KAMER SÛRESİ1Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye bölündü. (.......) diye de okunmuştur. Yani, kıyamet yaklaştı ve onun yaklaşmasının alâmetlerinden olan ayın yarılması vücûda geldi, demektir. “Emir geldi. Gerçekten onun gelişini müjdeleyen kişi geldi” denildiği gibi. İbni Mesud (radıyallahü anh): “Hira dağını ayın iki parçası arasında gördüm.” demiştir. Denildi ki: “Onun manası, o kıyamet gününde yarılır, şeklindedir.” Cumhûr, birinci görüş üzeredir. Buharı ve Müslim'de rivâyet edilen de budur. “Eğer yarılsaydı, bu diğer bölgelerdeki kişilere de gizli kalmazdı ve eğer bu onlar tarafından bilinseydi, onu mütevâtir olarak naklederlerdi. Çünkü, insan tabiatı acâib şeyleri yayma özelliğine sahiptir.” denemez. Çünkü Allah Teâlâ'nın bu olayı onlardan bir bulutla gizlemesi mümkündür. 2Onlar bir mu'cize görürlerse, hemen yüz çevirirler ve “Bu, eskiden beri devam ede gelen bir büyüdür.” derler. “Onlar” , Mekke halkım kastediyor. “... Mu'cize...” Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğuna delalet eden bir mu'cize. “... yüz çevirirler... “ona îman etmekten yüz çevirirler. (.......); muhkem, kuvvetli demektir. Kuvvet manasına gelen (.......) den gelmektedir. Ya da, peş peşe devam eden demektir. Veya, gelip geçici; yok olan ve bâkî kalmayan demektir. 3Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Hâlbuki; her işin bir durma yeri vardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i yalanladılar ve gerçek olduğu ortaya çıktıktan sonra hakkı defetme hususundaki kendi heveslerine ve şeytanın kendilerine süslediği şeye tâbi oldular. Allah'ın (celle celâlühü) onlara vâdettiği her iş, vaktinde olacaktır. 4Andolsun ki onlara kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir. “Onlara” , Mekke halkına; “...haberler geçmiş nesillerin haberlerini ya da âhiret haberlerini ve kâfirlerin azap edilmeleriyle ilgili nitelendirmeleri içeren Kur'ân, demektir. Onda inkârdan vazgeçirecek şeyler var. (.......) ve (.......) yani “onu mene tüm” dersin. Aslı (.......) dür; ancak (.......), sakin (.......) den sonra geldiğinde (.......) a dönüştürülür. Çünkü, (.......) gizli söylenen bir harftir, (.......) ise açık söylenen bir harftir. Dolayısıyla, (.......) yerine açık bir harf getirilir, ki o da ikisi arasında uygunluk olması için getirilen (.......) dır. Bu konu Sîbeveyh'in kitabının sonunda mevcuttur. 5Bunlar, gayesine ulaşan birer hikmetti. Fakat, peygamberlerin uyanları fayda vermiyor. (.......) dan bedeldir. Ya da “o bir hikmettir” takdiri üzere mahzûf bir mübtedânm haberidir. “Gayesine ulasan” , doğrunun son noktası ya da Allah (celle celâlühü) tan onlara ulaşan şey, demektir. (.......) daki (.......) olumsuzluk (.......) sidir. (.......) kelimeşinin çoğuludur. Onlar da; peygamberlerdir. Ya da uyarıları şeylerdir. Ya da “uyarmak” manasına mastardır. 6Çağıranın, görülmemiş, tanınmamış bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir. Uyarının onlara fayda vermeyeceğini bildiğinden dolayı onlardan yüz çevir. (.......) kelimesi, (.......) ile ya da gizli “hatırla “kelimesiyle mensûb kılınmıştır. Sehl Ya'kûb ve Mekke kırâat imâmlarına göre (.......) ve (.......) ve (.......) şeklindedir. Medine kırâat imâmları ve Ebû Âmir onlara vasıl hâlinde muvafakat etmişlerdir. (.......) yı düşürenler ise, (.......) yerine esre ile yetinmişlerdir. (.......) dan, yazımda (.......) ın hazf edilmesi lâfza tâbi olmak içindir. “Çağıran” , İsrâ'fil (aleyhisselâm) dır. “... görülmemiş tanınmamış bir şeye...” ; bilinmeyen müthiş korkunç bir şeye, demektir. İnsanlar onu bilmemektedirler; çünkü onlar onun bir benzerini görmemişlerdir. O da kıyamet gününün korkusudur. Mekki'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) cezimlidir. 7-8Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi gözleri düşkün bir hâlde ve davetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: “Bu, çok çetin bir gündür.” derler. Âsım dışındaki Iraklılara göre (.......) şeklindedir ve o gözlere âit bir fiil olduğu hâlde (.......) eden hâldir. “gözleri yere bakar bir hâlde” sözünde olduğu gibi müzekker kılınmıştır. Diğerlerine göre ise “gözleri yere bakar olduğu hâlde” manası üzere (.......) şeklindedir. Bu da “pireler beni yediler” diyenlerin lügatidir. (.......) de (.......) zamîri olması ve (.......) un da ondan bedel olması câizdir. Gözlerin düşkün olması, yere bakması “zillet “ten kinayedir. Çünkü zelîl kişinin zilleti ve izzet sâhibinin izzeti gözlerinden okunur. Sanki onlar, çoklukları ve her yöne dağılmışhkları itibarıyla çekirgeler gibidirler. Çekirgeler, çokluk ve dalga dalga gelme hususunda darb-ı meseldirler. Dalga dalga gelen kalabalık bir ordu hakkında “çekirgeler gibi geldiler” denir. “Davetçiye koşarak” , ona boyunlarını uzatır oldukları hâlde koşarak, manasınadır. “... çetin...” , yâni zor, şiddetli... 9Onlardan önce Nûh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalnız olduğunda ısrar ederek “O delirdi” dediler. Ve (Nûh davetten vazgeçmeye) zorlandı. “Onlardan önce” , Mekke halkından önce manasınadır. “... kulumuzun.,.” , yâni Nûh (aleyhisselâm)’in... Tekzip (yalanlama) kelimesinin tekrarının manası, onların onu başka yalanlamanın akabinde yalanlamalarıdır. Yani, onlardan yalanlayan her bir nesli yalanlayan başka bir nesil takip etti demektir. Ya da Nûh'un kavmi peygamberleri yalanladı, kulumuzu da yalanladı demektir. Yani onlar peygamberleri yalanlayanlar ve nübüvveti inkâr edenler olunca başta Nûh (aleyhisselâm) ı yalanladılar. Çünkü o peygamber cümlesindendir. “Delirdi” , yani o delidir. “... zorlandı...” risâleti tebliğ etmemesi için çirkin sözlerle zorlandı çirkin sözlerle azarlandı, öldürülmekle tehdit edildi. Ya da bu söz, onların sözleri cümlesindendir. Yani onlar “... O delidir. “Onu buna cinler zorlamıştır. Onu çarpmışlar ve onun aklını almışlar'demişlerdir. 10Bunun üzerine Rabbine: “Ben yenik düştüm. Bana yardım et!” diyerek yalvardı. (.......) demektir. Kavmim galip geldi. Beni dinlemediler Bana icabet edeceklerine dâir umudum tükendi. Artık onlardan, benim için üzerlerine gönderdiğin bir azapla intikam al. 11Biz de derhal, nehir gibi devamlı akan su ile göğün kapılarını açtık. Şam kırâati, Yezid, Sehl ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir. “...Nehir gibi devamlı akan bir su ile...” çokça ve devamlı bir şekilde dökülen demektir. Bu su kırk gün kesilmemiştir. 12Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti. Sanki yeryüzünün tamamım fışkıran gözeler haline getirdik, demiştir. Bu söz, senin “Yeryüzünün gözelerini fışkırttık.” sözünden daha edebîdir, “...iki su...” , gökyüzünün ve yeryüzünün sularıdır. (.......) şeklinde de okunmuştur. Yani, göğe ve yere âit iki tür su demektir. “Takdir edilmiş bir işin olması için” , Allah Teâlâ'nın dilediği gibi takdir ettiği hâlin olması için ya da levhi mahfuzda olacağı takdir edilmiş işin -ki o da Nûh kavminin tufanla helâk edilmesidir- olması için. 13Nûh'u da, tahtalardan yapılmış, (çivilerle) çakılmış (gemiye) bindirdik. “Tahtalardan yapılmış, (çivilerle) çakılmış...” sözüyle gemi kastedilmiştir. Bu, sıfatlananların, ayırt edilemeyecek şekilde yerine geçen, onların yerini alan ve onların işini gören sıfatlardandır. “Ancak gömleğim demirle örtülmüştür.” sözü bunun gibidir. Yani, “Ancak gömleğim zırhtır.” demek istemiştir. Görmüyor musun ki eğer sen gemi sözüyle birlikte bu sıfatları söylersen, bu doğru olmaz. Bu, sözün düzgünlüğünden ve edebîliğindendir. (.......) kelimesinin çoğuludur. O da çivi demektir. Çoğaldığında kullanılan (.......) dan gelmektedir. (.......) veznindedir. Çünkü o, onunla yerine çakılır. 14İnkâr edilmiş olana (Nûh'a) bir mükâfat olmak üzere, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu. “Gözlerimizin önünde” , gördüğümüz bir yerde... ya da bizim muhafazamızda, demektir. (.......) deki zamîrden hâldir. Yâni, tarafımızdan korunduğu hâlde demektir. “mükâfat olmak üzere “kelimesi gökyüzünün kapılarının açılması ile ilgili öne geçen şeyler ve ondan sonraki şeyler için mefulün lehtir. Yani inkâr edilmiş olana -ki o da Nûh (aleyhisselâm) dır- mükâfat olsun diye bunu yaptık, demektir. O'nu, kadru kıymeti “İnkâr edilmiş” şeklinde niteledi. Çünkü peygamber Allah tarafından gönderilmiş bir nimet ve rahmettir. Nitekim Allah Teâlâ: “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” Enbiyâ', 107. buyurmuştur. Dolayısıyla Nûh (aleyhisselâm) da kadru kıymeti inkâr edilmiş bir nimet olmaktadır. 15Andolsun ki, onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? “Onu” , yani gemiyi ve bu işi... Yani onu, ibret alınan bir âyet kıldık demektir. Katâde'den şöyle nakledilmiştir: “Allah, onu bir adada bâkî kılmıştır.” Denildi ki: “O uzun zaman Cudi Dağı üzerinde kalmıştır. Hatta bu ümmetin ilk nesilleri onu görmüştür.” “İbret alan yok mudur” ; ders alan, ibret alan yok mu, demektir. (.......) kelimesinin aslı, (.......) dir. Ancak ondaki (.......) harfi, (.......) a o dönüştürüldü. (.......) ile (.......) yan yana geldiği için de (.......) harfi (.......) a idğam edildi, 16Benim azâbım ve uyarılarını nasılmış? (.......) kelimesi (.......) un çoğuludur. O da uyarı demektir. Yâkub'a göre her iki hâlde de (.......) şeklindedir. Sehl, ona vasl hâlinde muvafakat etmiştir. Diğerlerine göre ise (.......) sızdır. Bundan sonrası sûrenin sonuna kadar bu ihtilaf üzeredir. 17Andolsun ki biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur? Düşünülüp ibret alması için ona sadra şifa öğütleri doldurmamız ve onda va’d ve tehdide dair hususları beyan etmemiz sebebiyle onu kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Denildi ki: “Ezber hususunda onu kolaylaştırdık ve onu ezberlemeyi isteyen kişiye bu hususta yardımcı olduk. Onu ezberlemek isteyen biri var mı ki bu iş için kendisine yardım edibin.” Rivâyete göre, diğer din sahipleri; Tevrât, İncîl ve Zebûr gibi kitaplarını ancak bakarak okumaktadırlar ve o kitapları, Kur'ân gibi ezberlerinde muhafaza etmemektedirler. 18Âd kavmi, Peygamberleri Hûd'u yalanladı, azâbım ve uyarılarını nasıl oldu? Yâni, “Azâbın inişinden önce onları azapla uyarılarını nasıl oldu?” demektir. Ya da onların azâbı hususunda onlardan sonrakilere olan uyanlarını nasıl oldu demektir. 19Biz onların üstüne uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik. “Dondurucu bir rüzgâr” , soğuk ya da gürültülü bir fırtına; “... uğursuzluğu devamlı bir günde...” , şerri devam eden bir günde, onları helâk edinceye kadar devam etti; demektir. Bu, ayın sonunda, çarşamba günündeydi. 20O rüzgâr, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu. Onları yerlerinden söküyordu. Onlar birbirlerinin ellerini tutuyorlar yer altındaki su yollarına giriyorlar, kuyular kazıyorlar ve oralara girerek korunmaya çalışıyorlardı. Ancak, o rüzgâr onları oradan çıkarıyor, yüz üstü yere seriyor ve boyunlarını kırıyordu. Burada (.......) hâldir. “Sökülmüş hurma kütükleri gibi” , tarlalarından sökülmüş hurma kütükleri gibi oldukları hâlde onları yere seriyordu, demektir. Hurma kütüklerine benzetildiler. Çünkü rüzgâr onların başlarını kopanyordu. Dolayısıyla da onlar başsız cesetler olarak kalıyorlar ve hurma kütükleri gibi uzun cüsseleri olduğu hâlde ölü bir şekilde yere düşüyorlardı. (.......), dalsız hurma kütükleri demektir. (.......) kelimesinin sıfatım, lâfzı üzere müzekker kıldı. Mana üzere hamletseydi (.......) Hakka, 7. âyetinde olduğu gibi müennes kılacaktı. 21-22Nasılmış benim azâbım ve uyarılarını. Andolsun ki biz, Kur’ân'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? 23-24Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı. “Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz, apaçık bir sapıklık ve çdgınlık etmiş oluruz” dediler. (.......) kelimesi, (.......) fiilinin açıkladığı bir fiille mensûb kılınmıştır. Takdiri, “Bizden bir insana mı uyacağız?” şeklindedir. Sanki o: “Eğer bana tâbi olmazsanız haktan sapmış, ateşler içinde kalan kimseler olursunuz.” demiş de ona cevap olarak: “Eğer sana tâbi olursak işte o zaman dediğin gibi oluruz.” demişlerdir. (.......) kelimesinin çoğuludur. Denildi ki: “Dalalet, hata ve doğrudan uzaklaşma demektir. Su'ur ise, delilik, çılgınlık demektir.” Onların “Bizden bir insana mı...” sözleri, kendi cinslerinden benzerlerine tâbi olmayı inkâr ettiklerini ve onun meleklerden olmasını istediklerini göstenrıektedir. “... bizden... “dediler. Çünkü, onlardan olduğunda benzerlik daha güçlü olmaktadır. Bütün bir ümmetin bir adama tâbi olmasını inkâr için, “biri” dediler. Ya da bununla, en şerefli ve en üstün saydıktan kişilerden değil de aralarından herhangi biri olmasını kastettiler. Buna, “Vahiy aramızda ona mı verildi?” sözü delâlet etmektedir. 25“Vahiy, aramızdan ona mı verildi? Hayır, o, yalancı ve şımarığın biridir” (dediler.) Yani aramızda peygamber seçilmeye daha layık kişiler olduğu hâlde vahiy, aramızda ona mı indirildi, demektir. “Şımarık” , nimeti inkâr eden kibirli kişi demektir. Şımarıkliği ve büyüklük arzusu onu böyle bir iddiaya şevketti, dediler. 26Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu görecekler. “Yarın” , yâni kendilerine azap indiğinde ya da kıyamet gününde... “... yalancı ve şımarığın kim olduğunu bilecekler” : Sâlih (aleyhisselâm) mi yoksa ona yalanlayanlar mı? Şam kırâat ekolü ve Hamza'ya göre, onlara cevap olarak Sâlih'in söylediklerinin hikâyesi üzere ya da iltifat yoluyla Allah'ın (celle celâlühü) kelamı olmak üzere “bileceksiniz” şeklindedir. 27Hakikat, onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret. Onu gönderen ve onu istedikleri gibi yalçın kayadan ibâret olan tepeden çıkaran biziz. (.......) (onları imtihan etmek için); onları denemek, imtihan etmek için, demektir. Burada (.......), mefulun leh ya da hâldir. “Sen onları gözetle...” , yani bekle ve onların ne yapacaklarına bir bak... “Sabret” : Onların eziyetlerine sabret ve emrin gelinceye kadar da acele etme. 28Onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin. “Aralarında paylaştırıldığını edildiğini” , aralarında taksim edildiğini.. . Bir gün o içer, bir gün de onlar su alırlar. Akıllılar galip olduğundan “aralarında” dedi. “Her içene düşen miktar hazır kılınmıştır.” Hazırlanmıştır. Su almaya bir gün kavim gelir bir gün de deve gelir. 29Bir arkadaşlarını çağırdılar, o da cür'et gösterip kılıcını çekerek deveyi kesti. “Bir arkadaşlarını” , yâni Semûd'un kızıl tenli eşkıyası Kuder b. Salif i... Cür'et gösterip kılıcım çekerek deveyi kesti. Aldırmaksızın, bu büyük işi işlemeye cür'et gösterdi ve deveyi kesti. Ya da deveyi tuttu ve kesti ya da kılıcı eline aldı ve deveyi kesti demektir. Başka bir âyette buna râzı olduklarından dolayı ya da onların yardımıyla kestiği için: “deveyi kestiler” 20 denildi. 30-31Bu azgınlara uyarılarını ve azâbım nasıl oldu? Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılma konan kuru ot gibi oluverdiler. Deveyi boğazlamalarınm dördüncü gününde, onların üzerine Cebrâîl (aleyhisselâm) ın çıkardığı korkunç bir ses gönderdik. (.......), kınlıp dökülen kuru ağaç demektir. (.......), ağıl yapan kişi ve kendisiyle ağıl yapılan şeylerdir. Uzun zaman geçmesi sebebiyle o kendisiyle ağıl yapılan şeyler kurur. Onları hayvanlar çiğner de kınlıp dökülürler, un ufak olurlar. Hasen (.......) yı üstün okumuştur. O da ağıl demektir. 32Andolsun ki biz, Kur'ân'ı anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alanlar yok mudur? 33-35Lût'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı. Biz de üzerlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik, ancak Lût ailesi müstesna. Katımızdan bir nîmet olarak, onları seher vaktinde kurtardık. Biz, şükredenleri böyle mükâfatlarıdırırız. Lût kavmine, üzerlerine taş atan bir rüzgâr gönderdik. “Lût ailesi müestesna” , yani “İki km ve onunla birlikte îman edenler müstesna. Onları seher vakitlerinden birinde kurtardık.” demektir. Bu sebepten dolayı (.......) kelimesini tenvinli kılmıştır. Aynı günün seher vaktinde karşılaştığında (.......) denir. ( Yani, gayri munsarıf olduğu için tenvîn ve esre kabul etmez) Denildi ki: “Onlar iki seherdir. En yüce seher, fecir doğmadan öncedir. Diğeri ise fecir doğduğu vakittedir.” (.......) kelimesi, mefulun lehtir. Yani,'nimetlendirmek için', demektir. “Allah'ın nimetine imâmyla ve taatiyle şükredeni, biz böyle mükâfatlarıdırırız. “ 36Andolsun ki, Lût onları bizim şiddetli azâbımızla uyardı. Fakat onlar ikazlar sebebiyle kuşkuya düştüler. Lût (aleyhisselâm), onları azap ile yakalanamızla uyardı. Fakat onlar uyanları şüphe ederek yalanladılar. 37Onlar Lût'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı plarılamışlardı. Derhal biz onların gözlerim kör ettik, “Haydi azâbımı ve uyarılarınıı tadın!” dedik. Onlar, onun misafirleriyle ilişki kurmak istemişlerdi de biz onları derhal kör ettik. Denildi ki: “Onları (gözlerini) meshettik ve onları yüzün diğer bölgeleri gibi (dümdüz) kıldık. Orada hiçbir yarık görülmüyordu.” Rivâyete göre, onlar içeri girmek için Lût (aleyhisselâm) un kapısını açmaya çalıştıklarında melekler: - “Bırak onları, girsinler. Biz, Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana ulaşamayacaklar.” dediler. Cebrâîl (aleyhisselâm), onlara kanadıyla bir kere vurdu. Ve onları bıraktı. Onlar şaşırdılar, kapıyı bulamadılar. Lût (aleyhisselâm) da onları dışan çıkardı. “Haydi, azâbımı ve uyarılarınıı tadın!” , onlara meleklerin lisanı ile “azâbımı ve uyarılarınıı tadın” , dedik. 38Bir sabah kendilerine, yakalannı bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı. “Sabah” , gündüzün evveli olan vakittir. “... yakalannı bir daha bırakmayacak olan...” diye nitelendinlen azâb, sabit olan, yâni onları âhiret azâbına götürünceye kadar üzerlerinde karar kıları azâbtır. 39-40Azâbımı ve uyarıları tadın! (denildi). Andolsun ki biz Kur an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp ibret alan yok mudur? Bu ayetlerin tekrannın faydası, öncekilerin haberlerinden her birisi işitildiğinde düşünüp ibret almanın yenilenmesi, teşvik edilen dikkat çekilen şeyler işitildiğinde de uyanıkliğin yenilenmesidir. Bu, saydığı her bir nimetin yanında zikrettiği: “Rabbinin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?” âyetindeki tekrann hükmüdür ve her bir delil zikrettiğinde: “O gün yalanlayanların vay haline...” âyetindeki tekrann hükmüdür. Aynı şekilde olaylar ve kıssaların tekran vesilesiyle alınan ibretler, kalplere yerleşir, zihinlerde şekillenir, hafızalarda canlı kalır ve hiçbir zaman unutulmaz. 41Şüphesiz, Fir'avun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti. “Uyarıcılar..” ; Mûsâ, Harun ve onlardan başka peygamberlerdir (asm). Ya da, (.......) kelimesi, uyarmak manasında olan (.......) kelimesinin çoğuludur. 42Lâkin, onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık. “Bütün âyetlerimizi” , yâni dokuz mu'cizeyi... “...kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla...” , yâni yenilmeyen ve hiçbir şeyin kendisine mani olamayacağı bir yakalayışla... 43Şimdi, sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler, yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mı var? Ey Mekke halkı! Sizin kâfirleriniz, o sayıları kâfirlerden daha mı iyidirler? Nûh, Hûd, Sâlih ve Lût (asm) kavimlerinden ve Fir'avun ailesinden daha mı iyidirler? Yâni kuvvet, alet ve dünyadaki durumları itibarıyla, onlar daha mı hayırlıdırlar ya da küfür ve inat yönünden daha mı hafiftirler? Şunu kastediyor: “Sizin kâfirleriniz onların bir benzeridir. Hatta onlardan daha da şerlidir. Ey Mekke halkı! Yoksa, önceki ümmetlerin kitaplarında size, sizden inkâr edenlerin ve peygamberleri yalanlayanların Allah'ın azâbından emin olacağına dair bir beraat indirildi de bu beraat sebebiyle mi emin oldunuz?” 44Yoksa, “biz bkbirimize yardım eden bir topluluğuz” mu diyorlar? “Topluluğuz” , grup oluşturmuş bir cemaatiz manasındadır. “... yardımlaşan...” , yâni mağlup olması ve zulme mâruz kalması mümkün olmayan. 45O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalannı dönüp kaçacaklar. Mekke topluluğu yakında hezimete uğrayacak ve onlar arkalannı dönüp kaçacaklar. (.......) kelimesi çoğulu (.......) manasınadır. Nitekim şâir: “Az yiyin ki, harama düşmekten kumdasınız” demiştir. (Burada şâir, “karın” kelimesini çoğul anlamında tekil kullanmıştır.) Yani, “Hezimete uğramış bir hâlde geri dönecekler” , demektir. Bedir gününü kastediyor. Bu, peygamberlik alâmetlerindendir.) 46Bilâkis, kıyamet onlara vadedilen asıl saattir. O saat, cidden çok feci ve acıdır. Bilâkis, kıyamet onların Bedir'den sonraki azap vaktidir. O saat, Bedir'e göre daha şiddetlidir. (.......), kendisinden kurtulmanın mümkün olmadığı bela, musibet demektir. “Acıdır” , yâni tad olarak dünya azâbından daha acıdır. Ya da, (.......) keHmesi, (.......) kelimesindendir. O zaman da, daha şiddetlidir, demektir. 47Şüphesiz, suçlular, bir sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler. Şüphesiz ki günahkârlar, dünyada haktan uzak bir sapıklık içindedirler. Âhirette de ateşler içindedirler. Ya da helâk ve ateşler içindedirler. 48O gün onlar yüzleri üstüne, ateşte sürüklenirler. (Kendilerine), “Cehennemin dokunuşunu tadın” (denilir). Cehennem ateşi içinde yüzleri üstüne süründükleri gün onlara “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denir. “Hummanın dokunuşunu buldu” ve “Dayağın tadım tattı.” sözlerinde olduğu gibi. Çünkü ateş, sıcaklığıyla onlara isabet ettiğinde sanki o bununla onlara dokunmuş olmaktadır. (.......) kelimesi, müennes ve ma'rife olmasından dolayı gayn munsarıftır. Çünkü, cehennem için özel isimdir. Bir şeyin rengini değiştirdiğinde kullanılır. “Ateş onu yaktı.” sözünden gelmektedir. 49Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık. (.......) fiilinin açıkladığı bir fiille mensûbtur. Şâz olarak merfû' da okunmuştur. Mansup okunması evladır. Çünkü, eğer merfû' okunsa, “onu yarattık” sözünün (.......) in sıfatı olarak mahallen mecrûr olması ve (.......) sözünün de haber olması mümkün olmaktadır. O zaman takdîr: “Bizim yarattığımız her şey haberle olmaktadır.” şeklinde olur. Yine (.......) nun haber olması da mümkündür. O zaman da takdîr: “Her şey kaderle yarattığımızdır.” şeklindedir. Merfû' olduğunda iş kanştığmdan nasba gidilir. Takdiri de: “Her şeyi bir kader ile yarattık.” olur. Dolayısıyla, yaratma her şey için genel olur. Ayetle kastedilen de budur. Nasb okunması hâlinde, (.......) nun (.......) in sıfatı olması câiz değildir. Çünkü o, nasbeden âmilin açıklamasıdır. Sıfat da mevsûfunda amel etmez. (.......) ve (.......) takdîr demektir. Yani, geçmiş bir takdirle ya da her şeyi hikmetin gerektirdiği şekilde tertipli düzenli ve ölçülü olarak yarattık, mânasındadır. Ya da takdir edilmiş, levhi mahfuza yazılmış, daha olmadan önce bilinmiş olarak yarattık. Zira biz onun hâlini ve zamanını bilmiştik. Ebû Hureyre (radıyallahü anh), şöyle buyurdu: “Kureyş müşrikleri, kader hakkında tartışmak üzere Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelmişlerdi de bu âyet inmişti. Ömer (radıyallahü anh) bu âyetin Kaderiyye hakkında indiğine yemin ediyordu.” Müslim. 50Bizim buyruğumuz, ancak bir göz açıp kapayana kadar bir tek andır. Bizim buyruğumuz, ancak bir tek kelimedir. Yani yaratmayı dilediğimiz bir şey için emrimiz, ancak onun için “ol” dememizdir. O da oluverir. “... göz açıp kapayana kadar... “, birinizin gözünü kırpma miktan kadar. Denildi ki: “Emrimizle sözüyle kastedilen: 'Kıyamet işi ancak göz açıp kapama gibidir.'Nahl, 77. âyetinde olduğu gibi, kıyamettir.” 51Andolsun ki biz, küfür ve inkârda sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mudur? Diğer ümmetlerden küfür hususundaki benzerlerinizi helâk ettik. İbret alan öğüt alan yok mu? 52Yaptıkları her şey, kitaplarda (hafaza meleklerinin yazdıklarında) mevcuttur. Yani, kafirlerin yaptıkları her şey. Yani, onların yapükları her şey hafaza meleklerinin defterlerinde sabittir. (.......), mahallen mecrûrdur, (.......) in sıfatıdır. (.......) un haberidir. 53Küçük büyük her şey, satır satır yazılmıştır. Küçük büyük ameller ve meydana gelmiş her şey, levhi mahfuzda yazılmıştır. 54Takva sahipleri; cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, (.......), “nehirler ırmaklar” demektir. Cins ismi söylemekîe yetindi. Denildi ki: (.......) ferahlık ve aydın olmak demektir. “gündüz” kelimesi de bundandır. 55Güçlü, Yüce Allah'ın huzurunda, hak meclisindedirler. Râzı olunmuş bir mekânda, muktedir mâlikin yanındadırlar. Yanında olma derece ve ikrama mazhar oluş yönüyledir, mesafe ve mekân itibanyla değil. (.......) ve (.......) kelimelerinin nekra kılınmasının faydası, “Hiçbir şey yok ki o onun mülkü ve kudreti altında olmasın.” ve “Onun her şeye gücü yeter.” manalarını bildirmektir. |
﴾ 0 ﴿