RAHMÂN SÛRESİ1-3Rahmân olan Allah Kur'anı öğretti. İnsanı yarattı. “İnsanı yarattı” , yani insan cinsini... Ya da Âdem (aleyhisselâm)’i, ya da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’i. 4Ona beyanı, maksadım anlatmayı öğretti. Azîz ve Celîl olan Allah, nimetlerini saydı ve nimetleri içerisinden ilk nimeti öne aldı. O da, “din” nimetidir. Din nimetinden de en yüksek mertebedeki zirveyi önceledi. O da Kur’ân'la nîmetlendirmesi, O'nu indirmesi ve O'nu öğretmesidir. Çünkü o, üstünlük yönünden Allah'ın (celle celâlühü) en büyük vahyi, kadr-u kıymet yönünden en üstünü ve eser olarak da din babında en güzelidir. O semavi kitapların zirvesi, onların tasdik edicisi ve onların ölçütüdür. “İnsanı yarattı,” sözünü bundan sonra zikretti. Bundan sonra, kendisini din için yarattığını bilsin ve vahyi ve kitapları vasıtasıyla bilgi yönünden onu ihata etsin diye ondan sonra getirdi. İnsanı kendisi sebebiyle yarattığı şeyi, ondan önce zikretti. Daha sonra diğer hayvanlardan kendisini ayıran şeyi -maksadım anlatmayı- zikretti. O da kalpte olanı anlaşılır bir şekilde ifade etmektir. (.......) mübtedadır. Bu fiiller, zarnirleriyle birlikte aynı manadaki haberlerdir. Onların, atıf harfinden yoksun kılınması sıralana tarzında getirilişinden dolayıdır. “Zeyd seni fakirken zenginleştirdi zelilken yüceltti az iken (malını) çoğaittı, hiç kimsenin kimseye yapmadığım sana yaptı. Öyleyse, onun ihsanından neyi inkâr ediyorsun?” sözünde olduğu gibi. 5Güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder. Bilinen bir hesaba ve ifrat - tefritten azade bir takdire göre burçlarında ve yörüngelerinde akıp giderler. Bunda insanlar için birçok faydalar vardır. Yılların ve hesabın bilinmesi bunlardandır. 6Bitkiler ve ağaçlar, (halika) secde ederler. (.......), baklagiller gibi, yerden biten ve ağaç gövdesi gibi gövdesi olmayan bitkidir. (.......) ise, gövdeli olan bitkidir. Denildi ki: “Necm, göğün yıldızlarıdır.” “Secde ederler” , yani yaratıldığı hususta Allah Teâlâ'ya boyun eğerler. Boyun eğmesi hususunda secde eden mükelleflere benzetilmiştir. Hesabın onun hesabı olduğu ve secdenin, başkasına değil, O'na âit olduğu bilindiğinden dolayı şöyle denilmiştir: “Güneş ve ay onun hesabıyla hareket eder, at ve ağaç da ona secde eder.” İlk cümlelerde atıf harfi zikredilmedi, daha sonra zikredildi. Çünkü ilk cümleler -insanlardan kendisine ihsanda bulunanların ihsanını inkâr eden kişilerin, yukarıda zikredilen misalde olduğu gibi nimetlerin sıralanmasıyla susturuldukları gibi- O'nun nimetlerini inkâr edenleri susturmak için sıralana tarzında gelmiştir. İnkarcıyı susturduktan sonra sözü tenasüh (uygunluk) ve atıfa yakınlık için bağlanması gerekli olanın bağlanmasındaki üslûba getirdi. Tenâsüb; güneş ve ayın, göğe âit iki şey olması, ot ve ağacın da yere âit iki şey olması ve her iki grubun arkasında da karşılaştırma yönüyle birbirlerine uygunluğun bulunmasıdır. Gök ve yer karine olarak zikredilmeye devam etmektedir. Zira, güneş ve ayın bir hesaba göre akıp gitmesi, Allah'ın (celle celâlühü) emrine boyun eğmektir. Bu da, ot ve ağacın secdesine uygundur. 7Göğü Allah yükseltti ve mizanı O koydu. Onu, kaldırılmış ve yükseltilmiş olarak yarattı. Şöyle ki: Onu; ahkâmın çıkış yeri, hükümlerinin çıkış kaynağı ve peygamberlere vahiy getiren meleklerinin meskeni kıldı. Bununla sânının, mülkünün ve saltanatının büyüklüğüne dikkat çekti. “Mizan “, eşyanın kendisiyle tartıldığı her şeydir. Onların (eşyanın) miktarı, karastün, mikyal, mikyas vs. ölçü birimleriyle bilinir. Yani; O'nu yeryüzüne konulmuş olarak yarattı, demektir. Şöyle ki, kullarının alıp vermede eşit ve adil davranmalarıyla ilgili hükümleri ona bağlamıştır. 8Sakın tartıda haksızlık etmeyin. Tartıda haksızlık etmesinler diye. Ya da (.......) açıklama (.......)i'dir. 9Tartıyı doğru yapın, terazide eksiklik yapmayın. Tartma işinizi adil yapın. “.... terazide eksiklik yapmayın” , onu eksiltmeyin. Adaletle emretti. Haddi aşmak ve artırmak şeklindeki tuğyandan, eksik ölçmek ve eksiltmek şeklindeki hüsrandan men etti. Mizan (tartı) kelimesini, mizanın kullanılması emrini kuvvetlendirmek ve buna teşvik etmek için tavsiyede mübalağa olsun diye tekrarladı. 10Allah, yeri mahlûkat için koymuştur. Yeri su üzerinde yapılmış bir şekilde alçalttı. “Enam” , mahlûklar demektir. O da, yeryüzünde hareket eden her şeydir. Hasen'dan şöyle rivâyet edilmiştir: “O, insanlar ve cinlerdir. O yeryüzü onlar için yatak gibidir, onun üzerinde tasarrufta bulunurlar.” 11Orada meyveler ve salkındı hurma ağaçları vardır. “Meyveler” , kendisiyle nimetlendinlen çeşit çeşit meyvelerdir. (.......) ün tekili, (.......) in esresiyle (.......) dir. Meyvenin çiçeğinin üzerindeki kapçık tomurcuk, demektir. Yahut lifi, dalları ve tomurcukları gibi onu örten her şey demektir. Örtülen şeyin meyvesinden, çiçeğinden ve kütüğünden faydalarııldığı gibi bunun da her şeyinden faydalarıılır. 12Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır. (.......), eları yaprağı yahut samandır. (.......), rızıktır. O da, özdür. Bununla orada lezzetle yenilen çeşit çeşit meyvelerin olduğunu kastetmekte ve orada lezzetli gıda ve yemişler olduğunu kastetmektedir. O da, hurma meyvesi ve kendisiyle gıdalanları tanedir. Hamza ve Ali'ye göre, (.......) şeklinde mecrûrdur. Yani hayvanların yiyeceği olan samana ve insanların yiyeceği olan hoş kokulu bitkilere sahip olan taneler, demektir. (.......) üzere merfû' da okunmuştur. (Muzaf hazfedilmiştir ve muzâfun ileyh de onun yerine getirilmiştir.) Denildi ki: “Bunun manası;'orada koklarıüan bitkiler vardır', şeklindedir.” Şam kırâat imâmları, (.......) şeklinde okunmuştur. Yani, taneyi ve reyhanı yarattı, demektir. Ya da taneyi ve reyhanı seçti, üstün kıldı demektir. 13O hâlde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? (.......) (nimetler), sûrenin başından beri sayıları nimetler, demektir. (.......) ve (.......) kelimelerinin çoğuludur. En'am kelimesinin delaletiyle, hitap, insanlara ve cinleredir. 14Allah; insanı, pişmiş çamura benzeyen balçıktan yarattı. (.......) tıngır tıngır ses çıkaran kuru çamur demektir. “Pişmiş çamura benzeyen” , yani ateşte pişirilmiş çamura benzeyen demektir. O da kiremit, saksı, tuğla vs. dir. Mana olarak birleştikleri için bunda ve: “Biz insanı pişmiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık” Hicr, 26, 28, 33. “Biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık.” Saffât, 11. ve: “.... topraktan (yarattık.)” Al-i İmraıı, 59; Kehf, 37, Hacc, 5; Rum, 20; Fâtır, 11; Gafır, 67. âyetleri arasında hiçbir tezat yoktur. Çünkü, onu önce topraktan yarattı, sonra onu yapışkan bir çamur haline getirdi, sonra cıvık balçık haline sonra da tıngır üngır ses çıkaran kuru çamur haline getirdi. 15Cinleri de hâlis ateşten yarattı. Cinlerin babasını. Denildi ki: “O, İblîs'tir” “Hâlis ateşten” , içinde duman olmayan yanan alevden. Denildi ki: “Çalkalandığında ve karıştırdığında kullanılan (.......) den gelmektedir. Ateşin siyahliğiyla karışmış, demektir.” “ateşten” kelimesi (.......) kelimesini açıklamak içindir. Sanki şöyle denilmiştir: “Yalın ateşten ya da dumanla karışık ateşten...” ya da bununla: “Ben, sizi alev saçan bir ateşe karşı uyardım.” Leyl, 14. âyetinde olduğu gibi, özel bir ateş kastedilmiştir. 16O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 17O, iki doğunun ve batının Rabbidir. Yaz ve kış mevsiminde güneşin (farklı doğduğu ve battığı) iki doğuyu ve batıyı kastetmiştir. 18O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 19İki denizi, birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Yani, yan yana olan ve karşı karşıya gelen tuzlu denizi ve tatlı denizi salıvermiştir. Aralarında, bakan kişinin görebildiği hiçbir engel yoktur. 20Aralarında bir engel vardır. Birbirlerine geçip karışmıyorlar. Aralarında engel vardır. Aralarında Allahu Teâlâ’nın kudretinden bir engel vardır. Karışmıyorlar, sınırları aşmıyorlar. Karışmak suretiyle birbirlerinin üstüne gelmiyorlar. 21O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 22İkisinden de inci ve mercan çıkar. Medine ve Basra kırâatine göre, “çıkarılır” şeklindedir. Ebû Bekir ve Yezid'e göre, (.......) şeklinde (.......) sizdir. “Lü'lü” incinin büyüğüdür. Mercan ise incinin küçüğüdür. O ikisi (inci ve mercan) tuzlu denizden çıktığı hâlde “İkisinden de ...” dedi. Çünkü, o ikisi karşı karşıya geldiklerinde tek bir şey gibi olurlar. Bütün denizlerden değil de bazı denizlerden çıktığı hâlde, “O ikisi, denizden çıkar.” denildiği gibi “O ikisi (inci ve mercan), O ikisinden (iki denizden) çıkar.” denilmesi de câizdir. Nitekim sen, sadece mahallelerinden birinden çıktığın hâlde;'şehirden çıktım'dersin. Denildi ki: “O ikisi (inci ve mercan), ancak tuzlu ve tatlı denizin karşılaştığı yerden çıkar.” 23O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 24Denizde uzun dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur. “O'nundur” , Allah (celle celâlühü) indir. (.......) kelimesinin çoğuludur.'Gemiler'demektir. Zeccâc, şöyle demiştir: (.......) de duruş, (.......) iledir. Tercih edilen, geçilmesidir. Eğer, biri orada (.......) sız durursa bu da câizdir. Ancak (.......) nın hazfîne delâlet etsin diye, (.......) da esreyi gizlice söyler. “Uzun dağlar gibi yükselen” , yâni yelkenleri açılmış. Hamza ve Yahya'ya göre, (.......) ın esresiyle (.......) şeklindedir. Yani yelkenleri yükselten ya da akıp gitmeleriyle dalgalar oluşturan, demektir. (.......) kelimesinin çoğuludur. O da, “yüksek dağ” demektir. 25O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 26(Yer) üzerinde bulunan her canlı yok olacak. “Üzerinde” , yeryüzü üzerinde. 27Ancak, azamet ve ikram sâhibi Rabbinizin zâtı bâkî kalacak. “Rabb'inin yüzü” , Rabbinin zâtı demektir. “Celâl sâhibi” , azamet ve kudret sâhibi. Bu, (.......) kelimesinin sıfatıdır. “İkram sâhibi” , müsamaha göstermek ve ihsanda bulunmak suretiyle ikram sâhibidir. Bu sıfat, Allah'ın (celle celâlühü) büyük sıfatlarından birisidir. Hadisi Şerifte şöyle buyurulmuştur: “Yâ ze'l-celâl-i ve'l-ikram ile dua etmeye devam edin ve onu çoğaltın.” Rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıları bir adamın yanına geldi. Adam, “Yâ ze'l-celal-i ve'l-ikram” (Ey celal ve ikram sâhibi), diyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), şöyle buyurdu: “Muhakkak ki, sana icabet olundu.” 28O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 'Yok olma'daki, nimet mü'minlerin onun vasıtasıyla ebedî nimetlere ulaşması itibariyledir. Yahya b. Muaz şöyle demiştir: “Ölüm ne güzeldir. Zira o, dostu, dosta yaklaştırandır.” 29Göklerde ve yerde ne varsa O'ndan ister. O, her an yaratma hâlindedir. “Göklerde ve yerde kim varsa, O'ndan ister.” Nafî, burada vakfe yapmıştır. Gökler ve yer halkından her biri O'na muhtaçtır, dolayısıyla gök halkı (semâ ehli) dinleri ile alakah şeyleri O'ndan isterler. (.......) cümlesinin delâlet ettiği şeye zarf olarak mensûbtur. Yani O, her vakit ve anda işler, vücûda getirir, halleri yeniler. Rivâyette denildiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okudu da ona: - “Bu iş nedir?” diye soruldu. Şöyle buyurdu: - “Günâhı bağışlaması, belâları kaldırması, bir toplumu yükseltmesi ve diğerlerini alçaltması, O'nun işindendir.” Süfyan b. Uyeyne'den şöyle rivâyet edilmiştir: “Allah katında zaman, iki gündür. Biri, dünyanın müddeti olan gündür. Ondaki işi emretmek, nehyetmek, diriltmek, öldürmek, vermek ve menetmektir. Diğeri ise, kıyamet günüdür. Ondaki işi ise, karşılık vermek ve hesaba çekmektir.” Denildi ki: “Bu âyet,'Allah, Cumartesi günü hiçbir şey yapmaz'dediklerinde, Yahûdîler hakkında inmiştir.” Sultanın biri, vezirine bu âyet hakkında sordu da veziri, ertesi güne kadar mühlet istedi. Kederli bir şekilde çıktı. Âyet hakkında düşünüyordu. Siyah tenli kölesi ona: - “Efendim, size ne oldu, bana bildirin. Umulur ki, Allah, benim vasıtamla bunu size kolaylaştırır?” Vezir ona meseleyi bildirdi. Köle: - “Ben onu sultana açıklarını, ona bildiririm.” dedi. Sultana gitti ve şöyle dedi. - “Ey Sultan! Allah'ın işi şudur: O; geceyi gündüze, gündüzü geceye sokar. Diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarır. Hastaya şifa verir, sağlamı hasta eder. Afiyet içinde olana musibet verir, musibet içinde olana afiyet verir. Zelil kişiyi izzet sâhibi yapar, izzet sâhibini de zelil kılar. Zengini fakirleştirir, fakiri de zenginleştirir.” Bu açıklama üzerine emir: - “Güzel söyledin.” dedi. Ve vezire vezirlik elbisesini çıkarmasını ve ona giydirmesini emretti. Bunun üzerine köle: - “Ey efendim, işte bu da Allah'ın işindendir.” dedi. Denildi ki: “O, takdir olunanların takdir olundukları yere ve zamana doğru sevk edilmesidir.” Denildi ki: Abdullah b. Tahir, Hüseyin b. Fazlı çağırdı. Ona şöyle dedi: “Uç âyet hususunda müşkül duruma düştüm. Seni, onların manasını bana açıklaman için çağırdım: “Pişman olanlardan oldu” âyeti. Hâlbuki pişmanliğin tevbe olduğu, sahih olarak bize haber verildi. “O, her an bir iştedir.” Rahmân, 29. âyeti. Hâlbuki kalemin kıyamete kadar olacak şeyleri yazdığı ve kuruduğu sahih olarak bize haber verildi Ve: “İnsan için, ancak çalıştığı vardır” Necm, 39. âyeti. Buna göre sevapların kat kat verilmesi isi nedir?” Hüseyin şöyle dedi: “O ümmete pişmanliğin tevbe olmaması mümkündür.” Denildi ki: “Kabil'in pişmanliği Habil'i öldürdüğü için değildi, diyeti içindi.” Yine denildi ki: “İnsan için ancak çalıştığı vardır âyeti, İbrâhîm ve Mûsa (aleyhisselâm)’in kavimlerine mahsustur.” “O her an iştedir” âyetine gelince, onlar, Allah'ın (celle celâlühü) izhâr ettiği, ortaya çıkardığı işlerdir, sıfırdan başladığı işler değildir. Bu cevap üzerine Abdullah kalktı ve onun başırıı öptü ve ona reva gördüğü bahşişi verdi. 30O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 31Ey insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız. Bu, kişinin ağır derecede korkuttuğu kişiye söylediği: “Senin için boş vaktim olacak.” sözünden istiâre olunmuştur. Kişi bununla, başına bir musibet getirmek için beni meşgul eden her şeyden kurtulacağım, demek istemektedir. Kast olunan, onu mağlup edeceği ve ondan intikam alacağıdır. Şunun kastedilmesi de mümkündür: “Dünyanın ömrü nihayete erecek ve sona varacaktır. İşte o zaman Allah'ın,'o her an bir iştedir'sözüyle kastettiği mahlûkatın işleri de bitecektir. Dolayısıyla, geriye tek bir iş kalacak: O da sizin cezâlarıdmlmanızdır.” Allah Teâlâ, işte bunu misal yoluyla, onlar için boş kalma diye nitelendirdi. Hamza ve Ali'ye göre, (.......) şeklindedir. Yani, Allah Teâlâ boş kalacak, demektir. “Sekelân” , insan ve cin demektir. Bununla adlarıdırıldılar, çünkü o ikisi yeryüzünün iki ağırliğidır. 32O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 33Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ama Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz. “Ey cin ve insan toplulukları!” sözü, “Ey sekelân” sözünün tercümesi gibidir. Eğer benim hükmümden kaçarak göklerin ve yerin bucaklarından çıkmaya gücünüz yetiyorsa, çıkın! Sonra, şöyle buyurdu: Güç olmadan geçemezsiniz, geçip gitmeye güç yetiremezsiniz. Ancak kuvvetle, ezici güçle, galebe ile geçebilirsiniz. Bunlar da sizde nereden olacak? Denildi ki: 'Allahu Teâlâ, onların bugün göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmekten âciz olduklarını ifade etmekle, yarın da hesap vermekten âciz kalacaklarına işaret etmiş olmaktadır.” Yine denildi ki: “Melekler onları kuşattığında onlara: İşte bu kıyamet günüdür.'denir.” Cinler ve insanlar, onları gördüklerinde kaçarlar. Ancak nereye kaçarlarsa kaçsınlar, orada orayı kuşatmış melekleri bulurlar. 34O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 35Üzerinize ateşten alev ve duman gönderilir de birbirinizi kurtaramaz ve aranızda yardımlaşamazsınız. Mekke kırâat ekolüne göre, (.......) ın esresiyle, (.......) şeklindedir. Her ikisi de (.......),'yalın alev'demektir. (.......), duman demektir. Mekke kırâat imâmları ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir. Merfû' okunduğunda, (.......) üzerine atıftır. Mecrûr okunduğunda, (.......) üzerine atıftır. Mana: “Kabirlerinizden çıktığınızda, üzerinize sizi mahşer yerine sevk eden ateşten yalın alev ve duman gönderilir de bu ikisinden sakınamazsınız” şeklindedir. 36O hâlde, Rabbinizin nimetlerinde?! hangisini yalanlıyorsunuz? 37Gök, yarılıp da erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman. Kıyametin kopmasından dolayı, göğün bir kısmı diğerinden ayrılıp, kırmızı gül rengi gibi olduğu zaman. Denildi ki: “Göğün asıl rengi, kırmızıdır, ancak uzaktan mavi olarak görülmektedir.” “Erimiş yağ gibi” , zeytinyağının yağı gibidir. “O gün, gök erimiş maden gibi olur” Meâric, 8. âyetinde buyrulduğu gibidir. (.......) kelimesinin çoğuludur. “Yığın tortusu” demektir. Denildi'ki: (.......), “kırmızı deridir.” 38O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 39İşte o gün, insana da, cine de günâhı sorulmaz. İşte o gün, yani göğün yarıldığı gün, Cân'a da, yani cine de sorulmaz. Cinlerin babası olan Cân, cin yerine getirilmiştir. Oğlu kastedilerek “Haşim” denildiği gibi. Takdiri: “Ne insanlara, ne de cinlere sorulmaz.” şeklindedir. Bu âyetle: “Rahbine andolsun ki, onların tamamına soracağız” Hicr, 92. ve “Durdurun onları, suale çekileceklerdir” Saffât, 24. âyetleri arasındaki münâsebet şöyledir: Bu, uzun bir gündür. Onda birçok mevkiler vardır. Bir mevkide sorgu suale çekilirler, diğerinde çekilmezler. Katâde şöyle demiştir: “Sual yeri, toplulukların ağızlarının mühürlendiği ve ellerinin ve ayaklarının yaptıklarını söyledikleri yerdir.” Denildi ki: “Onlara, günahları Allah (celle celâlühü) tarafından öğrenilmesi için sorulmaz, azar için sorulur.” 40O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 41Suçlular sımalarından tanınır, alınlarından (perçemlerinden) ve ayaklarından yakalanırlar. “Sımalarından” , yüzlerinin karaliği ve gözlerinin maviliği ile tanınırlar da, aknianndan ve ayaklarından yakalanırlar. Yani, bazen perçemlerinden bazen de ayaklarından yakalanırlar demektir. 42O hâlde, Rabbinizin mnıetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 43İşte bu, suçluların yalanlandıkları cehennemdir. 44Onlar, cehennemle kaynar su arasında dolanıp dururlar. “kaynar su” , sıcaklığı had safhaya ulaşmış sıcak su, demektir. Yani; kâh ateşe atılma, kâh kaynar su içirilmek suretiyle onlara ezalar çektirilir. 45O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? Bundaki nimet: O'nun (Allah'ın (celle celâlühü)) fazlı ve rahmetiyle ondan (azaptan) kurtuları kimsenin kurtuluşu ve onunla yapılan uyarıdaki uyarıdır. 46Rabbinin makamında durmaktan korkan kimselere, iki cennet vardır. Kulların, kıyamet gününde günahları terk edip etmediği ya da farzlarını eda edip etmediği hususunda hesaba çekilmek üzere durdukları mekânda, mevkide... Denildi ki: “Burada, (.......) kelimesi, fazladan bir kelimedir. (.......) Onu kurttan uzaklaştırdım'cümlesinde olduğu gibi.” “İki cennet” , insanların cenneti ve cinlerin cenneti. Çünkü, hitap, insanlara ve cinleredir. Sanki burada şöyle denilmiştir: “Siz iki zümreden,'korkanlara'34 iki cennet vardır: İnsanlardan,'korkanlar'için bir cennet; cinlerden, korkanlar'için de bir cennet...” Yani, “Rabbinin makamında durmaktan korkanlar...” kastediliyor. 47O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 48İki cennet de çeşit çeşit ağaçlar doludur. (.......), dallar demektir. (.......) kelimesinin çoğuludur. Dalları zikretti; çünkü yaprakları ve meyveyi çıkaran onlardır. Gölgeler onlardan uzanır ve meyveler onlardan derlenir. Ya da (.......), “türler, çeşitler” demektir. (.......) kelimesinin çoğuludur. Yani, onun için onda arzuların ve gözlerin lezzet aldığı şeyler vardır, demektir. Şâir şöyle demiştir: “Hayat taze ve güzel olduğa hâlde, lezzetin her çeşidini tattım, aşk ile oyalandım.” 49O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 50İkisinde de, akıp giden iki kaynak vardır. İki cennette de diledikleri şekilde yukan ve aşağı akan iki kaynak vardır. Hasen'dan şöyle naMedilrniştir: “O ikisi de soğuk, tatlı ve akıcı olan bir su akıtır. Biri tensim diğeri de selsebildir.” 51O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 52İkisinde de her çeşit meyveden çift çift vardır. “Çift çift” , yani iki tür. Biri bilinen tür, diğeri bilinmeyen tür. 53O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 54Hepsi de, örtüleri atlastan döşemelere yaslanırlar, iki cennetin de devşırilen meyvesi yakındır. (.......), “korkanları” (Rabbinin makamında durmaktan korkan kimseleri) medih üzerine mensûb kılındı. Ya da, “onlardan” hâldir; çünkü (.......) (korkana, korkanlara) çoğul manasındadır. “mefruşat, yaygı, döşeme takımı” demektir. (.......) kelimesinin çoğuludur. (.......) (astar) kelimesinin çoğuludur. (.......), kalın ipektir. Bu, Arapçalaştmlmış bir kelimedir. Denildi ki: “Onların dış yüzeyi, sündüs (ince halis ipek)tendir.” Yine denildi ki: “Dış yüzeylerini, ancak Allah (celle celâlühü) bilir. Onların meyvesi yakındır. Ayakta duran, oturan ve yatan kişi onu rahatlıkla alır.” 55O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 56Oralarda, gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur. (.......) oralarda: O iki cennette, demektir. O iki cennet, çeşitli mekânları, köşkleri ve oturma yerlerini içerdiği için çoğul ifade edilmiştir. Ya da iki cennet; iki göze, meyveler, mefruşatlar ve meyvelerin toplanması ile ilgili sayıları bu nimetlerde, demektir, “Gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler” : Gözlerini eşlerine dikmiş, başkalanna bakmayan... (.......) şeklinde (.......) in esresidir. Dûn ve Ali'ye göre ,(.......) in ötresidir. (.......); bekâret kanının akmasına sebep olan cinsel ilişki demektir. “Bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.” Bu, cinlerin de insanlar gibi cenneti göreceği ve onlarla (oradaki dilberlerle) cinsel ilişki kuracağına dâir delildir. 57O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 58Sanki onlar yakut ve mercandırlar. Sanki onlar, saf yakut ve beyaz mercan gibidirler. O inciden daha beyazdır. 59O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 60İyiliğin karşüığı, iyilikten başka bir şey midir? Güzel amel işlemek suretiyle yapılan iyiliğin karşılığı, ancak sevap vermek suretiyle olan iyilik değil midir? Denildi ki: “(.......) diyen kişinin mükâfatı, ancak cennettir.” İbrâhîm Havas'ın bu hususta şöyle dediği nakledilmiştir. “İslam'ın (Müslüman olmanın) karşılığı, ancak selâm yurdudur.” 61O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 62Bu ikisinden başka, iki cennet daha vardır. Allah'a (celle celâlühü) yakın olanlara vadedilen bu iki cennet dışında (altında), derecesi onlardan düşük olan “Ashâb-ı Yemin” için iki cennet vardır. 63O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 64Bu cennetler, koyu yeşildir. Yeşilliğin aşırıliğindan dolayı koyudurlar. Halîl: (.......): “karaltı demektir.” demiştir. 65O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 66İkisinde de, durmadan fışkıran iki kaynak vardır. İkisinde de su fışkırtan, kesilmeyen iki kaynak vardır. 67O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 68İkisinde de her türlü meyveler, hurma ve nar var. İkisinde de çeşit çeşit meyveler, hurma ve nar var. Ebû Hanîfe (radıyallahü anh) a göre, atfettikleri için hurma ve nar meyve değildir. Çünkü hurma hem meyve hem de gıdadır. Nar ise hem meyve, hem de ilaçtır. Sadece lezzet alınmak üzere yenilmezler. Ebû Yûsuf ve Muhammed (rhma) ise şöyle dediler: “O ikisi (Hurma ve Nar); “Her kim Allah'a, Allah'ın meleklerine, Peygamberlerine, Cebrâîl'e ve Mikate düşman olursa, bilsin ki, Allah kâfirlerin düşmanıdır,” âyetinde olduğu gibi, kendilerine âit meziyetten dolayı faziletleri sebebiyle değişik iki cins meyve üzerine atfedildiler.” 69O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 70İçlerinde, güzel yüzlü ve güzel huylu kâdirılar var. “Güzel huylu... “, hayırlı demektir; (.......) hafifletilmiş şeklidir. Aslı üzere, (.......) şeklinde de okunmuştur. Mana; “üstün ahlâklı, güzel ahlâklı kâdirılar” demektir. 71O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 72Çadırlar içinde, gözlerini yalmzca kocalarına çevirmiş huriler var. Yani; çadırlar içinde örtülü huriler var demektir. (.......) denir. Yani “örtülü kadın” demektir. Denildi ki: “Çadırlar, içleri boş incidendir.” 73O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? 74Bunlara, onlardan önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. Onlardan önce, bu iki cennet halkından önce iki cennetin zikredilmesi, onlara delalet edilmesidir. 75O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? 76Yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanırlar. (.......), ihtisas üzerine mensûb kılınmıştır. “Refref” , uzun olmayan geniş elbiselere denir. Denildi ki: “Refref, yastıklardır.” “Abkari” , halis ipek ya da halı demektir. 77O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanhyorsunuz? Bu iki cennetin vasıfları, ilk iki cennetin vasıflarından daha düşüktür. “Bu ikisinin dışında (altında).” demektir. Çünkü, “Bu cennetler koyu yeşildirler.” vasfı, “İki cennet de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.” Vasfından; “İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak var.” vasfı, “İkisinde de akıp giden iki kaynak var.” vasfından; “O ikisinde de meyve, hurma ve nar var.” vasfı, “İkisinde de her türlü meyveden çift çift var.” vasfından daha düşüktür. Hurilerin ve yaslarııları şeylerin de vasfı böyledir. 78Celâl ve ikram sâhibi Rabbin ismi, yücelerden yücedir. “Celal sâhibi” , azamet sâhibi. Şam kırâat imâmlarına göre (.......) şeklindedir. (.......) ün sıfatıdır. İkram sâhibi, nimetlendirmek suretiyle dostlarına ikram edendir. Câbir (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etmiştir: “Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rahmân sûresini okudu da şöyle buyurdu: Bana ne oluyor ki sizin sükût ettiğinizi görüyorum? Cinler, sizden daha güzel cevap veriyorlardı. Allah'ın'Rabbinizin nimetinden hangisini yalanlıyorsunuz?'âyetine her geldiğimde,'Hayır, nimetlerinden hiçbir şeyi yalanlamayız. Ey Rabbimiz! Hamd sana, şükür sana, dediler.” Hâkim, Müstedrek. Bu âyet, bu surede 31 defa tekrar edilmiştir. İçinde Allah'ın (celle celâlühü) yaratışının acaiblikleri, mahlûkatın başlarıgıcı ve dönüş yeri, zikredilen ayetlerin akabinde onlardan sekizini zikretmiştir. Daha sonra, cehennem kapıları sayısı üzere, içinde cehennem ve onun musibetlerinin zikredildiği ayetlerin akabinde yedisini zikretmiştir. Bu yediden sonra, cennet kapıları sayısı üzere, iki cennetin ve halkının nitelikleri akabinde sekizini zikretmiştir. Bir başka sekizi de, bunlardan sonra o iki cennetten aşağı olan iki cennet için zikretmiştir. Artık kim ilk sekize inanır, onların gereği üzere amel ederse, ona cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Cehennemden Allah'a (celle celâlühü) sığınmz. Allahu â'lem. |
﴾ 0 ﴿