HUCURÂT SÛRESİBu sûre Medine'de nâzil olmuştur, 18 âyettir. 1Ey îman edenler! Allah'ın ve Rasûlü'nün huzurunda öne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (.......) ve (.......) fiilleri şeddelenmek ve hemzelenmek suretiyle (.......) manasına gelen (.......) kelimesinden nakiedilmiştir. Nitekim âyeti kerime de “kavminin önüne düşecek” şeklinde buyurulmuştur. Kişinin nefsinde cereyan edip öne geçirilen bütün söz ya da fiilleri içermesi için mefûl hazfedilmiştir. “o diriltir ve öldürür” âyetinde olduğu gibi mefulun kastolunmaması ve nehyin öne geçmenin kendisine yönelik olması da mümkündür. Ya da o (.......) yöneldi manasına gelen (.......) de olduğu gibi “öne geçti” manasına olan (.......) fiilindendir. (.......) nun iki (.......) sinden birinin hazfedilmesi suretiyle (.......) şeklindeki okuyuşu teyid etmektedir. “Allah'ın ve Rasûlü'nün huzurunda...” Falanın huzurunda oturdum'sözünün hakikati kişiye yakın bir şekilde tam karşısına oturmandır. Bİr şey birlikte olduğu şeyin ismini aldığı gibi. Kendisine yakın ve karşısında olduğu için iki yön (sağ ve sol) kolaylık olsun diye iki el diye adlarıdırılmıştır. Bu ibârede temsili istiâre diye adlarıdırılan mecazdan bir örnek vardır. Bunda büyük bir fayda vardır. O da menedildikleri herhangi bir işte kitap ve sünnetin örneklerine uymaksızın öne geçmelerinde ki kusur ve çirkinliğin tasviridir. Senin,'Beni Zeyd ve güzel hâli sevindirdi' Yani beni Zeyd’in güzel hâli sevindirdi sözündeki gibi olması da mümkündür. Aynı şekilde burada “Allah'ın Rasûlü'nün önünde...” manası vardır. Bu üslubun manası, ihtisasın bir şeyi veya birini birşeye ya da birine has kılmak kuvvetine delalettir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu işe Allah (celle celâlühü) tarafından seçildiğinden dolayı bu yüce makamdadır. Bunda seslerini onun sesinden daha çok çıkarmaları hususunda onları ayıplamaya ön hazırlık vardır. Çünkü Allah (celle celâlühü), kimi bu alâmetlerle üstün kılar, bu şekilde kendine has kılarsa ona karşı yapılması gereken en küçük saygı ve tazim onun huzurunda sesin kısümasıdır. Hasen'dan şöyle nakledilmiştir: “İnsanlar kurban bayramı günü bayram namazından önce kurbanlarını kestiler de bu (sebeple) âyet indi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara başka bir kurban kesmelerini emretti.” Âişe (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “O şüphe günü (şaban ayının son günü) oruç tutulmasının yasaklanması hususunda inmiştir.” “Allah'tan korkun.” Zira siz ondan korkar sakınırsanız takva da sizi yasaklarıan öne geçmekten meneder. Allah (celle celâlühü) dediklerinizi işitendir, yaptıklarınızı bilendir. O'nun gibi olanın hakkı da kendisinin korkulması ve sakındırılmasıdır. 2Ey îman edenler seslerinizi peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi peygambere yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider. “Ey îman edenler... “Nidanın haberi varit olan her hitap esnasında onları dikkatlerini tazelemeye çağrı ve onları düşünmekten gâfil olmamaları için uyarıdır, “seslerinizipeygamberin sesinden fazla yükseltmeyin.” Yani konuştuğunda ve konuştuğunuzda sizin üzerinize düşen, seslerinizi onun ses sınırının altına çekmek ve seslerinizi kısmaktır. Şöyle ki onun sesi, sizin sesinizden daha yüksek olsun ki, onun size olan üstünlüğü görünsün ve katınızdaki öncülüğü anlaşılsın, “birbirinize bağırdığınız gibi peygambere yükek sesle bağırmayın.” Yani o susarken onunla konuştuğunuzda sesin yükseltilmesiyle ilgili yasağı çiğnemekten sakının. Bilâkis size gereken, sesinizi aranızda konuştuğunuzda olduğu gibi yükseltmemek ve onunla konuştuğunuzda sesli konuşmanın zıddı olan fısıltıya yakın olan yumuşak bir sesle konuşmaya çalışmaktır. Ya da ona “Ey Resûlüm Muhammed, Ey Ahmed!” demeyin. Ona -onu peygamberliğe nisbet ederek- sükûnetle ve vakarla hitap edin bu âyet indiğinde Ebû Bekir ve Ömer (rhma), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e karşı ancak sır dostları gibi konuştular. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Bu âyet Sabit b. Kays b. Şemmas hakkında nâzil olmuştur. Ağır işitiyordu ve sesi yüksek çıkıyordu. Konuştuğunda sesini yükseltiyordu. Belki de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşuyordu da onun sesiyle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) rahatsız oluyordu.” Benzetme (.......) i mahallen mensubtur. Yani “Ona karşı birbirinize karşı sesinizi yükselttiğiniz gibi sesinizi yükseltmeyin.” demektir. Bunda onlar onunla mutlak manada sesli konuşmaktan -tamamen sessiz olacak şekilde- men edilmemiştir. Onlar ancak belli olan sesli konuşmadan men edildiler. Aralarında adet olan konuşmaya benzer sesli konuşma kastedilmiştir o da peygamberlik şanını ve yüceliğini gözetmeksizin yapılan konuşmadır. (.......) sözü mefulun leh olmak üzere mahallen mensûbtur. Nehiy manasına taallûk etmektedir. Mana amellerinizin boşa gitmesinden dolayı menedildiğiniz şeyden el çekin şeklindedir. Yani muzâfun hazfedilmesi takdiri üzere amellerinizin boşa gitmesi korkusundan dolayı demektir. 3Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. (.......) nin ismi (.......) sözünde tamamlanmaktadır. Mana, 'Meclisinde Ona tazim için seslerini alçaltanlar.'demektir. (.......) mübtedadır. Haberi (.......) cümlesidir. (.......) nin sılası (.......) da tamamlanmaktadır. (.......) haberiyle birlikte (.......) nin haberidir. “Takva için kalplerini temizledi.” şeklindedir. Altını erittiğinde ve safı karışığından ayırıp temizlediğinde (.......) denir. Bunun hakikati, onlara imtihan edenin muamelesi gibi muamele yapmıştır. Onları ihlâs sâhibi bulmuştur. Ömer (radıyallahü anh) dan: “Şehvetleri onlardan (kalplerden) gidermiştir.” şeklinde nakledilmiştir. (.......) kelimesi (.......) dan gelmektedir. (.......) babındandır. 'Zorla imtihan'ya da'zorla bela'demektir. “Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.” cümlesi ayrı bir cümledir. Denildi ki: “Bu âyet seslerini kıstıklarından dolayı Ebû Bekir ve Ömer (radıyallahü anh) hakkında nâzil olmuştur.” “Seslerini kısanların” tekid edici (.......) nin isim olması onun haberinin her ikisi de ma'rife olan mübteda ve haberden oluşan bir cümle olması, ikinci mübtedanın ismi işaret olması ikinci cümlenin onların amellerine karşılık olan şeylerle başlaması ve karşılığın (mükâfatın) durumu kapalı nekre olarak gelmesi seslerin lisanların fiilleriyle son derece büyük mazhariyyete ve rızayı nail olduklarına delalet etmektedir. Bunda seslerini yükseltenlerin işledikleri fiilin (kötülüğün) büyüklüğüne dair kinaye vardır. 4Rasûlüm sana odaların arkasından bağıranların çokları aklı ermez kimselerdir. Bu âyet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e öğle vakti uyurken gelen Temîm oğulları heyeti hakkında nâzil olmuştur. Aralarında Akra'bin Habis ve Uyeyne b. Hısn da vardır. Odalarının arkasından (evin dışından) peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e bağırdılar: - “Ey Resûlüm Muhammed! Bize çık zira bizim övgümüz zinettir. Kötülememiz de çirkinliktir.” dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı ve dışarı çıktı. (.......) kişinin önden veya arkadan bedeniyle senden örtüp gizlediği yöndür. (.......) sonun başlarıgıcı içindir. Yani nida bu mekândan çıkmış demektir. Hücre (oda) etrafı duvarla çevrilmiş sarılmış toprak parçasıdır. (.......) veznindedir. (.......) gibi. (.......) manasınadır. Çoğulu iki ötre ile (.......) dur. (.......) in üstünüyle (.......) şekli Yezid'in kırâatidir. Kastolunan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in eşlerinin odalarıdır. Onlardan herbirine âit bir oda vardı. Onların odaların dışından çağırmaları herhâlde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i talep ile odalara dağılmaları şeklindeydi. Ya da peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bulunduğu odanın dışından onu çağırıyorlardı. Ancak kelime Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i yüceltmek için (odalar şeklinde) çoğul olarak ifade edildi. Fiil onların tamamına isnad edilse de onların bir kısminin bu işi yapmış olması mümkündür. Diğerleri buna râzı oldukları için de sanki bu işi topluca yapmış gibi oldular. “... onların çoğu aklı ermez kimselerdir.” Bununla onlar, içinde istisnası kastedilen kişilerin olması muhtemeldir. Kastolunanın genel bir olumsuzluk olması da muhtemeldir. Zira azlık olumsuzluk yerine geçmektedir. Âyetin varit olduğu farz üzerinde gelmesinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bulunduğu yerin yüceltilmesine dair gizli kalmayan hususlar vardır. Onu yüksek sesle çağıranların akılsızlık ve cehaletle nitelendirilmesi onlardandır. “... odalar...” lafzının onun eşleriyle başbaşa kaldığı ve onlarla sohbet ettiği yer için kinaye olarak kullanılması onlardandır. “... odalar...” lafzının (.......) ile ma'rife kılınması onlardandır. Sûrenin başından bu âyetin sonuna kadar biri düşünse elbette bunları aynı şekilde bulacaktır. Bir düşün, Allah'a ve Rasûlü'ne dayanan işlerin -diğer bütün işlere karşı- kayıtsız şartsız öncelikli işler olması gerektiğiyle nasıl başladı. Sonra öne geçmenin bir türü olan sesin yüksetlilmesi ve aşikâr kılınması hususundaki yasağı getirdi. Sanki birincisi ikincisi için bir hazırlık oldu. Sonra Allah katındaki mevkiinin büyüklüğüne delalet etsin diye seslerini kısanları övdü. Daha sonra da, cesaret ettikleri şeyin çirkinliğine dikkat çekmek için, makamca en düşük insanların çağırıldığı gibi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in halvet anında, duvarlar arkasından çağırılmasına dair en büyük musibeti ve onun dört dörtlük çirkinliğini ifade etti. Çünkü Allah'tı Teâlâ'nm yanında seslerin yükseltilmesini yasaklamak suretiyle kadrini yücelttiği kişiye karşı bunların yaptıkları çirkinlik de son hadde varmış kötülüklerdendir. 5Eğer onlar sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir. “Eğer onlar.. sabretselerdi...” Yani sabırları sabit olsaydı... (.......) fâil olmak üzre mahallen merfûdur. Sabır nefsi nevasına bağlanmaktan menetmektir. Nitekim Allah'u Teâlâ: “Sabah akşam rablerine sırf onun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte sen de sabret.” Kehf, 28. buyurmuştur. Onların (.......) sözünde mefûl hazfedilmiştir. O da nefistir. Yani şundan nefsini alıkoydu demektir. Denildi ki: sabır acıdır. Onu ancak hür kişi tadar. Yanlarına çıkıncaya kadar” sözü, eğer dışarı çıksa ve onun dışarı çıkışı onlar için değilse, onlara gereken onun onlar için çıkışım bilinceye kadar sabretmeleridir. “Kendileri için daha iyi olurdu.” Sabır dinleri hakkında daha iyi olurdu. “Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir.” bağışlaması ve merhameti boldur. Onları geniş çaplı kılmıştır. Eğer tevbe eder ve Allah'a yönelirlerse elbette bu kişilere karşı da bağışlamasını ve rahmetini daraltmaz. 6Ey îman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da, sonra yaptığınıza pişman olursunuz. Bu âyetin Velid b. Ukbe hakkında nâzil olduğu hususunda âlimler ittifak etmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu beni Mustalik kabilesine zekât toplayıcısı olarak göndermişti. Onunla onlar arasında câhiliyye devrinde düşmanlık vardır. Onların beldesine yaklaştığında ona doğru süvari olarak yöneldiler. O da onların kendisini öldüreceklerini zannedip geri döndü. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e: - “Dinden döndüler ve zekâtı vermediler.” dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Halid b. Velid'i (radıyallahü anh) gönderdi. O onları namaz kılar vaziyette buldu. Zekâtları ona verdiler. O da aldı geri döndü. Burada “fâsık” ve “haber” kelimelerinin nekra olarak getirilmesinde bütün fâsıklar ve haberler için genelleme vardır. Sanki “Hangi fâsık size hangi haberi getirirse getirsin... “demiştir. “Doğruluğunu araştırın,” o hususta durum ve işin gerçeğin açığa çıkmasını isteyin. Fasığm sözüne itimat etmeyin. Çünkü kim fâsık türünden korunmazsa, onun bir çeşidi olan yalandan korunmaz. Âyette adalet sâhibi birinin haberinin kabulüne delalet vardır. Çünkü eğer biz onun getirdiği haberde de duraksarsak onu fâsık ile bir kılmış oluruz ve bu hükmün ona tahsisi de faydasız olmuş olur. (.......);'bir şeyden çıkmak'demektir. “yonca kabuğundan çıktı” denir. Harfleri değiştirilmiş şekilde yumurtayı kırdığında ve içindekini çıkardığında (.......) denir. Yine harfleri değiştirilmiş şekilde sâhibinin elinden birşeyi gasbeder gibi çekip aldığında (.......) denir. Daha sonra büyük günahların işlenmesiyle adaletten ayrılma hususunda kullanılmıştır. Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) ve (.......) yakın manadadırlar. O da sebatın araştırmanın ve öğrenmenin istenmesidir. “... bir topluluğa sataşırsınız...” Sataşmamanız için (.......) hâldir. Yani işin hakikatini ve kıssanın mahiyetini bilmez olduğunuz hâlde demektir. Pişmanlık kederin bir çeşididir. O da olmamasını arzu ettiğin bir şeyin senden meydana gelmesine üzülmen kederlenmendir. Bu insandan uzun süre ayrılmayan bir kederdir. 7Hem bilin ki içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o birçok işlerde size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imâm sevdirmiş ve onu kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü fışkı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. “Bilin ki içinizde Allah'ın elçisi vardır,” dolayısıyla yalan söylemeyin. Çünkü Allah (celle celâlühü) ona bildirir de yalancının örtüsü parçalanır. Ya da ona dönün ve onun görüşünü isteyin. Daha sonra başlarıgıç cümlesi olarak şöyle buyurdu: “Şayet o birçok işlerde size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz.” Yani sıkıntı ve helake düşerdiniz. Bu bazı Müslümanların Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e beni Mustalik'a karşı savaşmayı ve Velid'in sözüne inanmayı güzel göstermeye çalıştıklarına ve bazılarının da onları himaye ettiklerine delalet etmektedir. Onları buna cesaret etmekten, takva hususundaki samimiyetleri menediyordu. Onlar Allah'ın: “Fakat Allah size îmanı sevdirmiş ve onu kalplerinize zinet yapmıştır.” sözüyle istisna ettiği kişilerdir. Denildi ki: “Onlar, Allah'ın (celle celâlühü) takva hususunda kalplerini imtihan ettiği kişilerdir.” Allah'ın (celle celâlühü) kendilerine îmanı sevdirdiği kişilerin sıfatı, zikri geçenlerin sıfatından başka olunca tam ortasında başlarıgıç cümlesi olarak (.......) geldi. Bu sonra olanın olumsuzluk ve olumluluk yönünden kendisinden önce olana muhalefetidir. “Küfrü..” bu Allah'ın (celle celâlühü) nimeüerini örtmek ve inkâr etmek suretiyle onlara şükretmemektir. “Fıskı..” bu büyük günahları işlemek suretiyle îman yolundan çıkıştır. “İsyanı...” bu şerî'at sâhibinin emrettiği şeye boyun eğmeyi terk etmektir. “İşte doğru yolda olanlar onlardır.” Yani o istisna edilenler doğru yolda olanlardır. Hak yola isabet edenleri ve istikametten ayrılmayanları kastediyor. Rüşd; ısrarlı bir şekilde hak yol üzere istikamettir. (.......) kelimesinden gelmektedir. O da'taş'demektir. 8Bu Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah âlimdir, hakimdir. Lutüf ve nimet, ihsan etmek, nimet vermek manasınadır. Mefuîun leh olmak üzere mensûbturlar. Yani lütuf ve nimet olsun diye, size sevdirdi ve küfrü de çirkin gösterdi demektir. Allah (celle celâlühü), mü'minlerin hallerini, aralarındaki farklılıkları ve üstünlükleri bilendir. Fazilet sâhibi kişilere, onları muvaffak kılmak suretiyle ihsan ve inamda bulunduğunda da hikmet sâhibidir. 9Eğer mü'minlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşırı. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) eşek üzerinde olduğu hâlde ensardan birkaç kişinin oluşturduğu bir meclisde durdu. Bu arada eşek işedi. Abdullah b. Ubey burnunu tuttu ve: - Eşeğine yol ver onun kokusu bizi rahatsız etti, dedi. Buna karşılık Abdullah b. Revaha: - Vallahi, onun eşeğinin sidiği senden daha iyidir, dedi ve oradan ayrıldı. Tartışma büyüdü. Birbirlerine sövmeye ve vurmaya başladılar. Evs ve Hazrecden adamlar geldi. Sopalarla birbirlerine girdiler. “Ellerle ayakkabılarla ve yapraklı hurma dallarıyla birbirlerine vurdular.” denildi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri geldi ve onların arasım düzeltti. Bu olay üzerine bu âyet nâzil oldu. (.......) kelimesi mana üzerine hamledilerek çoğul kılınmıştır. Çünkü iki gurup topluluk ve insanlar manasınadır. (.......) da lâfza bakılarak tesniye getirilmiştir. Bağy: Haddi aşmakta ileri gitmek, zulmetmek ve barıştan kaçınmak demektir. “Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşırı.” Yani Allah'ın kitabında zikrolunan barışa ve düşmanliğin gitmesi ile ilgili buyruğuna dönünceye kadar. (.......) Dönüş demektir. Gölge ve ganimet bununla adlarıdırılmıştır. Çünkü gölge, güneşin onu silmesinden sonra geri döner. Ganimet de kâfirlerin mallarından Müslümanlara dönen şeydir. Saldıran gurubun hükmü, savaştığı müddetçe kendilerine karşı savaşılmasının gerekliliğidir. Savaşmayı bıraktığında ise bırakılırlar. Eğer savaşmayı kesip Allah'ın (celle celâlühü) emrine dönerlerse artık aralarını adaletle düzeltin. “Adaletli davranın” adaletli olun. Bu araların bulunmasında adaletle emredildikten sonra, genel yollu adaletin kullanılmasıyla emirdir. “Adil davrananları...” adaleti olanları... (.......) zülüm (.......) ise adalet demektir. Fiil de bundandır. (.......) babındandır. Hemzesi ayırma içindir. Yani adalet zail oldu demektir. O da zulümdür. 10Ancak mü'minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasım düzeltin ve Allah'tan korkun ki merhamet olunasınız. “Ancak mü'minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.” Bu aralarında ayrılık meydana gelen mü'minlerin arasının İslah edilmesi gerektiğine dair açıklamadır. Ayrıca imanın îman ehli arasında kardeşliğe üstün olması da ondan aşağı kalmayan yakın dostluklar ve bitişik akrabalıklar kurduğunu beyandır. Sonra âdete göre bunun bir benzeri şey, kardeşleri arasında meydana gelse diğerleri onu kaldırmaya ve onların arasını barış ile bulmaya çalışırlar. Din kardeşliği ise buna daha layıktır. Ya'kûb'a göre “kardeşleriniz” şeklindedir. “Allah'tan korkun ki merhamet olunasınız.” yani Allah'tan (celle celâlühü) korkun. Takva sizi ittifaka ve birleşmeye götürür. Bunu yaptığınızda Allah'ın rahmetinin size ulaşması umulur. Âyet, haddi tecavüz etmenin, îman ismini kaldırmadığına delalet etmektedir. Çünkü onlar haddi tecavüzlerinin mevcudiyetiyle bilrikte mü'minler olarak adlarıdırılmışlardır. 11Ey mü'minler! Bir topluluk diğer bir topluğu alaya almasın. Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kâdirılar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. Îmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir. Kim de tevbe etmezse işte böyle kimseler zalimdirler. Kavim (topluluk) kelimesi özellikle erkeklerdir. Çünkü onlar kendilerinin işlerini görüp nafakalannı temin ederler. Nitekim Allah'u Teâlâ: “Erkekler kâdirıların yöneticisi ve koruyucusudur.” Nisa, 34. buyurmuştur. O aslen (.......) ve (.......) kelimelerinin çoğulu (.......) ve (.......) olduğu gibi (.......) kelimesinin çoğuludur. Kavim (topluluk) kelimesinin erkeklere has kılınması âyette açıktır, zira eğer kâdirılar kavim kelimesine dâhil olsalardı “kadınlar da kadınları alaya almasınlar” demezdi. Züheyr bunu şu sözünde ifade etmektedir. (Şuan) bilmiyorum. (Ama) ileride bileceğim Evin reisi erkekler mi yoksa kâdirılar mı? “Fir'avun'un kavmi” ve Âd kavmi sözlerindeki kavim kelimesi erkekleri ve dişileri içermektedir. Aslında “kavim” lâfzı iki gurubu içermemektedir. Ve bunlarda sadece erkekler kastedildi, dişlerin zikri terk edildi. Çünkü onlar erkeklerine tâbıdırler. “Kavim” ve “kadınlar” kelimelerinin nekra kılınmasının iki manaya ihtimali ardır. Mü'min erkek ve kâdirıların bir kısminin bir kısmını alaya almamalarının kastedilmesi veya genel bir ifadenin kastedilmesi ki bu da onlardan her bir gurubun alaya almaktan menedilmesidir. Erkeklerin ve kâdirıların alaya alma işini tek başına yapmadıklarını bildirmek ve üzerinde bulundukları durumun kötülüğünü göstermek için tek kişi üzere “bir adam bir adamı ve bir kadın bir kadını alaya almasın” demedi. “Belki onlar kendilerinden daha iyidirler” sözü, yasağın sebebini soran kişiye verilen cevabın yerine geçen başlarıgıç cümlesidir. Değilse onun hakkı kendisinden öncesine (.......) ile bağlanmaktır. Mana; onların her birinin kendisiyle alay edilen kişinin, Allah (celle celâlühü) katında alaya alan kişiden daha hayırlı olabileceğine inanmaları gerektiğidir. Zira insanlar ancak görünüşe muttali olabilirler. Gizlilikleri bilemezler. Allah (celle celâlühü) katında ağır basan ise kalplerin safiyetidir. Dolayısıyla da Allah'u Teâlâ'nm değer verdiği kişiyi küçük görmek suretiyle kişi nefsine zulmetmiş olur. İbni Mesud (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Bela size bağlı kılınmıştır. Bir köpekle alay etsem köpeğe dönüşmekten korkarım.” “Kendi kendinizi ayıplamayın.” dindaşlarınızı ayıplamayın. (.......) — “lemz” ayıplamak ve dille çatmak demektir. Ya'kûb ve Sehle göre (.......) şeklindedir. Mü'minler tek bir nefis gibidir. Bir mü'min bir mü'mini ayıpladığında sanki kendisini ayıplamış olur. Denildi ki: “Bunun manası kendisiyle ayıplandığınız şeyi yapmayın demektir. Zira kim birini ayıpladığında sanki kendisini ayıplamış olur.” demektir. Yasaklarıan lakap, kusur isnad etmek ve kötülemek için söylendiğinden, kendisine lakap takıları tarafından çirkin görülen lakaptır. Sevdiği lakap hususunda ise bir beis yoktur. Rivâyete göre Beni Temîm den bir grup Bilal, Habbab, Ammar ve Süheybi alaya almıştı da bu âyet bu yüzden nâzil olmuştu. Hazret-i- Âişe den (radıyallahü anha) rivâyet edildiğine göre o, Zeynep binti Hüzeyme'nin kısaliğinı alaya almıştı. Enes (radıyallahü anh) den yapılan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in eşleri ümmü Seleme'nin kısaliğim alaya almışlardı. Yine rivâyete göre bu âyet Sabih b. Kays hakkında nâzil olmuştur. O ağır işitiyordu. Bu sebeple işitmesi için Resûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) meclisinde ona yer ayırıyorlardı. Bir gün yol açın diyerek geldi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanma vardı. Birine: - “Topları da oturalan, dedi. O da: - Bu kim? diye sordu. Adam: -Ben falarıım, dedi. Bunun üzerine Sabit: - Bilâkis sen falarıca kadının oğlusun” , dedi. Bu sözüyle câhiliye devrinde kendisiyle ayıplandığı annesini kastediyordu. Adam utandı. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Daha sonra Sabit: “Bundan sonra ebedî olarak soy hususunda kimseye karşı övünmeyeceğim” dedi. “îmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir.” Buradaki isim zikredilme demektir. Bu; “İnsanlar arasında ismi keremle ya da kötülükle uçtu.” sözündendir. Hakikati onun zikri yükseldi ve insanlar arasında yüceldi demektir. Sanki şöyle denilmiştir: “Mü'minler için bu günahları işleme sebebiyle fisk ileyüksek bir şekilde zikredilmek ne kötüdür.” “îmandan sonra” sözü îman ile imanın sakındırdığı fıskm bir arada bulunmasını çirkin göstermektir. “Yaşlılıktan sonra hevaya meyil ne kötü bir durumdur” sözünde olduğu gibi. Denildi ki: Yahûdî iken Müslüman olanlara karşı övdükleri “ey yaHûdi” “ey fâsık” şeklindeydi de bundan menedildiler ve onlara “Bir adamı îmandan sonra, fısk ve yaHûdilikle zikretmeniz ne kötü bir zikretmedir” denildi. “Kim de menedildiği şeyden tevbe etmezse, işte böyle kimseler zalimlerdir” (.......) de (.......) in lâfzından dolayı tekil kıldı (.......) de manasından dolayı çoğul kıldı. 12Ey îman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü zannm bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. Şerden uzaklaştırdığında “onu şerden uzaklaştırdı” denir. Onun hakikati onu bir tarafa çekti demektir. (.......) fiili iki mefûl alır. Nitekim Allah'u Teâlâ: “Hatırla ki İbrâhîm şöyle demişti: Rabbim beni ve oğullarınıı putlara tapmaktan uzak tut” buyurmuştur. Mutavaat için olduğunda (.......)de olduğu gibi bir mefûl alır. Kaçınılması emrolunan zannm bir kısmıdır. Bu bir kısım da çoklukla sıfatlanmıştır. “O senin hayır sahipleri hakkındaki kötü düşüncelidir. Günahkârlar için ise, bize düşen onlar hakkında yaptıkları fillere göre düşünmektir.” Ya da âyetin manası çokça kaçının, ya da bir kısmından sakınma mümkün olsun diye çoğundan sakının demektir. “Günah sâhibi” azâba müstehak olan günahtır. Günahın karşılığı (cezâ) için (.......) ve (.......) gibi (.......) vezninde (.......) de denilmiştir. “Birbirinizin kusurunu araştırmayın.” Yani Müslümanların gizliliklerini ve ayıplarını araştırmayın. Bir işi arzuladığında ve onu araştırdığında “İşi araştırdı” denir. (.......) fiilindendir. (.......) veznindedir. Mücahitten şöyle nakledilmiştir: “Allah kulları üzerine örttüğü müddetçe kusurları araştırmayın, demektir.” “Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin.” Gıybet: kişiyi yokluğunda ayıplayarak zikretmektir “Cinayet/adam öldürme” kelimesi (.......) kelimesinden geldiği gibi. (.......) kelimesinden gelmektedir. Hadisi şerifte: “O kardeşini çirkin gördüğü şeyle zikretmendir. Eğer o, onda varsa, o gıybettin Değilse o bühtandır” buyurulmuştur. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Gıybet insan köpeklerinin katığıdır.” Medine kırâatine göre (.......) ve (.......) şeklindedir. “Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” Bu gıybet edenin gıybetini yaptığı kişinin şerefine dil uzatmasının, en çirkin bir surette mübalağalarla örneklendirilmesi ve tasviridir. Şunlar o mübalağalardandır: Manası itirafa zorlayan sonu son derece çirkin olan şeyin sevgi kelimesine bitiştirilmesi, fiilin “sizden biriniz” şeklinde bir kişiye isnad edilmesi, bu birlerden hiç birinin bunu sevmediğini bildirmesi. Gıybeti, insan eti yemek şeklinde örneklendirmesi, kardeş kılmak suretiyle temsil getirdi. Onu da kardeş eti noktasında bırakmadı ölü kardeş kıldı. Katâde'den şöyle nakledilmiştir: “Kurtlanmış leşi bulduğunda ondan yemeyi çirkin gördüğün gibi din kardeşinin etini yemeği de aynı şekilde çirkin gör demektir.” (.......) kelimesi (.......) kelimesinden, ya da (.......) den hâl olmak üzere mensûbtur. Onlardan hiçbirinin kardeşinin ölüsünü yemeyi sevmediğini onlara kabul ettirdikten sonra, “İşte bundan tiksindiniz” dedi. Yani sizin onu çirkin görmeniz akıl düzgünlüğüyle gerçekleşti. O hâlde bunun bir benzeri olan gıybeti çirkin görmeniz de din düzgünlüğüyle gerçekleşsin. Tevvab: Tevbenin kabulü hususunda son hadde varan demektir. Mana: “Sakınmakla emrolunduğunuz şeyleri terketmekle ve bunlardan işlediğiniz şeylere pişman olmakla Allah'tan sakının. Çünkü siz eğer sakınırsanız Allah sizin tevbenizi kabul eder ve size tevbe eden müttakilerin sevabını verir.” Rivâyet edildiğine göre Selmanı Farisi (radıyallahü anh) sahâbeden iki kişiye hizmet ediyordu. Onların yemeklerini pişiriyordu. Birgün uyudu işinden geri kaldı. Onu kendileri için katık istemek üzere Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gönderdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kilerinin başında Üsame b. Zeyd (radıyallahü anh) vardı. - Yanımda bir şey yok dedi. Selman (radıyallahü anh) o iki sahâbeye bunu haber verdi. Onlar: - Eğer onu samiha kuyusuna göndersek onun suyu kurur” dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna geldiklerinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikisine: - “Bana ne oluyor ki ağızlarınızda et yeşilliği görüyorum.” buyurdu. Onlar: - Et yemedik, dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): - “Gerekten siz ikiniz gıybet ettiniz. Kim bir mü'minin gıybetini ederse onun etini yemiştir” buyurdu. Sonra da bu âyeti okudu. Denildi ki: “Halkın gıybeti, haktan uzak kalmaktan olur.” 13Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabileler ayırdık. Muhakkak ki Allah” yanında en değerli ve en üstün olanınız. O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir haberi olandır. “....Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.” Âdem'den (aleyhisselâm) ve Havva'dan, ya da her birinizi bir baba ve bir anadan yarattık. Dolayısıyla sizden hiçbir kimse yoktur ki; onun durumu diğerinin durumuna eşit olmasın. Dolayısıyla neseb hususunda övünme ve üstünlük taslamanın hiçbir manası yoktur. “Sizi milletlere ve kabilelere ayırdık” Şa'b (millet) Arapların oluşturduğu altı tabakanın birincisidir. Onlar, Şa'b (millet) Kabile Amare (küçük kabile) Batn (oba) Fahz (akraba topluluğu ve fasile (aşîret)dir. Şab kabilelerden oluşur kabile amarelerden oluşur. Amare batınlardan oluşur. Fahz aşiretlerden oluşur. Hüzeyme millettir. Kinane kabiledir. Kureyş amaredir. Kusay batındır. Haşim hafsdır. Abbâs fasiledir. Şuub (milletler) diye adlarıdırıldı. Çünkü kabileler ondan dağılmıştır. “Tanışmanız için” sizi birbirinizin soyunu bilesiniz de babanızdan başkasına nispet iddia etmeyesiniz diye milletlere ve kabilelere ayırdı. Aba ıı ecdad ile övünmek ve soy hususunda üstünlük iddiasında bulunmak için değil. Bundan sonra tasanın kendisiyle diğerlerinden üstün olduğu, Allah katında kendisiyle şeref ve üstünlük kazandığı hasleti açıkladı. “Allah katında en değerli ve en üstününüz, O'ndan en çok korkanızdır. “Buyurdu. Hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur; “Kimi İnsanların en üstünü olmak sevindirirse o Allah'tan korksun. “İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle nakledilmiştir: “Dünya üstünlüğü zenginliktir. Âhiret üstünlüğü takvadır.” Rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethini övdü sonra da şöyle dedi: “Sizden câhileye övüncünü ve kibrini gideren Allah'a hamd olsun. Ey insanlar! İnsanlar ikiye ayrılır: Mü'min / muttaki Allah katında üstündür, kâfir günahkâr Allah katında değersizdir.” Sonra da âyeti okudu. Yezid b. Şecere’den şöyle nakledilmiştir: “Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine çarşısına uğradı. Arkasından,'beş vakit namazı kılmaktan beni menetmemek şartıyla beni kim satın alır'diyen zenci bir köle gördü. Onu biri satın aldı. Köle hastalandı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu ziyaret etti. Daha sonra köle vefat etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun defnine geldi. Bu hususta ashâb bazı şeyler söylediler de bunun üzerine: Şüphesiz ki Allah bilendir, haberdar olandır'âyeti indi.” Yani Allah kalplerin üstünlüğü ve takvasını bilendir. Nefislerin arzularındaki kasıtlarından da haberdar olandır. 14Bedeviler “İnandık” dediler. De ki: siz îman etmediniz, ama “İslam olduk” deyin. Henüz îman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itâat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbirşeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. “Bedeviler inandık dediler” yani bazı bedeviler “İnandık” dediler. Çünkü bedevilerden Allah'a ve âhiret gününe inananlar var. Onlar beni Esed bedevileridir. Kıtlık yılı Medine'ye gelmişler ve kelime-i şehadet getirerek Müslüman olmuşlardı. Sadaka istiyorlar ve Müslümanlıklarını boşa kakıyorlardı. “İnandık dediler;” yani zahiren ve batinen inandık Ey! Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dediler. Sen onlara de ki: Siz kalplerinizle inanmadınız. Ancak siz “İslam olduk” deyin. Zira îman tasdiktir. İslam ise şehadet getirmek suretiyle barışa giriştir ve Müslümanlar için harbi olmaktan çıkıştır, “henüz îman kalplerinize yerleşmedi” sözü görülmüyor mu? Bil ki kalbin muvafakati olmaksızın dille ikrar edilen şey isiamdır. Kalbin kendisine dile muvafakat ettiği şey ise imandır. Bu lügat itibariyledir. Şer'i yönden ise îman ve İslam bilindiği üzere birdir. (.......) da bir işin olmasını bekleme manası vardır. Oda onların bir kısminin daha sonra îman edeceklerine delalet etmektedir. Âyet “îman kalple değil dille olur” diyen Kerramiyeti'nin görüşünü çürütmektedir. Eğer sen âyetin ibâresindeki “îman ettik demeyin. Lakin islam olduk deyin.” Ya da “De ki siz îman etmediniz. İslam oldunuz, “şeklinde olmalıydı dersen derim ki: Bu ibâre önce onların iddiasının yalan olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla güzel bir edeple “De ki: Siz îman etmediniz” denildi. Açık açık'yalan söylediniz'demedi, var olduğunu iddia ettikleri şeyin olmadığını ifade eden'siz îman etmediniz.'sözünü onun yerine getirdi. Manası îmanı sözle ifade etmeyi yasaklayan bir lafızla muhatap kılınmalarını, çirkin karşıladı için'îman ettik demeyin'denilmesi yerine, “siz îman etmediniz” sözüyle yetinildi. Onların “îman ettik” sözünde zan ve iddianın çıkış noktasından hariç kalması için'lakin siz İslam oldunuz'da demedi. Eğer'lakin siz İslam oldunuz'denilseydi bu onların sözünün kabul edilmesi olurdu. Bu da kabul edilen bir şey değildir. “Henüz îman kalplerinize girmedi” sözü, “îman etmediniz” sözünün manaca tekrarı değildir. Çünkü “îman etmediniz” sözünün faydası, onların iddiasını yalanlamadır. “Henüz îman kalplerinize girmedi” sözünün faydası ise, demekle emrolundukları şeyin vaktini beyandır. Sanki onlara şöyle denilmiştir: “Kalbiniz dilinize muvafakat etmediğinde,'lakin islam göründük'deyin.” Çünkü o “deyin “sözündeki zamîrden hâl olarak vaki olan bir sözdür. Eğer Allah'a (celle celâlühü) ve Rasûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) nifakı terketmek suretiyle gizli de itâat ederseniz Allah (celle celâlühü) iyiliklerinizin sevabından hiçbirşey eksiltmez. Basra kırâat ekolüne göre (.......) şeklindedir. (.......) ve (.......) fiilleri aynı manaya gelmektedirler. O da eksiltmek demektir. Şüphesiz ki Allah günahları örtmek suretiyle çok bağışlayan, onları kusurlardan tevbeye hidâyet etmek suretiyle, çok merhamet edendir. Daha sonra Allah ihlâs sâhibi mü'minleri vasfetti şöyle buyurdu: 15Gerçek mü'minler! Ancak Allah'a ve Rasûlü'ne îman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır. (.......) fiili kişiyi töhmetle birlikte şüpheye düşürdüğünde kullanılan (.......) fiilinin mutavatıdır. Mana; onlar îman ettiler sonra îman ettikleri, tasdik ettikleri hususta nefislerinde hiçbir şüphe meydana gelmedi. Yakin getirmek ve şüphe etmemek imanın özü olduğundan, makamını göstermek için îmandan sonra, onu yalnız zikretti ve onu gelecek zamanlar içinde de dipdiri kaldığını bildirmek için (.......) sonra kelimesiyle îmana atfetti. “Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır.” Bununla kendisine karşı cihad edilenin kastedilmesi mümkündür. O da savaşan düşman ya da şeytan ya da nefsin hevasıdır. (.......) nin (.......) fiilinden mübalağa olması da mümkündür. “Canlarıyla savaşırlar,” sözüyle savaşırı kastolunması ve ibâdetlerin tamaminin ele alınması mümkündür. Malların bir benzerinin kastedilmesi zekâtın ve mala taallûk eden bütün sâlih amellerin ele alınması mümkündür. Mübteda olan (.......) nin haberi (.......) dır. Yani “îman ettik” sözlerinde doğru söyleyenlerdir. Beni Esed bedevilerinin yalan söylediği gibi yalan söylemeyenlerdir. Ya da onlar îmanları doğru ve gerçek olanlardır. (.......) sözü (.......) ün sıfatıdır. Bu âyet indiğinde bedeviler peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldiler. Samimi olduklarına dair yemin ettiler. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu. 16De ki: siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Halbuki Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah herşeyi hakkıyla bilendir. Kalplerinizin tasdik ettiğini O'na mı bildiriyorsunuz? Allah nifakı ihlâsı ve diğerlerini hakkıyla bilendir. 17Onlar İslâm'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanliğinızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi îmana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur. (.......) yani (.......) demektir. Müslüman olmalarını kastediyor: (.......) teşekkür edilsin diye nimet ve ihsanın zikredilmesidir. “... bilesiniz ki, sizi îmana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.” yani başa kakma sizi karşı Allah'a âittir. (.......) sizi îmana erdirmesiyie ya da sizi îman erdirdiği için demektir. “Eğer doğrulardan iseniz...” eğer zanmmz doğruysa, iddianız doğrulanmışsa, ancak siz Allah'ın bunun zıddmı bildiğine inanıyor ve iddia ediyorsanız şartın cevabı kendisinden öncesinin ve cehaletinizden dolayı hazfedilmiştir. Takdiri: “Allah'a îman ettiğinize dair iddianızda eğer doğrulardansanız, öyleyse minnet size karşı Allah'a âittir” şeklindedir. “eğer sizi îmana erdirmişse” şeklinde de okunmuştur. 18Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin görülmeyen esrarını bilir. Allah yaptıklarınızı görendir. Mekke kırâat imâmlarına göre (.......) şeklinde (.......) iledir. Bu onların davalarında doğrulardan olmadıklarını beyandır. Şunu kastediyor: “Allah Teâlâ âlemdeki her gizliyi bilir. Gizli ve açıkta işlediğiniz her ameli görür. O'ndan hiçbirşey O'na gizli kalmaz. Dolayısıyla O gaybleri bilen olduğu hâlde sizin kalplerinizdeki şeyler O'na nasıl gizli kalır?” |
﴾ 0 ﴿