VÂKI'A SÛRESİ1Kıyamet koptuğu zaman. “Kıyamet koptuğu zaman.” Kıyamet koptuğunda. Denildi ki: “Kıyamet “vakıa'gelmek fiiliyle vasıflarıdırıldı. Çünkü o kesin olarak meydana gelecektir.” Sanki şöyle denilmiştir: 'Vukuu gerekli kıyamet koptuğunda...” Bir gün vukuu onun inişidir. “Beklemekte olduğum şey vuku buldu.” denir. Yani inişini gözlemekte olduğum şey indi demektir. (.......) kavlinin mensûb olması gizli “zikret hatırla” fiili iledir. 2Onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur. “... yalanlayacak... “yalanlayacak hiçbir kimse yani onun meydana gelişi zamanında Allah Teala'yı yalanlayan ve gaybı yalanlayan hiçbir kimse olmaz. Çünkü o zaman herkes mü'mindir. Doğru sözlüdür ve tasdik edicidir. Hâlbuki bugün insanların çoğu yalancı ve yalanlayıcıdır. (.......) daki (.......) harfi: “Ah keşke ben hayatım için iyi işler yapıp gönderseydim” Fecr, 24. âyetindeki (.......) ın bir benzeridir. 3O alçaltıcı ve yükselticidir. Yani o alçaltıcı ve yükselticidir. (Bazı) toplulukları yükseltir bazılarını alçaltır. 4Yer şiddetle sarsıldığı, Dağ ve bina gibi üzerindeki her şey yıkılıncaya kadar şiddetli bir şeklide sallarıdırıldığmda. Bu cümle (.......) den bedeldir. (.......) ile mensûb olması da mümkündür. Yani yer sarsıldığı ve dağlar parçalandığı vakit alçaltır ve yükseltir demektir. 5-6Dağlar paramparça olduğu, dağınık toz duman haline geldiği, Kavut gibi olunca, parçalandığı demektir. Ya da sevk edildiği zaman demektir. Bu kelime, davan aheste sürdüğünde kullanılan (.......) kavlinden gelmektedir. “Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur” Nebe, 20. âyetinde olduğu gibi. (.......) toz (.......) dağınık demektir. 7Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, “Üç sınıf” üç çeşit. Birbirinden olan ya da biri diğeri ile birlikte zikredilen çeşitler için “çiftler, çeşitler” denir, “...üç sınıf...” İM sınıf cennette bir sınıf cehennemdedir. Daha sonra (.......) sınıflar'kelimesini şöyle açıkladı: 8Sağcılar! Ne mutludur onlar! (.......) müptedadır. Onlar sahifeleri sağ eline verilenlerdir. (.......) müpteda ve haberdir. Bu ikisi birinci müptedanın haberidir. Bu onların mutluluk içindeki hallerinin beğenilmesi ve durumlarının yüceltilmesidir. Sanki Allah (celle celâlühü) şöyle buyurmuştur: “Nedir onlar? Hangi şeydir onlar?” 9Solcular! Ne bahtsızdırlar onlar. “Solcular...” yani sahifeleri sol ellerine verilenler ya da yüksek makam sahipleri ve düşük makam sahipleri demektir. Bu senin, “Faları benim sağ kolumdur, faları da sol kolum.” şeklinde sana göre üstün ve düşük olarak nitelendirdiğin iki kişi hakkındaki sözünün bir benzeridir. Onlar uğurlu ve bereketli oluşlarından dolayı uğurlu - bereketli diğerleri de uğursuz ve bereketsiz oluşlarından dolayı, uğursuz - bereketsiz olarak adlarıdırılmışlardır. Denildi ki: Cennetlikler sağ ellerinden tutulur, cennete götürülürler. Cehennemlikler de sol ellerinden yakalanır, cehenneme götürülürler. “ne bahtsızdır onlar.” Yani; nasıl bir şeydir onlar? Bu onların kötü hallerine karşılık bir şaşkınlık ifadesidir. 10Önde olanlar onlar öncüdürler. 11İşte onlar en çok yaklaştırılanlar. (.......) müptedadır. (.......) onun haberidir. Takdiri, “Hayır hususunda öncü olanlar cennete varmakta da öncüdürler.” , şeklindedir. Denildi ki: “İkincisi birincisinin te'kididir.” Haber (.......) cümlesidir. İlk görüş tercihe şayandır. 12Naim cennetlerindedirler. Yani onlar naim cennetlerindedirler. 13Çoğu önceki ümmetlerden, 14Birazı da sonrakilerdendir. Yani onlar “sülle “dir. Sülle de insanlardan kalabalık bir cemaat demektir. Mana öncülerin çoğu evvelkilerdendir. Onlar Âdem (aleyhisselâm) dan Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e kadar gelip geçen ümmetlerdir. Birazı da sonrakilerdendir. Onlar da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir. Denildi ki: “Evvelkilerdendir, yani bu ümmetin evvelkilerindendir. Sonrakiler de yani bu ümmetin sonradan gelenleridir.” Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) den şöyle nakledilrniştir: “İki grubun tamamı ümmetimdendir.” Bu hadisi, Taberâni ve İbni Ady tahric etmişlerdir. Bkz. Hasiyeti! Keşşaf, 4/457. 15Cevherle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. (.......),(.......) kum yığını've (.......) kelimelerinde olduğu gibi (.......) un çoğuludur. “Cevherle işlenmiş...” , alarıla bezenmiş, süslenmiş, inci ve yakutla tezyin edilmiş demektir. 16Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar. (.......) kavli (.......) da amil olan zamîr halidir. Yani, “Onlara yaslarıarak yerleşirler” demektir. Karşılıklı olarak birbirlerine bakarlar. Birbirlerine geriden, ense tararından bakmazlar. Onlar güzel davranmakla, güzel ahlâkla ve tertemiz dostlukla nitelendirilmişlerdir. (.......) de aynı şekilde hâldir. 17Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşır. “Çevrelerinde ... dolaşır.” onlara hizmet ederler. (.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur. Buluğ çağma yaklaşmış çocuk, küçük hizmetçi demektir. Ölümsüzlüğe ulaşmış ebedî olarak buluğ çağına yaklaşmış çocuk şeklinde kalacaklar, ondan başka bir surete dönmeyecekler demektir. Denildi ki: Yine denilmiştir ki: “Onlar dünya ehlinin çocuklarıdır. Bir iyilik yapmamışlardır ki, onunla mükâfatlarıdırılsınlar. Yine bir kötülük yapmamışlardır ki onunla cezâlarıdırılsınlar.” Nitekim hadisi şerifte: “Kâfirlerin çocukları cennet halkının hizmetCinleridir.” Keşfü'l-Esrâr, 2172; Cem'ul Fevâid, 7/219. buyrulmuştur. 18Maînden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle, (.......) kelimesi, (.......) kelimesinin çoğuludur. Onlar da kulpu ve emziği (içindekilerin dışa döküldüğü çıkıntılı yer) olmayan kaplardır. (.......) kelimesi, (.......) kelimesinin çoğuludur. Bu da emziği ve kulpu olandır. (.......) içinde şarap olan kadeh demektir. Eğer içinde şarap yoksa o zaman ke's değildir. “Maînden doldurulmuş...” gözelerinden akan şaraptan. 19Ki bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir. Yani onun sebebi ile başları ağrımaz demektir. Yani ondan dolayı onlarda baş ağrısı meydana gelmez. Ya da onların o içki meclisi dağıtılmaz, lezzetleri kesilmez demektir. “... ne de akılları giderilir.” , ne de sarhoş olurlar. Kişinin aklı sarhoşluk sebebi ile gittiğinde (.......) denir. Kûfelilere kırâatine göre (.......) şeklinde (.......) nin esresiyledir. Yani onların şarabı tükenmez demektir. Şarapları tükendiğinde (.......) denir. 20Beğendikleri meyveler, Onların en iyisi ve en değerlisini alırlar. 21Canlarının çektiği kuş etleri, Canlarının çektiği, arzuladıkları 22-23Saklı inciler gibi iri gözlü huriler, (.......) — “Gözünün siyahı çok siyah; beyazı çok beyaz olan kadın” kelimesinin çoğuludur. (.......) da “göz bebekleri iri olan kadın” kelimesinin çoğuludur. Yani, “Orada iri gözlü kadınlar vardır.” demektir. Ya da “Onlar için iri gözlü kadınlar vardır.” demektir. (.......) üzerine atıf olması da mümkündür. Yezid, Hamza ve Ali'ye göre (.......) üzerine atfen (.......) şeklindedir. Sanki şöyle denilmiştir: “Onlar naim cennetlerinde, meyveler içinde, kaş etleri içinde ve iri kara gözlü kadınlar arasındadırlar.” “Saklı inciler gibi...” Berraklıkta ve temizlikte korunmuş inciler gibidirler. Zeccâc şöyle demiştir: “Onlar sedefinden çıktıktan sonra zamanın ve çeşitli kullanış şekillerinin değiştiremediği inciler gibidirler.” 24Yaptıklarına karşılık olarak verilir. (.......) mef'ûlün leh'tir. Yani “Bütün bunlar onlara amellerinin karşılığı obun diye yapılır.” demektir. Ya da mastardır. Yaptıklarına karşılık mükâfatlarıdırılsınlar demektir. 25Orada boş söz ve günaha sokan bir lâf işitmezler. “Orada...” cennette; “... boş bir söz...” bâtıl bir söz, günaha sokan bir lâf hezeyan. 26Duydukları söz yalnız, “selâm, selâm” dır. Yalnız çirkinliklerden ari bir söz işitirler. İstisna munkatıdır (.......) den bedeldir. Ya da (.......) in mef'ûlu bihidir. Yani, “Ancak orada onların selâm selâm dediklerini işitirler.” demektir. Mana: “Onlar orada selâmı yayarlar ve birbirlerine bol bol selâm verirler.” şeklindedir. 27-28Sağcılar! Ne mutlu o sağcılara! Dikensiz kirazlar, (.......) Arabistan kirazı denen Nebq ağacıdır. (.......) ise sanki dikenleri kesilmiş gibi dikensiz demektir. 29Meyveleri tıklım tıklım dizili muz ağaçları, (.......); muz ağacıdır. (.......) ise aşağıdan yukarıya doğru istiflidir. Dolayısıyla görünen bir gövdesi yok demektir. 30Yayılmış gölgeler, Fecrin doğuşu ile güneşin doğuşu arasındaki gölge gibi uzun ve yaygın bir gölge. 31Çağlayarak akan sular, Sınırsız ve kanalsız akan yani o sular, yer üzerinde kanalı olmaksızın akar. 32Pek çok meyve arasında, Yani pek çok meyve çeşidi arasında. 33Tükenmeyen ve yasaklanmayan, Tükenmeyen bazı dünya meyvelerinde olduğu gibi bazı vakitlerde kesilmez. Bilâkis o devamlıdır. Alınıp yenilmesi hiçbir şekilde yasaklanmaz. Denildi ki: “Zaman sebebi ile kesintiye uğramaz ve ücret sebebi ile men edilmez.” 34Ve yükseltilmiş döşekler üzerindedirler. “Yükseltilmiş döşekler...” kadri yüce döşekler ya da yükselinceye kadar istiflenmiş döşekler ya da divanlar üzerinde yükseltilmiş döşekler de demektir. Denildi ki: “Onlar kâdirılardır” . Çünkü yatak kadından kinaye olarak kullanılmaktadır. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmıştır” Yasin, 56. Buna: “Gerçekten biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık” âyeti delalet etmektedir. 35Gerçekten biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışla yarattık. Onların yaratılışlarını doğumsuz başlattık demektir. Bununla ya yaratılışına ilk başlarıanlar kastedilmektedir ya da ikinci olarak yaratılanlar kastedilmektedir. (Ölümden sonra) bunun dışında bir tevile göre de orada gizli bir (.......) onlar için'kelimesi vardır. Zira (.......) yataklar'kelimesinin zikredilmesi de buna dalalet etmektedir. 36Onları bakireler kıldık. (.......); bakireler demektir. Eşleri onlara her yaklaştıklarında onları bakire bulurlar. 37Eşlerine düşkün ve yaşıttırlar. Hamza, Halef, Yahya ve Hammad'a göre (.......) şeklindedir. (.......) kelimesinin çoğuludur. O da “Kocasına düşkün cilveli kadın” demektir. Aynı yaştadırlar. Otuz üç yaşında kızlar, eşleri de bu yaştadır. 38Sağcılar içindir (bunlar). (.......) deki (.......) , (.......) nın sılasındadır. 39-40Birçoğu önceki ümmetlerdendir. Birçoğu da sonrakilerdendir. Yani sağcıların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir. Eğer: - “Bundan önce, birazı da sonrakilerden demişti. Burada ise birçoğu sonrakilerdendir diyor. Bu nasıl oluyor?” dersen, derim ki: - “O öncüler hakkında idi. Bu ise sağcılar hakkındadır. Onlar (sağcılar) içinde öncekilerden de sonrakilerden de birçok kişi vardır.” Hasen'dan şöyle nakledilmiştir: “Diğer ümmetlerin öncüleri bizim ümmetimizin öncülerinden çoktur. Diğer ümmetin tabileri bu ümmetin tabileri kadardır.” 41Soldakiler, ne yazık o soldakilere! (.......) kelimesi (.......) ile aynı manayadır. Uğursuz, bedbaht demektir. 42İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Deri üzerindeki deliklere nüfuz eden ateşin sıcaklığı ve harareti had safhaya ulaşmıştır sıcak su içindedirler. 43Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar. (.......) Kapkara duman'demektir. 44Ki o ne serindir, ne de hoş. Gölgenin iki vasfını ondan kaldırdı. Şunu kastediyor: “Bu bir gölgedir. Ancak diğer gölgeler gibi değildir.” Onu gölge diye adlarıdırdı. Sonrada o gölgenin serinliğini, rahatliğinı, sıcaklığın sıkıntısından rahatlama manasını kaldırmak için onun bu menfaatini ortadan kaldırdı. Mana: “O, sıcak ve zararlı bir gölge şeklindedir.” 45Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefahate dalmışlardı. Bundan önce yani Dünya'da varlık içinde sefahate dalmışlardı. Refah içinde yaşatıyorlardı da bu onları boyun eğmekten ve ibret almaktan menediyordu. 46Büyük günahı işlemekte direnip dururlardı. Direnir dururlardı ve devam ederlerdi. Büyük günahı işlemekte yani büyük günah veya şirki işlemekte demektir. Çünkü o şirk anlaşmanın bozulmasıdır. “Hıns” yeminle yinelenmiş sözün bozulmasıdır. Ya da o öldükten sonra dirilişin inkârıdır. Delili de: “Onlar yeminlerinin bütün şiddetiyle,'Allah ölen kimseyi diriltmez'diye Allah'a yemin ettiler” Nahl, 38. ayetidir. 47Ve diyorlardı ki: “Biz öldükten toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra biz mi bir daha diriltileceğiz?” Takdiri: “Öldükten sonra diriltilecek miyiz?” şeklindedir. Zarfta amel eden budur. Bunun hazfı câizdir. Zira (.......) kelimesi ona delalet etmektedir (.......) kelimesinde amel etmez. Çünkü (.......) ve (.......) kendilerinden sonraki kelimeyi kendilerinden öncesinde amel etmekten menederler. 48Önceki atalarınıız da mı? Soru (.......) si atıf üzerine gelmiştir. Arada ayıncı bir kelime ki -o, (.......)dir- olduğundan dolayı (.......) biz'kelimesi ile te'kid edilmeksizin (.......) kelimesindeki zamîr üzerine atıf güzel bir şekilde gerçekleşmiştir. Olumsuzluğu tekid eden (.......) nın araya girmesinden dolayı: “Allah dileseydi, ne biz; ne de babalarumz şirk koşmazdık.” En'am, 148. âyetinde güzel bir şekilde gerçekleştiği gibi. Medine ve Şam kırâat ekollerine göre (.......) şeklindedir. 49-50De ki: “Hem öncekiler hem de sonrakiler belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplarıacaklardır.” Dünya için tayin edilmiş malum son günde mutlaka toplarıacaklardır. (.......) deki izafet (.......) gümüş yüzük'izafetinde olduğu gibi (.......) manasındadır. “Mikat” , bir şeyin vaktini tayin eden sınırlardır. İhram inikatları bundandır. Bunun için Mekke'ye kim girmek isterse oraya ancak ihramh olarak girebilir. 51Sonra siz ey sapıklar, yalancılar! “... sapıklar...” hidâyetten sapanlar; “... yalancılar...” dirilişi yalanlayanlar. Onlar Mekke halkı ve onlar gibi olanlardır. 52Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz. (.......) Gayenin başlarıgıcı içindir. İkinci (.......) ise ağacın açıklaması içindir. 53-55Karınlarınızı hep ondan dolduracaksınız. Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz; hem de susamış develerin içişi gibi,.. (.......) kelimesine dönen zamîri ((.......) ve (.......) de) manaya göre müennes, lâfza göre müzekker kıldı. Medine kırâati, Âsım, Hamza ve Sehl'e göre (.......) şeklinde (.......) in ötresiyledir. Diğerlerine göre ise (.......) şeklinde (.......) in üstünüyledir. Her üdsi de mastardır. (.......); suya kanmayan susuz deve demektir. (.......) ve (.......) kelimelerinin çoğuludur. Mana: “Allah (celle celâlühü) onlara, onları irin gibi (ya da erimiş bakır gibi) olan zakkum yemeye zorlayan açliği musallat eder. Karınları ondan doyduğunda da onlara bağırsaklarını parçalayan kaynar su içmeye zorlayan susuzluğu musallat kılar. Onlar da suya kanmayan susuz devenin suyu içişi gibi ondan içerler.” (Aynı kişiler için ve aynı iki sıfat oldukları hâlde) (.......) kelimesinin (.......) ye atfı sahihtir. Çünkü onların üzerinde bulundukları aşan hararet sebebi ile kaynar sudan içmeleri ve bağırsaklarını parçalanaları şaşkınlık veren bir iştir. Yine onların aynı sebeple suya kanmayan susuz devenin içişi gibi ondan (kaynar sudan) içmeleri de şaşkınlık veren bir iştir. Dolayısı ile bu ikisi ayrı iki sıfat olmaktadır. 56İşte cezâ gününde onlara sunulacak ziyafet budur. Nüzul; misafire ikram olsun diye hazırlarıan yiyecektir. Din gününde cezâ gününde demektir. 57Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi? (.......) kelimesi (.......) manasınadır. Tasdik etmeniz gerekmez mi? Tasdike teşviktir. Ya yaratışı inkâr ediyorlar, Çünkü onlar her ne kadar onu tasdik etseler de onların görüşü tasdikin gerektirdiğinin zıddıdır. Sanki onlar onu yalanlamaktadır. Ya da dirilişi inkâr ediyorlar. Çünkü ilk defa sıfırdan yaratan için ikinci defa yaratmak imkânsız değildir. 58Söyleyin öyleyse dökmekte olduğunuz meni nedir? Dökmekte olduğunuz şey yani rahîmlere akıttığınız spermlerdir. 59Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz? Onu siz mi takdir ediyor, şekillendiriyor ve tam bir insan haline getiriyorsunuz. 60Aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Biz önüne geçebileceklerden değiliz. Onu irâdemizin gereği üzere çeşitlilik, azlık ve çokluk üzere rızıkları taksim ettiğimiz gibi size taksim ettik. İşte bu sebeple ömürlerinizde kısa, uzun ve orta şekilde farklı farklı olmaktadır. Mekke kırâatine göre (.......) şeklindedir, şeddesizdir. Birini bir şeyden âciz bıraktığında ve ona o hususta galip geldiğin de “onu o şeyde geçtin” denir. Buna göre “... ve biz sizin yerinize benzerlerinizi getirme hususunda önüne geçebilenlerden değiliz.” âyetinin manası; biz buna kâdiriz. Buna karşı kimse bize gelemez. 61Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (ölümü yarattık). (.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur. Yani sizi giderip yerinize mahlûkattan benzerlerinizi getirmeye kâdiriz demektir. “... sizi bilmediğimiz bir yaratılışta tekrar var edelim.” sizi bilmediğimiz bir yaratılışta ve bildiğiniz bir yaratılışta yaratmaya kâdiriz. Şunu kastediyor: “Şüphesiz ki biz her iki hususa kâdiriz. Sizin benzerlerinizi ve size benzemeyenleri yaratmaya kâdiriz. Dolayısı ile sizi tekrar yaratmaktan nasû âciz oluruz?” (.......) kelimesinin (.......) kelimesinin çoğulu olması da mümkündür. Yani suret ve ahlâkça üzerinde bulunduğunuz vasıfları yeniden inşa etmeye kâdiriz demektir. 62Andolsun ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi? Mekke kırâat imâmları ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir. Bir şeyi bir defa yaratmaya kâdir olanın ikinci bir defa yaratmasının imkânsız olmayacağını düşünüp ibret almanız gerekmez mi? İkinci yaratılışı ilk yaratılışa kıyas etmeyi terk etmelerinden dolayı Allah'ın (celle celâlühü) onları cehaletle nitelendirmesi yönüyle bu âyette kıyasın doğruluğuna delil vardır. 63Şimdi bana ektiğinizi haber verin. Ektiğiniz yiyeceği haber verin. Toprağı kazıyorsunuz ve oraya tohumu atıyorsunuz. 64Onu siz mi bitiriyorsunuz? Yoksa bitiren biz miyiz? Onu siz mi bitirip ota çeviriyorsunuz. Yoksa Biz mi bitireniz? Hadisi Şerifte şöyle buyurulmuştur: “Hiçbiriniz bitirdim, yetiştirdim demesin. Ektim desin.” İbni Hibban, 5723; Keşfü'l-Esrâr, 1289, Beyhaki, 6/138; Ebû Nuaym, Hilye, 7/267. 65Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız. Dileseydik onu daha yetişmeden önce kuru ot kırıntısı haline getirirdik de siz şaşar kalırdınız. Ya da siz yorgunluğunuza ve oraya yaptığınız masraflara hayıflanırdınız. Ya da siz bu musibete maruz kalmanıza ise sebep olan günahları işlediğinize pişman olursunuz demektir. 66Şüphesiz borç altına girdik. Yani biz borç altına girdik dersiniz. Ebû Bekir'e göre (.......) kelimesi (.......) şeklindedir. “Borç altna biz mi girdik?” demektir. Borç altına girdik, yaptığımız masrafların borcunu yüklendik. Ya da (.......) helâk manasına gelen (.......) dandır. O zaman mana: “Rızkımız helâk olduğu için helâk olduk.” demektir. 67Daha şüphesiz biz yoksul kaldık dersiniz. Bilâkis biz kendilerine isabet edebilecek her hayırdan mahrum olanlarız. Talep ettiğimiz şeylerden menediliriz, talihsiz bedbahtlarız. Ne kânmız ne de bahtımız var. Eğer talihli kişiler olsaydık bu musibet başımıza gelmezdi. 68Söyleyin bana şimdi içtiğiniz suyu. Yani içime elverişli tatlı suyu 69Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? (.......); beyaz buluttur. En tatlı su o olduğu hâlde onu siz mi indirdiniz yoksa onu kudretimizle indiren biz miyiz? 70Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? (.......); tuzlu ya da içilemeyecek kadar acı demektir. Hâlâ şükretmeyecek misiniz? (.......) âyetinde (.......) in cevabının başına (.......) gelmişti. Burada ise getirilemedi. Çünkü (.......) sırf şart edatı olmadığı ve onun gibi amil olmadığı hâlde (.......) ikincisi birincisine bağlı olan iki cümlenin (şart ve cezâ cümlesi) başına gelince cevap şarta bağlanır. (.......) o iki cümlenin şart ve cezâ cümlesi muhtevasındaki ifadesi şekli ile ittifakla şart manası içerir. İkincisi (cevap cümlesi) birincisi (şart cümlesi) olumsuz oluşuyla olumsuz olur. Cevabında da bu taallûkla alâmet olarak bir şeyin getirilmesine ihtiyaç duyar. Dolayısıyla bu (.......) buna alâmet olarak getirilir. Yeri bilinince de herkes onu bildiği için lâfzından düşürülmesi önemsenmez. Var olup olmaması müsavi olur, mesafe kısa olduğu içinde zikredilmesine ihtiyaç duyulmaz. Ayrıca bu (.......) kesin tekid manası ifade etmektedir. Dolayısıyla yeme işinin içme işinden önce olduğuna, (.......) a yeme işine tabi olduğu için ihtiyaç duyulduğundan onun ((.......) ın) yokluğuyla olan tehdidin daha şiddetli ve daha çetin olduğuna delalet etsin diye içme ile ilgili ayetle değildi yeme ile ilgili ayete getirilmiştir. Bu sebepten dolayı yeme ile ilgili âyet içme ile ilgili ayetten ince getirilmiştir. 71Söyleyin bana şimdi tutuşturmakta olduğunuz ateşi. Çaktığınız ve zinaddan çıkardığınız ateşi. Araplar birbirine sürttükleri iki çubukla ateş yakarlar. Üsttekini (.......) diye, alttakini (.......) diye adlarıdırırlar. Bu şekilde o ikisini erkek ve dişi hayvana benzetmişlerdir. 72Onun ağacını siz mi yarattımz? Yoksa yaratan biz miyiz? Zinadın, âit olduğu ağacı siz mi yarattımz yoksa onların başlarıgıçta yaratıcısı biz miyiz? 73Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık. “... onu...” ateşi “onu bir ibret kıldık” cehennem ateşini hatırlatması için bir hatırlatıcı kıldık. Şöyle ki insanlar onu görsün, ona baksın ve tehdit edildikleri şeyi düşünsünler diye musibet sebeplerini ona bağladık ve ihtiyacı genelleştirdik. “... çölden gelip geçenlere bir fayda kıldık.” çölde yolcu olup konaklayanlara ya da karınlarında ve azık çantalarında yiyecek olmayan kişilere bir menfaat kıldık demektir. Bu, sakini olmadığında söylenen “ev boş oldu” sözü gibidir. İnsanın yaratılışını zikrederek başladı. “Söyleyin öyleyse dökmekte olduğunuz meni nedir?” buyurdu. Çünkü ondaki nimet bütün nimetlerden önce gelmekledir. Sonra kendisi ile yaşayabileceği şeyi zikretti. O da tohumdur. “Şimdi Bana, ektiğinizi haber verin.” buyurdu. Sonra tohumun kendisiyle yoğrulduğu ve onun üzerine ekilen şeyi zikretti. O da sudur. Daha sonra onun kendisi ile ekmek haline getirildiğini zikretti. O da ateştir. Yemeğin oluşumu bu üç şeyin tamamı ile olmaktadır. Beden canlı olduğu müddetçe kişi bunlardan müstağni kalanaz. 74Öyleyse büyük Rabbinin ismini tesbih et! “Ey kendisine yol gösterilmesini isteyen, kulak veren kişi! Rabbini ona layık olmayan şeylerden tenzih et” demektir. Ya da isim kelimesi ile zikri kastetmiştir. Yani Rabb'ini zikri ile tesbih et demektir. (.......) büyük muzaf ya da muzâfun ileyhin sıfatıdır. “Rabbinin büyük ismini” ya da “Büyük Rabbinin ismini tesbih et” şeklindedir. Denildi ki: (.......) de demektir. Merfû' olarak şöyle nakledilir: Bu âyet indiğinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunu rükûlarınızdayapın.” 45 buyurmuştur. 75Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki. (.......) yemin ederim ki demektir. (.......) tekid için ziyade kılınmıştır. “Ehli kitaplar bilsin diye...” Hadid, 29. âyeti onun bir benzeridir. (.......) şeklinde de okunmuştur. Manası: “Yemin ederim ki.” şeklindedir. (.......) başlarıgıç (.......) dır. Mübteda ve haber'den oluşan (.......) cümlesi üzerine gelmiş, sonra da mübteda hazf edilmiştir. (.......) ın yemin (.......) ı olması da mümkün değildir. Çünkü onun hakkı tekid edici (.......) un onunla birlikte gelmesidir. “Yıldızların yerlerine... “düştükleri ve battıkları yerlere. Kırâat imâmlarından Hamza ve Ali'ye göre (.......) mastar olduğu için yerlerine şeklinde çoğul manasına da gelir. Befki gecenin sonunda yıldızlar batıya doğru battığında Allahu Teâiâ'ya âit büyük özel işler ya da meleklere âit nitelikli ibâdetler bulunmaktadır. Ya da bu teheccüd Erbâbının kalkma vakti rahmetin iniş vakti ve onlardan râzı olunan vakit içindir. Bu sebeple onun yerlerine yemin etti. Ve bunu: “Bilirseniz gerçekten bu büyük bir yemindir.” sözüyle yüceltti. 76Bilirseniz gerçekten bu büyük bir yemindir. Bu tırnak cümlesi içinde tırnak cümlesidir. Çünkü bunu yeminle yemin edilen arasına soktu. O yemin de: “Şüphesiz ki bu değerli Kur'ân'dır.” sözüdür. 77-78Şüphesiz ki bu korunmuş bir kitap da bulunan değerli bir Kur'ân’dır. (.......); râzı olunan, güzel demektir. Ya da çok faydalı, menfaati çok ya da'Allah (celle celâlühü) katında değerli demektir. “Bilirseniz...” cümlesi ile sıfat ile mevsûfü arasına girdi. “Korunmuş bir kitapta...” yani batılın ona karışmasından ya da “mukarreb melekler dışındaki kişilerden korunmuş levhi mahfuzda” demektir. Mukarreb meleklerden başkası ona muttali olamaz. 79Ona ancak temizlenenler dokunabilir. Ona ancak bütün pisliklerden, günah ve diğer pisliklerden temizlenenler dokunabilir. Eğer bu cümleyi (.......) e sıfat yaparsan “ona” zamîri levhi mahfuza râci olur. Eğer (.......) kelimesine sıfat yaparsan mana “ona insanlardan taharet üzere olanlar dışında hiç kimse dokunamaz” , şeklinde olur. Kast olunan onda yazılarıa dokunmaktır. Cumhûr ulemânın görüşüne göre, bu ayetten kasıt, elimizde bulunan Kur'ân-ı Kerîm'dir ve buna abdestsiz dokunmak haramdır. (Yayıncının Notu) 80O âlemlerin Rabbinden indirilmiş bir kitaptır. (.......) kelimesinin dördüncü sıfatıdır. İndirilmiş demektir. Ya da o mastar manası üzere sıfattır. Çünkü o Allah'ın (celle celâlühü) kitapları arasında parça parça indirilen tek kitaptır. Dolayısı ile o sanki haddi zatında parça parça indiriştir. Bu sebeple o onunu isimleri arasında kullanılmıştır. “Tenzilde şöyle buyrulmuştur. Tenzilde bunu buyurmuştur. “şeklinde söylenmiştir. Ya da müptedanın harfi üzere “o tenzildir” şeklindedir. 81Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz? “sözü...” yani Kur'ân'ı. Bazı işleri hafife alan kimseler gibi onu hafife ahp küçümsüyor musunuz? “Sözü” yani Kur'ân'ı. Bazı işleri hafife alan kimseler gibi onu hafife ahp küçümsüyor musunuz? Yani küçümsediği için ona karşı gevşek davranır ve onda ısrarcı olur demektir. 82-83Allah'ın verdiği rızka karşı şükrü onu yalanlamakla mı yapıyorsunuz? Hele can boğaza dayandığı zaman. Yani rızkın şükrünü yalanlamakla mı yapıyorsunuz? “Şükür yerine yalanlamayı mı koydunuz?” demektir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh): “Kıratındaki -ki Resullulah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kıratıdır- (.......) şeklindedir” Yani “Kur'ân nimetine karşı şükrünüzü onu yalanlamakla mı yapıyorsunuz?” demektir. Denildi ki: “Bu âyet yağmurun yağmasını şu veya bu yıldızın doğmasına ve batmasına bağlamaları hususunda inmiştir. Rızık yağmurdur. Yani Allah'ın size verdiği yağmurun şükrünü onu yıldızlara nisbet etmek suretiyle onun Allah'tan (celle celâlühü) olduğunu yalanlamakla mı yapıyorsunuz?” demektir. “Hele can boğaza dayandığı zaman.” Ölüm anında nefis yani can boğaza dayandığında demektir. Halkûm (boğaz) yiyecek ve içeceğin geçtiği yerdir. 84O vakit siz bakar durursunuz. Buradaki hitap o anda ölünün yanında hazır bulunanlar içindir. 85(O anda) biz ona sizden daha yakınız ama göremezsiniz. Ona, can çekişen kişiye daha yakınız. Ancak siz göremezsiniz, anlamaz ve bilmezsiniz. 86Mademki cezâ görmeyeceksiniz. Cezâ görmeyecekmişsiniz, hüküm altına alınmayacakmışsmız. Bu, sultan, vatandaşları hâkimiyet altına aldığında, onları kendisine itâat ettirdiğinde kullanılan (.......) sözündeki gibidir. 87Onu geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz. Eğer hâkimiyet altında olmadığınız ve zelil kılanlar olmadığınız hususunda doğru söyleyen kişiler iseniz boğaza dayandıktan sonra nefesinizi -ki o candır- bedene geri çevirsenize. Her iki Âyetteki (.......) da fiili gerektiren teşvik içindir. O da, “onu döndürsenize” sözüdür. Onu bir defa zikretmekle yetindi. Âyetin tertibi şöyledir: “Eğer görmeyecekseniz can boğaza dayandığında onu geri çevirsenize.” ikinci (.......) ise tekid için tekrar edilmiştir. “Ve Biz, ona kudretimiz ve ilmimizle ya da ölüm melekleri ile sizden daha yakınız ey ölü sahipleri.” demektir. Mana: “Siz her hususta Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini inkâr içindesiniz. Size, sizi âciz bırakan bir kitap indirildiğinde'bu bir sihirdir, uydurmadır'dediniz. Size doğru sözlü peygamber geldiğinde,'bu bir sihirbazdır, yalancıdır'dediniz. Size, sizi kendisi ile yaşatmak için yağmur indirdiğinde ihmal ve tembelliğe götüren görüşe göre,'faları yıldız gerçeği ortaya çıkardı'dediniz. Eğer bir kabzedici yoksa ve siz her şeyin kendi kendine var olduğu hususunda ve dirilteni öldüreni ilk defa yaratanı inkâr hususunda doğru kişiler iseniz size ne oluyor ki can boğaza dayandıktan sonra canı bedene geri döndürmüyorsunuz!” 88Fakat ölen kişiye gelince eğer o rahmete yaklaştırılanlardan ise. Eğer ölen kişi, surenin evveünde zikredilen üç sınıftan olan sabîkundan ise. 89Ona rahatlık, güze! rızık ve naim cenneti vardır. Onun için istirahat, rızık ve naim cennetleri vardır. 90-91Eğer o sağcı adamlardan ise, işte onlardan sana gönderilmiş bir netice, salâtu selâm vardır. Yani ey sağcı, amelinin sağından alan kişi! Kardeşlerin sağcılardan sana selâm. Yani onlar sana selâm veriyorlar. “Onların sözleri ancak selâmdır” Vakıa, 26. âyetinde olduğu gibi. 92Ama yalanlayıcı sapıklardan ise, Onlar üç sınıfın üçüncüsüdür. Ve onlar, bu surede geçen ve kendilerine “sonra siz ey sapık yalanlayıcılar” Vakıa, 15. denilenlerdir. 93-94İşte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Ve onun sonu cehenneme atılmaktır. Yani cehenneme sokulmaktır. Bu âyetlerde küfrün tek bir ırüllet olduğuna, büyük günah sahiplerinin ashâbı yeminden (amel defterim soldan alanlardan) olduğuna işaret vardır. Çünkü onlar yalanîamamaktadırlar. 95Şüphesiz bu kesin bir gerçektir. Bu surede indirilen yakinen sabittir, gerçektir. 96Öyleyse Rabbini o büyük ismiyle tesbih et. Rivâyet edildiğine göre Osman b. Affan (radıyallahü anh) ölüm hastaliğinda İbni Mes'ud (radıyallahü anh)’in yanma geldi. O'na (radıyallahü anh): - Şikâyetin nedir? diye sordu. - Günahlarını, dedi. Bunun üzerine Hazret-i Osman (radıyallahü anh): -Arzun nedir? diye sordu. İbni Mes'ud (radıyallahü anh): - Rabbimin rahmeti, dedi. Hazret-i Osman (radıyallahü anh): - Doktor çağırmayayım mı? diye sordu. - Beni doktor (Allah (celle celâlühü)) hastalarıdırdı, diye cevap verdi. Osman (radıyallahü anh): - Sana bir şey bağışlayalım, dedi. İbni Mes'ud (radıyallahü anh): - Ona ihtiyacım yok, dedi. -Kızlarına verelim, dedi. O (radıyallahü anh): - Onların da ona ihtiyacı yok. Çünkü ben onlara Vakıa Sûresi'ni okumalarını emrettim. Nitekim ben Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: “Kim her gece Vakıa Sûresi'ni okursa ona ebediyen fakirlik isabet etmez. İbnü'-Daris, Fezâilü'l-Kur'ân, 226; Metalibü'l-Âliyye, 3/383. Bu üç surede (Kamer, Rahmân, Vakıa Sureleri) (.......) kelimesi zikredilmemiştir. |
﴾ 0 ﴿