FETİH SÛRESİBu sûre Medine'de nâzil olmuştur, 29 âyettir. 1Biz sana şüphesiz apaçık bir fetih ihsan ettik. Fetih: Bir beldeyi zorla ya da sulh yoluyla, harbederek veya harbetmeden ele geçirmektir. Çünkü o ele geçirilmediği müddetçe kapalıdır. Ele geçirildiğinde fethedilmiş açılmış olur. Denildi ki: “Bu, Mekke'nin fethidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hûdeybiye yılı Mekke'ye gitmekten vazgeçip geri dödüğü yerde fethe hazırlarısın diye nâzil olmuştur.” Geçmiş fiil lafzıyla söylenmiştir. Çünkü o gerçekleşmesi hususunda meydana gelmiş fiil derecesindedir. Bunda (bu üslupta) kendisinden haber verilen şeyin şanının ve kadrinin yüceliğine delalet vardır. O (kendisinden haber verilen şey) de bilindiği üzere fetihtir. Denildi ki: “Bu Hûdeybiye fethidir. Onda şiddetli çarpışma olmamıştı. Ancak iki gurup arasında ok ve taşlarla atışmalar olmuştu, (müşrikler Müslümanlara atmışlar) Müslümanlar da müşriklere atmışlar, onları beldelerine sokmuşlardı. Onlar da sulh istemişlerdi. İşte bu apaçık bir fetihti” Zeccâc şöyle demiştir: “Hûdeybiye fethinden Müslümanlar için büyük bir mu'cize vardır. O da onun kuyusunun suyu tamamen tükenmişti orada bir damla su bile kalmamıştı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) suyu ağzında çalkaladı sonra onu kuyuya tükürdü. Kuyu derhal su ile doldu. Öyle ki bütün insanlar içtiler.” “Bu (fetih) Hayberin fethidir” denildi. Denildi ki: “Bunun manası senin lehine Mekke halkının de aleyhine olmak üzere gelecek yıl senin ve ashâbının Beytu'l-Haram'ı tavaf etmek için Mekke'ye girmesine açık bir şekilde hükmettik.” demektir. Fetih kelimesi (.......) kelimesinden gelmektedir. O da hükmetmek, demektir. 2Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. Denildi ki: “Fetih bağışlanmanın sebebi değildir.” Takdir: “Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Dolayısıyla Allah'ın seni bağışlaması için istiğfar et şeklindedir.” Bunun bir benzeri: “Allah'ın yardımı ve fethi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve ondan mağfiret dile. Çünkü O tevbeleri fazlaca kabul edendir.” Nasr, 1-3. Ayetleridir. Mekke fethinin düşmana karşı cihad olması hasebiyle bağışlanmaya sebep olması da mümkündür. Denildi ki: “Fetih onun bağışlanması için olmamışar. Bilâkis nimetin doğru yola hidâyetin ve büyük yardımın tamamlanması için olmuştur. Ancak O bu nimetleri ona saydığında onları nimetlerin en büyüğüne bitiştirdi.” Sanki şöyle denildi: “Mekke fethini sana kolaylaştırdık.” Ya da: “Senin için dünya ve âhiret izzetinin, öncelikli ve önceliksiz hedeflerin bir araya toplanmasmı kolaylaştırdık...” “Senin geçmiş ve gelecek günahım bağışlar.” Senden meydana gelenlerin tamamını... Ya da Mariye olayıyla ilgili önceki; Zeyd'in hanımı İle ilgili sonraki olayı kastediyor. “Sana olan nimetini tamamlar.” dinini yüceltmek ve senin elinle beldeleri fethetmek suretiyle sana olan nimetini tamamlar. “seni doğru yola iletir” ve seni râzı olduğu din üzere sabit kılar. 3Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder. Kendisinden sonra asla zilletin olmadığı güçlü kuvvetli bir yardımla sana yardım eder. 4Îmanlarına îman katsınlar diye mü'minlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, herşeyi hikmetle yapandır. (.......) Sekinet: Sükun demektir. (.......) nin (.......) bühtan manasına gelmesi gibi. Yani Allah (celle celâlühü) yakinleri artsın diye barış sebebiyle onların kalplerine sükunu ve iç huzurunu indirmiştir, demektir. Denildi ki: “Sekinet; Allah'ın (celle celâlühü) emrettiği şeylere karşı sabır, va'âine karşı güven ve O'nun (celle celâlühü) emrine karşı tazimdir.” “Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır.” Onları, ilminin ve hikmetinin gerektirdiği şekilde birbirine musallat kılar. Hûdeybiye sulhuyla mü'minlerin kalplerinin güvene ulaşması ve onlara fethin vadedilmesi O'nun hükmündedir. Mü'minler ondaki (hükümdeki) Allah'ın (celle celâlühü) nimetini bilsinler ve ona şükretsinler, bana karşılık da Allah (celle celâlühü) onlara sevap versin diye, mü'minlerin yakininin artmasından dolayı onlara kin besledikleri, yakin gördükleri için kâfir ve münâfıklara da azap etsin diye buna hükmetti. 5(Bütün bu lütüflar) Mü'min erkelere mü'min kadınlara içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu Allah katında büyük bir kurtuluştur. 6(Bir de bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık erkeklere ve münâfık kâdirılara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kâdirılara azap etmesi içindir. Kötülük onların başlarına gelmiştir. Allah onlara gazap etmiş, larıetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir. “Allah hakkında kötü zanda bulunan...” (.......) kelimesi bir şeyin düşüklüğünden ve fesâdından kinaye olarak gelmiştir. “Kötü fiil” denir. Yani gazaplamları bozuk fiil demektir. Kastolunan Allahü Teâlâ'nın peygambere ve mü'minlere yardım etmeyeceği, onları zafer sahipleri ve fatihler olarak kuvvet zoruyla ve savaşla Mekke'ye döndürmeyeceği şeklindeki zanlarıdır. Mekke ekolü ve Ebû Amra göre (.......) şeklindedir. Yani mü'minler için düşündükleri ve bekledikleri şey onları kuşatmıştır ve onların başına gelmiştir. (.......) helâk ve yok oluş demektir. Diğerlerine göre ise (.......) şeklinde üstün iledir. Yani kötülükleri ve hoşlanmadıkları hezimet felaket demektir. (.......) ve (.......) ve (.......) ve (.......) kelimeleri gibidir. Ancak kötülenmesi arzularıan her bir şeyin ona isnadında galip olan üstün okunmasıdır. “Kötülük” hayrın zıddı olan “şerr” in yerine gelmiştir. Orası yani cehennem ne kötü bir yerdir. 7Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. “Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır.” Dolayısıyla Peygamberine (aleyhisselâm) ve mü'minlere karşı düşmanlık yapanların tuzaklarını onlardan dilediği ile defeder. “Allah Azîz'dir,” galebe çalarıdır. O'nun (celle celâlühü) gönderdiği musibete karşı konulmaz. “Hakîm'dir” plarıladığı işlerde hikmet sâhibidir. 8Şüphesiz Biz seni şâhit müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. “Şüphesiz Biz seni şâhit... (olarak gönderdik).” Kıyamet gününde ümmetine şâhitlik eden bir şâhit olarak, bu takdir edilmiş bir durumdur. “....müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. “Mü'minleri cennetle müjdeleyici ve kâfirleri de cehenneme karşı uyarıcı olarak gönderdik. 9Ki Allah'a ve Rasûlü'ne manasınız O'na (O'nun dinine) destek olasınız O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam onu teşbih edesiniz. “Ki Allah'a ve Rasûlü'ne manasınız...” Hitap Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ve ümmetinedir. “ona destek olasınız...” yardım etmek suretiyle O'nu (celle celâlühü) güçlendiresiniz, “O'na saygı gösteresiniz...” O'nu (celle celâlühü) yüceltesiniz, “Sabah akşam O'nu teşbih edesiniz.” (.......) sabah namazıdır. (.......) dört vakit namazdır. (.......) - “O'nu teşbih edesiniz.” (.......) teşbih Allah'ı (celle celâlühü) noksan sıfatlardan tenzih etmek ya da (.......) dua / namaz kelimesinden gelmektir. “O'na” ve “O'nu” şeklindeki zamîrler Allahu Teâlâ'ya âittir. Allah'ın (celle celâlühü) yüceltilmesiyle kastedilen dininin ve peygamberinin yüceltilmesidir. zamîrleri ayırıp ilk ikisini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e âit kıları manadan uzaklaşmıştır. Mekke kırâat imâmları ve Ebû Amr'a göre “îman etmeleri için “şeklindedir. zamîr insanlara âittir. Aynı şekilde onlara göre diğer üç fiil de (.......) iledir. 10Muhakkak ki, Sana biat edenler, Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların eli üzerinedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. “Muhakkak ki, Sana biat edenler...” yani Rıdvan biatini edenler. “Allah'a biat etmektedirler.” Dediğinde hayallendirme yoluyla onu tekid etmiş Allah (celle celâlühü) azalardan ve cisimlerinden sıfatlarından münezzeh olduğu hâlde biat edenlerin ellerinin üzerindeki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in elinin Allah'ın (celle celâlühü) eli oluğunu kastederek “Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. “demiştir. Mana: “Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yapılan anlaşmanın aralarında hiçbir fark olmaksızın Allah ile yapılan anlaşma gibi olduğunun ifadesidir.” “Rasûle itâat eden Allah'a itâat etmiştir.” Nisa, 80. âyetinde olduğu gibi. (.......) cümlesi (.......) nin haberidir. Kim ahdi bozar ve biatin gereğini ifa etmezse ahdi bozmasının zararı ancak kendine döner. Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: “Ağacın altında ölüm ve kaçmama üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e biat ettik. Bizden hiç kimse biati bozmadı. Sadece Cud b. Kays -ki o münâfıktı- devesinin altına gizlenmiş toplulukla hareket etmemişti. (.......) ve “Ahdi yerine getirdim.” denir. Nitekim Allah Teâlâ hazretleri kavli şerifinde: “Akidleri yerine getirin.” Mâide, 1. ve yine: “Anlaşma yaptıkları zaman sözlerini yerine getirirler.” Bakara, 177. buyurmuştur. Hafs'a göre (.......) şeklindedir. (.......) Hicaz ve Şam kırâat imâmlarına göre (.......) ile yani (.......) şeklindedir. “Büyük bir mükâfat” cennet demektir. 11Bedevilerden geri kalmış onlar sana diyecekler ki, “Mallarınıız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile.” Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse ona karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Hayır! Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” “Bedevilerden geri kalmış olanlar sana diyecekler ki:” Hûdeybiye'den döndüğünde sana diyecekler. Onlar o Bedeviler Hûdeybiye'den geri kalanlardır. Onlar Gıfar, Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Eşca ve Duil kabilelerine mensup bedevilerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hûdeybiye yılı umre için Mekkeye gitmeyi arzuladığında Kureyş'in onunla harbetmesinden ya da Resûlüllah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyaretten menetmesinden korkarak kendisiyle birlikte çıkmaları için Medine civarındaki bedevileri ve çöl halkını davet etmiş ihrama girmiş, harbi istemediği bilinsin diye beraberinde kurbanlıkları sevketmişti. Ancak bedevilerden birçoğu yerlerinde kaldılar ve: “Medinede ki evinin dibinde kendisine karşı savaşanlara ve arkadaşlarını öldürenlere karşı gidiyor, onlara karşı savaşacak.” dediler. Onun helâk olacağını ve Medine ye geri dönemeyeceğini sandılar. (.......), “aile” kelimesinin çoğuludur. Aileleriyle ve mallarıyla meşgul olmayı ve onlarla meşgul olacak başka kimselerin olmadığını bahane ettiler. “Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile.” Allah'tan (celle celâlühü) seninle gitmekten geri kalmamızı bağışlaması için bağışlanmamızı dile. “Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler.” Bu onların özürlerini yalanlama ve bunun arkasında olan şeyin, dedikleri olmadığının ifadesidir. Gerçekte o (bunun arkasında olan şey) Allah (celle celâlühü) hakkında şüphe ve nifak içinde olmalarıdır. Bu sebeple onların bağışlanmayı istemeleri de aynı şekilde gerçekten sadır olmuş değildir. “De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin gücü yetebilir.'“Allah (celle celâlühü) sizin öldürülmenizi ya da ganimet ve zafer şeklinde fayda elde etmenizi isterse, Allah'ın (celle celâlühü) dilemesinden ve hükmünü icrasından sizi kim kurtarabilir? (.......) Hamza ve Aii ye göre (.......) şeklindedir. 12Aslında siz peygamberin ve mü'minlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz. “Bu sizin gönüllerinize güzel göründü... “onu şeytan süsledi güzel gösterdi. “Kötü zanda bulundunuz.” küfrün yüceleceği ve fesâdın ortaya çıkacağı şeklinde kötü zanda bulundunuz. (.......), “helâk olmuş” kelimesinin çoğuludur. Yeni doğmuş deve, ceyları vs için kullanılan (.......) ve (.......) kelimelerinde olduğu gibi. (.......) şey yok oldu fesâda uğradı” fiilinden gelmektedir. Yani siz nefisleri kalpleri ve niyetleri bozuk olan bir topluluk oldunuz. Siz de hayır yoktur, ya da Allah (celle celâlühü) katında helaka uğrayan O'nun gazâbına ve azâbına müstehak olan bir topluluk oldunuz, demektir. 13Kim Allah'a ve Rasûlü'ne îman etmezse şüphesiz biz kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır. “Kâfirler için...” yani onlar için demektir. İki îmanı yani Allah'a (celle celâlühü) imâm ve Rasûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) îmanı bir araya getirmeyen kişinin kâfir olduğunu bildirmek için zamîr yerine “onlar için” değil de “kâfirler için” şeklinde açık açık ifade edilmiştir. (.......) kelimesi “Yanan bir ateşle sizi uyardım.” âyetinde nekra kılındığı gibi nekra kılınmıştır. Çünkü o özel bir ateştir. 14Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O dilediğini bağışlar dilediğini azaplarıdırır. Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir. “Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır.” O'nu (mülkü) kudret ve hikmet sâhibinin idare ettiği gibi idare eder. “O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplarıdırır.” dilemesi ve bikmetiyle bağışlar veya azap eder. O'nun (celle celâlühü) hikmeti mü'minleri bağışlamak kâfirleri de azaplarıdırmaktır. “Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir.” rahmeti gazâbını geçmiştir. 15Siz ganimetleri almak için gittiğinizde (savaştan) geri kalanlar: “Bırakın biz de arkanıza düşelim” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz bizimle asla gelmeyeceksiniz Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Onlar size “bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Bilâkis onlar pek az anlayan kimselerdir. “Geri kalanlar” Hûdeybiyeden geri kalan kişiler “ganimetleri almaya “Hayber ganimetlerini almaya. Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Yani onlar Allah'ın (celle celâlühü) Hûdeybiye ashâbı için olan vaadini değiştirmeyi istiyorlar demektir. Bu anlaşma yaparak hiçbirşey kazanmadan döndüklerinde Allah'ın (celle celâlühü) Mekke ganimetleri yerine Hayber ganimetlerinin başkalanna değil, Hubeybiye'ye kâtilanlara âit olduğunu buyurmuştur. “Bizi kıskanıyorsunuz... “yani bunu size Allah (celle celâlühü) emretmemiştir, Bilâkis ganimetlerde size ortak olmamızı kıskanıyorsunuz. “Bilâkis onlar pek az anlayan kimselerdir.” Bilâkis onlar Allah'ın kelammdan az bir şey -mücerred sözü kastediyor- anlayan kimselerdir. İki rest arasındaki fark şudur: Birincisi Allah'ın (celle celâlühü) hükmünün onların onlarla birlikte gitmeyeceği şeklinde olduğunun inkârı ve kıskançliğin var olduğudur. İkincisi ise onların mü'minlere kıskançlık isnad etmek suretiyle yaptıkları nitelendirmeden uzaklaşıp onları ondan daha ileri olanla nitelendirmeye gidiştir. O da cehalet ve anlayış kıltığıdır. 16Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya Müslüman olurlar. Eğer itâat ederseniz Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azâba uğratır. “Gerikalmış olanlar...” onlar Hûdeybiye'dengeri kalanlardır. “Çok kuvvetli bir kavme karşı...” Ebû Bekir (radıyallahü anh)’in savaştığı Müseyleme'nin kabilesi Beni Hanife'yi ve dinden dönen diğer kabileleri kastediyor. Çünkü Arap müşrikleri ve mürtedler ya Müslüman olurlar ya da öldürülürler. Denildi ki: “Onlar Forslardır. Bedevileri onlara karşı Ömer (radıyallahü anh) davet etmiştir.” “Onlarla savaşırsanız veya Müslüman olurlar... “yani iki işten biri gerçekleşir. Ya savaş ya da Müslüman olma. Bu tevil üzere “Müslüman olurlar” sözünün manası, boyun eğerler şeklindedir. Çünkü Mecusi Farslardan cizye kabul edilmektedir. Âyette iki şahsın hilafmin sıhhatine delalet vardır. Şöyle ki: “Eğer itâat ederseniz Allah size güzel bir mükâfat verir.” sözüyle davet ettiğinde davet edene itâat edilmesine sevap vaadedilmiştir. Onunla savaşmaya sizi davet edene itâat ederseniz Allah (celle celâlühü) size güzel bir mükâfat verir dolayısıyla bu davetçinin davetine icabet farz olmuştur. “Önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız...” Yani Hûdeybiye'den yüz çevirdiğiniz gibi yüz çevirirseniz Allah (celle celâlühü) size âhirette acıklı bir azâba uğratır. 17Köre vebal yoktur. Topala da vebal yoktur. Hastaya da vebal yoktur. (Bunlar savaşa kâtilmak zorunda değillerdir.) Kim Allah'a ve peygamberine itâat ederse Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa onu acı bir azâba uğratır. Gazadan geri kalma hususunda özürîülenîerden zorluğu kaldırdı. “Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itâat ederse... “cihad ve sair hususlarda “kim de geri kalırsa... “itâat etmekten yüz çevirirse. Medine ve Şam kırâat ekolüne göre (.......) ve (.......) şeklindedir. 18Andolsun ki Allah, o ağacın altında sana biat eden müzminlerden râzı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetihle mükafatlarıdırmıştır. Bu Biatü'r Rıdvandır. Bu âyette bu isimle isimlendirilmiştir. Kıssası şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hûdeybiye'ye indiğinde Hiraş b. Ümeyye el-Huzai'yi (radıyallahü anh) Mekke'ye elçi olarak göndermişti. Onlar onu öldürmek istemişler ancak çeşitli kabilerlere mensup kişiler onu korumuşlardı. Geri döndüğünde göndermek için Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)’i çağırdı. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh): “Onlara karşı düşmanliğimı bildikleri için nefsime kıymalarından korkarım” dedi. Bunun üzerine harp için gelmediğini, sadece Bey tul--lah'ın ziyaretçisi olarak geldiğini bildirmesi için, Osman b. Affan'ı (radıyallahü anh) gönderdi. Onlar ona hürmet gösterdiler ve yanlarında hapsettiler. Onu öldürdüklerine dair uydurma bir haber Müslümanlar arasında yayıldı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu topluluklar savaşmadıkça geri durmayacağız.” dedi ve insanları biata davet etti. Kureyş'e karşı savaşacakları ve kaçmayacakları üzere ağaç altında ona biat ettiler. Ağaç Semure ağacıydı. Biat edenlerin sayısı da bin dörtyüzdü. “Kalplerinde olanı bilmiş...” ona biat ettikleri hususta kalplerindeki ihlâsı ve doğruluğu bilmiştir. “Onlara güven indirmiş...” yani sulh sebebiyle onların kalplerinde iç huzuru ve güven indirmiştir. “Onları pek yakın bir fetihle mükafatlarıdırmıştır.” O Mekke dönüşünden hemen sonra gerçekleşen Hayber'in fethidir. 19Allah onları elde edecekleri birçok ganimetlerle de mükâfatlarıdırdı. Allah Azîz'dir hikmet sâhibidir. Onlar Hayber ganimetleridir. Hayber menkûl ve gayrimenkûl malların bulunduğu bir yerdi. Allah (celle celâlühü) onları taksim etti. “Allah Azîz'dir.” güçlüdür, mağlup olmaz. “Hikmet sâhibidir.” Hükmettiği hususlarda hikmet sâhibidir karşı çıkılmaz. 20Allah size elde edeceğiniz birçok ganimetler vadetmiştir. Bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu mü'minlere bir işaret olsun ve Allah sizi dosdoğru yola iletsin. “Allah size elde edeceğiniz birçok ganimetler vadetmiştir.” Onlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ve ondan sonra kıyamete kadar kazanacakları şeylerdir. “Bunu size hemen vermiş...” bu ganimetleri, yani Hayber ganimetlerini kastediyor. “İnsanların ellerini sizden çekmiştir...” Hayber halkını ve onların müttefikleri Esed'i ve Katafan'ı kastediyor. Onlar onlara yardım için geldiklerinde Allah (celle celâlühü) onların kalplerine korku salmış onlar da çekip gitmişlerdi. Denildi ki: “Barış yoluyla Mekke halkının ellerini sizden çekmiştir demektir.” “Bu mü'minler için bir işaret olsun...” Bu (insanların ellerinin onlardan çekilmesi) mü'minlerin Allah (celle celâlühü) katında bir makama sahip olduklarını ve kendilerine yardım ve fetih garantisi verildiğini, kendisiyle bildikleri bir örnek olsun. “Allah sizi dosdoğru yola iletsin.” Sizin basiretlerinizi yakininizi ve Allah'ın (celle celâlühü) fazlına karşı güveninizi artırsın. 21Bundan başka sizin güç yetiremediğiniz ama Allah'ın sizin için kuşattığı ganimetler de vardır. Allah herşeye Kâdir'dir. (.......) üzerine atfedilmiştir. Yani bu ganimetleri size ihsan etti ve daha başka ganimetler de ihsan etti demektir. Onlar da Huneyn gazasındaki Hevazin ganimetleridir. “Sizin güç getiremediğiniz...” düşmanların çokluğu ebebiyle tekrar tekrar savaş olacağı için güç getiremediğiniz. “....Allah'ın sizin için kuşattığı...” yani ona kâdir olduğu hâkimiyeti altına aldığı ve sizi üzerlerine galip kıldığı demektir. (.......) nın “Allah'ın sizin için kuşattığı” cümlesinin açıkladığı gizli bir fiille mensûb olması mümkündür. Takdiri “Allah ihata ettiği başka (ganimet) kre de hükmetmiştir.” şeklindedir. (.......) nın sıfatıdır. (.......) île sıfatlanmış olduğu için mübteda olmak üzere merfûdur. (.......) da mübtedanın haberidir. “Allah herşeye Kâdir'dir.” gücü yetendir. 22Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı arkalanna dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcıda bulamazlardı. Eğer Mekke halkı sizinle savaşsaydı barış yapmasaydı ya da Hayber halkının müttefikleri sizinle savaşsaydı mağlup olacaklar ve hezimete uğrayacaklardı. Sonra da işlerine bakacak bir dost ve kendilerine yardım edecek bir yardımcı bulamayacaklardı. 23Allah'ın öteden beri süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (.......) tekid edici mantar makamındadır. Yani Allah (celle celâlühü) peygamberlerinin galebesini kanun kıldı demektir. O da O'nun (celle celâlühü): “Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.” sözüdür.. 24O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin göbeğinde onların elini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah yaptıklarınızı görendir. “Onların ellerini...” Mekke halkının ellerini... “sizin ellerinizi- de onlardan...” Mekke halkından şunu kastediyor: “Onlara karşı size ihsan ettiği zafer ve galebeden sonra onlarla sizin aranızda karşılıklı el çekmeye ve karşılıklı savaşmamaya hükmetmiştir. Bu fetih günüdür.” Ebû Hanîfe (radıyallahü anh) Mekke'nin sulh ile değil savaşla fethedildiğine bununla delil getirmiştir. Denildi ki bu Hûdeybiye Gazvesi'ndeydi. Nitekim rivâyete göre İkrime b. Ebû Cehil beşyüz kişiyle birlikte Mekke'den çıkmış Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onu hezimete uğratan kişiyi göndermiştir. O da onu Mekke'nin binaları içine girdirmişti. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Allah Müslümanları onlara taşlarla galip kıldı da onları evlere girdirdiler.” “Mekkenin göbeğinde...” yani Mekke'de ya da Hûdeybiye'de çünkü onun bir kısmı Hareme dâhildir. “....sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra...” yani sizi onlar üzerine kâdir ve musallat kıldıktan sonra. Ebû Amr'a göre (.......) şeklinde (.......) iledir. 25Onlar, inkâr edenler, sizin Mescid-i Harâm'a ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını menedenlerdir. Eğer Mekke de kendilerini henüz tanımadığınız mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle, bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, Allah savaşı önlemezdi. Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı ebette onlardan inkâr edenleri elemli bir azâba çarptırırdık. Hedy: Kâ'beye sevkedilen şey demektir. (.......) kelimesini (.......) deki (.......) üzerine atfen naspetmiştir. Yani, “Onlar hedyi de menedenlerdir.” demektir. “Bekletilen...” hapsedilen. Burada (.......) hâldir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yetmiş deve sevketmişti. “....yerlerine...” kesilmesi orada helâl olan yani orada vâcib olan demektir. Bu muhsarın (ahkonamn) kurban yerinin Harem bölgesi olduğuna delildir. Bununla kastolunan da bilinen yerdir ki o da Mina'dır. “Eğer mü'min kâdirılar ve mü'min erkekler olmasaydı...” Yani Mekke de olmasaydı. “tanımadığınız...” sözü erkekler ve kadınların tamamı için sıfattır. (.......),'onlardan'ya da (.......) deki mensûb zamîrden bedeli istimaldir. “Vebal” günah ve şiddet. (.......) çirkin gördüğü ve kendisine ağır gelen bir şey kendisine isabet ettiğinde kullanılan “onu kâbus gibi bastı, başına bir iş geldi” manasındaki (.......) fiilindendir. (.......) veznindenddir. O “kendisine ağır gelen şey” de onu hata yollu öldürdüğünde verilen kefaret ve müşriklerin “onlar dindaşlarına -ayırmaksızın- hile yaptıklarını yaptılar” şeklindeki dedikodusudur. Günah ise kusur işlendiğindedir. (.......) sözü (.......) taallûk etmektedir. Yani “onları bilmeyerek ezmek suretiyle” demektir. (.......) cima etmek ve yok etmekten kinayedir. Mana: “Mekke'de müşriklerle karışık, onlardan ayrılması mümkün olmayan Müslüman bir topluluğun olduğu şeklindedir.” Denildi ki: “Eğer müşrikler arasında yaşayan inanmış insanları bilmeksizin helâk etmeniz, onların helakıyle istenmeyen ve külfet getiren meşakkatin size dokunmasının çirkinliği olmasaydı, sizin ellerinizi onlardan çekmezdi.” “Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır.” Bu aralarındaki mü'minlerin korunması için, Mekke halkından el çekilmesi ve onların öldürülmesinin yasaklanması şeklinde, âyetin delalet ettiği ve kendisi için sevkedildiği şeyin sebebidir. Sanki şöyle denilmiştir: “El çekilmesi ve sıkıntı vermenin menedilmesi, Allah'ın rahmet şemsiyesi altına sokması içindir. Yani onlar arasındaki mü'minleri hayır ve taati artırmaya muvaffak kılmak içindir. Ya da onlar arasındaki müşriklerden isteyenlerin İslama sokulması içindir.” “Eğer bir birinden ayrılmış olsalardı... “onlar ayrılsalardı ve mü'minler kâfirlerden ayırt edilseydi demektir. (.......) nın cevabı hazfedilmiştir. (.......) in cevabı onu karşılamaktadır. Aynı manaya geldikleri için “ayrılmış olsalardı” nın “İnanmış erkekler olmasaydı” nın tekrarı olması mümkündür. “Elbette onlardan -yani Mekke halkından- inkâr edenleri elemli bir azâba çarptırırdık. “cümlesi cevap olur. Takdiri şöyledir: “Eğer mü'min erkekler ve mü'min kadınları basıp geçmeniz olmasaydı ve eğer onlar ayırt edilselerdi onlara kâfirlere kılıçla azap ederdik.” 26O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu (câhiliyet taassubunu) yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve mü'minlere sükunet ve güvenini indirdi. Onlar takva sözü üzerine durdurdu. Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah herşeyi bilendir. (.......) deki amil (.......) dır. “İnkâr edenler” yani Kureyş. Mana;'onlara bu vakitte azap ederek'demektir. Ya da hatırla demektir. “İnkâr edenlerin taassubu” ile kastolunan kibirlenmeleri ve Müslüman olmaktan kaçınmalarıdır. Mü'min'lerin üzerine sekinet ve güveni indirmesinden kastolunan da saygılı ve yumuşak davranmalarıdır. Rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hûdeybiye'ye indiğinde, Kureyş, Süheyl b. Amr, Huveytib b. Abdul-Uzza ve Mikrez b. Hafs'ı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yıl geri dönmesini, gelecek yıl onun için üç günlüğüne boşaltacağını ve o zaman bu ziyareti gerçekleştirebileceğini söylemek üzere göndermişti. Aralarında anlaşma metnini yazdılar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali'ye (radıyallahü anh): - “Bismillahirrahmânirrahîm yaz” dedi. Süheyl b. Amr ve arkadaşları buna karşı: - “Bunu bilmiyoruz. Fakat bismikellahumme (Allahım senin adırıla başlarını) şeklinde yaz.” dediler. Daha sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : - “Yaz. Bu Allah'ın Rasûlü'nün Mekke halkı ile yaptığı antlaşmadır. “dedi. Onlar: - “Eğer senin Allah'ın Rasûlü olduğuna inansaydık Beytullahı ziyaretten seni menetmez ve seninle savaşmazdık. Ancak şöyle yaz, “Bu Abdullah oğlu Muhammed'in Mekke halkıyla yaptığı antlaşmadır'“dediler. Bunun üzerine Allah (celle celâlühü), Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine sekineti indirdi de onlar ona karşı saygılı ve yumuşak davrandılar. “Onları takva sözü üzerinde durdurdu.” Cumhûr onun kelime-i şehadet olduğu görüşündedir. Denildi ki: “O'bismillahirrahmânirrahîmdir'onun takvaya nisbet edilmesi şirkten dolayısıyla da cehennemden korunma sebebi ve o korunmanın aslı olması itibariyledir.” Yine Denildi ki: “Onları takva sahiplerinin sözü üzerinde durdurdu.” şeklindedir. Mü'minler diğerlerine göre buna daha layık ve Allah'ın onları ehil kılması sebebiyle daha ehil kimselerdi. “Allah herşeyi bilendir.” dolayısıyla işleri faydası üzere icra eder. 27Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı traş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi. “Andolsun ki Allah elçisinin rüyasını doğru çıkardı.” Yani rüyası hususunda doğruladı yalanlamadı. Allah (celle celâlühü) yalan atmaktan beridir. “Allah elçisinin rüyasını doğru çıkardı” sözü (.......) şeklinde idi. Harfi cer hazfedildi ve mefûl fiile bitiştirildi. Bu aynı: “Allah'a verdiği sözde duran...” Ahzâb,23. âyetinde olduğu gibi. Rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hûdeybiye seferine çıkmadan önce bir rüya görmüştü. Rüyada kendisi ve ashâbı emin bir şekilde, Mekke'ye girmişler bir kısmı başlarını traş etmiş, bir kısmı da saçlarını kısaltmışlardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyayı ashâbına anlattı onlar da sevindiler ve içinde bulundukları yıl oraya gireceklerini zannettiler ve: - “Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in rüyası gerçektir.” dediler. Rüyanın gerçekleşmesi gecikince Abdullah b. Ubey ve diğerleri: - “Vallahi ne traş olduk, ne saçımızdan aldık, ne de Mescid-i Harâm'ı gördük.” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. (.......) kelimesi (.......) ye taallûk etmektedir. Yani “Onu gördüğünde ve o gördüğünün büyük hikmetler içeren gerçek bir rüya olduğunda onu doğruladı.” demektir. Bu (büyük hikmetler) de ondaki imtihan ve gerçek mü'minler ile kalbinde hastalık bulunan kişilerin arasının ayrılmasıdır. (.......) nin yemin olması da mümkündür. Ya batılın zıddı olan hak ile yemindir. Ya da Allah'ın isimlerinden olan hakk ile yemindir. Bunun (yeminin) de cevabı “elbette mescidi harama gireceksiniz” cümlesidir. İlk tefsire göre bu hazfedilmiş bir yeminin cevâbıdır. “Allah dilerse...” sözü Rasûlü'n ashâbına dediği ve anlattığı, senin Allah'u Teâiâ tarafından hikâyesidir. Ya da bunun benzerini işlerinde Allah'ın (celle celâlühü) edebiyle edeplenerek ve onun sünnetine uyarak söylemeleri için kullarına talimdir. Burada (.......) hâldir. Şart cümlesi “Allah dilerse” cümlesi mutarıza cümlesidir. (.......) deki zamîrden hâldir. “....başlarınızı traş etmiş...” yani bütün saçlarınızı kesmiş'kısaltmış'. “Allah sizin bilmediğinizi bilir.” Yani Mekke'nin fethinin gelecek yıla geciktirilmesindeki hikmeti bilir. “....bundan önce...” Mekke fethinden önce size yakın bir fetih verdi. O da vadedilen fetih gerçekleşinceye kadar mü'minlerin kalplerinin mutmain olup huzura kavuşması için Hayber'in fethidir. 28Bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur. Şâhit olarak Allah yeter. “Hidayet ve hak din ile...” tevhid ve İslam ile. “bütün dinlerden üstün kılmak üzere” yani onu dinin bütün türleri üzerine galip kılmak için demektir. Şirk koşanların ve ehli kitabın mensup olduğu çeşitli dinleri kastediyor. Nitekim noksan sıfatlardan tenzih ederiz Allah Teâlâ bunu gerçekleştirmiştir. Zira sen hiçbir din görmezsin ki İslam'ın izzeti ve galibiyeti onun üzerinde olmasın. Denildi ki: “Bu Îsa (aleyhisselâm)’in inişinden sonra yeryüzünde hiçbir kâfirin kalmamasıdır.” yine denildi ki: “Bu İslam'ın delil ve mu'cizelerle galip gelmesidir.” Vaadinin gerçekleşeceğine dair “şâhit olarak Allah yeter.” Hasen'dan şöyle nakledilmiştir: “O dinini galip kılacağına dair zâtına şâhitlik etmiştir.” takdiri ona şâhit olarak Allah (celle celâlühü) yeter, şeklindedir. Burada (.......) temyiz ya da hâldir. 29Muhammed Allah'ın Rasûlü'dür. Beraberinde bulunanlar kâfirlere karşı çetin kendi aralarında merhametlidirler. Onları rukua varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu onların Tevrât'ta ki vasıflarıdır. İncîl deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizi yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu ziraatCinlerinde hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp sâlih amel işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir. (.......) mübtedanın haberidir. Yani “peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen odur” sözünün öne geçmesinden dolayı (.......): o Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dir demektir. Ya da (.......) mübtedadır. Haberi (.......) Allah'ın elçisidir sözüdür. Nusayr burada vakfetmiştir. “Beraberinde olanlar...” yani ashâbı (.......) mübteda üzerine atıftır. (.......) tamaminin haberidir. “Çetindirler” kelimesinin manası serttirler, kabadırlar şeklindedir, “kendi aralarında merhametlidirler” şefkatlidirler. (.......) ikinci haberdir. Bu ikisi bir arada şiddetlidirler ve merhametlidirler şeklindedir. Bunun bir benzeri: “....Mü'minlere karşı alçak gönüllü kâfirlere karşı onurlu (ve zorlu bir toplum getirecektir)” Mâide, 54. ayetidir. Kâfirlere karşı uyguladıkları sertlik hususunda onları elbiselerinin kâfirlerin elbiselerine bedenlerinin kâfirlerin bedenlerine değmemesi için sakındıkları bize ulaşmıştır. Aralarındaki şefkat hususunda da her bir mü'minin gördüğü diğer mü'minle Mûsafaha ettiği sarıldığı bize ulaşmıştır. Onları rüku ve secde hâlinde görürsün. (.......) ve (.......) gibi hâldir. “Nişanları” alâmetleri “yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.” Yani secdelerin meydana getirdiği izden nişanları vardır. Ata'dan şöyle nakledilmiştir: “Kimin gece namazı çok olursa gündüz yüzü güzel olur.” hadisinden dolayı gece uzun uzun kıldıkları namazlardan dolayı yüzleri parlar. “Bu” yani bu zikredilenler, onların Tevrât'ta geçen vasıflarıdır. (.......) de vakıf vardır (.......) mübtedadır. Haberi (.......) dur. “Filizini” dallarını. Ağaç ekin vs. taze filiz çıkardığında (.......) denir. “Onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış” inceden kalma doğru gelişmiş. Şam kırâatine göre (.......) şeklindedir. “Gövdesi üzerine dikilmiş... “kamışı üzere dik durmuş (.......) kelimesi (.......) ağaç gövdesi'kelimesinin çoğuludur. “ZiraatCinlerin de hoşuna gider...” kuvvetine hayran kalırlar. Denildi ki: “İncîl de şöyle yazılıdır.'Ziraat ekini gibi biten iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir kavim gelecektir.'“ İkrime'nin, “filizini çıkardı” yı Ebû Bekir'le “onu kuvvetlendirmiş” Ömer'le “kalınlaşmış” Osman'la “gövdesi üzerine dikilmiş” İ Ali (rhm) ile tefsîr ettiği nakledilmiştir. Bu Allah'u Teâlâ'nm İslam'ın başlarıgıcı ve kuvvetleninceye ve hâkim oluncaya kadar ki yükselişi için verdiği misaldir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tek başına dikildi. Sonra Allah'u Teâlâ onu ona îman edenlerle kuvvetlendirdi. İlk çubuğun kendinden çıkan ve kendisini soranlarla ziraatCinlerin hoşuna gidecek şekilde kuvvetlendiği gibi. “Kâfirleri öfkelendirmek için” Bu, sayıca artıp kuvvetlenmeleri hususunda gelişip güçlenen ekine benzetilmelerinin, delalet ettiği şey için sebeptir. “Allah inanıp sâlih amel işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vaadetmiştir.” âyeti için de sebep olması mümkündür. Çünkü kâfirler dünyada mü'minleri yücelten şeyleri duyduklarında da öfkelendikleri gibi onlar için âhirette hazırlanmış şeyleri duyduklarında öfkelenirler. (.......) deki (.......) beyan içindir. “O hâlde pislik olan putlardan sakının” Hacc,30. âyetinde olduğu gibi. Şunu kastediyor: “Putlardan ibâret olan pislikten sakının.” “dirhemlerden harca” sözünde olduğu gibi. Yani;'nafakam bu cinsten kıV demektir. Bu âyet Rafizilerin: “Onlar (ashâbı kiram) Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra küfre girdiler. Zira onlar için olan bağışlama ve büyük bir ecir onun hayatında üzerinde bulundukları durum üzere sabit kalsalardı olacaktı.” şeklinde ki sözlerini reddetmektedir. |
﴾ 0 ﴿