HADÎD SÛRESİ1Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmektedir. O Azîz ve Hakîm'dir. Bazı surelerin başmda “tesbih etti” şeklinde geçmiş zaman lafzıyla bazı surelerin başında geniş zaman lafzıyla gelmiştir. İsrâ' Sûresi'nde mastar lafzıyla, A'la Suresİ'nde de emir lafzıyla gelmiştir. Bu kelimeyi bütün yönleri ile idrak etmek için böyle gelmiştir. Onlar da dörttür; mastar, mazi, muzari ve emir. Bu fiil bazen (.......) ile müteaddi kılınır bazen de kendi başına müteaddi kılınır. Nitekim: “Ve onu teşbih ederseniz.” Feth, 9. âyetinde de böyledir. Aslı kendi başına müteaddi olmasıdır. Çünkü “O'nu (celle celâlühü) kötülüklerden tenzih ve takdis ederim.” şeklindedir. Gittiğinde ve uzaklaştığında kullanılan (.......) fiilindendir. (.......) ise ya (.......) daki gibi (.......) gibidir. Ya da (.......) ile sadece Allah (celle celâlühü) için, Allah (celle celâlühü) rızası için tesbih ettiği kast olunmaktadır. “Göklerde ve yerde bulunan her şey...” teşbihi kasteden ve kendisinden teşbih sabit olan her şey “Azîz'dir.” O'nu (celle celâlühü) inatla tesbih etmeyen mükelleften intikam alarıdır. “Hakîm” Allah Teâlâ'nın emrine uyarak O'nu (celle celâlühü) teşbih edeni mükafatlarıdırma hususunda hikmet sâhibidir. 2Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O diriltir, O öldürür. O her şeye gücü yetendir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur, başkasının değil. “diriltir” kelimesi mahallen merfûdur. Yani O (celle celâlühü), ölüleri diriltir demektir. Öldürür...” dirileri de öldürür. Ya da (.......) mahallen mensûbtur. Yani göklerin ve yerin mülkü diriltici ve öldürücü olduğu hâlde ona âittir demektir. 3O ilktir, sondur. Zahirdir, batındır O,her şeyi bilendir. O,” O ilktir” , kadimdir. Her şeyden önce O vardı. “... sondur... “O, her şeyin yok oluşundan sonra bâkî kalandır. “Zahirdir...” kendisine delalet eden delillerle zahirdir. “... batındır...” görülmüş olsa da duyu organlarıyla algılanamayan olduğu için batındır. Birinci (.......) ın manası ilklik ve sonlukla ilgili iki sıfatın arasını birbirine bağlamaktadır. Üçüncü (.......) zuhur ve gizliliğin arasını birbirine bağlamaktadır. Ortadaki (.......) ise ilk iki sıfat ile son iki sıfatı birbirine bağlamaktadır. Zira, Allah (celle celâlühü) geçmiş ve gelecek bütün zamanlarda varlığı devam edendir. Bütün zamanlarda zahir ve batındır. Denildi ki: “Zahir her şeyin üzerine çıkan, galebe çaldığında kullanılan (.......) dendir. Batın ise her şeyin iç yüzünü bilen demektir.” 4O gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üstüne istiva edendir. Yere giren ve ondan çıkanı gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsamz O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür. Hasen'dan şöyle nakledilmiştir: '“Altı günde'sözü dünya günlerine göre altı günde demektir. Eğer onları bir göz açıp kapama anında yaratmayı isteseydi yapardı. Ancak yörünge bunlara göre olsun diye altıyı asıl kıldı.” “... istiva edendir...” İstila edendir. Tohum, damla, hazine ödü ve sair yere girenleri, ot ve sair ondan çıkan ları, melek ve yağmur gibi ondan inenleri, ameller ve dualar gibi göğe çıkanları, bilir. Her nerede olsanız O (celle celâlühü), genelde ilim ve kudretle; özelde de ihsan ve rahmetle sizinle birliktedir. Allah (celle celâlühü) yaptıklarınızı görmektedir. Dolayısı ile de size yaptıklarınıza göre karşılık verecektir. 5-6Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Bütün işler ancak O'na döndürülür. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar. O kalplerde olanı bilendir. Geceden azaltmak ve gündüze katınak suretiyle geceyi gündüze katar. 7Allah ve Resûlüne îman edin. Sizi kendisine halîfe kılıp sarf yetkisi verdiği şeylerden harcayın. Sizden îman edip de Allah rızası için harcayan kimselere büyük mükâfat vardır. “... harcayın...” kavlinin zekâta ve Allah (celle celâlühü) yolunda harcamaya ihtimali vardır. Şunu kastediyor sizin ellerinizde ki mallar, yaratması ve oluşturması sebebi ile Allah'ın (celle celâlühü) mallarıdır. Onlardan faydalanmanız için onları size verdi ve sizi onlardan tasarruf etmeye yetkili halîfeler kıldı. Ama gerçekte onlar sizin mallarınız değildir. Siz onlar üzerinde ancak vekil konumundasmız. Artık Allahu Teâlâ'nın hakları çerçevesinde onlardan harcayın ve izin verildiğinde başkasının malından harcamak kişiye kolay geldiği gibi ondan harcamak size kolay gelsin. Ya da o ellerinde bulunanlar hususunda sizi kendinizden öncekilere varis kılmak suretiyle onlara halîfe kılmıştır ve onu sizden sonrakilere nakledecektir. Artık onların (sizden sonrakilerin) durumunu da göz önüne alın da cimrilik etmeyin. Sizden Allah'a (celle celâlühü) ve Resûlü'ne îman edip de infak eden kişilere büyük mükâfat vardır. 8Peygamber sizi Rabbinize îman etmeye çağırdığı hâlde niçin Allah'a inanmıyorsunuz? Hâlbuki o sizden kesin söz almıştı. Eğer inanacaksanız, hemen inanın. “Allah'a inanmıyorsunuz” sözü (.......) deki fiil manasından hâldir.'Ayakta olduğun hâlde ne yapıyorsun?'manasına (.......) dediğin gibi. Yani Allah'ı (celle celâlühü) inkâr ederek ne yapıyorsunuz? demektir. (.......) deki (.......) hâl (.......) ıdır. Dolayısıyla bu iki hâl iç içe geçmiş iki hâldir. Mana: “Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sizi Rabbinize (celle celâlühü) îman etmeye çağırdığı hâlde imâm terk etme hususundaki özrünüz nedir?” şeklindedir. Hâlbuki bundan önce Allah (celle celâlühü): “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” A'raf, 172. sözüyle ya da size akıllar ve delil üzerinde düşünme kabiliyeti vermek suretiyle sizden söz almıştı. Aklî delillerden ve peygamberin uyansından sonra artık niçin îman etmiyorsunuz? Eğer herhangi bir delilden dolayı inanacaksınız işte delil bundan fazlası da olmaz. 9Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O dur. Şüphesiz Allah size karşı çok şefkatli çok merhametlidir. “... kuluna...” Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e apaçık ayetlerle Kur'ân'ı kastediyor. “Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için...” Allahü teâlâ ya da davetiyle Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), sizi küfür karanlıklarından, îman ışığına çıkarmak için. Hicaz ve Şam kırâat ekolleri ile Hafsa'ya göre (.......) şeklinde med ve hemzelidir. (.......) aşırı merhamet demektir. 10Ne oluyor size ki Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden fetihten önce harcayan ve savaşanlar daha sonra infak edip savaşanlarla bir değildir. Onların derecesi sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vaat etmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır. Allah (celle celâlühü) yolunda infak etmemede derdiniz nedir? Göklerin ve yerin mirası Allah'a (celle celâlühü) âittir. O ikisindeki her şeyi O (celle celâlühü) miras alır. Maldan ve gayrından hiçbir şey kimseye bâkî kalmaz. Şunu kastediyor: “Allah (celle celâlühü) sizin helâk ediciniz ve mallarınızın varisi olduğu hâlde Allah (celle celâlühü) yolunda harcamayı ve O'nun (celle celâlühü) Resûlü'yle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte cihat etmeyi terk etmenizdeki maksadınız nedir? Bu Allah (celle celâlühü) yolunda infaka sevk eden en edebi cümlelerdendir.” Bundan sonra onlardan infak edenler arasındaki farkı açıkladı. Şöyle buyurdu. “Elbette içinizden fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra infak edip savaşanlarla bir değildir. Onların derecesi sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür.” “...fetihten önce...” yani Mekke'nin fethinden önce İslam'ın yücelmesinden, halkın kuvvetlenmesinden ve insanların Allah (celle celâlühü) dinine grup grup girmelerinden önce. “ Fetihten sonra infak edenler ve savaşanlar...” sözü hazfedildi. Çünkü onların derecesi sonradan infak edip savaşanlardan daha büyüktür sözü buna delalet etmektedir. O fetihten infak edenlerin -ki onlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendileri hakkında; “Sizden biri Uhûd Dağı kadar altın infak etse, (sevap yönünden) onlardan birinin infak ettiği bir mûd (yaklaşık 18 litrelik ölçek) buğdaya ya da arpaya, ne de yarısına ulaşabilir.” Buhârî, 3673; Müslim, 2540. buyurduğu muhacirin ve ensardan oluşan hayırda yanşıp öne geçen ilklerdir- derecesi sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah her iki gruba da en güzel sevabı vaat etmiştir. O da derecelerin farklıliği ile birlikte cennettedir. (.......) kavli (.......) nin ilk mefulüdür. (.......) da ikinci mefulüdür. Şam kırâatma göre (.......) şeklindedir. Yani “Onlardan her birine Allah (celle celâlühü) en güzeli, cenneti vaat etmiştir.” demektir. Bu âyet Ebû Bekir (radıyallahü anh) hakkında nâzil olmuştur. Çünkü o ilk Müslüman olanlardan ve Allah (celle celâlühü) yolunda ilk infak eden kişidir. Bunda onun faziletine ve öne geçişine delil vardır. Allah (celle celâlühü) yaptıklarınızdan haberdardır. Dolayısıyla da sizi amelleriniz miktarına göre mükâfatlarıdıracak, cezâlarıdıracaktır. 11Kim Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa Allah da ona onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca ona çok değerli bir mükâfatı vardır. “Kim Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa...” kim Allah'a (celle celâlühü) seve seve ödünç verecek olursa, kast olunan onun yolunda infaktır. Karşılığın gerekliliğine delalet etsin diye borç lâfzı istiâre olarak kullanılmıştır. “onun karşılığını kat kat verir.” Yani infakına karşı ecrini fazlından kat be kat verir. “Onun için değerli bir mükâfat vardır.” yani kat kat verilen bu ecir haddi zatında değerlidir. Mekke kırâat imâmlarına göre (.......) şeklinde, Şam kırâat imâmlarına göre (.......) şeklinde, Âsım ve Sehl'e göre (.......) şeklinde diğerlerine göre de (.......) şeklindedir. Nasb hâli sorunun cevap olmasına göredir. Ref hah (.......) O onu kat be kat arttırır'şeklinde olmasına göre ya da (.......) üzerine atıf olmasına göredir. 12Mü'min erkekler ve mü'min kadınları önlerinden ve sağlarından nurları koşarken gördüğün günde onlara: “Bugün müjdeniz zemininden ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacağınız cennetlerdir” denilir. İşte büyük kurtuluş budur. (.......) cümlesi (.......) cümlesinin zarfıdır. Ya da bugüne tazim için gizli bir (.......) hatırla'kelimesi ile mensûbtur. “... önlerinden ve sağlarından nurları koşarken...” tevhid ve taat nuru önlerinden ve sağlarından geçer demektir. Çünkü bedbahtlar, cehennemlikler defterlerini sollarından ve sırtlarının arkalanndan aldıkları gibi saidler, cennetlikler de amel defterlerini bu iki yönden alırlar. Bu iki yöndeki nur onların şian ve alâmeti kılınır. Çünkü onlar iyilikleri ile hoşbaht oldular ve beyaz amel defterleri ile kurtuluşa erdiler. Cennete götürüldüklerinde ve sırat köprüsüne uğradıklarında koşarlar. Bu nur da onların koşması ile koşar ve melekler onlara: “Bugün sizin müjdeniz zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacağınız cennetlerdir.” derler Yani cennetlere giriştir derler. Çünkü müjde fiillerle olur, bedenler ve mallar gibi zati şeylerle değil. 13Münâfık erkeklerle, münâfık kadıların, mü'minlere: “Bizi bekleyin nurunuzdan bir parça ışık alalım.” diyeceği günde kendilerine: “Arkanıza dönün de bir ışık arayın.” denir. Nihayet onların arasına içinde rahmet, dışında da azap olan kapalı bir sur çekilir. “diyeceği günde” “gördüğün günden” bedeldir. (.......) bizi bekleyin demektir. Çünkü onlar süratle şimşek gibi cennete götürülürler. Hamza'ya göre (.......) kavli (.......) dendir. O da acele etmeyip mühlet vermek demektir. Onların kendileri diğerlerine yetişinceye kadar yürüyüşü yavaşlatmalarını onlara mühlet vermek olarak nitelendirdi. “... nurunuzdan bir parça alalım.” ondan nasiplenelim. Bu da onların (münâfıkların) onlara (mü'minlere) yetişmeleri ve bununla ışıklanmalarıdır. Onları savmak ve onları alaya almak için onlara: “Arkanızı dönün de bir ışık arayın.” denir. Yani melekler ya da mü'minler, onlara bu nurun bize verildiği yere dönün ve orada arayın, zira bu oradan alınır. Ya da, “Dünyaya dönün ki sebebini —ki o imandır- kazanmakla nuru arayın.” derler. Sonunda mü'minler ve münâfıklar arasına cennet ve cehennem tarafını birbirinden ayıran bir duvar çekilir. Denildi ki: “O A'râftır. Bu sûrun (duvarın) cennetliklerin oradan girdiği bir kapısı vardır. Surun ya da kapının içinde -ki orası cennet tarafıdır- rahmet yani nur ya da cennet vardır. Cehennemliklere görünen dış yüzünde de kendi cihetinden karanlık ya da cehennem vardır.” 14Münâfıklar onlara: “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. Mü'minler de derler ki: “Evet ama siz kendi canınızı yaktınız. Gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan şeytan Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı.” Yani münâfıklar mü'minlere seslenirler. Zahirdeki arkadaşlıklarını kastederek “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Mü'minler de, “Evet ama siz -münâfıklık yapmak suretiyle- nefislerinizi zarara soktunuz, -helâk ettiniz. Mü'minlerin başına musibetler gelmesini- gözlediniz. -Allah'ın birliği hususunda- şüphe ettiniz. -Uzun emeller ve uzun yaşama arzusu- sizi aldattı. -Allah'ın emri yani ölüm gelinceye kadar böyle aldandınız.- O çok aldatıcı şeytan -sizi'Allah bağışlayıcıdır, kerem sâhibidir, size azap etmez'diyerek- aldattı.” 15Bugün artık ne sizden, ne de inkâr edenlerden fidye kabul edilir. Varacağınız yer ateştir. Size yaraşan odur. Ne kötü bir dönüş yeridir. Şam kırâatına göre (.......) ile (.......) şeklindedir. “... sizden...” ey münâfıklar. “Fidye” kendisi ile serbest bırakıları şeydir. “Varacağınız yer...” dönüp geleceğiniz yer, size yaraşan odur, size layık olan odur. (.......) kelimesinin hakikati (.......) dür. Yani hakkında o size layık denilen mekânınızdır. (.......) denildiği gibi. Yani “o gerçekten güzeldir.” diyen kişinin sarf edeceği yer demektir. Ne kötü bir dönüş yeridir, ne kötü bir ateştir. 16Îman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerlerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir. (.......) bir şeyin vakti geldiğinde kullanılan (.......) fiilindendir. Denildi ki: “Onlar, Mekke'de sıkıntı içinde idiler. Hicret ettiklerinde rızka ve nimete nail olunca eski hallerine nazaran uyuşukluk gösterenler oldu. Bunun üzerine bir âyet indi.” İbni Mes'ud (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Müslüman oluşumuz ile bu ayetle kınanmamız arasında ancak dört sene vardır.” İbni Ebû Bekir (radıyallahü anh) den şöyle nakledilmiştir: “Bu âyet Ebû Bekir (radıyallahü anh)’in yanında okunmuştu. Yanında Yemame halkından bir topluluk vardı. Hıçkıra hıçkıra ağladılar. Ebû Bekir (radıyallahü anh) onlara baktı ve şöyle dedi: - Biz de böyleydik sonunda kalpler katılaştı.” Nafî ve Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. (.......) manasınadır. “Allah'ın zikri ve ondan inen gerçek...” sözüyle kast olunan Kur'ân'dır. Çünkü o hatırlatmayı ve öğüdü içermektedir. Ve o gökten inen gerçektir. (.......) şeklinde (.......) ile okuyuş (.......) üzerine atıftır. Verş'e göre, iltifat üzere (.......) iledir. İnanmalarından sonra onları kalplerinin katılaşması hususunda ehli kitaba benzemekten nehiy için olması da mümkündür. Bu da İsrâ'il oğulları ile şehvetleri arasına hak giriyordu. Tevrât'ı ve İncîl'i işittiklerinde Allah'a (celle celâlühü) karşı huşu duyuyorlar, kalpleri yumuşuyordu. Zaman uzaymca kabalık ve katılık onlara hâkim oldu. İhtilafa düştüler ve yaptıkları tahrifatı ve diğer şeyleri yaptılar. “... üzerlerinden uzun zaman... -yani ecel ya da zaman- geçti de -şehvetlere tabi olmak suretiyle- kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış -fâsık- kimselerdir.” dinlerinden çıkmış, iki kitapta olanları terk etmiş kimselerdir. Yani “Onlardan çok azı îman etmiş kimselerdir.” demektir. 17Bilin ki Allah ölümünden sonra yeryüzünü canlandırıyor. Aklınız ersin diye âyetleri size açıkladık. Denildi ki bu zikrin kalplere tesir ettiği ve onların yağmurun yeryüzünü dirilttiği (yeşerttiği) gibi diriliğine dair temsildir. 18Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kâdirılara ve Allah'a güzel ödünç verenlere verdikleri kat kat arttırılır ve onlara şerefli bir mükâfat vardır. Mekkelilere ve Ebû Amr'a göre (.......) da sadece (.......) şeddelidir. (.......) fiilinden ismi faildir. Onlar da Allah (celle celâlühü) ve Resûlü'nü (sallallahü aleyhi ve sellem) tasdik edenlerdir. Yani mü'minlerdir. Diğerlerine göre ise (.......) ve (.......) ın her ikisi de şeddelidir. (.......) fiilinden ismi faildir. (.......) a idğam edilmiştir. (.......), şeklinde aslı üzere de okunmuştur. (.......) cümlesi (.......) deki fiil manası üzerine atfedilmiştir. Çünkü (.......) manasınadır. İsmi fâil de fiil manasınadır. O da'sadaka verdiler'demektir. Sanki sadaka verenler, borç verenler denilmiştir. Karz-ı hasen (güzel bir ödünç) iyi bir malı sadaka olabilecek kişiye doğru bir niyetle seve seve vermektir. Mekke ve Şam kırâat imâmlarına göre (.......) şeklindedir. Onlar için şerefli bir mükâfat yani cennet vardır. 19Allah'a ve Peygamberine îman edenler, evet işte onlar Rabbleri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar da cehennemin adamlarıdır. Allah'a (celle celâlühü) ve Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) îman edenlerin Allah (celle celâlühü) katında Allah'ı (celle celâlühü) ve Resûlü'nü (sallallahü aleyhi ve sellem) tasdike koşan ve Allah (celle celâlühü) yolunda şehid olan sıddıkların ve şehitler derecesinde olduğunu kastediyor. Onlar için şehitlerin ve sıddıkların ecri ve nuru gibi ecir ve nur vardır. (.......) kelimesinin mübteda (.......) cümlesinin de onun haberi olması mümkündür. 20Bilin ki Dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme ve daha çok mal ve evlat sâhibi olma isteğinden ibârettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçıların de hoşuna giden bir bitki önce yeşerir sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün. Sonra da çerçöp olur. Ahrette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir seçilmeden başka bir şey değildir. Bilin ki Dünya hayatı ancak çocukların oyunu gibi bir oyun, gençlerin eğlencesi gibi bir eğlence, kâdirıların süsü gibi bir süs, akranların birbirlerine karşı övünmesi gibi bir övünme ve mal ve akar sâhibinin mal ve evlat sâhibi olmakla övünme isteğinden ibârettir. Yani tekasür mal ve evladın çok olduğu iddiasında bulunmaktır. “... onun sapsarı olduğunu görürsün.” yeşilliğinden sonra da çerçöp olur ufalanır çerçöp olur. Dünyanın hâlini ve faydasının azliğiyla hızlı bir şekilde yok oluşunu yağmurun bitirdiği ota benzetti. O ot ayağa dikildi ve kuvvetlendi de Allah'ın (celle celâlühü) yağmur yağdırmak ve ot bitirmek suretiyle kendilerini rızıklarıdırdığı nimetini inkâr eden kâfirler buna sevindiler. Bahçe sahiplerine ve iki bahçe (ortasından nehir geçen sağlı sollu iki bahçe) sahiplerine yapıldığı gibi inkârlarından dolayı cezâ olsun diye Allah (celle celâlühü) onlara musibet gönderdi de otlar kurudu, sarardı, çerçöp haline geldi. Bahçe sahipleri “Kalem Sûresi” nde zikredilmektedir. Hasat zamanı fakirleri çağıran ve hasat edilen üründen sonra onlara da pay veren biri vardı. O öldükten sonra oğulları cimrilik etmişler ve fakirleri çağırmamışîardı. Sabah erkenden gizlice tarlaya gitmişler, ancak tarlaya musibet yağdırıldığım görmüşler, pişman olmuşlardı. İki bahçe sâhibi de Kehf Sûresi'nde zikredilmektedir. Allah'ın (celle celâlühü) nimetim görüp şükretmeyen biri idi. Komşusuna karşı böbürleniyordu. Hatta eğer tekrar dirilme vuku bulursa Allah'ın (celle celâlühü) diğer komşusundan kendisine daha fazla vereceğini iddia ediyordu. Onun da bahçelerine musibet gönderildi. Denildi ki: “Burada ki'kâfirler'sözünden maksat çiftCinlerdir. ('Kâfir'kelimesi'örtmek'manasınadır.) Çünkü onlar ekini yer altına gömerler, üzerlerini örterler.” Kâfirler için ahrette şiddetli bir azap vardır. Mü'minler için de Allah'ın mağfireti ve nzası vardır. Şunu kastediyor: “Dünya içindekiler ancak hakir görülecek islerden ibârettir. Onlar da oyun, eğlence, süs, övünme, çokluk iddiasıdır. Âhiret hayatı ise ancak büyük işlerden ibârettir. Onlar da şiddetli azap ve hamde layık Allah'tan (celle celâlühü) bağışlanma ve malıktır.” (.......) deki (.......) haberden sonra haber olmak üzere mahallen merfûdur. Yani Dünya hayatı yağmur gibidir demektir. Dünya Hayatı ona meyledenler ve ona güvenenler için aldatıcı bir geçinmeden ibârettir. Zünnun şöyle demiştir. “Ey müritler topluluğu! Dünyayı istemeyin. Eğer onu isterseniz o zaman çok sevmeyin. Çünkü âhiret azığı ondadır. İstirahat ise başka yerdedir.” 21Rabbinizden bir mağfirete Allah'a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu Allah'ın lütfü dur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sâhibidir. Dünyayı tahkir edip işini küçük gösterdikten ve ahret işini de büyük gösterdikten sonra kullarını bu ayetle, ondan vaat edilene nail olmaları için gayret göstermeye teşvik etmektedir. O vaad edilenler de şiddetli azaptan kurtaran mağfiret ve cennete girmek suretiyle gerçekleşen başarıdır. “... koşuşun...” sâlih amellere koşuşun demektir. Denildi ki: “Koşu meydanlarında yarışan yarışçılar gibi yarışın demektir.” “.... genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun.” Suddi şöyle demiştir: Yedi kat göğün ve yedi kat yerin eni kadar, uzunluk değil de genişlik zikredilir. Çünkü uzunluk ve genişliğe sahip olan her şeyin genişliği uzunluğundan daha azdır. Dolayısıyla da genişliği bu kadar büyük olunca uzunluğunun da ondan daha büyük olduğu bilinir. Ya da arz kelimesi ile uzunluk ye eni içine alan genişlik kast edilmiştir. Bu, “cennet dördüncü semada” diyen kişinin sözünü çürütmektedir. Çünkü göklerin birinde olan bir şey göklerin ve yerin genişliğinde olamaz. Bu âyet, aynı zamanda, allah (celle celâlühü) ve peygamberlerine inanlar için hazırlanmış bu cennetin yaratılmış olduğuna delildir. İşte vaat edilen bu cennet ve mağfiret allah'ın (celle celâlühü) lütfudur ki onu dilediğine verir. Onlar da mü'minlerdir. Bunda allah'ın (celle celâlühü) lütfü olmadan hiç kimsenin cennete giremeyeceğine delil vardır. Daha sonra her vukuu buları şeyin allah'ın (celle celâlühü) kazası ve kaderi ile meydana geldiğini şu ayetle açıklamıştır: 22Yeryüzünde vukuu buları ve sizin başırııza gelen herhangi bir musibet yoktur ki o yaratılmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz ki bu Allah'a göre kolaydır. Ekin ve meyvelere gelen afetler ve kuraklık gibi yeryüzünde vukuu buları hastalıklar, ağrılar, çocukların ölümü gibi sizin başırııza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz daha o musibetleri yaratmadan önce o levhi mahfuz'da yazılmış olmasın. (.......) sözü mahallen mecrûrdur. Yani “yeryüzünde sabit olan hiçbir musibet yoktur ki...” demektir. (.......) mahallen mensûbtur, hâldir. Yani “ancak, Levh-i Mahfûz'da yazılı olduğu hâlde isabet eder.” demektir. Şüphesiz bunun takdiri, kitaba yazılıp korunması, kullara zor gelse de allah'a (celle celâlühü) kolaydır. Daha sonra şu sözüyle bunun sebebini ve bundaki hikmeti açıkladı. 23Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız. Çünkü Allah kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Böylece elinizden çıkan dünya ve konforuna yahut afiyet ve sıhhate sizi azgınlığa sevk eden bir hüzünle mahzun olmayasımz. Ve size verdiği şeylerle kibirli şımarık kimselerin şımarması gibi şımarmayasınız. (.......) kavli (.......) dandır. Ebû amr'a göre (.......) kelimesindendir. (.......) şeklindedir. Yani size geldi demektir. Şunu kast ediyor: Her şeyin takdir edildiğini ve Allah (celle celâlühü) katında yazılı olduğunu bildiğinizde elinize geçiremediğiniz şeylere karşı üzüntünüz ve elinize geçirdiğiniz şeylere karşı da sevinciniz azalır. Çünkü elinde olanın kesin elinden çıkacağım bilen kişi o elinden çıktığında üzüntüsü büyük olmaz. Çünkü o nefsini buna hazırlamıştır. Aynı şekilde kim de kendisine bir hayrın ulaşacağını ve hiçbir durumda kendisini ıskalanayacağım bulursa ona nail olduğunda sevincini abartmaz. Kendisine isabet eden hayırdan dolayı herkes sevinir, kendisine isabet eden zarardan da herkes üzülür. Ancak sevinç şükür haline gelmeli, hüzün de sabır haline. Üzüntüden kötülenen şey sabra ters düşen umutsuzluktur. Sevinçten kötülenen de azdıran ve şükürden alıkoyan şımarıklıktır. “Allah kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” Çünkü dünyadan sahip olduğu bir paya, lezzete sevinen ve bunu nefsinde büyüten kişi kendini beğenir, bununla iftihar eder ve insanlara karşı büyüklük taslar. 24Onlar cimrilik edip, insanlara da cimriliği emrederler. Kim yüz çevirirse şüphesiz ki Allah zengindir, hamda layıktır. (.......) hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. Ya da (.......) den bedeldir. Sanki “cimrilik edenleri de sevmez” demiştir/ Kendilerine dünyadan mal ve menfaat verildiğinde azdıran şımarıklık ile şımaranları kast etmektedir. Onlar o malı sevdikleri için ve o mal onlar katında çok değerli olduğu için onu Allah'ın (celle celâlühü) emrettiği yerlere sarf etmezler ve onunla cimrilik ederler. Başkalannı da cimriliğe sevk ederler ve onları malları ellerinde tutmaya heveslendiler. Kim infak etmekten ya da Allah'ın (celle celâlühü) emir ve yasaklarından yüz çevirirse ve eline geçmeyen şeye üzülmek ve kendisine verilen şeyle şımarmak gibi yasaklarıan şeyi yapmaya son vermezse, şüphesiz Allah (celle celâlühü) mahlûkatların tamamından müstağnidir. Ondan nasıl müstağni olamasın ki? Allah (celle celâlühü) fiillerinde hamde layıktır. Medine ve Şam kırâatma göre (.......) zamîri olmaksızın (.......) şeklindedir. 25Andolsun ki biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve nizamı indirdik. Biz demiri de indirdik. Ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz ki Allah, kuvvetlidir, daima üstündür. “Elçilerimizi ... gönderdik” demek,'melekleri peygamberlere gönderdik'demektir, “açık delillerle” , peygamberlerle, mu'cizelerle, “kitabı” vahyi. Denildi ki: “Elçiler peygamberlerdir.” Birincisi “onlarla birlikte” sözünden dolayı daha evladır. Çünkü kitap peygamberlere indirilmektedir. Rivâyet edildiğine göre mizam (teraziyi), Cebrâîl (aleyhisselâm) mdirmiş ve onu Nûh (aleyhisselâm) a vermiştir. Ve O'na: “Kavmine emret bununla tartsınlar.” demiştir. İnsanların adaleti yerine getirmeleri için, verirken ve alırken aralarında adaletle muamele etmeleri ve kimsenin kimseye zulmetmemesi için “Biz demiri de indirdik.” Denildi ki: “Âdem (aleyhisselâm) cennetten indirildi ve onunla birlikte demirden olan beş şeyde indirildi. Örs, kerpeten, tokaç, balyoz ve iğne.” Diğer bir rivâyete göre de “kürek ve çapa” da indirilmiştir. Hasen'dan şöyle nakledilmiştir: “Demiri indirdik'sözü'onu yarattık'manasınadır.” “... onda büyük bir kuvvet ... vardır.” O da onunla savaşmaktır. “... İnsanlar için faydalar vardır.” Onların yararı, yaşayıştan, sanayileri hususunda da faydaları vardır. Hiçbir sanat yoktur ki ondan demir bir alet olmasın, ya da demirle çalışmayan hiçbir sanat yoktur. Bu din düşmanlarına karşı mücadelede kılıç, mızrak ve sair silâhları kullanmak suretiyle Allah (celle celâlühü) ve Peygamberlerine içtenlikle yardım edenleri belirlemesi içindir. Zeccâc şöyle demiştir: “Allah kendi yolunda Peygamberleri ile birlikte savaşanları belirlemesi içindir.” demektir. “... görmeden... “onları (peygamberleri) görmeden. “Şüphesiz Allah kuvvetlidir, -dininden yüz çevirenlerin kuvvet ve şiddetini kuvvetiyle defeder.- daima üstündür...” dinine yardım etmek İçin harekete geçenlere izzetiyle cesaret verir. Bu üç şey (kitap, mizan ve demir) arasındaki münasebet şudur: “Kitap, şerî'atın kanunu ve dini hükümlerin esasıdır. Menzile vardıracak ve güvenilecek sözleri açıklar. Hükümlerin ve hadlerin tamamını içerir. Adalet ve ihsanla emreder. Zulmetmek ve haddi aşmaktan men eder. Adaletin tesisi ve zulümden sakınma, teamülün onunla gerçekleştiği, eşitliğin ve karşılıklı adaletin onunla hâsıl olduğu bir aletle olur. O da terazidir. Bilinmektedir ki toplum, ilahi emirleri içeren kitaba tabi olmaları ve eşitliğin tesisi için konulmuş bir alete sahip olmaları gerekir. Ancak toplumun bunlara tabi olmalarının muhafazası kılıçla mümkündür. Ki o kılıç, inkâr ve inat eden ve topluluğun ittifakından el çeken kişiye karşı Allah'ın (celle celâlühü) hüccetidir. O da şiddetli kuvvet diye tanımlarıan demirdir.” 26Andolsun ki biz Nûh'u ve İbrâhîm'i gönderdik. Peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan kimi doğru yoldadır. İçlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır. Burada Nûh ve İbrâhîm (asm) özellikle zikredildiler. Çünkü o ikisi peygamberin (asm) babasıdırlar. “... onların soyuna...” çocuklarına. “... kitabı... “vahyi. İbni Abbâs (radıyallahü anh) den şöyle nakledilmiştir. “Kalemleyazmayı da onların soyuna verdik demektir.” Nitekim (.......) denir. “Onlardan kimi doğru yoldadır.” Onların soyundan ya da kendilerine elçiler gönderilenlerden kimi de doğru yoldadır.'Gönderme've'elçiler'kelimelerinin zikredilmesi bu manayı çıkarmaya delildir. “Birçoğu da yoldan çıkmıştır.” Yani itaattan dışarı çıkmıştır. Ağırlık yoldan çıkanlardadır. 27Sonra bunların izinden ardı ardına peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsa'yı da arkalanndan gönderdik. Ona İncîl'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan îman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır. “... bunların izinden...” yani Nûh, İbrâhîm ve geçip giden diğer peygamberlerin (asm) izinden. “... Şefkat...” sevgi ve yumuşaklık. “... merhamet...” kardeşlerine karşı güzel muamele, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashâbının vasfı konusunda: “Aralarında merhametliler.” Feth, 29. buyurduğu gibi. Ruhbanlık onların din hususunda fitneden kaçarak dağlarda inzivaya çekilmeleri ve kendilerini ibâdete adamalarıdır. Bu'Rehban'a nisbet eden fiildendir. Rehban da korkan demektir ve (.......) fîilindendir. (.......) den gelen (.......) gibi (.......) veznindendir. Mansup oluşu zahirin açıkladığı gizli bir fiildendir. Takdiri; “ruhbanliği icat ettiler” şeklindedir. Yani “Onu kendi nefislerinden uydurdular ve neşrettiler.” “Onu onlara Biz yazmadık.” Yani onu onlara farz kılmadık. “Fakat kendileri Allah'ın rızasını kazanmak için yaptılar.” İstisna, istisnai munkatıdır. Yani, “Lakin onlar onu Allah'ın rızasını kazanmak için uydurdular.” demektir. “Ama buna da gereği gibi uymadılar.” nezredenin nezrine uymasının gerektiği gibi buna hakkıyla riayet etmediler. Çünkü o Allah'a (celle celâlühü) söz vennektir. Onun da bozulması helâl olmaz. “... onlardan îman edenlere mükafatlarını verdik.” yani Îsa (aleyhisselâm) a tabi olan şefkat ve merhamet sahiplerine ya da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e îman edenlere mükâfatlarını verdik demektir. Onlar da çoğu yoldan çıkmış kafirlerdir. 28Ey îman edenler! Allah'tan korkun ve Peygamberine inanın ki O size Rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin, sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir. “Ey îman edenler” de hitap ehli kitabadır. “Allah'tan korkun ve Peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e inan ki, -Allah size Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ve ondan öncekilere îman etmenizden dolayı- rahmetinden iki kat -pay- versin. -Kıyamet gününde kendisi ile- yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin.” Bu “Onların nurları, önlerinden ve sağlarından koşar.” âyetinde zikrolunan nurdur. “... sizi bağışlasın.” Yani günahlarınızı örtsün. 29Böylece kitap ehli Allah'ın lütfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilsinler. Lütuf bütünüyle Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sâhibidir. (.......) kavli (.......) manasınadır ve “bilsinler” demektir. Buradaki (.......) ziyade kılınmıştır. “... kitap ehli “nden kasıt Müslüman olamayan kitap ehlidir. (.......) daki (.......) kavli (.......) den hafifletilmiş tir. Aslı (.......) dir. Şunu kastediyor: “Allah'ın (celle celâlühü) fazlından hiçbir şey elde edemeyecekler. Yani Allah'ın (celle celâlühü) fazlından zikrolunan iki kat pay, nur ve mağfiretten hiçbir şeye nail olamayacaklar. Çünkü onlar Allah'ın Rasûlüne îman etmediler. Dolayısıyla da ondan öncekilere îman etmeleri kendilerine bir fayda vermedi. Ve asla kendilerine bir fazilet kazandırmadı.” (.......) kavli (.......) üzerine atıftır. Lütuf bütünüyle Allah’ın (celle celâlühü) elindedir. Yani onun mülkü ve tasarruf undadır. Onu kullarından dilediğine verir. Allahu A'lem. |
﴾ 0 ﴿