HAŞR SÛRESİBu sûre Medine'de nâzil olmuştur, 24 âyettir. 1Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. O, üstündür, hikmet sâhibidir. Rivâyet edildiğine göre bu sûre tamamıyla Nadir oğulları hakkında nâzil olmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiğinde Nadir oğulları ile tarafsız kalmaları esasına göre bir anlaşma yapılmıştı. Bedir günü Müslümanlar galip gelince: “Tevrât'ta vasfı yazılı olan hak peygamber budur.” dediler. Uhûd günü Müslümanlar hezimete uğrayınca da şüpheye düştüler ve anlaşmayı bozdular. Reisleri Ka'b b. Eşref, kırk süvari ile birlikte Mekke'ye gitti ve Kâ'be'nin yanında Ebû Süfyan'la anlaşma yaptı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muhammed b. Mesleme Ensari'ye onu öldürmesini emretti. O da bir hile ile Ka'bi öldürdü. Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kıta asker ile gidip onları yirmi bir gün muhasara etti ve hurma ağaçlarının kesilmesini emretti. Allahü teâlâ onların kalbine korku verdiğinde de banş yapmak istediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla, ancak her üç evin diledikleri kadar eşyasını tek bir deveye yükleyip gidebilecekleri şartı üzere anlaştı. Böylece onlar, Şam'a, Eriha'-ya ve Ezreat'a sürüldüler. 2Ehli kitaptan inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştımz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağım sanmışlardı. Ama Allah'ın azâbı, onlara beklemedikleri yerden geliverdi. O, yüreklerinde korku oluşturdu. Öyle ki evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri! İbret alın. “Ehli kitaptan inkâr edenleri...” Nadiroğulları Yahûdîlerini kastediyor. “... yurtlarından...” Medine'deki yurtlarından. (.......) deki (.......) ye taallûk etmektedir. Bu: “Ah keşke ben hâli hayatımda (iyi isler yapıp) gönderseydim, der.” Fecr, 24. âyetindeki ve senin (.......) ona şu vakitte geldim'sözündeki (.......) gibidir. Yani; inkâr edenleri ilk sürgünde çıkaran O'dur (celle celâlühü). İlk sürgünün manası; bunun, onların Şam'a ilk sürgünleri olmasıdır. Onlar, asla sürgün görmemiş bir Yahûdî kabilesiydi. Ve onlar Arap Yarımadası'ndan Şam'a sürülen ilk kitap ehli kimselerdi. Ya da bu, onların ilk sürgünüydü. Son sürgünleri de Ömer (radıyallahü anh)’in onları Hayber'den Şam'a sürmesidir. Ya da son sürgünleri kıyamet günü haşredilmeleridir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Kim sürgün yerinin Şam'da olduğunda şüphe ederse hu âyeti okusun,'Onların ki ilk sürgünüdür. Diğer insanların ki ise ikinci sürgünüdür'. “Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), onlar Medine'den çıktıklarında şöyle buyurmuştur: “Gidin. Zira siz ilk sürgünsünüz. Biz de peşinizdeyiz.” Katâde şöyle demiştir: “Âhir zaman olunca doğu tarafından bir ateş gelir, insanları Şam topraklarına sürer. Ve kıyamet orada üzerlerine kopar.” Denildi ki: “Bunun manası; onlarla savaşmak üzere ilk toplanmada onları memleketlerinden çıkardı, demektir. Çünkü O, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onlarla yaptığı ilk savaştır.” Cesaretli oldukları, güçlü ordulara ve sağlam kalelere sahip olduktan, sayıca çok oldukları ve çokça hazırlık yaptıktan için onların çıkacaklarını sanmamıştınız. “Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağım sanmıştı.” Yani; onlar da kalelerinin kendilerini Allah'ın şiddetli azâbından koruyacağını sanmışlardı. Bu (manadaki) tertip ile (âyette) geldiği şekil arasındaki fark şudur: Haberin müptedadan önce getirilmesi, onların, kalelerinin onları koruyacağına dair aşırı güven içinde olduklarını göstermektedir. (.......) zarnirinin (.......) ye isim kılınması ve cümlenin ona isnadı da onların kendilerine güvendiklerini, kuvvetli olduklarına ve sağlam kaleler içinde olduklarına ve bu şartlarda kendilerine taarruz edecek ya da kendileri ile savaşmayı arzu edecek hiç kimseyi önemsemediklerini göstermektedir. Bu, (manaca) senin (.......) Onlar, kalelerinin kendilerini koruyacağını sandılar'sözündeki gibi değildir. “Allah onlara geldi.” Yani, Allah'ın (celle celâlühü) emri ve azâbı onlara geldi. Söz olarak (.......) şeklinde de okunmuştur. Yani; Allah (celle celâlühü) onlara helâki verdi, demektir. “... beklemedikleri yerden...” akıllarına gelmeyen, tahmin etmedikleri bir yerden. O da: Reisleri Ka'b b. Eşrefin daha ne olduğunu anlamadan süt kardeşi eliyle katledilmesidir. Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir. (.......); bozmak ve yıkmak suretiyle telef etmek, demektir. (.......); telef demektir. Allah (celle celâlühü), onları kökünden söküp atmayı ve Medine'de onlara âit ne bir ev, ne de onlardan bir kişi bırakmamayı dilediği için onlar evlerinin içini; Müslümanlar da dışım tahrip ediyorlardı. Onan, evleri tahrip etmeye sevk eden şey sokak başlarını kapatmak için tahtalara ve taşlara ihtiyaç duymaları; sürgün edildikten sonra onların Müslümanlara mesken olarak kalmasına üzülmek istememeleri ve binalarındaki sağlam tahtaları ve Hint ardıcı kerestesini beraberlerinde götürmeyi istemeleridir. Müslümanları tahribe sevk eden şey ise; onların korunaklarını yıkmak ve harp alanını genişletme arzusudur. Onların, evlerini, mü'minlerin eliyle yıkmalarının manası ise; anlaşmayı bozmak suretiyle Müslümanları buna teşvik etmelerinden dolayı bundaki sebebin, kendileri olmasıdır. Sanki onu onlara onlar emretmiş ve sanki onları onlar bu işle görevlendirmiştir. “Ey akıl sahipleri! İbret alın.” Yani; onların başına gelen belayı, buna maruz kalmalarınm sebebini düşünün de onların yaptıklarınm bir benzerini yapmaktan sakının. Değilse onların cezâlarıdırıldıkları gibi cezâlarıdırılırsınız. Bu, kıyasın câiz olduğuna delildir. 3Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, elbette onları dünyada (başka şekilde) cezâlarıdıracaktı. Âhirette de onlar için ateş azâbı vardır. “Sürgünü...” Vatandan aile ve çocuklarla birlikte çıkışı. “... dünyada başka bir şekilde cezâlarıdıracaktı.” Kureyza oğullarına yaptığı gibi öldürülmek ve esaret altına alınmak suretiyle azap edecekti. “Âhirette de onlar için ondan daha şiddetlisi olmayan ateş azâbı vardır.” Dolayısıyla sürgün edilmeleri ya da öldürülmeleri müsavidir. 4Bu, onların Allah'a ve peygamberine karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezâlarıdırması çetindir. Bu, onlara Allah'a ve Resûlü'ne muhalefet etmeleri sebebiyle isabet etmiştir. Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezâlarıdırması çetindir. 5Hurma ağaçlarından herhangi bir şeyi kesmeniz veya kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir. Bu izin, yoldan çıkan fâsıkları rezil etmek içindir. (.......) kelimesi (.......) cümlesinin beyanıdır. (.......) ile mahallen mensûbtur. Sanki, “Hangi şeyi kestiyseniz-” denilmiştir. (.......) sözünde (.......) ya dönen zamîri müennes kıldı. Çünkü O, (.......) manasındadır. (.......); hurma ağacı, demektir. (.......) dandır. (.......) sı, (.......) dan dönüşmüştür. Kendisinden önceki harf esre olduğu için (.......) ya dönüştürülmüştür. Denildi ki: “Line” ; en değerli hurma ağacıdır. Bununla, sanki onlar onu yumuşaklık manasına olan (.......) kehmesinden türetmişlerdir. “Allah'ın izniyledir.” onların kesilmesi de bırakılması da Allah'ın (celle celâlühü) izniyledir. “Bu izin yoldan çıkan fâsıkları rezil etmek içindir.” Yahûdîleri zelil kılmak ve onları kızdırmak için kesilmelerine izin verilmiştir. 6Allah'ın, onların mallarından Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deveye binip onları sürmüş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kâdirdir. “.... Peygamberine verdiği ganimetler...” onları sadece ona fey'kıldı. (Fey: meşakkatsiz alman ganimet, demektir.) “... onların mallarından...” Nadir oğullarının mallarından “... at ve deveye binip onları sürmüş değilsiniz.” Bu, sizin, buna at ve deve koşturmanızla olmamıştır. (.......), deve demektir. Mana şudur: “O ganimetin elde edilmesi için ne at ne de deve koşturdunuz. Bunun için savaşmak suretiyle de yorulmadınız, sadece piyade olarak yürüdünüz.” Çünkü orası Medine'ye iki mil uzaklıktadır. Sadece Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), lif yularlı bir merkebe binmişti. “Fakat Allah peygamberlerini dilediği kimselere musallat eder.” Şunu kastediyor: Allah'ın (celle celâlühü), peygamberlerine, Nadir oğullarının mallarından ihsan ettiği şey, savaşla ve galebe ile kazandığınız bir şey değildir. Fakat Allah (celle celâlühü), peygamberlerini düşmanlarına musallat kıldığı gibi onu da onlara ve onların ellerindekilere musallat kılmıştır. Bu hususta (fey'in taksiminde) yetki O'na (sallallahü aleyhi ve sellem) bırakılmıştır. Onu dilediği şekilde kullanır. Onu (fey'i), savaşmak ve zorla galip gelmek suretiyle elde edilen ganimetlerin taksimi gibi taksim etmez. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu muhacirlere taksim etmiş, Ensar'dan ihtiyacı olan üç kişi hariç kimseye bir şey vermemiştir. 7Allah'ın fethedilen ülkeler halkının mallarından peygamberine verdiği ganimetler, Allah, peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnızca zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azâbı çetindir. Bu âyet önceki ayete atıf harfiyle bağlanmamıştır. Çünkü bu önceki âyetin açıklamasıdır. Dolayısıyla o ondandır. Onun dışında bir şey değildir. Bu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Allah'ın, ona ihsan ettiği fey'i ne yapacağım açıklamakta ve onu, ganimetlerden beşte biri nereye harcıyorsa beş parçaya ayırmak suretiyle harcamasının emretmektedir. Bazı tefsîr âlimleri bu sözü zayıf gördüler ve: “Birinci âyet Nadir oğullarının malları hakkında nâzil oldu ve Allah onları sadece Rasûlü'ne tahsis etti. Bu âyet ise gazilerin gücüyle alınan her bir şehrin ganimetleri hakkındadır. Âyette ganimetlerin beşte birinin sarf yeri açıklanmaktadır. Dolayısıyla o başlarıgıç cümlesidir.” dediler. Yezid'e göre (.......) tam fiil olmak üzere (.......) şeklindedir. (.......) ve (.......); insan elinde dolaşan dünya malıdır. “Böylece o mallar içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın. “âyetinin manası; hakkı, kendisiyle yaşadıkları bir azık olması için fakirlere verilmek olan fey'zenginler arasında kendisiyle övündükleri bir mal olmasın, şeklindedir. “Peygamber size ne verdiyse onu alın.” yani; ganimet payından ya da fey'den ne verdiyse onu kabul edin. “Size ne yasakladıysa ondan da sakının.” Ondan (ganimet ya da feyden) neyi almayı yasakladıysa ondan da sakının, onu istemeyin. “Allah'tan korkun.” O'na (celle celâlühü) muhalefet etmekten ve emirlerini ve yasaklarını hafife almaktan sakının.” Çünkü Allah'ın azâbı çetindir.” Allah'ın Rasûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) muhalefet edenlere karşı Allah'ın azâbı çetindir. En iyisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in verdiği ve yasakladığı her şeyde umumi olmasıdır. Fey işi de onun kapsamı dahiline girer. 8Allah'ın verdiği bu ganimet malları, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte (imanlarında) doğru olanlar bunlardır. (.......) sözünden ve onun üzerine atfedilenlerden bedeldir. (.......) den bedel kılmayı uygun görmeyenler şöyle demiştir. Mana: Allah'ın Rasûlu (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında doğru olsa da Allah azze ve celle peygamberini “Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden...” sözüyle fakirlerden ayırmıştır. Resûlüllah “fakir” tabiriyle adlarıdırılmaktan, yüce tutulur, lafzın zahirine göre bedel kılmak, Allah azze ve cellenin yüceltilmesi hususundaki gerekliliğin zıddmdandır. “Mallarından” Mekke'deki mallarından. Bunda kâfirlerin istila etmek suretiyle Müslümanların mallarına sahip olduklarına delil vardır. Çünkü Allah Teala muhacirleri kendilerine âit evleri ve malları olmasına rağmen fakirler olarak adlarıdırmıştır. (.......) hâldir. “Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen...” yani; cenneti ve Allah'ın (celle celâlühü) nzasını talep eden demektir. “Allah ve peygamberine yardım eden...” yani; Allah'ın (celle celâlühü) dinine ve Peygamber'ine (sallallahü aleyhi ve sellem) yardım eden, demektir. İşte onlar, imanlarında ve cihatlarında sadakatleri zahir olanlardır. 9Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imâm yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (.......) üzerine atfedilmiştir. Onlar da; ensar'dır. “Medine'yi yurt edinmiş...” Medine'yi vatan edinmiş. “... gönüllerine îmanı yerleştirmiş... “îmanı seçmiş. Bu, (.......) ona saman yedirdim ve soğuk su (içirdim) sözünde olduğu gibidir. Ya da îman üzere sabit kaldıkları ve gösterdiği istikamette yaşadıkları için îmanı, Medine'yi kıldıkları gibi kendilerine karar yeri ve vatan kıldılar. Ya da hicret yurdunu ve îman yurdunu kastetmiştir. Dolayısıyla (.......) kelimesinde muzâfun ileyh yerine (.......) getirmiştir. (.......) îman yurdu'sözünden de muzafı hazfetmiş, yerine muzâfun ileyhi getirmiştir. “Onlardan önce... “muhacirlerden önce. Çünkü onlar (ensar), onları (muhacirleri) hicret yurdunu ve imâm yurt edinmede geçmişlerdir. Denildi ki: “Hicretlerinden önce” , demektir. “Kendilerine göç edip gelenleri severler.” Öyle ki mallarını onlarla paylaştılar, onları evlerinde iskan ettirdiler ve iki eşi olanlar muhacirlerden biri onunla evlensin diye birisini boşadüar. “Onlara verilen (ganimetlerden ötürü içlerinde bir ihtiyaç (meyli) duymazlar.” Onlar, muhacirlere verilen fey've diğer şeylere karşı nefislerinde onlara meyleden hiçbir istek duymazlar. Kendisine ihtiyaç duyuları şey “hacet” diye adlarıdırılır. Sunu kastediyor: “Onların (ensann) nefisleri, onlara (muhacirlere) verilen şeylere takılmadı. Onlardan, kendisine ihtiyaç duyuları şeyleri de arzulamadı.” Denildi ki: “Hacet; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yalnızca muhacirlere tahsis ettiği feyden muhacirlere verilenlere karşı haset duymazlar” , demektir. Yine denildi ki: “Nefislerinde onlara verilenlerin çokluğundan dolayı ihtiyaç hissi duymazlar” , demektir. Dolayısıyla burada iki muzaf hazf edilmiştir. “... kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (muhacirleri) öz canlarına tercih ederler...” kendilerinde fakirlik olsa dahi. (.......) ün aslı; (.......) evin küçük delikleri'dil. O da; onun (evin) aralıklarıdır. (.......) cümlesi mahallen mensûbtur, hâldir. Yani; “İhtiyaç içinde oldukları farz edilse bile” , demektir. Rivâyet edildiğine göre, onlardan (ensardan) birine muhacirlerden bir misafir gelmişti. Bunun üzerine o çocuklarını uyutmuş, yiyeceği misafirine ikram etmiş ve misafiri doysun diye kendisi yememek için lambayı söndürmüştü. Enes (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Onlardan birine kızartılmış bir koyun başı hediye edildi. Sıkıntı içinde idi. Ancak onu komşusuna gönderdi, (o da diğer birine, o da diğer birine...) bu şekilde tam dokuz el değiştirdi. Sonunda yine birinci şahısa geri döndü.” Ebû Yezid El-Bistami anlatıyor: “Belh halkından bir genç bana,'Size göre Zühd nedir?'diye sordu. Ona: - Bulduğumuzda yeriz bulamadığımızda sabrederiz, dedim. O: - Bize göre Belh'in köpekleri de böyleydi. Bilâkis biz, bulamadığımızda sabrederiz bulduğumuzda da başka ihtiyaç sahiplerini kendimize tercih ederiz.” dedi. “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. “İstediklerini kazananlardır. (.......); kişinin nefsinin hırs ile birlikte cimri olması ve bunu adet haline getirmesidir. (.......) ise; sadece vermemektir. Denildi ki: “Şuhh'; kardeşinin malını zulmen yemen;'buhl'ise; kendi malım vermemendir.” Kisra'nın şöyle dediği nakledilmiştir: “Cimrilik fakirlikten daha zararlıdır. Çünkü fakir cimrinin tersine bulduğunda rahatlar.” 10Bunların arkasından gelenler şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve îman ile daha önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde îman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz ki sen, çok şefkatli, çok merhametlisin.” (.......) cümlesi de aynı şekilde (.......) üzerine atfedilmiştir. Onlar, onlardan sonra hicret edenlerdir. Denildi ki: “Onlar, onlara güzellikle tabi olanlardır.” Yine denildi ki: “Onlar, kıyamete kadar onlardan sonra gelenlerdir.” Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Bu fey'e kıyamete kadar İslam'da doğan her çocuk dahildir.” Dolayısıyla o (.......) ı her ikisine atıf kılmıştır. Her iki âyette (.......) şeklinde de okunmuştur. “Bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi...” Denildi ki: “Onlar muhacirler ve ensardır.” Âişe (radıyallahü anh) dan şöyle naHedilmiştir: “Onlar için istiğfar etmekle emrolundukları hâlde onlar, onlara söverler.” “... kalplerimizde îman edenlere karşı hiçbir kin bırakma.” Yani: Sahâbeye karşı kalplerimizde hiçbir hınç bırakma. Said b. Museyyeb (radıyallahü anh)’e soruldu: - “Osman, Talhave Zübeyr hakkında ne diyorsun?” Şöyle cevap verdi: - “Allah'ın bana öğrettiğini derim.” dedi ve bu âyeti okudu. Daha sonra Allah (celle celâlühü) şu âyeti kerimeyle Peygamber'inin (sallallahü aleyhi ve sellem) dikkatini çekmiştir. 11Münâfıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına, “Eğer siz yurdunuzdan çıkanlırsanız mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız mutlaka yardım ederiz.” dediklerini görmedin mi? Allah onların yalancı olduklarına şâhitlik eder. Yani: Ey Resûlüm Muhammed! Abdullah b. Ubey ve taraftarlarını görmedin mi? Onlar, “... kitap ehlinden inkâr eden kardeşlerine...” yani; Nadir oğullarına, Burada kast olunan; küfür kardeşliğidir. “Eğer yurdunuzdan çıkanlırsanız biz de sizinle beraber çıkarız.” , demişlerdi. Rivâyete göre İbni Ubey ve arkadaşları, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadir oğullarını muhasara altına aldığında Nadir oğullarına gizlice haber göndermişler: “Kalelerden dışarı çıkmayın. Eğer onlar sizinle savaşırsa biz de sizinle beraberiz. Sizi kendi başırııza terk etmeyiz. Eğer yurtlarınızdan çıkanlırsanız biz de sizinle beraber çıkarız.” demişlerdi. “Sizin aleyhinize kimseye asla uymayız-” Size karşı savaşana, ya da sizi terk etme ve size vaat ettiğimiz yardımı yapmama hususunda bizi teşvik etseler de, ne Allah’ın Rasûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) ne de Müslümanlara asla uymayız. “Allah onların yalancı olduklarına şâhitlik eder.” Onların, Yahûdîlere verdikleri sözlerde yalancı olduklarına şâhitlik eder. Bunda, peygamberliğin doğruluğuna delil vardır. Çünkü bu gaybtan haber vermedir. 12Andolsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar. Savaşa tutuşmuş olsalar onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalannı dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine de yardım edilmez. Onların, onlara yardım etmeyeceğini bildirdikten sonra: “Andolsun, eğer (Allah'a) ortak koşarsan amelin boşa çıkar.” Zümer, 65. âyetinde olduğu gibi farz ve takdir üzere (.......) yardım etseler bile'dedi. Çünkü O (celle celâlühü), olacak şeyleri bildiği gibi “olmayacak şeyleri de -eğer olsaydı, nasıl olacaklarını- bilmektedir.” Mana: “Eğer münâfıklar, Yahûdîlere yardım ederlerse elbette hezimete uğrayacaklar. Bundan sonra kendilerine de yardım edilmeyecek.” Yani: “Allah (celle celâlühü) onları helâk edecek ve inkârları ortaya çıktığı için de ikiyüzlülükleri onlara fayda vermeyecek ya da Yahûdîler elbette hezimete uğrayacaklar, sonra münâfıkların yardımı da onlara fayda vermeyecektir.” , şeklindedir. 13Onların kalplerinde sizin korkunuz, Allah'ın korkusundan fazladır. Bu böyledir. Çünkü onlar, anlamayan bir topluluktur. “Onların kalplerinde sizin korkunuz daha şiddetlidir.” Yani;'siz daha çok korkularısınız', demektir. (.......) nin maştandır. Mef’ûl manasınadır. “Kalplerinde “sözü, onların iki yüzlülüğünü göstermektedir. Şunu kastediyor: “Onlar sizden daha çok korktukları hâlde size karşı dıştan Allah korkusu sergiliyorlar.” “Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” Allah'ı (celle celâlühü) ve azametini bilmiyorlar ki O'ndan layık olduğu bir şekilde koksunlar. 14Onlar müstahkem şehirlerde veya duvarlar arkasında bulunmaksızın sizinle toplu hâlde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu böyledir. Çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur. “Sizinle toplu hâlde savaşamazlar.” sizinle topluca savaşmaya güç getiremezler. Yahûdî ve münâfıkları kastediyor. “Müstahkem şehirlerde ve duvarlar arkasında bulunmaksızın.” Hendeklerle ve büyük kapılarla kuvvetlendirilmiş şehirlerde ve duvarlar arkasında olmaksızın. Mekke kırâat imâmları ve Ebû Amr'a göre (.......) duvar'şeklindedir. “Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.” Şunu kastediyor: “Onların vasfettikleri kuvvetleri ve şiddetleri birbirlerine karşı yaptıkları savaştadır. Şayet sizinle savaşsalardı onlarda bu kuvvet ve şiddet kalmayacaktı. Çünkü Allah'a ve Rasûlü'ne karşı muharebe esnasında cesaretli kişiler dahi korkarlar.” “Sen onları derli toplu sanırsın.” Yani; Yahûdî ve münâfıkların dostluk ve birlik içerisinde toplandıklarını sanırsın. “Halbuki kalpleri darmadağınıktır.” Paramparçadır. Aralarında hiçbir dostluk yoktur. Şunu kastediyor; Onlar arasında kin ve düşmanlık vardı. Dolayısıyla onlar gerçek manada birbirlerine yardım etmezler. Bu, mü'minleri, onlarla savaşmaya cesaretlendirme ve teşviktir. Bu parçalanmışlık, onların, akıllarını kullanamayan bir topluluk olmaları sebebiyledir. Kalplerin parça parça olmasının, güçlerini zayıflatan ve kendileri aleyhine çalışan sebeplerden olduğunu anlamayan bir topluluk olmaları sebebiyle. 15(Onların durumu) kendilerinden az önce geçmiş ve işlerinin cezâsını tatmış olanların durumu gibidir. Onlara açıklı bir azap vardır. Yani; onların durumu, Bedir'dekilerin durumu gibidir. Müpteda hazfedilmiş tir. “Kendilerinden az önce geçmiş” yani; onlardan az bir zaman önce yaşamış. “... işlerinin cezâsını tatmış...” inkârlarının ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e karşı düşmanlıktanrnn cezâsının kötülüğünü tatmış. Bu, otu çok ağır olan otlağa (.......) dedikleri sözden gelmektedir. Kötü akıbet manasınadır. Şunu kastediyor: “Dünyada öldürülme azâbını tattılar.” “Onlar için acıklı bir azap vardır.” Yani; bununla birlikte âhirette onlar için ateş azâbı vardır. 16Münâfıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana “İnkâr et” der. İnsan inkâr edince de “Ben senden uzağım. Çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.” der. Yani; münâfıkların, Yahûdîleri savaşa teşvik etmeleri, onlara yardım edeceklerine dair vaadde bulunmaları, sonra da onları kendi başlarına terk etmeleri ve vaadlerini yerine getirmemeleri ile ilgili durumu şeytanın durumu gibidir. Şeytan insanı yoldan çıkarır, sonra da nihâyetinde kişiden uzaklaşır. Denildi ki: kast olunan; onun Bedir günü Kureyş'i yoldan çıkarması ve onlara: “Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur. (Korkmayın) ben sizin yanınızdayım.” Enfal, 48. demesi ve iki topluluk birbirini görünce de iki ökçesi üzerine (geriye) dönüp: Allah'tan korkarım. Zira Allah'ın cezâsı çetindir.” Enfal, 48. demesidir. 17Nihayet ikisinin de sonu, içinde ebedî kalacakları ateş olacaktır, işte bu, zalimlerin cezâsıdır. “... ikisinin de sonu...” inkâr eden insanın ve şeytanın akıbeti. (.......) nin öne geçmiş haberidir. (.......) de ismi ve haberiyle yani; (.......) ile (.......) nin ismi olmak üzere mahallen merfûdur. (.......) de hâldir. 18Ey îman edenler! Allah'tan korkun ve herkes yarma ne hazırladığına bir baksın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. Ey îman edenler! Emirleri hususunda Allah'tan korkun da onlara (emirlere) muhalefet etmeyin. Âhiret için ne hazırladıklarınıza bakın, nefislerin az olduğunu ifade için “nefs” kelimesini nekra kıldı. “Yarına” yani; kıyamet gününe. Onun, yakınlığından dolayı bu günü takip eden gün ile adlarıdırdı. Ya da sanki dünya ve âhiret bugün ve yarın gibi iki gün imiş gibi yarın kelimesiyle âhireti kastetti. (.......) yarın'kelimesinin nekra olarak getirilmesi onun durumunun büyüklüğünü göstermek içindir. Yani; büyüklüğünden dolayı mahiyeti bilinmeyen yarın demektir. Mâlik b. Dinar'ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Cennet kapısı üzerinde şöyle yazılıdır.'İşlediklerimizi bulduk. Yapıp gönderdiklerimizle kar ettik. Yapmayıp geri bıraktıklarınıız hususunda da hüsrana uğradık.'“ “Allah'tan korkun.” Allah'tan (celle celâlühü) korkulmasıyla ilgili bu emri, te'kid için tekrar etti. Ya da birincisi vaciplerin edası hakkındadır. Çünkü o, amelle birlikte zikredildi. İkincisi ise haram olan şeylerin terk edilmesi hususundadır. Çünkü o, tehdit içeren şeylerle birlikte zikredilmiştir. O da; “Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” sözüdür. Bunda kişiyi kendisini kontrol etmeye teşvik vardır. Çünkü kim işlediği esnada, Allah'ın (celle celâlühü), işlediği günahlara muttali olduğunu bilirse onlardan sakınır. 19Allah'ı unutup da Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan kimselerdir. Allah Azze ve Celle'nin zikrini ve kendilerine emrettiği şeyleri terk eden ve bu sebeple Allah'ın (celle celâlühü), kendilerini rahmet ve tevfik yönüyle terk ettiği kişiler gibi olmayın. “Onlar fâsıkların ta kendileridir.” Allah'a (celle celâlühü) itaatten çıkanlardır. 20Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli kurtularak isteklerine erişenlerdir. Bu, sanki cennet ile cehennem arasındaki farkı bilmiyorlarınış gibi aşırı gafletleri, akıbetleri çok az düşünmeleri, dünyayı aşırı dost edinmedeki hırsları ve şehvetlerine tabi olmaları sebebiyle insanlara bir tenbih, bir uyandır. İkisinin (cennet ve cehennem) halkı birbirinden çok uzaktır. Büyük basan cennetliklerle beraberdir. Elem verici azap da cehennemliklerledir. Dolayısıyla onların bunu bilmesi ve bu hususta uyanlmaları onların hakkıdır. Babasına karşı gelen kişiye, “O senin babandır.” dediğin gibi. Bu sözle onu, onu tanımayan biri durumuna sokuyorsun, onu bununla iyilik ve şefkati gerektiren babalık hakkı üzerine uyanyorsun. Şâfiî'ler bu ayetten kâfiri öldüren Müslüman'ın kâfire karşı öldürülmeyeceği ve kâfirin, Müslüman ülkesini istila etmesiyle Müslüman'ın malına sahip olamayacağı hükmünü çıkarmışlardır. Bu ve benzeri meselelere Usulü Fıkıh ve Kafî adlı eserlerimizde cevap verdik. 21Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. Kur'ân'ın tabiatından ve büyüklüğündendir ki, eğer bir dağa temyiz kabiliyeti verilseydi ve ona Kur'ân indirilseydi, elbette boyun eğecekti. Yani; boyun eğecek, baş aşağı dikilecek ve parçalarıacaktı. Yani; Allah korkusundan paramparça olacaktı. Bunun: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk. Onu yüklenmekten kaçındılar.” 74 âyetinde olduğu gibi temsil (tasvir) olması da mümkündür. Buna: “Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” sözü de delalet etmektedir. Bu, bu temsile ve Kur'ân'ın çeşitli yerlerindeki temsillere işarettir. Kast olunan; insanın, kalbinin kâtiliği ve Kur'ân okunduğunda boyun eğmesinin, onun ibretlik sahnelerini ve yasaklarını düşünmesinin azliği sebebiyle azarlanmasıdır. Daha sonra şirk koşanlara ve O'nu mahrukata benzetenlere cevap vermiştir. Şöyle buyurmuştur. 22O, öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Görülen ve görülmeyen her şeyi bilendir. O çok merhamet eden ve çok bağışlayandır. “Görülmeyeni ve görüleni bilir” Yâni; gizliyi ve âşikân, ya da dünyayı ve âhireti ya da yok olanı ve var olanı bilir, demektir. 23O öyle Allah'tır ki, O'ndan başka mâbud yoktur. Mülkün sâhibidir, mukaddestir, selâmdır, güvenlik verendir, görüp gözetendir, Azîzdir, zorludur, büyüklükte eşi olmayandır. Allah müşriklerin ortak koştuğu şeylerden münezzehtir. “Melik'tir” O saltanatı yok olmayan sultandır. “Kuddüs'tür” çirkin şeylerden, münezzehtir. Meleklerin teşbihi hakkında şöyle nakledilmiştir: “O, her kötüden, ayıptan ve kusurdan münezzehtir, çirkin şeylerden beridir. Meleklerin ve Ruhun Rabbidir.” “Selâmet verendir.” Zeccâc'darı nakledildiğine göre: “Mahlûkata zulmetmekten beri olandır.” Ya da “Kendisine itâat edenleri azâbından emin kılarıdır” , demektir. “Gözetip koruyandır.” Her şeyi görüp gözetendir. (.......) veznindedir. (.......) kelimesindendir. Aslı (.......) dir. Hemzesi (.......) ye dönüştürülmüştür. “Azîz'dir.” galip gelendir. Mağlup olan değil. “İstediğini zorla yaptırandır.” kendisinden başkalannın kendisine boyun eğdiği yüce büyük olandır. Ya da kudret ve saltanat hususunda şanı yüce olandır. Ya da; azamet sâhibi, üstünlüğü sınırsız, galip olandır. “Puta tapanların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” zâtını, müşriklerin vasfettiği şeylerden tenzih etti. 24O, yaratan, var eden, varlıklara şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanım yüceltmektedirler. O, galip olan, her şeyi hikmeti uyarınca yapandır. “... yaratan -vücûda getireceği şeyi takdir eden- var eden -vücûda getiren- varlıklara -rahîmlerde- şekil verendir. “En güzel isimler O'nundur.” yüce sıfatlara delalet eden güzel isimler. “Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, Azîz'dir, Hakîm'dir.” Sûreyi başladığı şeyle bitirdi. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Sevgili dostum Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dan İsm-i A'zam'ı sordum, şöyle buyurdu: -'Haşr Sûresi'nin sonuna sarıl Onu okumayı artır.'Ona tekrar sordum. Aynı cevabı verdi. Tekrar sordum yine aynı cevabı verdi.” |
﴾ 0 ﴿