ZÂRİYÂT SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur; 60 âyettir. İlk âyet-i kerimede geçen “zariyat” kelimesi bu sûre-i celileye isim olmuştur.

1-6

Esip savuranlara, yükünü yüklenenlere, kolayca süzülenlere, işi ayıranlara andolsun ki size vadedilen kesinlikle doğrudur ve cezâ mutlaka vuku bulacaktır.

Zâriyat” , rüzgârlar demektir. Çünkü onlar toprağı ve diğerlerini savurup tozuturlar. Hamza ve Ebû Amra göre (.......) nin (.......) harfine idğamıyladır.

Yani ilk (.......) aslı (.......) idi (.......) ye dönüştü ve bir sonrasına idğam oldu. (.......) mastardır. Bundaki amil ismi faildir.

Hamilat” : Bulutlardır. Çünkü onlar yağmuru taşırlar. (.......) kelimesi, (.......) nin mefuludur.

Cariyat” , gemilerdir. “... kolayca...” yani kolaylıkla akıp giden demektir.

“İşi ayıranlar” meleklerdir. Çünkü onlar, yağmur, rızık ve sair işleri dağıtırlar. Ya da bununla emrolunarak taksimat işini yaparlar. Ya da kulların işlerinin talimatını yönetirler. Cebrâîl (aleyhisselâm), şiddetli ve güç işler için, Mikail (aleyhisselâm) rahmet işleri için, Ölüm meleği (Azrail (aleyhisselâm)) ruhların kabzedilmesi için ve İsrâ'fil (aleyhisselâm) de sura üfürmek için. Bununla başka değil, sadece rüzgârların kastedilmesi de mümkündür. Çünkü onlar bulutları yükseltirler onları yüklenirler ve sevkederler. Havada kolayca akıp giderler. Bulutları yönlendirmek suretiyle yağmurları taksim ederler. Birinci tefsire göre (.......) nin manası: Allah (celle celâlühü) rüzgârla sonra onların sevkettiği bulutlarla, sonra onların esmesiyle akıp giclen gemilerle sonra da Allah'ın (celle celâlühü) izniyle yağmurlardan deniz ticaretinden ve ticaretin faydalarından oluşan rızıkları taksim eden meleklerle yemin etmiştir. İkinci tefsire göre ise rüzgârlar önce esmeye başlıyorlar. Sonra toprağı ve çakıl taşlarını savuruyor, sonra bulutları yükleniyor sonra havada kolayca akıp gidiyor, sonrada yağmuru taksim ediyor.

size vadedilen “cümlesi yeminin cevâbıdır. (.......) ismi mevsul ya da mastar manasına olan (.......) dır. Vadedilen ise diriliştir.

“... kesinlikle doğrudur...” doğru bir vaaddir. “râzı olunmuş bir hayat” sözünde olduğu gibidir.

“...cezâ...” , amellere karşı maksat ya da cezâ “mutlaka vuku bulacaktır” mutlaka olacaktır.

7-9

Kendine has yollara sahip göğe andolsun ki siz elbette farklı bir söz ve görüş içindesiniz. Bununla beraber aldatılanlar ondan geri çevrilirler.

“...göğe andolsun ki...” bu başka bir yemindir, “yollara sahip olan...” rüzgâr estiğinde su üzerinde görülenlerin bir benzeri güzel yollara. Aynı şekilde bedende biten tüylerin yolları da böyle işlerdir.

(.......) kelimesini tesniye ve cemi' mükesser yapabilirsin (.......) kelimesinin çoğuludur. (.......) ve (.......) kelimesinin çoğuludur.

“Siz elbette farklı bir söz ve görüş içindesiniz.” yani onların Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkındaki sözleri, “sihirbaz, şâir ve mecnun” şeklindedir.. Kur'ân hakkındaki sözleri de “sihir, şiir ve öncekilerin efsaneleri” şeklindedir.

“Bununla beraber aldatılanlar ondan geri çevrilir.” Burada, zamîr Kur’ân'a ya da Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) âittir.

Yani geri döndürülen ondan geri döndürülür, demektir. Bu geri döndürme öyle bir geri döndürme ki ondan daha şiddetlisi ve daha büyüğü yoktur. Ya da Allah'ın (celle celâlühü) kadim ilminde geri döndürülen ondan geri döndürülür demektir.

Yani değişmeyen ilminde bildi ki o haktan döndürülecektir. Cehaletten güzel bir şekilde rucu etmeyecek, çekilmeyecektir.

zamîrin (.......) ye veya (.......) kelimesine âit olması da mümkündür. Kıyamet işinin meydana gelmesinin gerçek olduğu üzerine rüzgârlarla yemin etti. Sonra onların onun meydana gelmesinin gerçek olduğu üzerine rüzgârlarla yemin etti. Sonra onların onun meydana gelip gelmeyeceği hususunda kimilerinin şüphe ettiklerini kimilerinin de inkâr ettiklerini, yani onların o hususta çeşitli sözlere sahip olduklarına gökle yemin etti. Daha sonra da çevrilmiş olan kişi kıyamet işini kabullenmekten çevrilmiştir, dedi.

10

Kahrolsun o koyu yalancılar.

“Kahrolsun” larıetlensin. Bunun aslı, öldürülmesi ve helâk edilmesi için yapılan bedduadır. Daha sonra lânet yerine geçmiştir. “Koyu yalancılar.” doğru olmayan şeyleri uyduran yalancılar. Onlar çeşitli sözlerin sahipleridir. (.......) deki (.......) (lam-ı tarif) onlara işarettir. Sanki kahrolsun şu yalancılar denilmiştir.

11

Onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdir.

Onlar kendilerini kuşatan cehalet içersindedirler. “....gafillerdir.” kendilerine emredilen şeylerden bi haberdirler.

12-13

Cezâ gününün ne zaman olduğunu sorarlar. O gün onların ateşe sokulacakları gündür.

“...sorarlar.” derler. “Cezâ gülümün ne zaman olduğunu...” yani cezâ günü ne zaman derler. Takdiri, cezâ gününün meydana gelişi ne zaman şeklindedir. Çünkü vakitle alâkalı kelimeler (.......) gibi gece ve gündüz için zarf diyorlar. Cevapta gelen (.......) kelimesi ise, malın kendisine delalet ettiği gizli bir fille yani (.......) fiiliyle mensûbtur. Sabit olmayana -ki o cümledir- izafetinden dolayı meftuh olması câizdir. Gizli (.......) fiili ile mahallen mensûbtur ya da “o, onların ateşe atılacakları, yakılacakları ve azap edilecekleri gündür” şekli üzere merfûdur.

14

“Azâbınızı tadın. Acele gelmesini beklediğiniz şey işte budur” denir.

“Azâbınızı tadın.” yani cehennem bekCinleri onlara “azâbımızı ve ateşle yakılmanızı tadın” derler.

“Bumübtedadır. Haberi (.......) dir.

Yani bu azap dünya da iken “bize vadettiğin şeyi haydi getir” diye sözlerinizle acele ettiğiniz şeydir.

15-16

Muhakkak ki müttekiler, Rablerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar. Çünkü onlar bundan önce dünyada güzel davrananlardı.

“Sakınanlar cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.” yani pınarlar -ki onlar akan nehirlerdir- görülen yerlerde olurlar. Onların gözleri onlara ilişir. Yoksa kendileri onlar içinde değildirler. “Rablerinin kendilerine verdiğini alarak...” Rablerinin kendilerine verdiği bütün sevapları ondan râzı kalarak kabul ederler.

alarak” kelimesi zarftaki zamîrden hâldir. O da (.......) -nin haberidir, “...bundan önce...” cennete girmeden önce dünyada “güzel davrananlardı.” güzel ameller işlemişlerdi. Onların güzel davranışlarının açıklanması bundan sonrasıdır.

17

Geceleri pek az uyurlardı.

(.......), “uyurlardı” demektir. (.......) te'kid içindir, zaittir.

(.......) kelimesi (.......) nin haberidir. Mana;'gecenin az bir kısmında uyarlardı'demektir. Ya da (.......) mastar manasına gelen (.......) dır. Takdiriç “uykuları gecenin azında idi” şeklindedir. (.......) ile değil (.......) deki (.......) dan bedel olduğu için merfûdur. Çünkü o (.......) sözüyle mevsûf olmuştur. Şibhi fiil ve amelinden benzerlik itibariyle çıkmıştır.

Yani onların uykuları gece vakti azdır demektir. (.......) mn,'onlar gecenin az bir kısmında bile uyumuyorlardı. Tamamım ihya ediyorlardı', manası üzere nehy olması câizdir.

Çünkü (.......) nefyeden sonrası kendinden önceki üzerinde amel etmez.

Sen (.......) demezsin.

18

Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.

Onları geceyi teheccüt namazı kılarak ihya ederler. Seher vaktine ulaştıklarında da sanki gecelerini günahlarla geçirmiş gibi istiğfara başlarlar diye vasfetti. Seher vakti, gecenin sonuncu altı da biridir.

19

Mallarında ihtiyacını açan ve yoksul durumda bulunan için bir hak olduğunu kabul ederlerdi.

“...ihtiyacını açan...” haceti için isteyen “yoksul durumda bulunan...” yani muhtaç olan fakat hayasından dolayı istemeyen kişidir.

20

Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır.

Yeryüzünde yaratıcıya kudretine hikmetine ve plarılamasına delalet eden âyetler vardır. Şöyle ki o üzerinde olduğu şey üzerine kilim gibi serilmiştir. Onda yeterli yolları ve dağ yolları vardır. Onda ovalar, dağlar, taşlı araziler, bataklıklar, hastalıktan uzak verimli yerler ve çorak yerler vardır. Onda fışkıran gözeler, çeşitli madenler, çeşitli suret ve şekillere, farklı özelliklere ve hareket kabiliyetine sahip dağınık hayvanlar vardır. Kesin olarak inananlar için Allah'ı tanımaya götüren, ispatlı orta yola giren muvahhitler için. Zira onlar basiret sâhibi gözlerle ve idrak eden akılla bakarlar. Bir âyet gördüklerinde de onun düşünülmesi gereken gününü bilirler de yakinleri bir kat daha artar.

21

Kendi nefislerinizde de İbretler vardır. Görmüyor musunuz?

Başlarıgıç halihde ve bir hâlden diğer bif hale geçişinde ibretler vardır. Görünen ve görünmeyen yerlerinde zihinlerin hayrete düştüğü yaratılış harikalan ve güzellikleri vardır. Kalpler ve orada toplarıan akıllar sana yeter. İsimlerle, gözlerle, ellerle, ayaklarla ve diğer azalarla birlikte yaratıldıkları işleri icra eden diller, konuşma harflerinin çıkış yerleri ve yükselen ayetlerin ve kesin delillerin terkibinde ve tertibindeki anlamlı sözlerindeki onları plarılayanın hikmetine ve onların yaratıcısına delalet eden şeyler sana yeter. Bundan başka azalardaki katlarıan bükülen mafsallar onlardan bir şey kuruyup sertleştiğinde acizlik gelir, gevşediğinde de zayıflık yerleşir. Yaratıcıların en güzeli Allah (celle celâlühü) ne yücedir. Takdir; “Nefislerinizdekini görmüyor musunuz?” şeklindedir. Bu şekilde söylenilen görüş zayıftır. Çünkü bu istifham yerinde oian şeyi istifham harfinin başına geçirir. “Görmüyor musunuz?” İbret alanın bakışıyla bakmıyor musunuz?'demektir.

22

Rızkınız da size vadedilen şeyler de semadadır.

“Rızkınız da... semadadır.” yani yağmur. Çünkü o yiyeceklerin sebebidir. Hasen'ın, bir bulut gördüğünde arkadaşlarına:

“Vallahi bunda sizin rızkınız vardır. Fakat sizler işlediğiniz hatalarla bundan mahrum kalıyorsunuz.” dediği nakledilmiştir.

“....size vadedilen şeyler de...” vadedilen cennettir. O arşın altında yedinci kat göğün üstündedir. Ya da bununla dünyada rızıklandığmız şeyleri ve âhirette vadedildiğiniz şeyleri kastetmiştir. Onların hepsi takdir olunmuştur, gökte yazılıdır.

23

Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.

(.......) daki zamîr “rızka” ya da “vad edildiğiniz şeylere...” dönmektedir. Hafs'ın dışındaki Kufelilere göre (.......) şeklindedir. (.......) kelimesinin sıfatı olarak merfûdur.

Yani o sizin konuşmanız gibi haktır demektir. Diğerlerine göre mensûbtur.

Yani “o sizin konuşmanız gibi gerçekten haktır” şeklindedir. Şey manasına olan (.......) ya muzaf kılındığı için üstün olması ve (.......) nın zait olması da câizdir. Esmai'nin şöyle anlattığı nakledilmiştir:

“Basra camiinden gelmiştim. Devesi üzerinde bir bedevi çıkageldi.

- Kimlerdensin? diye sordu.

- Esma oğullarındamm, diye cevap verdim.

- Nereden geliyorsun? diye sordu.

-Allah'ın kelaminin okunduğu yerden geliyorum, diye cevap verdim.

- Bana da oku, dedi Ona Zariyat Sûresi'ni okumaya başladım.'Rızkınız da size vaadedilen şeyler de göklerdedir.'âyetine gelince:

- Yeter, dedi. Kalktı ve devesine yöneldi. Onu boğazladı ve onu gelip geçenlere dağıttı. Kılıcını ve yayım onlara dayanarak kırdı ve çekip gitti.

Harun Reşid ile birlikte hac ettiğinde tavafa başlamıştım. Birden bana zayıf bir sesle seslenen birini gördüm. Ona döndüm. Baktım ki o bedevi zayıflamış ve sararmış bana selâm verdi. Aynı sûreyi okumamı istedi. Aynı ayete geldiğimde bir çığlık attı ve: .

- Rabbimizin bize vaadettiğini hak olarak bulduk, dedi. Sonra da:

- Daha başkası var mı? dedi. Ona: Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad gerçektir'âyetini okudum. Bir çığlık daha attı. Ve:

- Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Büyük olan Allah'ı yemin edecek kadar kimler kızdırdı. Yemin edecek kadar onun sözünü kimler tasdik etmedi? dedi. Bunu üç kere söyledi ve sonra ruhunu teslim etti.

24

İbrâhîm'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?

“Sana geldi mi?” sözü haberi yüceltmek ve onun Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ilminden olmadığına ve onu vahiyle bildiğine dikkat çekmek için gelmiştir, yeryüzünde âyetler vardır” demesi ve bu kıssanın sonunda da “acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık” demesi itibariyle de bu âyetin kendisinden öncekilerle olan intizamına dikkat çekilmiştir.

misafir” kelimesi tek kişi için de topluluk için de kullanılır. “oruç” yalan” kelimelerinde olduğu gibi. Çünkü o aslen (.......) “ona misafir oldu” fiilinin mastarıdır. Onlar on iki melekti. Denildi ki:

“Dokuz melektiler. Onuncuları Cebrâîl (aleyhisselâm) dı. Onları misafir aldı. Çünkü onlar misafir suretindeydiler. İbrâhîm (aleyhisselâm) onları misafir etmişti. Ya da onlar O'nun (İbrâhîm (aleyhisselâm)) düşüncesine göre böyleydiler (misafirdiler).

“... şerefli...” Allah (celle celâlühü) katında şerefli. Nitekim âyeti kerime de:

“Bilâkis (melekler) ikram olunmuş, şerefli kullardır.” buyurulmuştur. Denildi ki:

“Çünkü o ve karısı onlara hizmet ettiler. Onlara misafire takdim edilen yemeklerden ikram ettiler.”

25

Zira onun yanına girmişler selâm vermişlerdi, İbrâhîm de selâmı almış “Bunlar tanınmamış bir topluluktur” demişti.

(.......).İbrâhîm onlara ikramıyla tefsîr edilirse (.......) ile mensûbtur değilse gizli bir “hatırla” kelimesi ile mensûbtur. (.......) mastardır. Fiile ihtiyaç duymayarak onun yerine geçmiştir. “Artık size selâm veriyoruz” şeklindedir. “İbrâhîm de selâm” dedi.

Yani “aleykümesselâm” dedi. Bu mübteda olarak merfûdur. Haberi hazfedilmiştir. Merfûya geçiş Allah'ın (celle celâlühü) edebiyle edeplenerek onların verdiği selâmdan daha iyisiyle onları selâmlamayı kastettiğini ispata delalet etmesi içindir. Aynı şekilde bu onun onlara bir ikramıdır. Hamza ve Ali ye göre (.......) şeklindedir. Selâm manasınadır.

“....bunlar tanınmamış bir topluluktur.” demişti.

Yani tanınmayan bir topluluksunuz bana kim olduğunuzu bildirin, elemektir.

26

Hemen ailesinin yanma giderek semiz bir dana getirmişti.

Misafirlerinden gizli bir şekilde ailesinin yanına gitti. İşini gizli yapması ve misafirin onu menetmesinden korkarak ona hissettirmeden ikram sofrasını acele ile getirmesi misafir ağırlayanın edebindendir. İbrâhîm (aleyhisselâm)’in malının tamamı sığır cinsiydi.

27

Onların önüne sürüp “yemez misiniz?” demişti.

Ondan yemeleri için onların önüne sürmüş onlar da yememişti. Bunun üzerine İbrâhîm (aleyhisselâm): “yemiyor musunuz?” demişti. Onların yemeği terk etmelerini hoş karşılamamıştı. Ya da o onları yemeye teşvik etmişti.

28

Derken onlardan endişeye düştü, “korkma” dediler ve ona bilgin bir oğlarıçocuğu müjdelediler.

“Onlardan endişeye düştü.” kalbine korku düştü. Çünkü senin yemeğini yemeyen kişi senin hak ve hürmetini muhafaza etmez. İbni Abbâs (radıyallahü anh) den şöyle nakledilmiştir:

“Kalbine onların azap için gönderilen melekler olduğu düştü.”

“Korkma, dediler” biz Allah'ın (celle celâlühü) elçileriyiz. Denildi ki:

Cebrâîl (aleyhisselâm) danayı meshetti de o kalktı ve anasının yanına gitti.”

“Ona bilgin bir oğları çocuğu müjdelediler.” yani buluğ çağına erdiğinde bilgili olacak olan bir oğları çocuğu müjdelediler. Müjdelenen çocuk cumhura göre İshak (aleyhisselâm) dır.

29

Karısı hayretle seslenerek geldi. Yüzünü kapayarak:

“Ben kısır bir koca karıyım” dedi.

“Hayretle seslenerek...” çığlıkla.

kalem ve kâğıt gıcırdadı” sözünden gelmektedir. Zeccâc şöyle demiştir:

'sis '

(.......) burada şiddetli bağırma demektir ve hâl olmak üzere mahallen mensûbtur.

Yani'şiddetli şekilde bağırarak geldi'demektir. Denildi ki:

“Çığlık atmaya başladı demektir. Onun çığliği da'vay başıma gelenler'sözüdür.”

“yüzünü kapayarak... “ellerin içini yüzüne vurarak. Denildi ki:

“Hayrete düşen adamın yaptığı gibi yüzüne parmak uçlarıyla vurarak'ben kısır bir kocakarıyım'dedi.”

Yani başka bir yerde:

“Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım.” Hûd, 72. dediği gibi.'Ben kocakarıyım nasıl doğurabilirim?'demişti.

30

Onlar: “Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O hikmet sâhibidir, en iyi bilendir” dediler.

“Bu böyledir” bu dediğimiz ve haber verdiğimiz gibidir. “Rabbin söylemiştir.” yani biz bunu, sana, Allahu Teâlâ'dan bildiriyoruz. Allah (celle celâlühü) senin uzak saydığın şeye kâdirdir. O işinde hikmet sâhibidir ve o bilendir. Dolayısıyla O'na hiçbir şey gizli kalmaz. Rivâyet edildiğine göre o bunu uzak gördüğü için de Cebrâîl (aleyhisselâm) ona:

“Evinin tavanına bak” demiş o da bakmıştı. Bir de ne görsün onun tahtaları yapraklanmış ve meyve vermişti.

İbrâhîm (aleyhisselâm) onların melekler olduğunu anlayınca onların ancak bazı hallerde Allah'ın (celle celâlühü) emriyle (elçiler olarak) indiğini bildiğinden “o hâlde işiniz nedir?” dedi.

31

(İbrâhîm (aleyhisselâm)) “O hâlde işiniz nedir ey elçiler?” dedi.

Yani “İşiniz talebiniz nedir? Ne hakkında gönderildiniz?” demektir.

“ey elçiler” hassaten müjde ile mi gönderildiniz yoksa başka bir iş için mi gönderildiniz ya da her ikisi için mi gönderildiniz?

32

Biz suçlu bir kavme gönderildik dediler.

Yani Lût'un (aleyhisselâm) kavmine.

33

Üzerlerine çamurdan taş yağdırmamız için geldik.

Taş sertliğinde oluncaya kadar pişirilen tuğla gibi pişirilmiş çamur yani sicciî kastedilmiştir.

34

Onlar aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiştir.

“İşaretlenmiş” nişanlanmış (.......) kelimesindendir. O da alâmet nişan demektir. Onlardan her biri üzerine onunla helâk olacak kişinin ismi vardır “Rabbin katında...” mülkünde ve hâkimiyetinde aşırı gidenler için kendilerine mubah kılınanlarla iktifa etmedikleri için yaptıkları işlerdeki aşırdıklarından ve düşmanlıklarından dolayı onları “düşmanlar” olarak adlarıdırdığı gibi “aşırı gidenler” olarak da adlarıdırmıştır.

35

Bunun üzerine orada bulunan mü’minleri çıkardık.

“Orada “şehirde bilindiği için bunun zikri geçmemiştir, “mü’minleri” Hazret-i Lût (aleyhisselâm) ı ve inananları kastetmektedir.

36

Zaten orada bir ev halkından başka mü'minlerden kimse bulmadık.

Yani bir ev halkından başkasını bulamadık demektir. Bunda îman ve İslam'ın bir oluşuna delil vardır. Çünkü melekler onları “mü’minler” olarak adlarıdırdılar. Burada da “Müslümanlar” olarak adlarıdırıldılar.

37

Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.

“Orada” onların şehrinde demektir. Kalpleri kâtilaşmış olanların değil de, Allah'tan (celle celâlühü) korkanların ibret aldığı bir işaret bıraktık.

Denildi ki: “O, kokulu siyah sudur.”

38

Mûsa'da (kıssasında) da (dersler vardır). Biz, onu apaçık bir delil ile Fir'avun'a göndermiştik.

Mûsa (aleyhisselâm) da da bir âyet kıldık manası üzere (.......) âyeti (.......) üzerine ya da (.......) sözü üzerine atfedilmiştir.

“Ona (hayvana) saman ve soğuk su verdim” sözünde olduğu gibi. Bu,'ona saman verdim ve onu soğuk su ile suvardım'demektir.

“... apaçık bir delil ile...” açık bir delil ile. O delil de el ve asadır.

39

Fir'avun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş ve “Mûsa bir büyücü veya delidir” demiştir.

“... yüz çevirmiş... “îmandan yüz çevirmiş “ordusuyla..” ordusu ve saltanatından kendisiyle güçlendiği şeyle.

Rükn: insanın maldan ve ordudan güvenip dayandığı şeydir. “büyücü” yani'o bir sihirbazdır'demektir.

40

Biz de kendisinin kınanmasına sebep olacak işler yapıp dururken onu ve ordusunu yakaladık ve denizde boğuverdik.

Kınandığı küfrü ve inadıyla birlikte gelmekte idi.

“Yûnus kendini kınarken onu bir balık yuttu.” Saffât, 142. âyetinde Yûnus (aleyhisselâm) da bununla nitelendirilmiştir.

Çünkü kınanmayı miktarı da değişir. Küfrü işleyen kişi ona göre kınanır. Büyük günahı, küçük günahı ve zelleyi işleyen de aynı şekilde derecesine göre kınanır. (.......) dan sonra ki cümle (.......) daki zamîrden hâldir.

41

Âd kavminde (ibretler vardır) onlara kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik.

“... kasıp kavuran rüzgar...” o kendisinde yağmur yağdırma yönünden ya da ağaçları aşılama yönünden hayır olmayan rüzgardır. Ya da o helâk rüzgârıdır. Onun hangi rüzgâr olduğunda ihtilaf edildi. Ancak Resululah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in:

“Ben, saba rüzgârıyla yardım olundum ve Âd, debûr (batı) rüzgârıyla helâk edildi.” hadisinden dolayı en zahir olan onun debûr olmasıdır.

42

Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor onu kül edip savuruyordu.

(.......), kemik, ot ve sair şeylerden çürümüş ve ufalanmış olan her şeydir. Mana: “O, onlardan, hayvanlarından ve mallarından üzerlerine estiği hiçbir şeyi bırakmıyor yok ediyordu.”

43

Semûd kavminde de (ibretler vardır) onlara “bir süreye

“Semûd kavminde de -aynı şekilde ibretler vardır- onlara'bir süreye kadar faydalanın'denmişti.” Bunun tefsiri:

“Yurdunuzda üç gün daha yaşayın.” Hûd, 65. ayetidir.

44

Fakat onlar büyüklenerek, Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden kendilerini göre göre yıldırım çarpmıştı.

“Rablerinin emrine karşı geldiler.” de ona itâat etmekten kibirlendiler. (.......) yıldırım azap demektir. Helâk edici bir azap saikâdir. Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Buonlara yıldırım isabet etti” sözünden mastarı binai merredir.

Yani onlara bir defa yıldırım isabet etti demektir. “Göre göre” çünkü gündüz idi. Onu görüyorlardı.

45

Onlar, ayağa kalkacak güçleri kalmamış engel de olamamışlardı.

“Ayağa kalkacak güçleri kalmamış... “yani kaçacak şeyleri kalmış ya da o menetmekten âciz kalındığında kullanılan “onu yapamadı” sözündendir. “Engel de olamamışlardı” azaptan kaçamamışlardı. Ya da bize azapla mukabelede bulunamadılar demektir. Çünkü intişar kelimesinin manası mukabele etmek demektir.

46

Bunlardan önce de Nûh kavmini (helâk etmiştik) çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler.

“Nûh kavmini...” Nûh (aleyhisselâm) kavmini helâk etmiştik demektir. Çünkü bundan öncesi buna delalet etmektedir. Ya da Nûh'un (aleyhisselâm) kavmini hatırla demektir. Ebû Amr, Ali ve Hamza'ya göre (.......) kelimesi mecrûrdur.

Yani Nûh'un (aleyhisselâm) kavminde de ibretler vardır demektir. Abdullah b. Mesud (radıyallahü anh)’in (.......) şeklindeki kırâati da bunu desteklemektedir. “Bunlardan önce...” bu zikredilenlerden önce “... yoldan çıkmış...” inkâr eden.

47

Biz, göğü kudretimizle yükselttik ve biz onu genişleticiyiz.

(.......) kelimesi, “onu kendi ellerimizle biz kurduk” cümlesinin açıkladığı bir fiille mensûb kılınmıştır, “ellerimizle” kuvvetle eller kuvvet demektir.

“... onu biz genişleticiyiz.” yani kâdiriz demektir. (.......) kelimesindendir. O da takat demektir. (.......) ise harcamaya gücü yeten demektir. Ya da gök ile yer arasındaki şeyleri genişleticiyiz, tekid içindir. Tehditte sözü uzatmak daha beliğdir.

48

Yeri de biz döşedik (biz) ne güzel döşeyiciyiz.

“Yeri biz döşedik” - (.......) kelimesi gizli bir fiille mensûbtur.

(.......) yani'yüzünüzü döşedik de döşedik'demektir.

“ne güzel döşeyiciyiz” biz.

49

Her şeyden çift çift yarattık ki düşünüp öğüt alasınız.

“Her şeyden..” her canlıdan “çift çift yarattık” erkek ve dişi şeklinde. Hasen’in, gök - yer, gece - gündüz, güneş - ay, kara - deniz, ölüm -hayat ve daha birçok şey saydığı ve sonra da şöyle dediği nakledilmiştir:

“Bunlardan her biri iki ikidir. Çifttir. Allah'u Teâlâ ise tekdir benzeri yoktur.”

“Olur ki düşünür öğüt alırsınız.” yani bütün bu göklerin bina edilmesi yerin döşenmesi ve varlıkların çift çift yaratılması gibi işleri düşünüp yaratıcıyı tanımanız ve ona ibâdet etmeniz için yaptık.

50

O hâlde Allah'a koşun çünkü ben sizi ondan açık bir şekilde korkutuyorum.

O hâlde Allah'a (celle celâlühü) koşun yani şirkten Allah'a (celle celâlühü) îmana ya da şeytana itâat etmekten, Rahmân'a itaate ya da O'ndan (celle celâlühü) başkasından O'na (celle celâlühü) demektir.

51

Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Zira ben sizi O'na karşı açık bir şeklide uyariyorum.

Her iki Âyetteki “Ondan açık bir şekilde korkutuyorum” şeklindeki tekrar tekid içindir. Tehditte, sözü uzatmak daha beliğdir.

52

İşte böyle onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde sadece “büyücüdür veya delidir” dediler.

“İşte böyle...” iş bunun bir benzeridir demektir. (.......) bu onların peygamberleri yalanlamalarına ve onu sihirbaz ya da mecnun diye adlarıdırmalarına işarettir. Daha sonra bu kısa ifadeyi, “onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde sadece büyücüdür veya delidir dediler” sözüyle açıkladı. “... onlardan öncekilere -kavminden öncekilere- o sihirbazdır veya delidir dediler.” onlara cehaletlerinden dolayı sihir ya da delilik isnadında bulundular.

53

Bunu birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.

(.......) deki zamîr söze âittir.

Yani öncekiler ve sonrakiler bu sözü bir birlerine vasiyet mi ettiler ki onların tamamı ittifak hâlinde bunu dediler. “Hayır, onlar azgın bir topluluktur, “yani hayır onlar bunu birbirlerine tavsiye etmediler. Çünkü onlar aynı devirde birbirleriyle karşılaşmadılar. Bilâkis onları tek bir illet bir araya getirdi o da azgınlıktır. Azgınlık onları ona sürüklemektedir.

54

Onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.

“Onlardan yüz çevir.” kendilerine tekrar tekrar davet gelen fakat inat yüzünden icabet etmeyen kişilerden yüz çevir. “Artık sen kınanacak değilsin.” risâleti tebliğ ettikten ve tebliğ ve davet hususunda gayretini sarfettikten sonraki yüz çevirmende sana kınama yoktur.

55

Ama yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.

“... öğüt ver.” Kur’ân'la nasihat et “Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.” amellerinde artışa sebep olması sebebiyle.

56

Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

İbadet kelimesi hakiki manası üzerine yorulduğunda âyet genel olmaz. Bilâkis bununla kastolunan her iki guruptan olan inananlar olur. Delili de yukarıda geçen âyet -ki bununla “... öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir” âyetini kastediyorum- ve İbni Abbâs (radıyallahü anh)’in: İnanan cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” şeklindeki kırâatidir. Şüphesiz budur. Çünkü onlardan îman etmeyecek olanların kulluk etmek için yaratılmaları kulluğu istediğinde bu onlardan meydana gelmek zorundadır. Onlar kulluk etmeyince de Allah'ın (celle celâlühü) onları cehennem için yarattığı bilinir. Nitekim âyeti kerime:

“Andolsun ki biz cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.” A'raf, 179. buyurulmustur.

Denildi ki: “Ben cinleri ve insanları ancak onlara kulluk etmelerini emretmek için yarattım.” bu (tefsir) Hazret-i Ali (radıyallahü anh) dan nakledilmiştir:

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kul olsunlar diye yarattım.”

İbadet kelimesini Allah(celle celâlühü) birleme şeklinde yormaya gelince bunu İbni Abbâs (radıyallahü anh) demiştir:

“Kur’ân'daki her ibâdet sözü tevhiddir. (Allah'ı (celle celâlühü) birleme manasınadır.) Zira âhirette onu tanıdıklarında her biri onu birler.”

Kâfirlerin tümü âhirette Allah(celle celâlühü) birleyerek inanırlar. Bunun delili de Allah'ın (celle celâlühü):

“Sonra onların'Rabbimiz Allah'a andolsun ki bir ortak koşanlar değildik'demeklerinden başka çareleri kalmadığı gün...” En'am, 23. ayetidir.

Evet, bazıları ebedî hayata nazaran, dünyada bir günden daha az bir vakitte Allah'a (celle celâlühü) ortak koştular. Köle satın alan ve “Bunu ancak yazı yazması için satın aldım.” diyen kişi onu ömründe bir gün başka bir işte çalıştırsa da “Bunu ancak yazı yazması için satın aldım.” sözünde doğru söylemektedir.

57

Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.

“Ben onlardan rızık istemiyorum.” kendilerini ya da kullarınıdan birini rızıklarıdırasınlar diye onları yaratmadım. “Beni doyurmalarını da istemiyorum.” Sa'leb şöyle demiştir:

“Bu kullarınıı doyurmalarını da istemiyorum.” demektir. Zira, bu, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Allah'u Teâlâ'dan haber vererek buyurduğu:

“Kim bir mü’mine ikram ederse bana ikram etmiştir. Kim de bir mü’mine eza verirse bana eza etmiştir.” Hadisi şerifinde olduğu gibi seçip yükselttiği kulların kendisine isnadıdır.

58

Şüphesiz rızık veren güç ve kuvvet sâhibi olan ancak Allah'tır.

“Metin” , son derece kuvvetli demektir. (.......) nun sıfatı olarak merfûdur. A'meş ise (.......) kelimesinin sıfatı olarak gücü yetmek manasına mecrûr okumuştur.

59

Muhakkak ki bu zulmedenlerin de arkadaşlarının payı gibi bir azap payı vardır. Acele etmesinler.

“... zulmedenlerin...” Mekke ahalisinden yalanlamak suretiyle Allah'ın (celle celâlühü) peygamberine zulmedenlerin “.... arkadaşlarının payı gibi bir azap payı vardır.” Arkadaşlarının ve helâk edilmiş nesillerden benzerlerinin payı gibi Allah'ın (celle celâlühü) azâbından payı vardır. Zeccâc şöyle demiştir:

(.......) kelimesi lügatte'pay'demektir.

“Acele etmesinler.” azâbm inişini acele istemesinler. Bu azâbın tez olarak indirilmesini istediklerinde Nadr ve arkadaşlarına verilmiş bir cevaptır.

60

Vadedildikleri günlerinden dolayı vay o kâfirlerin haline.

“Vadedildikleri günlerinden dolayı... “yani kıyamet günüden dolayı. Denildi ki: “Bedir gününden dolayı...”

Ya'kûb'a göre her iki hâlde de (vakf ve vasl hâli) (.......) ve (.......) kelimeleri (.......) iledir. Vasıl hâlinde Sehl ona muvafakat etmiştir. Diğerlerine göre ise (.......) sızdır. Allahu Alem.

0 ﴿