NECM SÛRESİ

1-3

Battığı zaman andolsun ki yıldıza ki arkadaşırıız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı. O kötü arzularına göre de konuşmaz.

“... andolsun yıldıza...” Süreyya yıldızlarıyla ya da yıldız cinsiyle yemin etti. “Battığı zaman ...” battığı zaman ya da kıyamet gününde saçıldığı zaman demektir. Yeminin cevabı “... arkadaşırıız sapmadı ve bâtıla inanmadı.” cümlesidir. “... arkadaşırıız...” yani Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) yoldan sapmadı ve bâtıla tâbi olma hususunda da sapmadı. Hitap Kureyş'edir. Denildi ki:

“Dalalet hidâyetin zıddıdır. Sapıklık ta olgunluğun zıddıdır.

Yani o sizin onu dalalete ve sapıklığa nispet ettiğiniz gibi değildir, o hidâyet sâhibi olgun bir kişidir demektir/'

4

O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.

Size Kur’ân'dan getirdikleri kendi nevasından ve reyinden sâdır olan şeyler değildir. Ancak o Allah (celle celâlühü) katından kendisine vahyedilen vahiydir. Peygamberlerin ictihad etmediği görüşünü savunanlar bu âyetleri delil getirirler. Onlara şöyle cevap verilir:

Allah'u Teâlâ onlara içtihadı kolaylaştırdığında ve onları, ona (o içtihada) getirdiğinde, bu vahiy gibi olur, nevadan konuşmak olmaz.

5-7

Çünkü onu kuvvetli (Cebrâîl) Öğretti ki o aklında ve davranışında kâmil bir melektir. Hemen kendi suretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce bir ufukta idi.

Onu, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, şiddetli kuvvete sahip melek öğretti. (.......) daki izafet hakiki değildir. Çünkü o sıfatı müşebbehenin failine izafetidir. O da cumhura göre Cebrâîl (aleyhisselâm) dır. Şunlar onun kuvvetine dair hadiselerdir: Lût kavminin şehrine siyah sudan söküp tek kanadı üzerinde göğe kaldırmış sonra da onu (o şehri) ters yüz etmiştir. Semûd kavmine tek bir sayha atmış onlar da derhal çöküp mahvolmuşlardır.

“... aklında ve davranışında kamil...” İbni Abbâs (radıyallahü anh) den nakledildiğine göre, “güzel görünümlü” demektir.

“Hemen kendi asli suretine girip doğruldu.” vahyi her indirdiğinde girdiği suretin dışındaki kendi hakiki sureti üzere doğruldu. O Dihye'nin (radıyallahü anh) suretinde iniyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu yaratıldığı suret üzere görmeyi arzuladığında bu (olay) vuku buldu. Onun için en yüce ufukta doğruldu. O güneşin ufku idi ki ufku kaplamıştı. Denildi ki:

Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in dışındaki peygamberlerden hiçbiri onu asli sureti üzerine görmemiştir. O (sallallahü aleyhi ve sellem) da onu iki defa görmüştür. Bir defa yerde bir defa da gökte görmüştür.”

Cebrâîl (aleyhisselâm) güneşin doğduğu en yüce ufukta idi.

8-11

Sonra, ona yaklaştı ve sarktı. İki yay kadar yahut daha yakın oldu. Allah vahyettiği şeyi bunun üzerine vahyetti. (gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.

“Sonra ona yaklaştı” Cebrâîl (aleyhisselâm) Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yaklaştı. “... ve sarktı...” yaklaşmasını artırdı. (.......) bu şeyin yakınına inmek demektir. “İki yay kadar...” iki Arap yayı miktarı, miktarın tayini yayla, mızrakla, kırbaçla, kol uzunluğuyla ve kulaçla yapılmıştır.

“Güneş iki mızrak boyu miktarı yükselinceye kadar namaz (kılmak) yoktur.” hadisi bundandır. Yine bir hadisi şerifte:

“Birinizin cennetteki yay miktarı kadar ve kamçısının yeri kadar yeri dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” buyurulmuştur. Bu hadisi şerifte geçen (.......) kelimesi kamçı demektir.

Takdiri: “Onun yakınlık mesabesinin miktarı iki yay miktarı gibidir.” bu muzaflar hazf edilmiştir.

“Yahut daha yakın oldu” , yani sizin takdirinize göre daha yakın oldu.

“Onu yüz bin veya daha çok kişiye gönderdik.” 4 âyetinde olduğu gibi. Bu böyledir. Çünkü, onlara kendi lügatlerine ve anlayışlarına göre hitap olunmuştur. Denildi ki:

“Bilâkis daha yakındır manasınadır.” Cebrâîl (aleyhisselâm) Allah'ın (celle celâlühü) kuluna vahyetti. (Allah'ın) isminin zikri geçmese de Allah'ın (celle celâlühü) kuluna manasındadır. Çünkü bunda bir karşılık yoktur.

“Onun üzerinde (yeryüzünde) hiçbir canlı yaratık bırakmazdı” 5 âyetinde olduğu gibi.

“... vahyettiği...” O'na (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyettiği vahiy için övgüdür. Denildi ki:

“O'na (sallallahü aleyhi ve sellem) şu vahyedildi. Cennet, Sen girinceye kadar bütün peygamberlere haram kılındı ve senin ümmetin girinceye kadar da bütün ümmetlere haram kılındı.”

Muhammed (aleyhisselâm)’in kalbi Cebrâîl (aleyhisselâm)’in suretinden gözünün gördüğünü yalanlamadı.

Yani kalbi gördüğü şey için “seni tanımadım” demedi. Eğer bunu deseydi yalancı olurdu. Çünkü O (sallallahü aleyhi ve sellem), O'nu (aleyhisselâm) tanıdı. Şunu kastediyor:

“O (Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)), O'nu (Cebrâîl'i (aleyhisselâm)), gözüyle gördü ve kalbiyle tanıdı. Gördüğünün gerçek olduğu hususunda şüphe etmedi.” Denildi ki:

“Görülen, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tır (celle celâlühü).” “Onu hoş gözü ile gördü.'Kalp'gözüyle gördü de denildi”

12

Onun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?

“... kendisiyle tartışacak mısınız?” Kendisiyle mücadele mi edeceksiniz? (.......) kelimesindendir. O da mücadele demektir. (.......)“Süt versin diye devenin memesini okşadı,” kelimesinden türetilmiştir. Sanki mücadele edenlerden her biri diğerinin yanındakinin ne olduğuna vakıf olmak istiyor.

Hamza, Ali, Halef ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir. Mücadele hususunda ona galebe çalacak mısınız demektir. “onunla mücadele ve münazara ettim” ve “ona sopa attım” kelimelerinden gelmektedir. Zira, onda galebe manası vardır.

“Gördükleri hakkında” (.......) yu (.......) harfi ceri müteaddi kıldı. “zorla aldım” dediğin gibi. Denildi ki:

(.......) bilerek inkâr etmek itiraf etmemek demektir. Hakkı inkâr ettiğinde “hakkını inkâr ettim” denir. Bunun müteaddi kılınması (.......) harfi celiyledir. Bu da ancak (.......) fiili (.......) ile müteaddi kılınmasından dolayı galebe manasını içerir diyenlerin görüşüne göredir.

13-14

Andolsun onu sidretü'l müntehanın yamnda önceden bir defa daha görmüştü.

Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâîl (aleyhisselâm) bir defa daha görmüştü. (.......) kelimesindendir. (.......) kelimesi zarf eden (.......) in mensûb kıhnışı gibi mensûb kılındı. Çünkü (.......) fiilin bir defa meydana geldiğini ifade eden isimdir. Dolayısıyla o onun hükmündedir.

Yani Cebrâîl (aleyhisselâm) ona asli suretinde bir başka defa daha indi. O da onu o asli suretinde gördü. Bu mi'râc gecesindeydi.

“Sidretu'l münteha” cumhura göre sidre arşın sağ tarafında yedi kat gökteki Nabg (Arabistan kirazı) ağacıdır. Münteha ise bitiş yeri ya da bitiş manasındadır. Sanki o cennetin bitiş noktasında ve onun sonundadır. Denildi ki:

“Onu hiç kimse geçmemiştir. Meleklerin ve diğerlerinin ilmi oraya kadardır. Onun arkasında olanı hiçbir kimse bilmemektedir.” Denildi ki:

“Şehitlerin ruhları oraya ulaşır.”

15

Cennetü'l-Me’va da onun yanındadır.

Muttakilerin ulaştığı cennet. Denildi ki: Şehitlerin ruhları oraya sığınır.”

16

Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.

Yani Sidre'yi kaplayan kapladığında onu gördü. Bu onu kaplayan şeyleri yüceltmek ve onların çokluğunu ifade etmektir. Bu ibâreyle bilindi ki Allahu Teâlâ’nın azametine ve celaline delalet eden mahlûkattan onu örtenler vasfedilemeyen şeylerdir. Yine denildi ki:

“Onu, onun yanında Allah'a (celle celâlühü) ibâdet eden melekler topluluğu kaplar.”

“Onu altından bir örtü kaplar.” da denildi.

17

Gözü kaymadı ve kamaşmadı.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gözü görmekle emrolunduğu ve görmeye güç yetirdiği acayip şeyleri görmekten sapmadı. “... kamaşmadı...” görmekle emrolunduğu şeyi aşmadı demektir.

18

Andolsun o Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.

Allah'a andolsun ki, o Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. Şunu kastediyor: Göğe yükseltildiğinde melekût âleminin acayiplikleri kendisine gösterilir.

19

Gördünüz mü o Lat ve Uzza'yı?

20

Ve üçüncüleri olan öteki Menat’ı.

Yani Allah (celle celâlühü) nin dışında kendilerine ibâdet ettiğiniz şu şeylerden bize haber verin. İzzet ve şerefin Rabbi'nin kendisiyle vasfedildiği kudret ve azametten hiçbiri bunlarda var mı? Lat, Uzza ve Menat onların putlarıdır. Onlar müennestirler. Lat, Taif'teki Sakif kabilesine aitti. Denildi ki:

“Nahle'deydi. Ona Kureyş ibâdet ediyordu.”

O (.......) fiilinden ismi faildir. Çünkü onlar onların üzerine kapanıyor ve ibâdet için onların etrafında toplarııyordu.

Uzza, Gatafan'a aitti. O, Semure ağacıydı. Onun aslı (.......) kelimesinin müennes kılınmış şeklidir. Onu Halid b. Velid (radıyallahü anh) kesti.

Menat ise Hüzeyl ve Huzaa'ya âit bir taştı. Denildi ki:

“Sakife aitti.” Sanki kurbanhkların kanı onun yanında akıtıldığı için onu Menat diye adlarıdırdılar. Mekkî'ye göre (.......) şeklindedir. “Yıldızın biri batıda biterken karşılığında diğeri doğuda doğmak..” kelimesindendir. (.......) veznindedir. Sanki onlar onun yanında onunla teberrük ederek yağmurun yağması için dua ediyorlardı. “Öteki” kötüleme sıfatıdır.

Yani kadru kıymeti düşük geride kalan demektir.

“Sonrakiler öncekiler için dediler.” A'raf, 38. âyetinde olduğu gibi.

Yani onların zayıfları başkanları için, şereflileri için dediler, demektir. Onlar katında üstünlük ve önceliğin Lât ve Uzza için olması da mümkündür kızları gömmelerine ve onları istememelerine rağmen onlar “Melekler ve bu putlar Allah'ın kızlarıdır.” diyorlardı. Onlar onlara ibâdet ediyorlar ve onların Allah (celle celâlühü) katında kendilerine şefâatçi olacaklarına inanıyorlardı. Bu sebepten dolayı onlara şöyle denildi:

21-22

Demek erkek size, dişi Allah'a mı? O hâlde bu insafsızca bir taksim.

Yani kızları Allah'a (celle celâlühü), erkekleri de kendinize âit kılmanız insafsızca yani zalimce bir taksimdir. (.......) birine zulmettiğinde kullanılan (.......) fiilindendir. (.......) veznindedir. Zira sıfatlarda (.......) olmaz. Bu sebeple (.......) dan dolayı (.......) kesre kılındı. (.......) olduğu hâlde (.......) dendiği gibi. Kelime (.......) kelimeleri gibidir.

Mekki’ye göre (.......) şeklinde (.......) iledir. (.......) manasına gelen (.......) fiilinden gelmektedir.

23

Bunlar (putlar) sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin aşağı hevesine uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.

Bu putlar ancak isimlerden ibârettir. Gerçekte o isimlerin tahtında belirlenen şeyler yoktur. Çünkü siz onlar için onlara en uzak ve en zıt olan ilahliği iddia ediyorsunuz.

“Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerdir.”

Yani, bunları siz adlarıdırdınız (.......) ve (.......)” ona Zeyd ismini verdim.” denir. “Sultan” delil / hüccet demektir. Onlar ancak üzerinde bulundukları şeyin hak olduğu hayaline uyuyorlar.

“Nefislerinin aşağı hevesine” , nefislerinin arzuladığı şeylere. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici olan Resul ve kitap geldi. Ancak onlar onu terk ettiler ve onda neler olduğunu bilemediler.

24

Yoksa her arzu ettiği şey insanın mı olacaktır?

(.......), munkatıdır. Ondaki soru manası inkâr içindir.

Yani insan için -kâfiri kastediyor- putların şefâati ile ilgili ya da:

“Eğer Rabbi'me döndürülürsem onun katında benini için muhakkak ki güzel şeyler vardır.” Fussilet, 50. sözleriyle ilgili temenni ettiği şeyler yoktur. Denildi ki:

“O, onlardan bir kısminin peygamber olma temennisidir.”

25

Âhiret de dünya da Allah'ındır.

Yani o ikisinin mâliki O'dur. O ikisinde de hüküm ona âittir. Peygamberliği ve şefâat yetkisini dilediğine ve râzı olduğuna verir, dileyene değil.

26

Göklerde nice melek var ki onların şefâatleri dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında bir işe yaramaz.

Şunu kastediyor: Şefâat işi dar alarılıdır. Zira Allah'a yakınlıklarına ve çokluklarına rağmen bütün melekler eğer birine şefâat etseler onların şefâati asla fayda vermez. Ancak Allah'u Teâiâ'nın kendileri için şefâati istediği ve râzı olduğu ve kendilerini şefâat olunmaya ehil gördüğü kimseler lehine Allah'ın izin vermesinden sonra şefâat ederlerse işte o zaman şefâat fayda verir. Dolayısıyla putlar kendilerine ibâdet edenler lehine onun katında nasıl şefâat edebilirler.

27

Âhirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar.

“...meleklere...” yani meleklerin her birine çünkü melekler için Allah'ın kızları” dediklerinde onların her birini kız olarak adlarıdırmış oluyorlar. Bu da dişi ismi takmak demektir.

28

Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.

“Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur.”

Yani dedikleri hususta hiçbir bilgileri yoktur. (.......) şeklinde de okunmuştur.

Yani, melekler ya da isimlendirme hususunda hiçbir bilgileri yoktur demektir.

“Sadece zanna uyuyorlar.” O da ecdadın taklididir. “Zan ise hakikat bakımından şey ifade etmez.” yani bir şeyin hakikati olan hak ve onun üzerine olan şey ancak ilimle ve yakinle bilinir. Zanla ve vehimle değil.

29

Onun için sen zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir.

Allah'ın zikrinden yani Kur’ân'dan yüz çevirdiğini gördüğün kişi(ler)den yüz çevir.

30

İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, yolundan sapanı daha iyi bilir. O hidâyette olanı da çok iyi bilir.

Yani, onların dünyayı tercihleri ve ona râzı olmaları onların ilminin vardığı son noktadır.

“Şüphesiz ki senin Rabbin o yolundan sapanı daha iyi bilir. O hidâyette olanı da çok iyi bilir.”

Yani o sapıtanı ve hidâyette olanı bilir. Ve onları cezâ ve mükâfatlarıdırmasını da bilir.

31

Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu Allah'ın kötülük edenleri yaptıklarıyla cezâlarıdırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlarıdırması içindir.

“Kötülük edenleri yaptıklarıyla cezâlarıdırması içindir.” Kötülük edenleri yaptıkları kötü şeylerin azâbıyla ya da işledikleri kötülükler sebebiyle cezâlarıdırması içindir, demektir. “... daha güzeliyle...” en güzel sevapla o da cennettir. Ya da güzel amelleri sebebiyle demektir.

Mana şudur:

“Şüphesiz ki Azîz ve celîl olan Allah, âlemi yarattı. Ve bu mülkü iyi -kötü bütün mükellefleri mükâfatlarıdırmak ve cezâlarıdırmak için düzenledi, zira mülk dostlara yardıma ve düşmanların da kahredilmesine elverişlidir.”

32

Ufak tefek kusurları dışında günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince şüphesiz Rabbin affı bol olandır. O sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

(.......) bedeldir. Ya da medih üzere mahallen merfûdur.

Yani onlar ki demektir.

“... günahın büyüklerinden...” büyük günahlardan demektir. Çünkü “günah” kelimesi cinstir. Büyüğe ve küçüğe şamildir. Büyük günahlar azâbı büyük olan günahlardır. Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir.

Yani günahın büyük olan çeşidinden demektir.

“Çirkin işlerden” , büyük günahların çirkin olanlarından. Sanki şöyle demiştir:

“Hassaten onlara, çirkinliklerinden kaçınanlara...” Denildi ki:

“Büyük günahlar, Allah'ın (celle celâlühü) karşılığında ateşle tehdit ettikleridir. Çirkin işler ise, onlar için had uygularıan şeylerdir.”

“Ufak tefek kusurları dışında” yani küçük günahlar haricinde. İstisna munkatıdır. Çünkü onlar büyük günahlardan çirkin işlerden değildir. Onlar da bakmak, öpmek, dolanmak ve kaş gözle ve elle işaretleşmek gibi şeylerdir.

“Rabbin, affı bol olandır.” Dolayısıyla tevbesiz de günahlardan dilediğini bağışlar.

“Sizi” yani babanızı (.......), “Rahîmde bulunan çocuk.” kelimesinin çoğuludur.

“Kendinizi temize çıkarmayın.” Kendinizi sâlih amel, hayır ve taat çokluğuyla vasıflarıdırmayın. Ya da günahlardan tertemiz ve taat çokluğuyla vasıflarıdırmayın. Bu şekilde övünmeyin. Tevazu gösterin. Şüphesiz ki Allah sizi daha Âdem (aleyhisselâm)’in sulbünden çıkarmadan önce sizden kimlerin temiz ve muttaki olduğunu ilk insandan son adama kadar bilir. Denildi ki:

“İnsanlar güzel ameller işliyorlar. Sonra da bizim namazımız bizim orucumuz, bizim bacamız diyorlardı da bu sebeple bu âyet inmiştir.”

Bu kendini beğenme yoluyla olduğunda ya da gösteriş için olduğunda söz konusudur. Allah'ın nimetini itiraf yollu olduğunda ise böyle değildir. Zira bu câizdir. Çünkü taatla sevinmek taattir. Onun zikredilmesi de şükürdür.

“O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” dolayısıyla da insanların bilmesini bırakın onun bilmesiyle yetinin. İnsanların övmesini bırakın onun mükâfatıyla yetinin.

33

Gördün mü arkasını döneni?

Îmandan yüz çevireni (gördün mü?)

34

Azıcık verip, sonra vermemekte direneni?

İhsanını keseni ve onu tutanı...

(.......) kelimesinin aslı (.......) dır. O da, yer kazan kimsenin, kendisini kazmaktan rneneden taş gibi pek sert bir yerle karşılaşmasıdır. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir:

“Bu îmandan sonra küfre giren kişi hakkındadır.” Denildi ki:

“Bu âyet, Velid b. Muğîre hakkındadır. O Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e tabi olmuştu da kâfirlerden biri onu ayıplamış ve ona:

- Mekke reislerinin dinini terk ettin, onların cehennemde olduğunu zannettin, demişti. Velid de, ona:

- Şüphesiz ki ben Allah'ın azâbından korktum, demişti. Bunun üzerine o kâfir de Velid'e, kendisine malından bir miktar vermesi karşılığında, şirk koşmaya geri dönerse, Allah (celle celâlühü) ın onun için olan azâbını yükleneceği sözünü vermişti.

Velid bunu yapmış ve kendisini ayıplayan kişiye söz verdiği malın bir kısmını vermiş, sonra da cimrilik göstermiş ve malın geri kalanını vermemişti.

35

Acaba gaybın bilgisi kendi yanındadır da o mu görüyor?

Allah'ın azâbına dair ona verdiği sözün hak olduğunu mu biliyor?

36

Yoksa kendisine haber verilmedi mi, Mûsa'nın sahifelerinde yazılı olanlar?

Mûsa'nın sahifelerinde” , yani Tevrât'ta.

37

Ve sözünü yerine getiren İbrâhîm'in (sahifelerindekiler)?

“İbrâhîm'in” , yani İbrâhîm (aleyhisselâm)’in sahifelerindekiler. “... sözünü yerine getiren...” , bir şeyi bol ve tamam kıları demektir.

“Bir zamanlar, Rabbi, İbrâhîm'i bir takım kelimelerle sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmiştir.” Bakara, 124. âyetinde olduğu gibi.

Kelimenin mutlak olarak getirilmesi, her vefakârı ve her vefayı içme alması içindir. (.......) şeklinde şeddesiz de okunmuştur. (.......) şeklinde şeddeli olması, vefada mübalağadır. Hasen'dan şöyle nakledilmiştir:

Allah ona neyi emrettiyse, o muhakkak ona vefa göstermiştir.” Ata b. Saib'ten şöyle nakledilmiştir:

- “İbrâhîm (aleyhisselâm), hiçbir yaratılmıştan bir şey istemeyeceği sözünü vermişti. Ateşe atıldığında Cebrâîl (aleyhisselâm) ona:

- Bir ihtiyacın var mı? demiş, o da: -Sana yok, demişti.”

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) den şöyle nakledilmiştir:

(İbrâhîm) hergün gündüzün başında dört rekât kılmak suretiyle amelini tamamlamıştır. O, duha (kuşluk) namazıdır.” Taberanî, İbn-i Ebî Hatim.

Şöyle rivâyet edildi:

“Agah olun! Size Allah'ın'Halîlinin'niçin'sözünü yerine getiren'diye adlarıdırıldığını haber veriyorum. O sabaha ve akşama ulaştığında:

“O hâlde akşam ettiğiniz ve sabaha vardığınız vakit Allah'ı teşbih edin. Göklerde ve yerde, yatsı vaktinde ve öğleye eriştiğiniz zaman hamd O'nadır.” Rum, 17-18 derdi.” Ahmed b. Hanbel.

Denildi ki:

“Bu âyet, İslam'ın hususiyetleri ile alâkalıdır. Onlar da otuz tanedir.

On tanesi Tevbe Sûresi'ndedir. “Tevbe edenler...” sözü ve devamıdır. Tevbe, 112. On tanesi Ahzâb Sûresi'ndedir. “Hakikaten Müslümanlar...” sözü ve devamıdır. Ahzâb, 35. On tanesi de Mü'minûn Sûresi'ndedir. “Gerçekten mü’minler felaha ermiştir.” Mü'minûn, 1-11. sözü ve devamıdır.”

38

Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenemez.

(.......) kişi günah kazandığında kullanılan (.......) fiilinden gelmektedir. (.......) den hafifletihniştir. (.......) demektir. Y-Mânâ, “O, günah yüklenemez.” demektir. (.......) dairi zamîr, zamîri sândır. (.......) ve ondan sonrası (.......) dan bedel olarak mahallen mecrûrdur. Ya da “o yüklenemez” takdiri üzere merfûdur. Sanki biri:

- “Mûsa'nın ve İbrâhîm'in sahifelerinde ne vardı? demiş de, ona:

- “Hiçbir kişi diğerinin günahını taşımaz.” diye cevap verilmiştir.

39

Bilinsin ki, insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.

Bu da aynı şekilde İbrâhîm ve Mûsa'nın (asm) sahifelerinde olan şeylerdendir. Ölü için verilen sadaka ve ölü adına yapılan hac farizası hakkında rivâyet edilen sahih hadislere gelince, şöyle denilmiştir:

“Ondan başkasının çalışması, ancak onun çalışması üzerine bina kılındığında fayda verir. O da, onun mü’min olmasıdır. Ondan başkasının çalışması, ona tâbi olduğu ve onun yerine geçtiği için sanki onun çalışması gibidir. Çünkü ondan başkasının çalışması, onu kendisi için işlediğinde ona fayda vermez. Ancak ona niyet ettiğinde, şer'i hükme göre o onun yerine geçen vekili gibi olur.”

40

Ve çalışması da ileride görülecektir.

Yani, kendi çalışmasını kıyamet günü mizanda görecektir.

41

Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.

Daha sonra, kula çalışmasının karşılığı tastamam verilecektir. Harfi çerin hazfi ve fiile bitiştirilmiş şekliyle (.......) ve harfi çerle birlikte “Allah onu ameline göre mükâfatlarıdırsın.” (ya da cezâlarıdırsın) denir. zamîrin karşılık için olması câizdir. Daha sonra onu, “tastamam karşılık” sözüyle açıklamıştır ya da tastamam karşılık sözünü ondan bedel kılmıştır.

42

Ve şüphesiz, en son varış Rabbinedir.

Bunların hepsi öncekilerin sahifderindedir. (.......) sona varma manasına mastardır.

Yani, mahlûkat en son O'na varır, O'na döner demektir.

“Dönüş, Allah'adır.” 15 âyetinde olduğu gibi.

43

Şüphesiz güldüren de ağlatan da O'dur.

Gülmeyi ve ağlamayı o yarattı. Denildi ki: “Sevinci ve hüznü o yarattı.” Yine denildi ki:

“O, inananları âhirette ihsanlarla güldüren ve onları dünyada musibetlerle ağlatandır.”

44

Öldüren de dirilten de odur.

Denildi ki: “O; babaları öldüren, çocuklara hayat verendir.” Veya “Küfürle öldüren, imanla diriltendir.” Ya da “Burada öldüren, orada diriltendir.”

45-46

Şurası muhakkak ki, rahîme atıldığında (oluşan) nutfeden erkek ve dişiden ibâret olan iki çifti O yarattı.

Meni rahîme atıldığında (.......) ve (.......) menisini akıttı'denir.

47

Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na âittir.

Ölümden sonra diriltmek (O'na âittir).

48

Zengin eden de varlıklı kıları da O'dur.

Zengin eden de künyeyi ((.......)) verende odur.

Künye” , kendi nefsin için edindiğin ve elinden çıkarmak istemediğin maldır.

49

Şüphesiz O'dur. Şi'ra yıldızının Rabbi.

Şi'ra, ikizler burcundan sonra aşırı sıcakta doğan bir yıldızdır. Huzâa kabilesi ona ibâdet ediyordu. Burada Allah Teâlâ, Huzâa kabilesinin tapmakta olduğu bu mabudunun (Şi'ra Yıldızı’nın) da Rabbi olduğunu bildirmektedir.

50

Şüphesiz ki evvelki Âd kavmini O helâk etmiştir.

“Evvel ki Âd kavmi” , Hûd'un (aleyhisselâm) kavmidir. Diğer Âd kavmi ise İrem'dir. (.......) ına idğamı (.......) nın (.......) sinin hazfi ve onun dammesinin (.......) a nakledilmesiyle (.......) şeklindedir.

51

Semûd'u da (O helâk etti) ve geriye hiçbir şey bırakmadı.

Hanıza ve Âsım'a göre (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise, (.......) şeklinde tenvinlidir. (.......) üzerine atfedilmiştir. (.......) ile mensûb kılınmamıştır; çünkü (.......) den sonra olanlar ondan öncesinde amel etmezler. (.......) denmez. Aynı şekilde, nefy edatından sonra olanlar da ondan öncesinde amel etmezler. Mânâ; Semûd'u da helâk etti, onları da bırakmadı şeklindedir.

52

Daha önce de çok zâlim ve pek azgın olan Nûh kavmini (helâk etmişti).

“Nûh kavmini” , yani Nûh kavmini helâk etmişti demektir. “Daha önce” : ad ve Semûd'dan önce, ad ve Semûd'dan daha zâlim ve daha azgm idiler. Çünkü onlar onu kımıldayamayacak kadar dövüyorlar ve onu dinlemesin diye çocuklarını ondan sakındırmak için, ondan kaçıyorlardı.

53

Altı üstüne gelen kasabalarını da devirip yıkmıştı.

“Altı üstüne gelen kasabalar” , ahâlisiyle birlikte alt üst edilen, yani ters yüz edilen şehirlerdir. Onlar Lût kavminin şehirleridir. “Onu çevirdi, o da tersyüz oldu.” denir.

“Devirip yıkmıştı” , yani onu Cebrâîl'in (aleyhisselâm) kanadı üzerinde göğe kaldırdı sonra da onu yere attı.

Yani düşürdü. (.......) ile mensuptur.

54

Onlara giydirdi de giydirdi (acıklı azâbı üstlerine bindirdi).

“Onlara giydirdi” , onları örttü bürüdü. Bu korkutma manasına gelir, onlar üzerine indirilen azâbın ve onlar üzerine yağdırılan istiflenmiş taşların yüceltilmesidir.

55

Şimdi Rabbinin nimetlerinin hangisi hakkında şüpheye düşersin?

Ey Muhatap! Artık Rabbinin hangi nimetlerinde şüpheye düşersin, sana ihsan ettiği nimetlerinde mi yoksa seni koruduğu azâbında mı? Ya da Rabbinin birliğine ve Rabliğine delalet eden nimetlerinin hangisinde şüphe ediyorsun, demektir.

56

İşte bu ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.

Bu âyet, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) önceki uyarıcılar cümlesinden bir uyarıcıdır.” demektir. Çoğul tevili üzere (.......) dedi.

Ya da “Bu Kur'ân, evvel ki uyarıcılardan biridir.”

Yani “Sizden öncekilerin uyardığı evvelki cinsinden bir uyarıdır.” manasına gelir.

57

Yaklaşan yaklaştı.

Kıyamet yaklaştı” Kamer, 1. âyetinde yakınlıkla vasıflarıdırılan şey yaklaştı, demektir.

58

Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur.

“Onu tam zamanında açığa çıkaracak olan yalnız odur.” A'raf, 187. âyetinde olduğu gibi.

Onun ne zaman kopacağını beyân edecek hiçbir nefis yoktur ya da meydana geldiğinde Allah'tan (celle celâlühü) başka onu kaldırmaya güç yetirecek hiç kimse yoktur, demektir. Ne var ki O (Allah Teâlâ) da onu kaldırmaz.

59

Şimdi bu söze (Kur’ân'a) mi şaşıyorsunuz.

“Bu söze -yani Kur'ân'a- şaşıyorsunuz -inkâr ederek.-”

60

Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz.

Alaya alarak gülüyorsunuz da huşu sâhibi olarak ağlamıyorsunuz.

61

Ve siz habersiz oyalanmaktasınız.

“Habersiz oyalanmaktasınız” , yâni gafilsiniz ya da eğleniyor, oynuyorsunuz. Onlar, Kur'ân'ı işittiklerinde insanları onu dinlemekten men etmek için şarkı, türkü söyleyerek muhalefet ediyorlardı.

62

Haydi, Allah'a secde edip ona kulluk edin.

Yani, Allah'a (celle celâlühü) secde edin, ona ibâdet edin. Putlara ibâdet etmeyin.

0 ﴿