AHKÂF SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur, 35 âyettir.

1

Hâ - Mîm.

2

Kitabın indirilişi Azîz, Hakîm olan Allah tarafmdandır.

3

Gökleri yeri ve ikisi arasında bulunanları, biz, ancak hak ile ve belli bir süre için yarattık, inkâr edenler, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.

“Hak ile” hikmet ile kanşmış olarak, “Belli bir süre için” kendisine varıları belli bir süre takdiriyledir. O da kıyamet günüdür. Onlar her mahlûkatın mutlaka varacağı bugünUn dehşetine dair uyarıldıkları şeyden yüz çevirmektedirler.

Yani ona îman etmemektedirler ve ona hazırlanmaya önem vermemektedirler.

(.......) nın mastariye olması mümkündür. O zaman mana: “Bugünle korkutulmalarından yüz çevirmektedirler” , şeklinde olur.

4

Deki dikkat edip baktınız mı hiç, Allah'ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar, göstersenize bana! Yoksa onların ortaklıkları göklere midir? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, size indirilmiş bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin.

Bana haber verin, Allah'tan başka taptığınız putlar eğer ilâh iseler yeryüzündeki hangi şeyi yaratmışlar? Yoksa göklerin ve yerin yaratılmasında onların Allah ile ortaklıkları mı var?

“Bundan önce indirilmiş bir kitap” bu kitaptan -ki o Kur'ân'dır- önce indirilmiş bir kitap şunu kastediyor:

“Bu kitap tevhidi ve şirkin kaldırılmasını söylemektedir. Bundan önce indirilen, Allah'ın kitaplarından her biri de bunun bir benzerini söylemektedir. Öyleyse Allah'tan başkasına ibâdet etme ile ilgili üzerinde bulunduğunuz şeyin doğruluğuna şâhit, bundan önce indirilmiş tek bir kitap olsun getirin. Ya da önceliklerin ilminden size intilal etmiş bir bilgi kalıntısı olsun getirin. Eğer Allah’ın size putlara ibâdeti emrettiğine dair doğru söyleyenlerden iseniz” (getirin).

5

Allah'ı bırakıp da kıymat gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir. Halbuki onlar, bunların tapmasından habersizdirler.

Onlar, bunların tapmasından ebediyyen habersizdirler.

6

İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (bunlar) onlara düşman kesilirler. Ve onların kendilerine yaptıkları ibâdeti inkâr ederler.

Yani putlar kendilerine tapanlara düşman kesilirler ve putlar, kendilerine tapanların tapınmalarını inkâr ederler. “Onları bize tapınmaya davet etmedik” derler.

(.......) daki istifhamın manası, herşeye gücü yeten, işiten ve icabet edeni bırakıp ondan başka kendilerine icabet etmeyen ve kıyamete kadar da dünya var oldukça onlardan hiç kimseye icabet etmeye güç getiremeyen cansızlara yalvaran putperestlerden daha sapık birilerinin olduğunu inkârdır. Kıyamet koptuğu ve insanlar haşrolduğu zaman onlar, onlara düşmanı kesilirler, onlara muhalif olurlar. Onlar, her iki cihanda da faydasızdırlar, zarardan ibârettirler. Dünyada icabet etmek suretiyle onlara dostluk göstermezler. Âhirette de onlara düşman kesilirler. Ve kendilerine yaptıkları ibâdeti inkâr ederler. İcabet etmek ve gaflet etmek gibi, ilim sahiplerine isnad edilen şeyler onlara isnad edildiği için (.......) ve (.......) denildi ve onların icabeti terketmekle ve gaflet göstermekle nitelendirilmesi, onları ve onlara tapanları alaya alma yolludur.

Bunun bir benzeri Allahu Teâlâ'nm:

Eğer onları (putları) çağırsanız sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet günü de sisin (onları Allah'a) ortak koşmanızı reddederler.” Fâtır, 14. ayetidir.

7

Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman, hak olan Kur'am inkâr edenler hak kendilerine gelince “Bu apaçık bir büyüdür” dediler.

Buradaki (.......) kelimesinin çoğuludur. O da, delil ve şâhit demektir. Ya da açık ve açıklayıcı demektir.

“Hak” kelimesiyle kastolunan ayetlerdir.

“İnkâr edenler” sözüyle kastolunan kendilerine okunanlardır. Onların küfrünü ve okunanın hak olduğunu tescil için iki zamîr yerine kelimeleri açık açık getirdi.

“Kendilerine gelince” yani kendilerine geldiği anda işitir işitmez düşünmeden bakmadan inkârla karşılık verdiler, demektir.

“Bu apaçık bîr büyüdür” yani bâtıl olduğu hususundaki durumu açık, bunda hiç şüphe yok, manasınadır.

8

Yoksa “ona uydurdu mu” diyorlar? De ki: eğer ben onu uydurmuşsam Allah'tan bana gelecek cezâyı savmaya sizin gücünüz yetmez. O sizin yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şâhit olarak O yeter. O, bağışlayan merhamet edendir.

“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar” onların âyetleri sihir olarak adlarıdırmasını zikrettikten sonra onların “Onu, Muhammed (aleyhisselâm) uydurdu” yani “onu uydurdu ve onu yalan olarak Allah'a isnad etti” şeklinde sözlerine geçmiştir.

(.......) deki zamîr (.......) kelimesine âittir. Bununla kastedilen ayetlerdir.

“De ki eğer ben onu uydurmuşsam Allah'tan bana gelecek cezâyı savmaya sizin gücünüz yetmez” yani farzı mahal ben onu uydurmuşsam, Allah kendisine iftiranın cezâsıyla beni derhal cezâlarıdırır ve beni derhal cezâlarıdırmasına siz de mani olamazsınız ve O'nun azâbından hiçbirşeyi defetmeye takat getiremezsiniz. Böyleyken ben nasıl olurda O'na iftira atar ve O'nun azâbına kendimi atarım?

“O sizin yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir”

Yani bazan “sihir” ve bazan da “uydurdu” diye adlarıdırmak suretiyle, Allah'ın vahyini kötülemenize ve âyetlerini yalanlamanıza dair yaptıklarınızı daha iyi bilir.

“Benimle sizin aranızda şâhit olarak O yeter” benim lehime doğruluk ve tebliği ifa ile şehadet eder. İlim ve şehadetin zikredilmesinin manası, yaptıkları taşkınlıkların cezâlarıdırılmasıyla tehditti.

“O bağışlayandır, merhamet edendir” eğer küfürden tevbe edip îman ederlerse af ve merhamet göreceklerini vaad eder.

9

De ki: ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağım da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ve ben apaçık bir uyarıcıyım.

örneksiz ihdas olunmuş şey” manasınadır.

(.......) hafif manasına gelen (.......) gibidir. Mana, “Ben ilk peygamber değilim ki benim peygamberliğimi inkâr edesiniz.”

“Bana ve size ne yapılacağım da bilmem” Mekke'yi terk mi edeceğim yoksa rüyamda bana gösterilen ağaçlı hurmâlik yere gitmekle mi emrolunacağım, demişti.

(.......) deki (.......) nm mensûb (ismi mevsul olması mümkündür, merfû' istifham edatı olması da mümkündür. (.......) müspet mana içerdiği ve (.......) deki (.......) ve onun yerindeki hem de olumsuzluk manası içerdiği için (.......) sözünde (.......) gelmiştir.

10

De ki: “Hiç düşündünüz mü? Şayet bu Allah katından ise ve sizde onu inkâr etmişseniz, İsrâ'il oğullarından bir şâhit de bunun benzerini görüp inandığı hâlde siz yine de büyüklük taslamışsanız, şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

“Bu” yani Kur'ân.

“İsrâ'il oğullarından bir şâhit” O, Cumhûr’a göre Abdullah b. Selâm'dır. Bu sebepten dolayı, bu âyet medenidir. Çünkü Abdullah b. Selâm’ın İslam'a girişi Medine'de olmuştur dendi.

Rivâyete göre o Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelince, onun yüzüne baktı da onun yalancı yüzü olmadığını anladı ona şöyle dedi:

“Muhakkak ki ben, Sana ancak bir peygamberin bilebileceği üç şey soracağım. Kıyamet alâmetlerinin ilki hangisidir. Cennet halkının yediği ilk yiyecek hangisidir ve çocuk babasına ya da anasına niçin çeker?”

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet alâmetlerini ilki onları (insanları) doğudan batıya doğru sevkeden bir ateştir. Cennet halkının yiyeceği ilk yiyecek balık ciğerinin kenarıdır. Çocuk ise erkeğin (babasının) suyu galip gelirse ona, kadının (anasının) suyu galip gelirse ona çeker.”

Bu cevaplar üzerine Abdullah b. Selâm:

“Senin Allah'ın hak peygamberi olduğuna şâhitlik ederim” dedi.

(.......) deki zamîr Kur'ân'a âittir.

Yani manaca “onun bir benzerini görüp inandığı hâlde” demektir. O da; tevhid vaad, tehdit ve sair hususlarda Kur'ân manalarına uygun düşen Tevrât'taki manalardır.

Mananın; “Eğer Allah katındansa ve bir şâhit de bunun bir benzerine, yani onun Allah katından olduğuna şâhitlik ettiği hâlde siz de onu inkâr ediyorsanız” , şeklinde olması mümkündür.

“İnandığı hâlde” şâhit inandığı hâlde “büyüklük tasladınız” ona îman hususunda büyüklük tasladınız. Şartın cevabı hazfedilmiştir. Takdiri: “Eğer Kur'ân Allah katından ise ve siz de bunu inkâr ediyorsanız (o zaman sizler) zalimler değil misiniz?” şeklindedir.

Hazfedilen bu manaya Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” Sözü delalet etmektedir. Birinci (.......) harfi (.......) kelimesini şart (.......) üzerine atfetmektedir.

(.......) deki (.......) kelimesini (.......) cümlesi üzerine atfetmektedir. Mana:

“De ki: bana haber verin. Eğer onu inkâr etmenize rağmen Kur'ân, Allah katından indirilmişse ve sizin ona karşı büyüklük taslamanıza ve sizin îman etmekten yüz çevirmenize rağmen îsrailoğullarının en bilgilisinin onun bir benzerinin inişine şehadeti ona imani bir araya gelirse, sizler, insanların en sapığı ve en zâlimi olmazmısınız?” şeklindedir.

11

İnkâr edenler, îman edenler için dediler ki: “Bu işde bir hayır olsaydı onlar bizi geçemezlerdi. Fakat onlar bununla doğru yola girmek arzusunda olmadıkları için, bu eski bir yalandır” diyecekler.

“Îman edenler için” onlar hakkında. Bu Mekke kâfirlerinin sözüdür. Ammar, Süheyb ve İbni Mesud (rhm) gibi fakirleri kasdederek, Muhammed'e tabi olanların geneli önemsiz, düşük kimselerdir” demişlerdi.

“Bu işde hayır olsaydı bizi geçemezlerdi.” Eğer Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği şeyde hayır olsaydı, bunlar ona ulaşmada bizi geçemezlerdi. (.......) deki amil, sözün ona delaletinden dolayı hazfedilmiştir. Takdiri: “Bununla doğru yola girmek arzusunda olmadıkları için inatları ortaya çıktı” , şeklindedir.

“Bu eski bir yalandır” yani geçmiş bir yalandır. Onların bu sözü onların “öncekilerin efsaneleridir” sözü gibidir.

12

Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Mûsa'nın kitabı vardır. Bu da zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere arap lisanıyla indirilmiş doğrulayıcı bir kitaptır.

“Ondan önce de” Kur'ân'dan önce de Mûsa'nın kitabı” yani Tevrât.

(.......) kelimesi müptedadır. (.......) Öne geçmiş bir haber olarak zarftır. Hâl olmak üzere (.......) kelimesini naspetmektedir.

(.......) kelimesinin manası, “İmâma uyulduğu gibi Allah'ın dininde ve (o dinin) şer'i esaslarında kendisine uyuları önder” demektir. Ona inanan ve içindekilerle amel edenler için bir rahmettir. Bu Kur'ân Mûsa'nın kitabım ya da kendisinden önceki bütün kitapları tasdik eden bir kitaptır.

(.......) deki kitabın zamîrinden hâldir ve onda amel eden (.......) dur. Ya da sıfat almak suretiyle özellik kazandığından dolayı (.......) den hâldir. Onda işaret manası amel etmektedir.

(.......) un mefulü olması da câiz görülmüştür.

Yani Arapça lisanına sahip olanı -ki o Peygamber (aleyhisselâm) dır- tasdik eden demektir.

“Zulmedenleri uyarmak üzere” yani kitap inkâr edenleri uyarsın diye demektir.

Hicaz ve Şam kırâat ekolüne göre (.......) şeklindedir. (.......) mahallen mensuptur. (.......) nin mahalli üzerine atıftır. Çünkü o (.......) nin mefulü lehidir. “İyilik yapanlara” itat eden mü'minlere.

13

“Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

Allah'ın tevhidi ve peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şerî'atı üzere dosdoğru yaşayanlara kıyamette korku yoktur. Onlar, ölüm esnasında mahzun da olmayacaklardır.

14

Onlar cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır.

(.......) den hâldir. Bundaki amil (.......) nin delalet ettiği işaret manasıdır. (.......) sözün kendisine delalet ettiği fiil için mastardır.

Yani (.......) (yaptıklarına karşılık cezâlarıdırıldılar) demektir.

15

Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşıması ile sütten kesilmesi cem'an otuz ay sürer. Nihayet insan güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana anne babama verdiğin nimete şükretmemi ve râzı olacağın yararlı iş yapmamı nasip et. Benim için de zürriyetim içinde iyiliği devam ettir. Ben Sana döndüm. Ve elbetteki ben Müslümanlardanım.

Kufe kırâat ekolüne göre (.......) şeklindedir.

Yani “ona ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik” , demektir. Diğerlerine göre (.......) şeklindedir.

Yani “ona güzel bir iş olarak ana babasını tavsiye ettik,” ya da “ona ana babasını, güzel bir işi tavsiye ettik” , demektir. O zaman bu (.......) sözünden bedeli istimaldir.

Hicaz kırâat imâmları ve Ebû Amr'a göre her iki (.......) deki (.......) ler fetha iledir. Her ikisi de meşakkat manasında iki ayrı kelimedir. Hâl olmak üzere mensûbtur.

Yani meşakat sâhibi olarak demektir.

Ya da o mastar için sıfat olmak üzere mensuptur.

Yani “meşakkatli bir taşımayla taşıdı” demektir.

“Taşıması ve sütten kesilmesi” onun taşırıma ve kesilme müddeti “otuz aydır” bunda hamilelik müddetinin en azının altı ay olduğuna delil vardır. Çünkü süt emzirme müddeti Aîiahu Teâlâ'nm:

Anneler çocuklarını iki tam yıl emdirirler” Bakara, 233.

âyeti gereğince iki tam yıl olunca hamilelik için geriye altı ay kalır. Allah (celle celâlühü) her ikisine de rahmet etsin Ebû Yûsuf ve Muhammed (rha) bunu demişlerdir. Ebû Hanîfe (rahmetüllahi aleyh) ise “Bununla kastolunan elle taşımadır” demiştir.

Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir. (.......) ve (.......) yapı ve mana itibariyle (.......) ve (.......) gibidir.

(.......) kelimesi çoğuldur. Kendi lâfzından tekili yoktur. Sivebeyh “onun tekili (.......) dur diyordu. Güçlü kuvvetli çağa varması, olgunluk çağına gelmesi ve gücünün, akimin kuvvetlendiği yaşa varmasıdır. Bu da otuzu aştığı, kırka yaklaştığı zamanlardır. Katâde'den şöyle nakledilmiştir:

“Bu otuzüçüncüyıldır. Bu güçlü kuvvetli çağın evvelidir. Sonu kırktır.”

“Temin et” ilham et.

“Bana ana ve babama verdiğin nimete” bununla kastolunn tevhid ve İslam nimetidir. Kendisine verilen nimet, babasına verilen nimete şükrü birleştirdi. Çünkü o ikisine verilen nimet ona verilen nimettir.

“Râzı olacağın yararlı iş yapmam” denildi ki o beş vakit namazdır.

“Benim içinde zürriyeîim içinde iyiliği devam ettir” yani zürriyetimi kendilerinde düşünüldüğü kişiler kıl, bütün günahlardan sana tevbe ettim ve ben ihlâs sâhibi Müslümanlardamm.

16

İşte onlar (öyle kimselerdir ki) biz onların yaptıklarının en güzelini kabul ederiz. Günahlarını da bağışlarız. Onlar cennet ashâbı içindedirler. Bu kendilerine vaad edilmiş dosdoğru bir sözdür.

Hamza, Ali ve Hafsa göre (.......) şeklindedir.

Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. Bu senin, “bana onlardan ikram olunanlardan arasında ikram etti ve beni onlardan biri saydı” manasını kasdederek “emir arkadaşlarından oluşan insanlar arasında bana ikram etti” sözünde olduğu gibidir. “Cennet ahalisi arasında oldukları ve onlar içinde kabul edildikleri hâlde” manası üzere hâl olmak üzere mahallen mensûbtur.

(.......) tekid edici mastardır. Çünkü (.......) ve (.......) Allah'ın, onlara kabul ve bağışlama vadidir.

Denildi ki: Bu âyet, Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) babası Ebû Kuhafe annesi Ümmül Hayr, çocukları ve onun onlar hakkındaki duasının kabulü hakkında nâzil olmuştur. Zira o, otuz sekiz yaşında iken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e îman etmiş ve ana babası için kırk yaşındayken dua etmiştir. Muhacir ve ensardan, Ebû Bekir (radıyallahü anh) dışında kendisi ana babası erkek ve kız çocukları Müslüman olan hiçbir sahâbe yoktur. Onlar dünyada iken doğru bir vaadle vaad olunuyorlardı.

17

Ana babasına, “Öf be size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz” diyen kimseye, anne ve babası Allah'a sığınarak, “Yazıklar olsun sana! Îman et. Allah'ın vaadi gerçektir.” dedikleri hâlde o “Bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir” der.

(.......) müptedadır. Haberi (.......) şeklinde;

Mekke ve Şam kırâat imâmlarına göre (.......) şeklinde, diğerlerine göre ise, (.......) şeklindedir. Bu insanın onu çıkardığında sıkıldığının anlaşıldığı sestir. “Hassi” dediğinde acı duyduğu bilindiği gibi.

(.......) daki (.......) beyan içindir.

Yani bu oflayıp puflama özellikle ikiniz içindir başkası için değil, demektir.

“Beni tekrar dirilmekle mi, yani diriltilip topraktan çıkarılmakla mı tehdit ediyorsunuz? Hâlbuki benden önce nice nesiller gelip geçti. Onlardan hiçbiri tekrar diriltilmedi.” Ana babası, Allah'a sığınarak yani:

“Senden ve senin sözünden Allah'a sığınırız” diyerek -bu onun sözünü yadırgadıkları içindir- Ona “yazıklar olsun sana” dediler. Bu helâk için yapılan bir bedduadır. Ama bununla kastolunan îmana teşviktir, gerçek helâk değildir.

Allah'a ve yeniden dirilişe îman et. Çünkü Allah'ın yeniden dirilişle ilgili vaadi gerçektir, doğrudur. O, ikisine, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” der.

18

İşte onlar kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında azap sabit olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar, ziyana uğrayanlardır.

“Haklarında azap sözü sabit olmuş kimseler” yani cehennemi dolduracağım şeklinde haklarında azap sözü sabit olmuş kimseler, demektir. “Gelip geçmiş topluluklar içinde” yani gelip geçmiş toplulukların tamamı içinde.

19

Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.

Zikredilen iyi günahkâr her iki cinsin, yaptıklarına göre dereceleri vardır.

Yani hayrı ve şerri işleyenlerin karşılığı menziller ve derekeler vardır. Ya da “onları işlemeleri sebebiyle onlar içi menziller ve derekeler vardır” demektir. Hadisi şerifte:

“Cennet derece derecedir. Cehennem de derece derecedir” buyurulduğu hâlde “dereceler” demesi derecenin galip olması sebebiyledir.

Mekke ekolü, Basra ekolü ve AsmVa göre (.......) ile (.......) şeklindedir.

Yani “onlara amellerinin karşılığım verir. Ve onların haklarına zulmetmez” demektir. Onların karşılığını amellerinin miktarına göre takdir etmiştir. Sevabı derece derece, azâbı da dereke dereke kılmıştır.

(.......) deki (.......) bir mahfaza delalet etmektedir. Takdiri: Allah onlara amellerinin karşılığım vermek için bunu kılmıştır, şeklindedir.”

20

İnkâr edenler ateşe arzolundukları gün “Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeyleri harcadınız onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz?” denir.

Onların ateşe arzolunmaları onunla azap olunmalarıdır. Kılıçla öldürüldüklerinde “faları oğulları kılıca arzolundular” sözünde olduğu gibi.

Denildi ki: “Kastolunan ateşin onlara arzedilmesidir. Bu havuzun derekelere arzedilmesini kastederek kelimelerin yerlerini değiştirip'develer havuza arzedildiler'şeklinde denilmesi gibidir.”

“Harcadınız” yani bunlara: harcadınız, denir. Bu zarfı nasbeden amildir.

“Dünya hayatında bütün güzel şeyleri harcadınız” yani sizin için takdir edilen her bir güzelliğin hazzına dünyanızda nail oldunuz, onu alıp götürdünüz. Artık sizin için hazzını aldıktan sonra ondan hiçbirşey kalmadı. Ömer (radıyallahü anh)’in şöyle dediği nakledilmiştir:

“Eğer dikseydim yiyecek ve giyecek hususunda sizin en iyiniz ve en güzeliniz olurdum. Ancak ben güzelliklerimi sonraya bırakmak istiyorum.”

“Onların zevkini sürdünüz” güzelliklerle zevku safa ettiniz, (.......) (alçaltıcı) demektir. Bu şekilde de okunmuştır.

“Büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan” yani kibirlenmeniz ve günah işlemeniz sebebiyle, demektir.

21

Âd kavminin kardeşini (Hûd'u) an. Zira o Ahkaf ta kavmini uyardı. Kendinden önce ve sonra (başka) uyarıcılar da gelmiş olan kavmine: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sîzin için büyük bir günün azâbına uğramanızdan korkuyorum.” demişti.

“Âd kavminin kardeşini an” yani Hûd'u an.

(.......) kelimesinin çoğuludur. O da, kendisinde eğim bulunan uzun ve yüksek kum tepesidiv. Bir şey eğrildiğinde, meyilli olduğunda kullanılan (.......) sözünden gelmektedir.

İbni Abbâs (radıyallahü anh) den şöyle nakledilmiştir:

“O Amman ile Mehre arasında bir vadidir.”

(.......) kelimesinin çoğuludur, uyarıcı ya da uyarı manasındadır.

“Kendinden önce ve sonra” Hûd'dan önce ve sonra.

(.......) cümlesi (.......) ile (.......) cümlesi arasına mutarıza cümlesi olarak girmiştir. Mana:

“Hûd'un kavmini şirkin akibetine ve büyük azâba karşı uyarışım an. Ondan önce ve ondan sonra gelen peygamberler de bunun gibi uyarmıştı.” şeklindedir.

22

“Sen bizi tanrılarınıızdan çevirmek için mi geldin. Hadi doğru söyleyenlerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir” dediler.

Hûd'un kavmi: “Sen bizi tanrılarınııza ibaet etmekten döndürmek için mi geldin?” dediler.

(.......) döndürmek demektir. (.......) (onu görüşünden döndürdü) denir. “Eğer tehdidinde doğrulardan isen şirke karşı tek azap verileceğine dair bizi tehdit ettiğin şeyi getir.”

23

Hûd da: “Bilgi ancak Allah katımladır. Ben kendisi ile gönderildiğim şeyi (İslam'ı) size duyuracağım. Fakat sizi câhil bir kavim olarak görüyorum.” dedi.

“Bilgi -azâbın geliş vaktine dair bilgi- Allah katındadır. Azap edileceğiniz vakit hakkında benim hiçbir bilgim yok.”

Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir, şeddesizdir.

Yani, “Benim için ise kendisiyle gönderildiğim uyarı ve korkutmayı size tebliğ etmektir. Fakat siz peygamberlerin kendilerine izin verilen şeyin dışında teklifler getirenler ve isteklerde bulunanlar olarak değil uyarıcılar olarak gönderildiğini bilmeyen câhil kimselersiniz.”

24

Nihayet onu vadilerine doğru yayıları (bir bulut) şeklinde görünce de: “Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur.” dediler. Hayır! O sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgârdır.

(.......) deki zamîr, (.......) ya gider. Ya da o durumu (.......) (yayıları) sözüyle açığa kavuşan kapalı bir kelimedir.

(.......) ya temyiz ya da hâldir. Manası: Gökyüzünün ufkunda yaydan bulut demektir.

Rivâyet edildiğine göre kendilerine (uzun bir müddet) yağmur yağdırılmadı. Vadilerine doğru gelen bir bulut gördüler de “Bu bize yağmur getiren buluttur” dediler ve bundan dolayı sevinçlerini izhar ettiler.

(.......) ve (.......) kelimelerinin izafeti mecâzî (lafzi)dir. Marifeye muzaf oldukları hâlde nekreye sıfat olarak vuku bulmaları deliliyle ma'rife değildirler.

“Hayır! O” yani Hûd şöyle dedi: “Hayır! O sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir.” Buna (.......) şeklinde okuyanın okuyuşu delalet etmektedir.

“Acele gelmesini istediğiniz şeydir” yani azaptan acele gelmesini istediğiniz şeydir demektir. Bunu daha sonra açıkladı. Şöyle buyurdu: “İçinde acı azap bulunan rüzgârdır.”

25

O Rabbi'nin emriyle herşeyi yıkar, mahveder. Bunun üzerine onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezâlarıdırırız.

Âd kavmine mensup olanlardan ve onların mallarından birçoğunu helâk eder. “Herşeyi” sözü çokluktan kinaye olarak kullanıldı.

“Rabbinin emriyle” rüzgârın Rabbi'nin emriyle.

Âsımç Hamza ve Halef’e göre, (.......) şeklindedir.

Yani “onların evlerinden haşka hiçbirşey görülmemektedir” , demektir. Diğerlerine göre ise “Onların evlerinden başka hiçbirşey göremezsin” şeklindedir. Hitap bakan herhangi biri içindir.

“İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezâlarıdırırız.”

Yani onların günahı gibi günah işleyen kişiyi ya da kişileri böyle cezâlarıdırırız, demektir. Bu Arap müşrikleri için bir sakındırmadı!'. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir:

“Hûd (aleyhisselâm) ve beraberindekiler bir ağıla çekildiler ve onlara bu rüzgârdan nefislerinin hoşuna giden şeyden başkası isabet etmedi. O yer ile gök arasında mahfe içindeki Âd'a mensup kişilere geliyor ve onların kafa kemiklerini taşla kırıyordu.”

26

Andolsun ki onlara da size vermediğimiz kudret ve kuvveti vermiştik. Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir fayda sağlamadı. Zira bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi.

(.......) Nâfiyedir.

Yani size vermediğimizi, demektir. Ancak (.......) nın benzeriyle bir araya gelmesi sırasında çirkin görülen tekrardan dolayf lâfzen daha güzeldir.

(.......) nın aslının (.......) olduğu tekrarın çirkinliğinden dolayı da elifin (.......) ye çevrildiği görülmüyor mu? (.......) sıla kılınıp, “Biz onlara size verdiğimiz kudret ve serveti vermiştik” şeklinde de tevil edilmiştir. Ancak doğru olan (.......) maa ilkidir. Nitekim Allahu Teâlâ:

“Onlar eşya ve görünüş bakımından daha güzeldi...” Meryem, 74.

“Onlar onlardan daha çoktu ve kuvvet, eser yönünden de daha kuvvetliydi.” Ğafir,82. buyurmuştur.

(.......) manasınadır. Ya da sıfatlanmış nekradır.

“Kendilerine kulaklar gözler ve kalpler vermiştik.”

Yani idrak edip anlama aletlerini vermiştik. “Kendilerine hiçbir fayda sağlamadı.”

Yani faydadan hiçbirşey demektir. O da o faydadan az bir şeydir.

(.......) sözüyle mensûb kılınmıştır.

kötülük yaptığı için onu dövdüm” ve (.......) sözlerinde sebep edatı ile zarf eşit olduğu için zarf sebep edatı yerine geçmiştir. Çünkü “sen onu kötülük yaptığı vakitte dövdüğünde ona o vakitte kötülük yaptığı için dövdün” , demektir. Ancak (.......) ve (.......) bu hususta galip kılınmışlardır, diğer zarflar değil.

“Kendilerini kuşatıverdi” kendilerine iniverdi, “alay edip durdukları şey” alaya almalarının cezâsı.

Bu Mekke kâfirleri için tehdittir. Daha sonra, “Andolsun biz çevrenizdeki memleketleride yok ettik” sözüyle onlara karşı tehdidi artırdı.

27

Andolsun biz, çevrenizdeki memleketleri de yok ettik. Belki doğru yola dönerler diye âyetleri tekrar tekrar açıkladık.

Ey Mekke halkı! Andolsun ki biz çevrenizdeki Semûd'un Hicrin ve Lût kavminin şehirleri gibi şehirleri de yok ettik.

Kastolunan şehirlerin halkıdır. Bu sebepten “doğru yola dönerler diye âyetleri tekrar tekrar açıkladık” buyurmuştur.

Yani azgınlıktan îmana dönerler diye onlar delilleri ve envai çeşit ibretleri tekrar tekrar getirdik, iima yine de dönmediler.

28

Andolsun ki kendilerine yakınlık sağlamak için Allah'tan başka tanrı edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Hayır, onlardan kaybolup gittiler bu onların yalan olarak uydurup durdukları şeydir.

“Yardım etselerdi ya “yardım etmeli değil miydi?

Kurban kendisiyle Allah Teâlâya yaklaşıları şeydir.

Yani, onları kendilerini Allah'a ulaştıran şeyler edindiler. Ve “Bunlar Allah katında şefâatçilerimizdir.” Yûnus, 18. dediler.

(.......) nin iki mefûl ünden (.......) ye döneni hazfedilmiştir.

Yani “onları edindiler” demektir. İkincisi (.......) dir.

(.......) hâldir.

“Hayır, onlardan kaybolup gittiler” onlara yardım etmekten uzaklaştılar.

(.......) (bu) sözü, tanrılarının yardıminin mümkün olmamasına ve onlardan uzaklaşmalarına işarettir.

Yani bu onların uydurması -ki o onların putları tanrı edinmeleridir- ve Allah (celle celâlühü) ortak koşmalarının ve Allah'a (celle celâlühü) yalan uydurmalarının semeresidir.

29

Hani cinlerden bir gurubu Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'ân'ı dinlemeye hazır olduklarında (birbirlerine) “susun” dediler. Kur'ân taman olunca da uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.

“Hani cinlerden bir gurubu sana yöneltmiştik.” Nusaybin cinlerden bir gurubu sana meylettirmiş ve sana yönlendirmiştik. Nefer: Ondan az kişidir.

“Kur'ân'ı dinlemeleri için” Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) den: “hazır olduklarında” Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına geldiklerinde ya da Kur'ân'ı ondan dinlemeye hazır olduklarında demektir.

Bir kısmı diğerlerine dinleyerek “susun” dediler.

. Rivâyet olunduğuna göre cinler haber çalıyorlardı. Gökyüzü kararmaya başlanınca ve onlar yakıcı ateşlerle taşlanınca: “Bu ancak meydana gelen bir olay sebebiyledir” dediler. Aralarında reisleri Zevbea olduğu hâlde Nusaybin ya da Ninova cinlerinin büyüklerinden yedi ya da dokuz kişiden oluşan bir gurup kalktılar. Tihameye varıncaya kadar gittiler. Daha sonra Nahle vadisine doğru süratle yürüdüler. Orada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaştılar. Ayaktaydı. Gece yarısı namaz kılıyordu. Ya da sabah namazını kılıyordu. Okuyuşuna kulak verdiler. Said b. Cübeyr'den (radıyallahü anh) şöyle nakledilmiştir:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cinlere bir şey okumadı ve onları görmedi. O namazında okuyordu. Onlarda ona geliyorlar durup dırıliyorlardı. Hâlbuki o bunu bilmiyordu. Daha sonra Allah ona onların (kendisini) dinlediklerini haber verdi.

Denildi ki: “Bilâkis Allah (celle celâlühü), Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) cinleri uyarmasını ve onlara Kur'ân'dan okumasını emretmiştir. Bu sebeple ona onlardan bir gurup yönelmiştir.”

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Ben bu gece cinlere Kur'ân okumakla emrolundum. Bana kim arkadaşlık eder?” bunu üç kere söyledi. Abdullah b. Mesud (radıyallahü anh) dışında herkes başırıı öne eğerek sustu. O (radıyallahü anh) şöyle dedi:

“Cin gecesi benden başka kimse gitmedi. Ayrıldık. Hacun yolunda Mekke'nin en üst taraflarına çıktık. Resûlüllah benim için bir çizgi çizdi ve'Sana dönünceye kadar buradan dışarı çıkma'dedi. Daha sonra Kur'ân okumaya başladı. Anlaşılmaz şiddetli sesler duydum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

- Bir şey gördün mü? dedi. Ben:

- Evet kara adamlar, dedim.

- Onlar Nusaybin cinleridir onikibin kişiydiler, dedi. Onlara okuduğu süre ise Alak suresiydi.”

“Kur'ân tamam olunca...” Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) okuyuşunu bitirince “uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi.” Onların uyarıcıları olarak...

30

Ey kavmimiz dediler. Şüphesiz biz Mûsa'dan sonra indirilen kendinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.

Mûsa'dan sonra” dediler. Çünkü onlar Yahûdî dini üzere idiler. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir:

“Cinler, Îsa (aleyhisselâm)’in hadisesini işitmemişlerdi.”

Kendinden önceki kitapları doğrulayan. Hakka yani Allah Teâlâ'ya ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.

31

Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona îman edin ki Allah da sizin günahlarınızdan bir kısmım bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.

Allah'ın davetçisine” yani Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e. Ebû Hanîfe (rahmetüllahi aleyh) bu ayetten dolayı:

“Onlar için sevap yoktur. Ancak cehennemden kurtuluş vardır.” Demiştir. Mâlik, İbni Ebi Leyla Ebû Yûsuf ve Muhammed (Allah onlara rahmet etsin):

“Onlar cennete girerler. Yerler ve içerler.” dediği nakledilmiştir.

32

Allah'ın davetçisine uymayan kimse, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah'tan başka dostlar da bulunmaz. İşte böyleler apaçık bir sapıklık içindedirler.

Allah'ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir.”

Yani kaçtığı hiçbir yer onu O'ndan kurtaramaz.

33

Gökleri ve yeri yaratan bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri diriltmeye de gücünün yettiğini görmüyorlar mı? Evet, O herşeye Kâdirdir.

“Bunları yaratmakla yorulmayan... “Bu:

“Andolsun ki biz gökleri ve yeri ikisi arasındakileri altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.” Kaf, 38. âyetindeki gibidir.

Bir işin yapılış şeklini bilemediğinde (.......) İşi yapmaktan âciz kaldım, apışıp kaldım'denir. (.......) mahallen merfûdur.

Çünkü o (.......) nin haberidir. Abdullah b. Mesud'un (radıyallahü anh) (.......) şeklinde ki kırâati buna delalet etmektedir. Âyetin başında (.......) ve onun devamındaki ler üzerine olumsuzluk geldiği için (.......) gelmiştir.

Zeccâc şöyle demiştir:

“Eğer (.......) Zeyd'in ayakta olduğuna inanmadım'deseydim câiz olurdu.”

Sanki “Allah Kâdir değil midir? Denilmiştir. (.......) kelimesinin onların görmeleri için değil de, diriliş ve diğer hadiseler gibi herşey üzerine kudretini tescil için geldiği görülmüyor mu? “Evet” kelimesi olumsuzluğun cevâbıdır.

34

İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün “Nasıl bu gerçek değil miymiş?” denildiğinde “Evet Rabbimiz andolsun ki gerçekmiş” derler. O da “Öyleyse inkâr etmenizden dolayı azâbı tadın” der.

“İnkâr edenler” ateşe sunulacakları gün onlara “Bu hak değilmiymiş? denir.

Zarfı ( ) nasbeden amil, gizli “dedi” sözüdür. “Nasıl bu gerçek değil miymiş?” sözü azâba işarettir. “İnkâr etmenizden dolayı” dünyadaki inkârınız sebebiyle.

35

O hâlde peygamberlerden azim sâhibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme. Onlar vadedildikleri azâbı gördükleri gün sanki dünyada gündüzün sadece bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluktan başkası helâk edilir mi hiç?

“Azim sâhibi” ciddiyet sebat ve sabır sâhibi (.......) deki (.......) teb'îz içindir. Azim sâhibleri ile kastolunan, Ahzap süresinde zikrolunanlardır:

“Hani biz peygmaberlerden söz almıştık. Senden, Nûh'tan, İbrâhîm'den, Mûsa'dan ve Meryem oğlu Îsa'dan” Ahzâb,7.

Yûnus (aleyhisselâm) onlardan değildir. Nitekim Allahu Teâlâ Hazretleri:

“Balık sâhibi (Yûnus (aleyhisselâm)) gibi olma” buyurmuştur.

Ve aynı şekilde Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) onlardan değildir. Mevla Teâlâ’nın şu kavlinde buyurduğu gibi: “Onda azim bulamadık” Ta-Ha, 115.

Ya da buradaki (.......) beyan içindir. O zaman da (.......) bütün peygamberlerin sıfatı olur.

“Onlar hakkında acele etme” Kureyş hususunda azap edilmesi hususunda acele etme.

Yani onun acele inmesi hususunda onlara beddua etme zira o gecikse de kesin olarak onlara inecektir.

“Onlar vadedildikleri azâbı gördükleri gün sanki dünyada gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar.”

Yani onlar o zaman dünyada kaldıkları müddeti az görürler. Öyle ki onu gündüzün ancak bir saati gibi hesap ederler.

“Bu bir tebliğdir” yani size edilen bu nasihat, öğüt hususunda yeterlidir. Ya da bu peygamberlerden bir tebliğdir. Ya da bu peygamberlerden bir tebliğ demektir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası azap helâki ile helâk edilir mi hiç? Mana onunla öğüt almaktan ve gerekleriyle amel etmekten uzaklaşan müşriklerden başkası Allah'ın azâbıyla elbette helâk edilmeyecektir, şeklindedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim Ahkaf Sûresini okursa Allah (celle celâlühü) ona dünyadaki her kum sayısınca on iyilik yazar.”

0 ﴿