budur. Sizin Allah'ın (celle celâlühü) birliğini inkâr etmeniz ve O'na şirk koşmaya îman etmeniz sebebiyle çıkışa asla bir yol yoktur. “Hüküm Allah'indir.” Size sürekli azapla hükmedecektir.

şanı yücedir, hükmü reddolunmaz.” hakimiyeti büyüktür, karşılık vermesi (mükâfat cezâ vermesi) sınırlarıdırılamaz. “Denildi ki:

Hâricîler, sanki'hüküm ancak Allah'a âittir'sözlerim bundan almışlardır.” Katâde şöyle demiştir:

Hâricîler isyan ettiğinde Ali (radıyallahü anh):

- Bunlar kimlerdir? diye sordu.

- Muhakkimundur, (hüküm ancak Allah'a âittir diyenlerdir), denildi. Bunun üzerine Ali (radıyallahü anh):

-'Bu kendisiyle batılın kastedildiği hak sözdür.'demiştir.

13

Size âyetlerim gösteren, sizin için gökten rızık indiren O'dur. Allah'a yönelenden başkası ibret almaz.

“Âyetlerini...” rüzgâr, bulut, gök gürültüsü, şimşek, yıldırımlar ve benzerlerini Mekke ve Basra kırâatine göre (.......) şeklindedir.

“Rızık... “yağmuru çünkü o rızkın sebebidir. Allah'a yönelenden başkası ibret almaz.” Allah'ın (celle celâlühü) ayetleriyle ancak şirkten tevbe edip Allah'a (celle celâlühü) dönenler öğüt ve ibret alırlar. Çünkü inatçı kişi ne düşünür ne de öğüt alır. Bundan sonra Allah'a (celle celâlühü) yönelenlere şöyle buyurmuştur:

14

Kâfirlerin hoşuna gitmese de Allah'a, O'nun için dindar ve muhlis olarak dua edin.

Allah'a dua edin.” O'na (celle celâlühü) ibâdet edin. Dini şirkten arındırıp yalnız O'na halis kılarak ibâdet edin demektir. “Kâfirlerin hoşuna gitmese de...” demek, bu sizden olmayanları gazâba getirse de demektir.

15

Dereceleri yükselten, arşın sâhibi Allah, buluşma gününe karşı uyarmak için emrinden olan ruhu, kullarından dilediğine indirir.

“Dereceleri yükseltendir.” “Arşın sâhibidir.” “Ruhu indirir.” cümleleri (.......) cümlesine âit üç haberdir. Ya da bunlar, hazfedilmiş, bir mübtedanın haberleridir.

“Dereceleri yükseltendir... “sözünün manası, gökleri birbiri üstüne yükselten ya da kullarının dünyadaki makamlarını yükselten. Ya da onların cennetteki konaklarını yükselten, demektir.

“Arşın sâhibi... “sözünün manası, göklerin fevkindeki arşının sâhibidir. Mülküne muhtaç olmaması ile birlikte onu, azametini göstermek için meleklerin tavaf yeri olarak yarattı.

“Ruh” Cebrâîl (aleyhisselâm) dır. Ya da kalplerin kendisiyle hayata kavuştuğu vahiydir. “Emrinden...” emri için, ya da emriyle demektir. “Uyarmak için...” Allah (celle celâlühü), ya da üzerine ruhun indirildiği kişi ki o da Nebi (aleyhisselâm) dır. Buna yakub'un (.......), “uyarman için” şeklindeki kırâati delalet etmektedir. “Buluşma günü...” kıyamet günüdür. Çünkü onda gök ehli ile yer ehli, öncekilerle sonrakiler biraraya gelirler. Mekke kırâat imâmları ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir.

16

O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. (Allah onlara sorar ve cevabını verir): “Bugün hükümranlık kimindir?” “Kahhar olan tek Allah'ındır.”

“Meydana çıkarlar.” ortaya çıkarlar. Onları, ne dağ, ne tepe, ne de bina hiçbir şey örtmez. “Onların hiçbiri Allah'a gizli kalmaz.” yani onların amellerinden ve hallerinden hiçbirşey. “Bu gün hükümranlık kimindir?”

Yani Allah'tı Teala bunu hiç kimsenin cevap veremediği bir anda sorar. Daha sonra da “Kahhar olan tek Allah'ındır.” diyerek kendisi cevap verir. Kahhar; muhatabı ölümle mahveden, demektir.

(.......) kelimesi (.......) in delaletiyle mensûbtur.

Yani bugün hükümranlık kim için sabit oldu, demektir. Denildi ki:

“Bir münadi nida ederek:

-'Bu gün hükümranlık kimindir?'der. Mahşer halkı da ona:

-'Kahhar olan tek Allah'ındır.'diye cevap verir.”

17

Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çarçabuk görendir.

O günde hükümranlığı sadece Allah'a (celle celâlühü) âit olduğuna itâat ettikten sonra bunun neticelerini saydı. Onlar da, her nefis dünyada iken işlediği hayır ya da şerrin karşılığını görecektir. O'ndan zulüm sadır olmaz. Çünkü O kullarına zulmedici değildir. Hesabı güç görmez. Çünkü birini hesaba çekmek O'nu, diğerini hesaba çekmekten alıkoymaz. Mahlûkatın tamamım aynı anda hesaba çeker. O hesaba çekenlerin en hızlısıdır.

18

Onlara yaklaşan günün tehlikesini anlat. O zaman gamla dolu ve yutkunur oldukları hâlde, yürekleri gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne dostu, ne de itâat edilecek şefâatçisi vardır.

“Yaklaşan gün...” kıyamettir. Yakınlığından dolayı bununla isimlendirilmiştir.

(.......) cümlesi, (.......) den bedel kılınmıştır.

“Yürekleri gırtlaklara dayanmıştır.”

Yani gırtlaklara yükselmiştir. Onların kalpleri yerlerinden yükselir, gırtlaklarına dayanır. Çıkmaz ki ölsünler, yerine de dönmez ki nefes alsınlar ve rahatlasınlar. “Gamla dolu ve yutkunur oldukları hâlde...” gırtlaklarıyla yutkunur oldukları hâlde.

Tulumun ağzını bağladı.” sözünde olduğu gibi. (.......) kelimesinden hâldir. Kalplerin sahihlerine hamledilmiştir. (.......), cemi' salim olarak çoğul “öfkeyi belirtmeyip yutkunmak” ile nitelendirdi.

“Zalimler... “den kasıt kafirlerdir. “Dost... “şefkatli bir dost. “İtaat edilecek şefâatçi...”

Yani şefâat edemez, demektir. “İtaat edilecek” sözü “İtaat” kelimesinden mecazdır. Çünkü gerçekte itâat ancak üstteki kişi için olur. Kastolunan şefâatin ve itaatin olmayacağıdır.

Orada çölde kelerin deliğine girdiğini göremezsin.” sözünde olduğu gibi. Burada hem keleri hem de onun deliğine girişini nefyetmiştir. Lafız, şefâatin değil de itaatin olmayacağına ihtimal taşısa da her ikisini de nefyetmektedir.

Hasen'dan şöyle rivâyet edilmiştir:

“Vallahi onlar için elbette şefâatçi yoktur.”

19

Allah, gözlerin hain bakışım ve kalplerin gizlediğini bilir.

(.......), mastardır.'Hıyanet'manasına gelmektedir. Hastalıktan kurtarmak manasına gelen (.......) veznindedir. Nazarın helâl olmayana çevrilmesidir. “Kalplerin gizlediği...” kalplerin gizlediği emaneti ve hıyaneti. Denildi ki:

“O yabancı bir kadına şehvetle gizlice bakması, sonra da kalbiyle onun güzelliğini düşünmesidir. Bu bakışı ve düşünüşü esnasında yanında kimler olduğunu bile bilmez. Ama Allah (celle celâlühü) bunların tamamını bilir.”

(.......) gibi (.......) deki (.......) nin haberlerinden biridir. Ancak (.......) sözüyle (.......) nin illetini bildirdi. Daha sonra “İtaat edilecek bir şefâatçi yoktur” sözüne kadar da buluşma gününün ahvalini zikretmek suretiyle başka bir konuya girdi. Bu sebepten dolayı da kardeşlerinden (haber olanlardan) uzak oldu.

20

Allah adaletle hükmeder, O'nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve görendir.

“Adaletle...” yani bu sıfatıyla. O ancak adaletle hükmeder. Onların ilâhları hiçbir şeye hükmedemez. Bu onları alaya almaktır. Çünkü kudretle nitelendirilmeyen bir şey için o hükmeder ya da hükmedemez denilmez.

Nâfi'ye göre (.......) şeklindedir. “Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve görendir.” sözü Allah gözlerin hain bakışım ve kalplerin gizlediğini bilir.” âyetini açıklamaktadır ve onların dediklerini işittiğine ve yaptıklarını gördüğüne ve onları buna göre cezâlarıdıracağına dair tehdittir. Ayrıca ondan başka taptıklarını da işitmezler ve görmezler şeklinde nitelenmiştir.

21

Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin akibetinin nasıl olduğunu görsünler. Onlar kuvvet yönünden ve yeryüzünde eserler bakımından bunlardan daha üstündüler. Böyleyken Allah, onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah'ın azâbından koruyan da olmadı.

“Kendilerinden öncekilerin akıbetinin nasıl olduğunu...” yani, kendilerinden önce peygamberleri yalanlayanların işinin sonunun nasıl olduğunu demektir. (.......) ayırma edatıdır. Onun hakkı iki ma'rife arasına gelmektir. Ancak (.......) şeklindedir. “Eserler...” yani kaleler ve saraylar. Allah onları günahları yüzünden yakaladı.” onları günahları sebebiyle cezâlarıdırdı. Onları, Allah'ın azâbından koruyan hiçbirşey de olmadı.

22

Bunun sebebi, peygamberleri kendilerine apaçık mu'cizeler getirdikleri hâlde inkâr etmeleri idi. Allah da kendilerini tutup yakalayıverdi. Şüphesiz O, kuvvetlidir. Azâbı da pek çetindir.

Cezâlarıdırılmaları, onların peygamberlerini, kendilerine apaçık mu'cizeler getirdikleri hâlde inkâr etmeleri sebebiyle idi. “Kuvvetlidir” herşeye Kâdir'dir. Cezâlarıdırdığında “Azâbı pek çetindir.” .

23-24

Andolsun ki, biz Mûsa'yı mu'cizelerimiz ve apaçık hüccetle Fir'avun, Hamân ve Kârun'a gönderdik. Onlar: “Bu, çok yalancı bir sihirbazdır.” dediler.

“Mu'cizelerimiz... “den kasıt dokuz mu'cizedir. “Apaçık hüccetle... “açık delüîe demektir. Bu çok yalancı bir sihirbazdır, dediler de apaçık delili sihir ve yalan olarak adlarıdırdılar.

25

İşte o (Mûsa) tarafımızdan kendilerine hakkı getirince: “Onunla beraber îman edenlerin oğullarını öldürün, kâdirılarını sağ bırakın.” dediler. Ancak kâfirlerin tuzağı elbette boşa çıkar.

“Hakkı...” nübüvveti. “Onunla beraber îman edenlerin oğullarını öldürün, kâdirılarını sağ bırakın.”

Yani önceden olduğu gibi öldürme işini tekrarlayın. “Kâdirılarını da -hizmet etmeleri için- sağ bırakın.” “Kafirlerin, tuzağı elbette boşa çıkar” yani telef olur, gider. Onlar evvela onların öldürülmesine girişmişlerdi de bu, onlara fayda vermemişti. Allah'ın (celle celâlühü) kazası, korktukları kimsenin ortaya çıkışıyla neticelendi. Bu ikinci öldürme de, onlara fayda sağlamayacaktır.

Fir'avun, çocukları öldürmeyi bırakmıştı. Mûsa (aleyhisselâm) gönderildiğinde, onun ortaya çıktığını anlayınca kinle ve Mûsa (aleyhisselâm) a arka çıkanları bununla menederim zannıyla bu işe tekrar girişti. Ancak o tuzağının ikinci bir defa toptan boşa çıkacağını bilemedi.

26

Fir'avun: “Bırakın beni Mûsa'yı öldüreyim, varsın Rabbine “yalvarsın. Çünkü ben onun sizin dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” dedi.

Fir'avun, adamlarına: “Bırakın beni Mûsa'yı öldüreyim” deyip onu öldürmek istediğinde: O senin korkacağın biri değildir. Sadece bir sihirbazdır. Onu öldürdüğünde insanları şüpheye sevketmiş olursun. Sonra onlar senin; ona karşı delil getirmekten âciz kaldığına inanırlar.” diyerek onu bundan menettiler. Gerçekte ise, Fir'avun, onun peygamber olduğuna ve getirdiklerinin, sihir değil mu'cizeler olduğuna kesin olarak inanıyordu. Ancak o hilekar biriydi. En küçük bir şey için bile adam öldüren, kan döken biriydi. Saltanatını yok edeceğine inandığı birini niçin öldürmesin ki? Lakin o, onu öldürmeye teşebbüsü ederse tezden öleceğinden korkuyordu. Nitekim onun, “Rabbine yakarın” sözü, onun Mûsa (aleyhisselâm) dan ve onun Rabbine yapacağı duasından şiddetle korktuğunun sâdık şahididir. Onun, “bırakın beni Mûsa'yı öldüreyim” sözü, kavmine işi değişik göstermek ve onlara, kendisini, onların menettiği izlenimini vermek içindir. Halbuki onu sadece kalbindeki korku menetmişti. Eğer onu öldürmezsem “dininizi değiştireceğinden “korkuyorum.

Yani üzerinde bulunduğunuzu değiştireceğinden korkuyorum, demektir. Onlar Fir'avun'a ve putlara tapıyorlardı.

Ya da'Mûsa'nın yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum Medine, Basra ve Hafs'a göre (.......)Maki (.......) nin harekesi ötre (.......) deki (.......) ın harekesi üstündür. Diğerlerine göre ise (.......) nın harekesi üstün (.......) ın harekesi ötredir. Ancak (.......) ye uygunluğundan dolayı birinci görüş savaşma ve çatışmadır. Ekim dikim alanları, iş yerleri, ve kazanç yerleri boşalır. İnsanlar öldürülmek ve kaybolmak suretiyle helâk olurlar. Sanki şöyle demiştir: “Ben bunun sizi dinine çağırmak suretiyle dininize zarar vermesinden korkuyorum.” Ya da “onun sebebiyle çıkacak fitneler vesilesiyle dünyanıza zarar vermesinden korkuyorum” Kufelilerin dışındakiler (.......) şeklinde okumuşlardır. Bunun manası, muhakkak ki ben, sizin hem dininizin ve hem de dünyanızın birlikte fesâda uğrayacağından korkuyorum, şeklindedir.

27

Mûsa da: “Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olan Allah'a) sığındım.” dedi.

Mûsa (aleyhisselâm), bunu katledilmesiyle ilgili Fir'avun'un sözünü işittiğinde konuşarak söyledi. “Sizin de Rabbiniz” sözünde, onları kendisine tabi olmaya, Allah'ın (celle celâlühü) korumasına sığınmaya ve O'na tam bir tevekkülle bağlanmaya teşvik vardır. -Sığınması, Fir'avun'u ve diğer zalimleri toplasın ve kinaye yollu olsun da daha etkili ve daha kapsamlı olsun- diye “her kibirliden” dedi. Tekebbür sözüyle büyüklenmeyi kastetti. Bu sözün sâhibinin alçakliğina ve zulmünün aşırıliğina delil getirdi. Şöyle dedi: “Hesap gününe inanmayan.” Çünkü bir adam da kibir, âhireti inkâr ve akibeti hakkında vurdumduymazlık bir araya gelirse, taş yürekliliğin ve Allah'a, (celle celâlühü), O'nun kullarına karşı hücum edip saldırmanın sebepleri tamamlanmış demektir. Artık hiçbir büyük günah kalmaz ki onu işlemeşin. “sığındım” ve (.......) manaca kardeş kelimelerdir. Ebû Amr, Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklinde idğam iledir.

28

Fir'avun ailesinden olup imanını gizlemekte bulunan bir mü'min adam şöyle dedi: “Siz bir adamı, rabbim Allah'tır, demesiyle öldürür müsünüz? Hâlbuki o size Rabbinizden apaçık mu'cizeler de getirmiştir. Bununla beraber eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer o doğru sözlü ise sizi tehdit edegeldiği (azâb)ın bir kısmı olsun sizi çarpar. Şüphesiz ki Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi hidâyete erdirmez.

Denildi ki: “O Fir'avun'un amcasının oğluydu, Kıpti idi. Gidice Mûsa'ya îman etmişti.”

(.......) kavli (.......) kelimesinin sıfatıdır. Yine şöyle denildi:

“O İsrâ'il oğullarındandı.”

(.......) kavli (.......) nun sıîasıdır.

Yani'imanım Fir'avun ailesinden koruyan mü'min adam,'demektir. İsmi Sem'an ya da Habib ya da Harbil ya da Hazbü'dir. Kuvvetli olan ise ilkidir.

“Bir adamı Rabbim Allah'tır demesinden dolayı öldürür müsünüz?” Bu ondan sadır olan büyük bir inkardır. Sanki şöyle demiştir:

“Suçsuz birini öldürmek gibi çirkin bir fiili mi işliyorsunuz? Bahaneniz de sadece hak sözü söylemesi. O da'Rabbim Allah'tır'sözü. O sadece onun Rabbi değil, sizin de Rabbinizdir.”

(.......) cümlesi hâldir. “O size Rabbinizden apaçık mu'cizeler de getirmiştir” dedi.

Yani o sözünün doğruluğunu tasdik için bir tek mu'cizeyle değil, kendisine rububiyetin nisbet edildiği zât katından birçok mu'cizelerle gelmiştir. Bu (söz) onları onu kabule yavaş yavaş sevketmektedir.

“Eğer yalancı ise yalanı kendinedir, eğer doğru sözlü ise sizi tehdit edegeldiği (azâb)’in bir kısmı olsun sizi çarpar.” İkiye taksim yoluyla onlara delil getirdi. O da, onun ya yalancı olacağı ya da doğru sözlü olacağıdır. Eğer yalancıysa yalanın vebali ona âittir ve o vebal ona yapışır. Eğer doğru sözlüyse sizi tehdit edegeldiği azâbın bir kısmı olsun size isabet eder.

Doğru sözlü bir peygamberden sadır olan bir tehdit olduğu hâlde, onlara karşı yumuşak davranıp şerlerinden korunmak ve orta yolu takip etmek için “Tehdit edegeldiği azâbın tamamı” demedi. Kabul etmeyeceği manası da yoktur. Sanki o, onlara şöyle dedi:

“Onun doğru sözlülüğü hâlinde size isabet edecek olan şeyin en azı, onun tehdit ettiği şeyin bir kısmıdır. O da tez azaptır. Bunda da sizin helâkiniz vardır.”

Onları dünya ve âhiret azâbıyla tehdit etti. “Eğer yalacıysa” sözünü “doğru sözlüyse” sözünden önce söylemesi de bu kabildendir. Parçanın bütün ile tefsiri onun bozukluğunu göstermektir.

(.......), haddi aşan, demektir. “Yalancı” iddiasında yalancı olan, bu da aynı şekilde yumuşak davranma babmdandır. Mana, eğer o haddi aşan yalancı biriyse Allah (celle celâlühü) onu kendi haline bırakmak suretiyle başarısız kılar ve onu helâk eder. Böylece siz de ondan kurtulursunuz. Ya da eğer haddi aşan, yalancı biri olsaydı elbette Allah onu peygamberliğe hidâyet etmezdi ve elbette onu mu'cizelerle desteklemezdi, şeklindedir. Denildi ki:

“Müsrif (haddi aşan) kelimesiyle Mûsa (aleyhisselâm) ı kastettiği zannedildi, halbuki o bununla Fir'avunu kastetti.”

29

Ey Kavmim! Bugün bu yerde başta olan kimseler olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah'ın hışmı bize gelip çatarsa kim bize yardım eder? Fir'avun: “Ben size kendi görüşümden başkasını işaret etmiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum” dedi.

“Başta olan kimseler olarak” demek üstün kimseler olarak demektir. (.......) kelimesi (.......) deki (.......) den bedeldir.

“Bu yerde” Mısır toprağında. Allah'ın hışmı bize gelip çatarsa bize kim yardım eder?” Şunu kastediyor: Mısır'ın hükümranlığı size âittir. Kasan'lara galip geldiniz. Onları zelil kıldınız. Artık işinizi kendi aleyhinize bozmayın. Allah'ın (celle celâlühü) azâbına yönelmeyin. Çünkü eğer O (celle celâlühü), size gelirse sizin O'na (celle celâlühü) karşı gücünüz yetmez ve O'nu (celle celâlühü) sizden hiç kimse alıkoymaz.

“Bize kim yardım eder” ve “bize gelirse” dedi. Çünkü akrabalık yönüyle o onlardandı. Ve o, onlara nasihat edeninde bu hususta kendilerine ortak olduğunu bildirmek istiyordu. “Fir'avun ben size ancak kendi görüşümü işaret ediyorum,” dedi.

Yani size onun öldürülmesiyle ilgili görüşümü işaret ediyorum. Onun öldürülmesinden başka hiçbirşeyi tasvip etmiyorum. Sizin bu söyledikleriniz de doğru değil. Bu görüşle de size ancak doğru yolu gösteriyorum.

Yani doğru, uygun şeyi gizlemiyorum. Açıkladığımın hilafına sizden hiçbir şey saklamiyorum, şeklindedir. Dilinin ve kalbinin, dediği hususta uyum içinde olduğunu kastediyor. Halbuki o, yalan söylüyor. Mûsa (aleyhisselâm) dan gelebilecek musibetlere karşı içinde şiddetli bir korku taşıyordu. Ancak o yalandan kahramanlık gösterisi yapıyordu. Eğer o gizli korku olmasaydı hiç kimseye danışmaz ve işi işaret noktasında durdurmazdı.

30-31

Îman eden olan (adam) dedi ki: “Şüphesiz ben sizin için Nûh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir.”

“Bir günün benzerinden.” Günlerinin benzerlerinden demektir. Çünkü onu (günü) topluluklara muzaf kıldığı, onları “Nûh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi” sözüyle açıkladığı ve onlardan her bir topluluğun bir helâk edilme günü olduğu şüphesiz anlaşıldığı için çoğul yerine tekil getirmiştir. Onlar inkâr yalanlama ve diğer günahlarla ilgili alışkanlıklarına devam ettiler. Bunu adet haline getirmesi ona devam etmeleri ve ondan geri kalmamaları sebebiyledir.

Burada kastedilmiş bir muzaf gerekmektedir.

Yanionların alışkanlıklarının cezâsı gibi” ikinci (.......) birinci (.......) nin atfı beyanı olduğu için mensûbtur. Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir.”

Yani Allah (celle celâlühü), kullarına zulüm dilemez ki onları suçsuz yere azaplarıdırsın. Ya da hakettikleri azâbın daha fazlasını versin.

Yani onların helâk edilmeleri adaletin neticesi idi. Çünkü onlar, onu yaptıklarıyla haketmişlerdi. Bu:

“Rabbin kullarına zulmedici değildir” 41 âyetinden daha beliğdir.

Şöyle ki:

O (celle celâlühü) herhangi bir zulmü dilemeyi dahi nefyetti. Kullarına karşı zulüm dilemekten dahi uzak olan zât, onlara zulmetmekten daha da çok uzaktır. Mu'tezilenin yaptığı: “O, onların zulmetmelerini istemez.” Şeklindeki tefsîr uzak bir tefsirdir. Çünkü şöyle derler:

“Bir adam diğerine (.......) derse bunun manası,'sana zulmetmek istemiyorum', şeklindedir.” Bu dünya azâbıyla korkutmadır. Daha sonra onları âhiret azâbıyla korkuttu.

32

Ey kavmini! Gerçekten sizin için o bağın şıp çağrışma gününden (kıyametten) korkuyorum,

“Bağırışıp çağırışına günü.”

Yani kıyamet günü, Mekke kırâati ve Ya'kûb'a göre her iki hâlde de (vakf ve vasl hâli) (.......) şeklindedir (.......) nin hazf olması sebebiyle güzeldir. Çünkü esre (.......) ya delalet etmektedir ve bu surelerin sonu (.......) ile bitmektedir. Bu Allah'u Teala'nın A'raf sûresinde hikâye ettiği şeydir:

“Cennet halkı cehennem halkına seslendi...” A'raf, 44.

“Cehennem halkı cennet halkına seslendi...” A'raf, 50.

“A'râf halkı seslendi...” A'raf, 48.

Denildi ki: “Bir münadi nida eder: Ayık olsun! Faları saadete ulaşmıştır. Bundan sonra ebedî olarak bedbaht olmaz. Agah olsunt Faları bedbaht olmuştur. Ebedî olarak saadete ulaşmaz.'“

33

Arkanıza dönüp kaçacağınız gün, sizi Allah(ın azâbın)dan kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptınrsa artık onu doğru yola iletecek de yoktur.

Hesap yerinden sapıp cehenneme doğru meylederek koşacağınız gün Allah'tan -Allah'ın (celle celâlühü) azâbından- koruyacak -menedecek, def edecek- doğru yola iletecek” doğru yola irşad edecek.

34

Andolsun ki (Mûsa'dan) önce Yûsuf da size açık burhanlar getirmişti. O vakit de onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Hatta o vefat edince de: “Allah, ondan sonra peygamber göndermez.” dediniz. İşte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle şaşırtır.

“Yûsuf.” o Ya'kûb oğlu Yûsuf'tur (asm). Denildi ki:

“O Ya'kûb oğlu Yûsuf oğlu Efi'ayim oğlu Yûsuf'tur. Onlar arasında peygamber olarak yirmi yıl kaldı.” Denildi ki:

Mûsa'nın Fir'avun'u Yûsufun Fir'avun'udur. Onun zamanına kadar yaşamıştır.” Denildi ki:

“O başka bir Fir'avun'dur. Allah (celle celâlühü),'Onlar, size mu'cizelerle Mûsa'dan önce Yûsuf gelmişti'diye azarladı. Onlar hakkında da şüpheye düşmüş, şüphe içinde kalmaya devam etmiştiniz.”

“O vefat edince de... -kendi nefsinizde delilsiz olarak hükmedip- Allah ondan sonra peygamber göndermez, -dediniz.

Yani bunu küfrünüzün üzerine ikame ettiniz ve size tekrardan delil getirilmeyeceğini zannettiniz.- İşte Allah, o haddi aşan şüphecileri böyle,saptırır.”

Yani Allah, isyanında haddi aşan ve dininde şüpheye düşen herkesi böyle bir saptırmayla saptırır.

35

Onlar, kendilerine gelmiş hiçbir hüccet olmadığı hâlde Allah'ın âyetleri halkında mücadele edenlerdir. Gerek Allah yanında, gerekse îman edenler yanında bu davranışa karşı kin ve öfke büyümüştür. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.

(.......) kavli (.......) den bedeldir. Çoğul olduğu hâlde, ondan bedel kılınması câizdir. Çünkü orada haddi aşan tek bir kişiyi değil, bütün haddi aşanları kastetmiştir. Allah'ın âyetleri hususunda...” onların defedilmesi ve iptal edilmesi hususunda. Sultan hüccet, delil demektir. “Kin ve öfke büyümüştür.”

Yani buğz büyümüştür.

(.......) nın faili (.......) un zamîridir. O mana olarak çoğul, lafız olarak tekildir. Bedel manası üzerine hamlolundu. Ona dönen zamîr ise lafız üzerine hamlolundu. (.......) nin mübteda olarak merfû' olması da câizdir. Bu şekilde olunca (.......) daki zamîrin, kendisine döneceği bir muzaf takdiri gerekmektedir. Onun takdiri de şöyledir:

Allah'ın âyetleri hususunda mücadele edenlerin mücadelesi, Allah katında kin ve öfke bakımından büyük olmuştur.”

Ebû Amr'a göre (.......) şeklinde tenvinlidir. Kalp, büyüklük taslama ve zorbalık yapma ile vasfedilmiştir. Çünkü o, o İkisinin menbaıdır. “Kulağı işittim” sözünde olduğu gibi. Günahkâr olan, bütün beden olduğu hâlde, “Onu gizleyenin kalbi günahkardır.” Bakara, 283. âyeti de böyledir.

36-37

Fir'avun: “Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap. Belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsa'nın ilahına yükselip çıkarım. Şüphesiz ben, onu yalancı sanıtefsir.” dedi. Böylece Fir'avun'a yaptığı kötü işi süslendi ve yoldan saptırıldı. Fir'avun'un tuzağı tamamen boşa çıktı.

Fir'avun, kavminin kafasını karıştırmak için, ya da cehaletinden dolayı: “Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap.” dedi;

Yani köşk yap. Denildi ki:

“Sarh (kule) uzakta olsa da bakan kişiye gizli kalmayan görünen binadır.” Bir şey göründüğünde, açığa çıktığında (.......) denilmesi de bundandır. Hicaz ve Şam ekolü ile Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir.

“Yollara erişirim...” dedikten sonra, onun durumunun büyüklüğünü göstermek ve büyük bir işi kastettiğini açıklamak için, “göklerin yollarına” sözünü ondan bedel kaldı.

Yani, onların yollarına, kapılarına ve onlara götüren şeylere demektir. Seni bir şeye götüren her bir şey sebeptir. İp ve benzerleri gibi.

Hafs'a göre (.......) kelimesi nasb iledir. Tereccinin (meydana gelme imkânının şart koşulması) temenniye (talebe) benzetilmesi suretiyle (.......) nin cevabı olmak üzere “yükselip çıkarım. “Mana,'çıkayım da ona bakayım'şeklindedir. Mûsa'nın ilahına yükselip çıkarım” Mana; “çıkayım da ona bakayım” , şeklindedir.

“Omu -Mûsa'yı (aleyhisselâm), O'nun benden başka ilahı olduğuna dair sözü hususunda- yalancı saniyorum.” “Böylece.. “Bu şekilde bir süslemeyle ve yüz çevirmeyle Firavtın'a yaptığı işi süslendi. “Yoldan...” doğru yoldan.

Kûfeliler ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklinde (.......) ın üstünüyledir.

Yani kendisinden başkasını yoldan saptırdı. Ya da o kendisi yoldan saptı, demektir. Süslü gösteren ise, ona vesvese vermesiyle şeytandır.

“Şeytan onlara işlerini süsledi de onları yoldan çevirdi.” Neml. 24. âyetinde olduğu gibi. Ya da süslü gösteren Allah'u Teala'dır.

“Kendilerine amellerini süsledik de onlar körü körüne bocalayıp dururlar.” Neml. 4. âyeti onun bir benzeridir.

“Boşa çıktı.” ziyana ve başarısızliği uğradı.

38

O îman eden kimse: “Ey kavmim! Siz bana uyun, sizi doğru yola götüreceğim.” dedi.

Mekke, Ya'kûb ve Sehl'e göre (.......) şeklindedir, her iki hâlde de (.......) iledir.

“Doğru yola...” Bu azgınliğin zıddıdır. Bunda Fir'avun ve kavminin azgınlık yolunda olduklarına dair açık beyana kadar kinaye vardır. Önce kısaca söyledi. Sonra açıkladı. Dünyayı kötülemekle ve onun zannını küçültmekle giriş yaptı.

39

“Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı geçici bîr eğlencedir. Ama âhiret gerçekten kalınacak yurttur.”

Dünya hayatı kısa bir geçinmedir. Ona meyletmek de şerrin ta kendisi ve fitnelerin menbaıdır.

İkinci olarak âhireti yüceltti. “Âhiret gerçekten kalınacak yurttur.” Sözüyle onun gerçek yurt olduğunu, karar kılınacak yer olduğunu beyan etti. Daha sonra telef eden şeyden uzaklaştırmak ve yakınlaştıran şeye teşvik için amellerin iyisini, kötüsünü ve onların herbirinin akibetini şu sözüyle zikretti.

40

Kim bir kötülük işlerse onun kadar cezâ görür. Kim de kadın veya- erkek mü'min olarak faydalı bir iş yaparsa, onlar kendilerine hesapsız rızık verilmek üzere cennete girerler.

Mekke ve Basra kırâat imâmları ile Yezid ve Ebû Bekir'e göre “girdirilirler” şeklindedir. Daha sonra şu sözüyle iki davet arasını karşılaştırdı. Onun, meyvesi cennetler olan Allah'ın (celle celâlühü) dinine davetini ve onların, akibeti cehennem olan uzak koşmaya davetini.

41

“Ey kavmim! Nedir bu hâl? Ben sizi kurtuluşa çağıriyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz?

Hicaz kırâati ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir. (.......) nın üstünüyledir.

“Kurtuluşa” yani cennete.

42

Siz, beni, Allah'ı inkâr etmeye ve hiç tanımadığım şeyleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz, ben ise sizi, O Azîz ve çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum.

(.......) cümlesi, birinci (.......) den bedeldir. (.......) ve (.......) (onu yola irşad etti) denildiği gibi. (.......) ve “onu şuna davet etti” denir.

“Hiç tanımadığım...” Rabliği hususunda hiçbir bilgim olmayan bilginin olmamasıyla kastedilen bilinenin olmadığıdır. Sanki şöyle demiştir: “Siz beni, O'na ilâh olmayan şeyleri ortak koşmaya çağırıyorsunuz. İlah olmayan şeyin de ilâh olarak bilinmesi nasıl sahih olur.”

“Ben ise sizi O Azîz ve çok bağışlayıcıya (Allah'a) davet ediyorum.” O Allah'tır (celle celâlühü). Onu noksan sıfatlardan tenzih ediyorum. O onların isnad ettiklerinden çok yücedir.

“Ey kavmim...” şeklindeki nidanın tekrarı, onlara yapılan uyarının şiddetini artırmak ve onları gaflet uykusundan uyarmak içindir. Bunda, onların onun kavmi olduğu ve onun Fir'avun hanedanından olduğu manası vardır. İkinci nidada değil de üçüncü nidada (.......) getirildi. Çünkü ikincisi, üçüncüsü hilafına mücmeli beyan eden söze dahildir. Onun tefsiridir.

43

Sizin, beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da âhirette de hiçbir davete yetkisi yoktur. Gerçekte dönüşümüz Allah'adır. Aşırı gidenlere gelince, işte onlar ateş ehlidirler.

Basra'lılara göre (.......) kavminin, onu kendisine davet ettikleri şeyin reddidir. “hak oldu” , manasına fiildir. Devamında gelen (.......) ise onun failidir.

Yani onun davetinin batılhğı hak ve vâcib oldu, demektir. Manası, “Beni gerçek mabud, kulları kendisine taate çağırıyor. Sizin kendisine ve ibâdet edilmesine çağırdığınız şeyler ise buna çağırmıyor, rablik iddiasında da bulunmuyorlar.”

Ya da manası; o ne dünyada ne de âhirette dualara icabet edemez. Ya da onun kabul gören bir daveti yoktur, demektir. Karşılığı ve mefaati olmayan davet, davet kılınmıştır. Ya da karşılık bulması davet ismiyle isimlendirilmiştir. “Yaptığın şekilde cezâlanırsın.” Mecmuu'l-Emsâl, 2, 155. sözünde olduğu gibi. Karşılığı verilen bir fiilin cezâ olarak adlarıdırıldığı gibi.

(.......),'dönüşümüz'demektir.

“Aşırı gidenler... “şirk koşanlar.

44

Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a ısmarliyorum. Çünkü Allah kullarını çok iyi görendir.

Azâbın inişi anında size söylediğim bu nasihati hatırlayacaksınız. “İşimi Allah'a ısmarliyorum.” teslim ediyorum, bırakiyorum, dedi. Çünkü onlar onu tehdit etmişlerdi.

Medine ekolü ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklinde (.......) nin üstünüyledir. Allah (celle celâlühü), kullarının amellerini ve gidecekleri yeri çok iyi görendir.

45

Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden onu korudu ve Fir'avun'un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi.

Tuzaklarının belalarından ve kendilerine muhalefet edenlere uyguladıkları çeşitli işkencelerden ona uygulamak istediklerinden korudu. Denildi ki:

“O, onların yanından çıktı ve dağa kaçü. Onu yakalanak için bine yakın kişi gönderildi de onlardan bir kısmını yırtıcı hayvanlar yedi, geri dönenleri de Fir'avun astı.”

“Kuşatıverdi.” indi dernektir.

46

Bir ateştir ki, onlar sabah akşam buna sokulurlar, kıyametin kopacağı günde: “Fir'avun ailesini azâbın en çetinine sokun” (denilir).

(.......) kelimesi (.......) den bedeldir. Ya da hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. Sanki “o kötü azap nedir?” denişmiştir de, “o ateştir” denilmiştir.

Ya da mübtedadır. Haberi de (.......) dır. Onların ona arzedilmesi, onunla yakılmasıdır. İmâm, esirleri kılıçla öldürdüğünde, “İmâm, esirleri kılıca arzetti” denilir.

“Sabah - akşam” yani bu iki vakitte ateşle azap edilirler. Bu ikisi arasında ya başka bir şeyle azap edilirler ya da onlara nefes aldırılır. Sabah - akşam sözünün “devamlı” manasına olması da mümkündür. Bu dünyadadır. Kıyametin kopacağı günde cehennem bekCinlerine “Fir'avun'un hanedanını cehennem azâbına sokun.” denir.

(.......) fiilî Medine ekolü, Hamza, Ali, Hafs, Halef ve Ya'kûb'a göre if'al babındandır. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir.

Yani onlara “Ey Fir'avun hanedanı! Cehennem azâbına girin.” denir. Bu âyet kabir azâbının delilidir.

47

(Kâfirler) ateşin içinde birbirleriyle çekişirlerken zayıf olanlar, o büyüklük taslayaniara: “Biz size uymuştuk. Şimdi ateşin birazını bizden savabilir misiniz?” derler.

“Birbirleriyle çekişirlerken...” onların birbirlerine karşı düşmanlık yaptıkları vakti hatırla. “Büyüklük taslayanlar” la reisleri kastediyor.

(.......) ve “Tabi olanlar” demektir. (.......) in çoğulu (.......) olduğu gibi.

“Savabilir misiniz? -Defedebilir misiniz?- Birazını” bir parçasını.

48

O büyüklük tasiayanlar ise: “Şüphesiz hepimiz bunun içindeyiz. Şüphe yok ki Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi.” derler.

(.......) deki tenvîn, muzâfun ileyhin yerine gelmiştir.

Yani her birimiz oradayız. Kimse kimseyi kurtaramaz. “Şüphe yok ki Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi.” Onlar arasında cennet halkının cennete, cehennem halkının da cehenneme girdirilmesine hükmetti.

49

Ateşte bulunanlar cehennem bekCinlerine: “Rabbinîze dua edin. Bizden bir gün olsun azâbı hafifletsin.” diyecekler.

“Cehennem bekCinlerine” cehennem halkına azap edenlere demektir.

“Onun bekCinlerine..” demedi. Çünkü cehennemin zikredilmesinde korkutma vardır. Cehennemin, narın en derin yeri olması da muhtemeldir. En derin kuyu manasına “Cihinnam kuyusu” dedikleri gibi. Kâfirlerin en azılı zorbaları oradadır. Bunlara azap etmekle görevli meleklerin, Allah'u Teala'ya aşırı yakınlıklarından dolayı, dualarına daha ziyade icabet edileceğinden cehennem halkı kendileri için dua talebiyle onlara yönelmişlerdir. “Bir gün...” dünya günüyle bir gün miktarı kadar.

50

(BekCinler:) “Size peygamberleriniz apaçık delil getirmediler mi?” derler. Onlar da: “Evet getirdiler” derler. (BekCinler:) “O hâlde kendiniz yalvarm.” derler. Hâlbuki kâfirlerin duası heder olmaktan başka hiçbir değeri hâiz değildir.

BekCinler onlara uzun bir müddet geçtikten sonra azar olsun diye “Kıssa vuku bulmadı mı?” derler.'Peygamberleriniz size gelmedi mi?'sözü, kıssanın tefsiridir. “Açık delillerle” mu'cizelerle. Kâfirler de: “Evet geldiler... “derler. BekCinler de onları alaya alarak: “O Italde siz dua edin. “Ancak duanıza icabet olunmaz. “Kafirlerin duası heder olmaktan yani boşa çıkmaktan başka hiçbir değeri hâiz değildir.” Bu Allah'u Teala'nın sözünden veya cehennem bekCinlerinin sözünden olması da muhtemeldir.

51

Şüphesiz peygamberlerimize îman edenlere, hem dünya hayatında, hem şâhitlerin (şâhitlik) edecekleri günde yardım ederiz.

Onları hem dünyada hem de âhirette muhaliflerine karşı delille ve zaferle galib kılacağım kastediyor. Dünyada bazı vakitlerde imtihan olmak üzere mağlup kılınsalar da akıbet onlarındır. Allah (celle celâlühü) bir zaman sonra da olsa düşmanlarından intikam almalarını kolaylaştırır.

(.......) mensûbtur. “Sana dün ve bugün geldim.” sözünde olduğu gibi. Car ve mecrûr makamına hamlolunmuştur.

(.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur. (.......) ve (.......) gibi. Peygamberleri ve hafaza meleklerini kastetmektedir. Peygamberler Rabbü izzetin katında kâfirler aleyhine yalanladıklarına dair şehadette bulunurlar. Hafaza melekleri de âdemoğulları için işledikleri amellere dair şehadette bulunurlar. Razi'nin, Hişam'dan yaptığı rivâyete göre (.......) şeklinde (.......) iledir.

52

O gün zalimlere özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de kötü yurd da onlarındır.

(.......) cümlesi, (.......) dan bedeldir.

Yani “onların özürleri kabul olunmaz” .

Kûfe ekolü ve Nâfi'ye göre (.......) şeklindedir.

“Lânet” Allah'ın rahmetinden uzaklaşma.

“Kötü yurd da onlarındır.” yani âhiret yurdunun kötülüğü ki o da onun azâbıdır.

53-54

Andolsun ki biz Mûsa'ya hidâyeti verdik vc İsrâ'il oğullarına da akıl sahihleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olan kitabı miras bıraktık.

“Hidayeti...” bununla ona verilen mu'cizeler, Tevrât ve şer'i kuralların tamamını kastetmektedir. “Kitabı...” yani Tevrât ve İncîl'i. Çünkü kitap cinstir.

Yani kitabı, bundan sonra şunu miras bıraktık, demektir. “Hidayet ve öğüt,” irşad ve hatırlatma.

(.......) ve (.......) kelimeleri mef'ûlun leh olmak üzere ya da hâl olmak üzere mensûbturlar.

“Ulu'l-elbab” , akıl sâhibleri demektir.

55

(Ey Resûlüm Muhammed!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vadi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah Rabbim hamd ile tesbih et.

Kavminin sana çektirdiği gama sabret.

Allah’ın vadi gerçektir.” Senin zaferinle ve senin sözünü yüceltmesiyle ilgili geçen va'dinin hak olduğunu kastediyor. “Günahının bağışlanmasını iste.”

Yani ümmetinin günahlarının. “Akşam sabah Rabbini hamd ile tesbih et.”

Yani Rabbine ibâdet etmeye ve O'nu övmeye devam et.

“O ikisi; ikindi ve sabah namazlarıdır” denildi. (.......) dirde denildi.

56

Kendilerine gelmiş kafi bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında münakaşa edenlerin kalplerinde hiç şüphe yok ki asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Çünkü O, işiten ve görendir.

(.......) de vakf yoktur. Çünkü (.......) nin haberi, (.......) dur.

“Büyüklük...” büyüklenme. O da öne geçme, baş olma, kendilerinin fevkinde hiç kimsenin olmaması arzusudur. Bu sebepten dolayı sana düşmanlık yaptılar, onları geçmenden ve senin elinin altında, yani emrinin ve nehyinin altında olmaktan korktukları için âyetlerini savdılar. Çünkü her sultan ve her saltanat, peygamberliğinin altındadır. Ya da haset ve azgınlık sebebiyle peygamberliğin ona değil de kendilerine âit olmasını istemektir.

“Eğer hayır olsaydı, ona inanmada bizi geçemezlerdi.” Ahkaf. 11. âyeti de buna delalet etmektedir.

Ya da mücadele etmek suretiyle âyetleri savmayı istemektir.

“Asla yetişemeyecekleri...” kibrin gerektirdiğine ulaşamayacaklardır. O da arzuladıkları başkanlık, ya da peygamberlik ya da ayetlerin savılmasıdır.

Allah'a sığın. “Sana haset edenlerin ve sana karşı haddi aşanların tuzaklarından Allah'a sığın. Çünkü o, senin dediklerini ve onların dediklerini işitendir. Senin yaptıklarını ve onların yapacaklarını görendir. Dolayısıyla da O, onlara karşı sana yardım edecektir ve onların şerrinden seni koruyacaktır.

57

Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından elbette daha büyük birşeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Onların, Allah'ın (celle celâlühü) âyetleri hususundaki mücadelelelerini, yeniden diriliği inkâr da kapsadığından -ki o mücadelenin aslı ve mihveridironlara göklerin ve yerin yaratıltşıyla delil getirdi. Çünkü onlar, onları yaratanın Allah (celle celâlühü) olduğunu ikrar ediyorlardı. Dolayısıyla büyüklüklerine rağmen onları yaratmaya Kâdir olan zât, hakirliğine rağmen insanı yaratmaya daha da çok kâdirdir. “Fakat insanların çoğu bilmezler.” çünkü onlar gafletin galebesinden dolayı düşünmezler.

58

Körle gören, inanıp iyi amellerde bulunanla kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz?

(.......) deki (.......) zaittir,

“Düşünüyorsunuz... “öğüt alıyorsunuz.

Kûfe ekolüne göre (.......) şeklinde iki (.......) lidir. Diğerlerine göre ise (.......) ve (.......) iledir.

(.......) hazfedilmiş bir mastarın sıfatıdır.

Yani (.......) şeklindedir. (.......) zait bir sıladır.

59

Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar.

Kıyametin gelişi kesindir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü mahlûkatın yaratılışı, hassaten yok olmaları için olmasın diye cezâ gerekmektedir.

“Fakat insanların çoğu buna inanmazlar.” onu tasdik etmezler.

60

Rabbiniz şöyle buyurdu: “Bana dua edin, size icabet edeyim. Çünkü bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayaniar aşağılarıarak cehenneme gireceklerdir.”

“Bana dua edin size icabet edeyim.” Size sevap vereyim. İbadet etme manasına gelen “dua” Kur'ân da çokça geçmektedir.

“Bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayaniar ...” sözü buna (ibâdet manasına olduğuna) delalet etmektedir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da:

“Dua ibâdettir.” Ebû Dâvud. 1479: Tirmizî. 3247; İbni Mace. 3828. buyurmuş ve bu âyeti okumuştur.

İbni Abbâs (rhm) dan şöyle rivâyet olunmuştur:

“Beni birleyin, sizi bağışlayayım.” Bu önce duanın ibâdetle, sonra da ibâdetin birlemeyle tefsiridir. Denildi ki:

“Benden isteyin, size vereyim.”

Mekke ekolü ve Ebû Amr'a göre “Girdinlecekterdir.” şeklindedir.

“Aşağılarıarak...” tahkir edilerek.

61

Allah, geceyi dinlenmeniz için (karanlık) gündüzü de (işinizi) görmeniz için aydınlık yapandır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lutüfkardır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.

Bü isnadı mecâzîdendir.

Yani onda görmeniz için demektir. Çünkü hakikatte, görmek gündüzdeki kişiler içindir.

(.......) kelimesi mef'ûlün leh ile, (.......) kelimesi de hâl ile mukabele hakkına riayet için yanyana getirildi.

İki hâl, ya da iki mefûl olmadılar. Çünkü ikisi mana yönüyle karşı karşıyadırlar. Çünkü onlardan her biri diğerinin yerine gelir.

Yine “onda görmeniz için” denseydi isnadı mecâzîdeki fesahat ortadan kalkardı. Şayet “Sakin olarak” deseydi hakikat mecazdan ayrılmazdı. Zira gece hakikat olarak sükûnla nitelendirilmektedir.

Onların, (.......) yani “rüzgârın olmadığı sakin gece” sözlerini görmüyor musun?”

Allah insanlara karşı lütufkardır.” (.......) ya da (.......) demedi. Çünkü murad, lütfün belirsizleştirilmesi ve onu, hiçbir lütfün kendisinden üstün olmadığı bir lütuf kılmaktır. Bu da izafetle olur.

“Fakat insanların çoğu şükretmezler.” İnsanlar'kelimesinin tekrarlanmaması için'onların çoğu'demedi. Çünkü bu tekrar da küfranı nimeti onlara tahsis vardır. Allah'ın (celle celâlühü) lütfuna, küfranı nimet edenlerin ve O'na (celle celâlühü) şükretrneyenlerin de onlar olduğu belirtilmiştir. Nitekim:

“Gerçekten insan çok nankördür.” Hacc, 66.

“İnsan çok haksızlık edendir, çok nankördür.” İbrâhîm, 34. ayetlerinde olduğu gibi.

62

İşte O, herşeyin yaratıcısı olan Rabbinizdir. O'ndan başka ilâh yoktur. O hâlde nasıl olup da döndürülüyorsunuz?

İşte sizin için geceyi ve gündüzü yaratan Allah'tır (celle celâlühü).

(.......) Bunlar eş manalı haberlerdir.

Yani O, bütün rububiyyet, uluhiyyet, herşeyin yaratıcıliği ve vahdaniyyet sıfatlarını haizdir. O hâlde O'na ibâdet etmekten putlara ibâdete hangi sebeple döndürülüyorsunuz?

63

Allah'ın âyetlerini bilerek inkâr edenler işte (haktan) böyle döndürülür.

Yani Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini inkâr eden, onları düşünmeyen ve hakkı arzulamayan kişilerin tamamı da bunların döndürüldüğü gibi döndürülür.

64

Allah, yeri sizin için bir mesken, göğü de kubbemsi bir yapı gibi bina eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklarıdırandir. İşte O Allah, Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi olan Allah yücelerden yücedir.

“İstikrar yeri, mesken” demektir. “Bina” üzerinde tavan. “Size şekil verip de şeklinizi güzel yapan.” Denildi ki:

Allah, insandan daha güzel surette hiçbir canlı yaratmadı.” Yine denildi ki:

“Onları hayvanlar gibi yüz üstü yaratmadı.” “Temiz besinler...” lezzetli besinler.

65

O daima diridir. O'ndan başka ilâh yoktur. O hâlde dinde ihlâs ve samimiyet Erbâbı olarak O'na dua edin. Övmek ve övülmek âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.

“O'na dua edin.”

Yani, O'na (celle celâlühü) ibâdet edin. “Dinde ihlas ve samimiyet Erbâbı olarak...”

Yani şirk ve riyadan uzak bir şekilde “Elhamdulillahi rabbil alemin” diyerek ibâdeti O'na has kılın.

İbni Abbâs (radıyallahü anh) den şöyle rivâyet edilmiştir:

“Kim (.......) Allah'tan başka bir ilâh yoktur.'derse hemen akabinde (.......) Bütün hamdler âlemlerin Rabbi olan Allah'adır.'desin.”

Kâfirler, peygamber (aleyhisselâm) dan putlara ibâdet etmeyi talep edince şu âyet indi:

66

(Ey Resûlüm Muhammed!) De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller gelince, o sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınıza kulluk etmem bana yasaklanmıştır. Ben âlemlerin rabbine teslim olmakla emrolundum.”

“Açık deliller...” Onlar, Kur'ân'dır. Denildi ki: “Onlar, akıl ve vahiydir.”

“Alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum.” Dosdoğru olmakla ve boyun eğmekle.

67

O sizi bir cins topraktan sonra bir meniden, sonra bir kan pıhtısından yaratır, sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz sonra da yaşlılar olmanız için yaşatandır. İçinizden kimi de daha evvel öldürülmektedir. (Allah bunları) belirli bir süreye ulaşasınız ve aklınızı kullanasınız diye (böyle yapıyor)."

“Sizi...” yani aslınızı. (Toprak, meni, kan pıhtısı ve bebek şeklinde) tekil olarak söyledi. Çünkü maksat, cinsin beyanıdır.

(.......), hazfedilmiş bir fiile talluk etmektedir. Takdiri de “sonra erişmeniz için sizi bırakır (yaşatır)şeklindedir.

Mekke ekolü, Hamza, Ali, Hammad, Yahya ve A'şa'ya göre (.......) kelimesi, (.......) ın esresiyledir.

İçinizden kimi de daha evvel öldürülmektedir.”

Yani güçlü kuvvetli çağa ulaşmadan evvel ya da yaşlılık çağına ulaşmadan evvel. “Belli bir vakte ulaşmanız için...” manası, bütün bunları belirlenmiş bir vakte ulaşmanız için yapar. O da ölüm vaktidir. Ya da kıyamet vaktidir. Bundaki ibretleri ve delilleri aklınızı kullanıp anlamanız için böyle yapıyor.

68

O hem dirilten hem de öldürendir. O herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız “ol” der, o da oluverir.

Yani o, külfetsiz bir şekilde seri olarak yaratır.

69

Allah'ın âyetleri (Kur'ân) hakkında tartışanlara bakmadın mı? Nasıl döndürülüyorlar.

Bu sürede “tartışma” kelimesini üç yerde zikretti. Bunun üç ayrı kavim ya da üç ayrı gurup hakkında olması mümkündür. Ya da tekid içindir.

70

Onlar, kitabı ve peygamberlerimize gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlardır. Onlar yakında anlayacaklar.

Kur'ân'ı ve kitaptaki kuralları yalanladılar.

71-72

Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu hâlde (önce) sıcak suya (sürüklenecekler) sonra ateşte yakılacaklardır.

(.......) geçmiş zaman zarfıdır. Ancak burada kastedilen istikbaldir. “Yakında gerçeği anlayacaklar.” âyetinde olduğu gibi. Bu böyledir. Çünkü geleceğe dair işler Allahü teâlâ'nın haberlerinde, kesinlik ifade ettiği için (.......) ve (.......) lafızlarıyla ifade olunurlar.

73-74

Sonra onlara: “Allah'ı bırakıpta ortak koştuklarınız nerede?” denilecek. Onlar da: “Bizden uzaklaştılar zaten biz önceleri hiçbir şeye tapmıyorduk” , diyecekler. İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtır.

(.......) dan maksat tapmış oldukları putlardır.

Onlar bizden uzaklaştı” , onlar gözlerimizin önünden kayboldu. Artık onları görmüyoruz ve artık onlardan bir menfaat elde edemiyoruz. “Zaten biz önceleri hiçbir şeye tapmıyorduk” yani bugün bize göründü ki o putlar hiçbir şey değillermiş ve biz de onlara hiçbirşeyle ibâdet ediyor değilmişiz.

Nitekim; “Ben filân adamı bir şey zannediyorum.” dersin. Ama o adamla ilgili (onun hiç bir değerinin olmadığına ilişkin) bir haber aldığında artık sen onun yanında bir hayır aramazsın.

“İşte Allah kâfirleri böyle şaşırtır.” İlahları onları şaşırttığı gibi.

75

Bu sizin yeryüzünde haksız olarak şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizden ötürüdür.

76

İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir.

“Bu” yani sizin üzerinize inen azap/sizm yeryüzünde haksız yere şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizdendir.”

Yani size inen azâbın sebebi siz yeryüzünde mutlu idiniz. Allah'a (celle celâlühü) ortak koşup putlara tapınarak haksız yere böbürlenip geziyordunuz. Bunun için onlara şöyle denilecek:

“Cehennemin kapılarından girin.” Size ayrılmış cehennemin yedi kapısından girin. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Onun yedi kapısı vardır her bir kapı için onlardan bir grup taksim edilmiştir.” Hicr, 44.

“İçinde ebedî kalmak üzere...” onlar için orada ebedî olarak takdir edilmiştir. “Kibirlilerin donup gideceği yer ne çirkindir.” Haktan dönüp cehenneme gitmek ne kötüdür.

77

(Ey Resûlüm Muhammed!) onun için sabret Şüphesiz Allah'ın va'di gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azâbın bir kısmını ya sana gösteririz ya da seni daha önce vefat ettiririz. Nasıl olsa onlar bize döndürülecekler.

“Ey Resûlüm Muhammed sabret! -Muhakkak ki kâfirleri helâk edileceğine ilişkin- Allah'ın va'di -haktır, muhakkak- gerçek -leşecek- tir.

(.......), bunun aslı (.......) dir. (.......) daki (.......) şartın manasım te'kid etmek için gelen zâiddir. Yine bunun için tekid nunu fiilin sonuna eklenmiştir. Görmezmisin ki! Sen: (.......) demezsin de, (.......) dersin.

(.......) bu, cezâ (.......) fiiline mütealliktir. (.......) fiilin cezâsı ise mahzûftur. Takdiri ise şöyledir:

“Eğer onlara vaad ettiğimiz azapların bazısını -Bedir günü öldürülmeleri gibi- sana gösterirsek, işte bu odur. Eğer seni Bedir gününden önce vefat ettirirsek nasıl olsa kıyamet gününde bize döndürülecekler. İşte biz de o zaman en şiddetli bir şekilde onlardan intikam alacağız.”

78

“Şüphesiz ki senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez. Allah'ın emri gelince de hak uygulanır ve o zaman bâtılı seçenler hüsrana uğrarlar.

“Senden önce de peygamberler -i içinde yaşamış oldukları milletlere- gönderdik. -Ki- Onlardan bazılarının kıssalarını sana anlattık, bazılarını da anlatmadık.” Denildi ki:

Yüce Allah 8.000 peygamber göndermiştir. Onlardan 4.000'i İsrâiloğullartna gönderilmiştir. Diğer dört bini de İsrâiloğulları dışındaki tüm insanlığa gönderilmiştir.”

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) den rivâyet edildiğine göre, Yüce Allah Kur'ân da kıssasını zikretmediği siyah bir peygamber göndermiştir.

Allah'ın izni olmaksızın hiçbirşey peygamber kendiliğinden bîr âyet getiremez.” Bu onların inatları yüzünden âyetleri inkâr etmelerinin cevâbıdır. Bunun manası şudur:

“Biz bundan öncede bir çok peygamber gönderdik. Onlardan herbiri getirdikleri herbir âyeti ancak, Allah'ın (celle celâlühü) izniyle getirmişlerdir. O hâlde ben nereden sizin bilerek inkâr ettiğiniz âyeti getireyim. Ancak Allah dilerse ve getirilmesine izin verse o zaman gelir.”

Allah'ın emri -yani kıyamet günü- gelince...” Ki bu muhakkak vadolunmuştur, gelecektir. Onların âyetleri inkâr etmelerinin akabinde onların bu düşüncelerini reddeden âyet geliyor:

“Hak uygulanır ve bâtılı seçenler hüsrana uğrar.” O inatçı kâfirler ki âyetleri gerçek olduğunu bile bile inkâr edeler.

79

Allah kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır.

-O öyle bir Allah'tır (celle celâlühü) ki- sizin için hayvanları –develeri- yarattı. Bir kısmına binmeniz, bir kısmını da yemeniz için.

80

Onlar da sizin için nice faydalar vardır. Gönlünüzdeki ihtiyaca onlara binerek ulaşırsınız. Onların ve gemilerin üzerinde taşırıırsınız.”

Süt vermeleri ve benzeri faydalar vardır.

Yine onların üzerine binerek ihtiyaç duyduğunuz işlerinize ulaşırsınız.

Kendi başırııza taşıyamayacağınız ağır yüklerinizi karada hayvanların üzerine yükleyip taşırsınız. Denizde de gemilere yüklersiniz.

81

Allah size âyetlerini (böylece) gösteriyor. Allah'ın âyetlerinin hangisini -onun katından geldiğini- inkâr edebilirsiniz.

(.......) kelimesi, (.......) fiili ile mensuptur. (.......) nin bu şekilde gelmesi münteşir olan kullanıma göredir. (Galatı meşhurdur.)

(.......) şeklide, yani (.......) nin müennes olarak (.......) şeklinde kullanımı çok azdır. Zira sıfat olanlar hariç isimlerde kelimelerin müzekker ve müennes diye ayrılması gariptir. Mesela (.......) ve (.......) gibi. (Bu kelimenin (.......) şeklinde kullanımı yoktur. Bu (.......) kelimesinde ise daha gariptir. Çünkü bu kelime daha mübhem (kapah)dir.

82

Onlar yeryüzünde dolaşıpta kendilerinden önce gelip geçenlerin akıbetlerinin ne olduğunu görmediler mi? Onlar hem sayıca daha fazla, hem de kuvvet ve yeryüzündeki eserleri yönünden daha üstün idiler. Fakat kazandıkları şeylerin kendilerine (azâba karşı) bir yararı olmadı.

Âyette geçen “eserler” kelimesi büyük yapılar, saraylar anlamındadır. “çok” kelimesi aded, sayı bakımından üstün, fazla anlamındadır.

83

Peygamberleri kendilerine apaçık deliller getirdiği zaman onlar kendilerindeki bilgiden dolayı sunardılar, sonunda alaya aldıkları şey kendilerini kuşatıverdi.

Onların ilimden maksatları dünya işleriyle ilgili, dünyadaki işlerin sevk ve idaresiyle alâkalı bilgilerdir. Nitekim başka bir âyeti kerime de Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Onlar dünya hayatının dış görünüşünü bilirler. Âhiretten ise tamamen gafildirler.” Rum, 7.

Peygamberler, onlara, dini / uhrevi ilimlerle gelince -ki o ilimler onlar için en uzak olan bilgilerdir. Zira o bilgiler dünyayı karalıyor, onun lezzetlerinden ve şehvetlerinden el çekmeyi istiyordu- ona iltifat etmediler ve onu küçük gördüler, onunla alay ettiler ve şöyle inandılar:

“Kendi ilimlerinden -daha faydalı ve kendi yaptıklarından daha menfaatli bir ilim yoktur. Bu inançlarıyla da- sunardılar. “Yahut bunun manası şöyledir:

Bu felsefecilerin ve Dehriyyuncuların ilmidir. Çünkü bunlar (feslefeciler ve Dehriyyuncular) Allah'ın (celle celâlühü) vahyini işittiklerinde ona karşı koydular ve Peygamberlerin ilmini, kendi bilgilerine kıyaslayıp küçük gördüler.

Sokrat, Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm)’in peygamber olarak gönderildiğini işittiğinde kendisine:

- Gidip onu görsen, denilince Sokrat:

- “Biz temizlenmiş bir kavimiz, bizi temizleyecek birine ihtiyacımız yoktur.” diye cevap vermiştir.

Bu âyetin diğer bir şekilde de anlamı şudur:

“Müşrikler peygambere gelen ilimle alay ederek ve gülerek şımarıklık gösterdiler.” Sanki âyet şöyle diyor:

Onlar ayetlerle / mu'cizelerle ve peygamberlerinin getirdiği vahiyle alay edip şımarıklık gösterdiler. Bu hususa Yüce Allah'ın şu âyeti delalet eder:

“O alay ettikleri şey kendilerini saracaktır.” Hûd, 8.

Ya da buradan kasıt peygamberlerdir, zira onların cehaletini, hakkı alaya almalarını görünce peygamberler, onlarla alay ettiler. Zira onların câhillikleri ve alayları neticesi başlarına gelecek belaları bildiler ve (bundan dolayı) kendilerine verilen ilimle sevindiler, Allah'a (celle celâlühü) şükrettiler. Kâfirleri de cehaletlerinde ısararları ve alay etmeleri kuşattı.

84

Azâbımızı gördüklerinde “bir olan Allah'a îman ettik. O'na şirk koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik” dediler.

Âyette geçen (.......) kelimesi “azâbımızın şiddeti” anlamındadır.

85

Fakat azâbımızı gördükleri zaman îmanları kendilerine hiçbir yarar sağlamadı. Bu, Allah'ın, kulları arasında sürüp giden sünnetidir. İşte kâfirler o zaman hüsrana uğramıştır.

Yani îmanları sahih olmadı, îmanları kendilerine fayda sağlayacak istikamette olmadı.

(.......) kelimesi, (.......) ve benzerleri te'kid masdarı makamındadır.

Allah'ın kulları arasında sürüp gelen sünneti...” azap indiğinde îman fayda vermez ve peygamberleri inkâr edenlere muhakkak azap iner.

“İşte o zaman kâfirler hüsrana uğrarlar.” Aslında kâfirler her zaman hüsran içerisindedirler. Ama azâbı bizzat gözleriyle gördüklerinde bu hüsranları ortaya çıkar.

Onlara bir fayda vermedi.” cümlesi (.......) cümlesinin neticesidir.

(.......) cümlesi “Azâbımızı gördüklerinde” cümlesinin tefsîr ve beyanı gibidir. Nitekim şöyle denir:

“Zeyd mal ile rızıklarıdırıldı. Ancak iyiliği engelledi ve fakirlere ihsanda bulunmadı.”

Azâbımızı gördüklerinde...” cümlesi (.......) sözüne tâbıdır. Sanki şöyle diyor:

“İnkar ettiler ancak azâbımızı gördükleri anda îman ettiler.”

Aynı şekilde “Kendilerine bir fayda vermeyecek. “cümlesi, (.......) cümlesine tâbıdır.

0 ﴿