MÜMTEHİNE SÛRESİ1Ey îman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Peygamber ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Halbuki ben sizin gizlediğinizi de açığa çıkardığınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur. “Rivâyet edildiğine göre Ebû Amr b. Sayfı b. Haşim'in azadlısı Sare adlı bir kadın, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethine hazırlandığı şurada Medine'ye gelmişti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: - “Müslüman olarak mı geldin?” buyurdu. Kadın: - Hayır, dedi. - “Muhacir olarak mı geldin?” buyurdu. Kadın: - Hayır, dedi. - “O hâlde ne sebeple geldin?” buyurdu. Kadın: - Aşırı derecede muhtaç duruma düştüm, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdulmuttalip oğullarını ona yardıma teşvik etti. Onlar da onu giydirip kuşattılar, erzak verdiler ve hayvana bindirdiler. Bu arada Hatip İbni Beltea (radıyallahü anh) da ona on dinar verip bir hırka giydirmiş ve Mekke ahalisine yazılmış bir mektubu götürmesini ondan istemişti. Mektubun sureti şöyledir: “Hatip İbni Beltea'dan Mekke halkına. Bilin ki Allah'ın Rasûlü'nün hedefi sizsiniz. Tedbirlerinizi alın.” Sare çıkıp gittikten sonra Cebrâîl (aleyhisselâm) haberi getirdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ali, Ammar, Ömer, Talha, Zübeyr, Mikdad ve Ebû Mersed'i (rahm) gönderdi. -Tamamı süvariydi- Onlara şöyle buyurdu: “Derhal gidin. Hak bahçesine varın. Orada hevdec içerisinde yolcu bir kadın var. Beraberinde de Hatıb'ın Mekke halkına yazdığı bir mektup var. Onu ondan alın ve kadını bırakın. Eğer vermekten kaçınırsa boynunu vurun.” Kadına yetiştiler. Kadın yeminle inkâr etti. Bunun üzerine onlar dönmek istediler. Ancak Ali (radıyallahü anh): - “Vallahi biz yalan söylemeyiz. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yalan söylemez.” dedi ve kılıcını çekti. Şöyle devam etti: - “Ya mektubu çıkarırsın ya da başırıı verirsin.” Bu söz üzerine kadın mektubu saçlarının arasından çıkardı. Rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethi günü bu kadının da aralarında bulunduğu dört kişi hariç bütün insanlara eman vermiştir. Bu olay üzerine Hatıb (radıyallahü anh), Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna getirildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: - “Bunu yapmaya seni sevk eden şey nedir?” diye surdu. Hatıb (radıyallahü anh) şöyle dedi: - Ya Resûlüllah! İslam'ı kabul edeli beri inkâr da bulunmadım. Sana karşı dürüst olalı beri hilekarlık yapmadım. Onlardan ayrılalı beri onları sevmedim. Ancak ben Kureyşle anlaşmalı biriyim. Onlardan değilim. Benden başka maiyetinizde bulunan bütün muhacirlerin Mekke'de ailelerini ve mallarını koruyacak akrabaları var. Ailem için korktum. İstedim ki onlar nezdinde bir kuvvet bulayım. Katiyen bılıyorum ki Allah onlara belasını verecektir. Ve benim mektubum da onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bu sözler üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu tasdik etti ve özrünü kabul buyurdu. Ömer (radıyallahü anh): - Ya Rasûlellah! Müsaade et de şu münafığın başırıı vurayım, deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): - “Ey Ömer! Allah'ın, Bedir ehli hakkında bir bildiği var ki onlar hakkında'Dilediğiniziyapın sizi mağfiret ettim.'buyurmuştur.” dedi. Bu sözler üzerine Ömer (radıyallahü anh)’in gözleri yaşardı. Çok geçmeden bu âyet nâzil oldu. (.......) Fiili iki Mef’ûl almıştır. Onlar (.......) ve (.......) dir. (.......) fiilindendir. (.......) veznindedir. (.......) Fiilinden olan (.......) kelimesinde olduğu gibi. Ancak o, mastar veznindedir. (mastar) tekil için kullanıldığı gibi çoğul için de kullanılır. Bunda büyük günah sahiplerinden îman (eden) isminin alınmadığına delil vardır. (.......) daki zamîrden hâldir. Takdiri: “Onları sevgi göstererek dostlar edinmeyin” , demektir. Ya da (.......) vakfeden sonra azar için olan başlarıgıç cümlesidir. (.......) sevgi göstermek ve sevgiyi onlara bildirmektir. (.......) deki (.......): “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın,” Bakara, 195. âyetinde olduğu gibi zaittir. Geçişliliği te'kid etmektedir. Ya da (.......). (.......) nin mef'ûlünun hazfı üzere sabittir. Manası: “Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği haberi aranızdaki sevgi sebebiyle onlara bildiriyorsunuz.” şeklindedir. (.......) dan ya da (.......) den hâldir. Yani; halleri bu oldukça onları dost edinmeyin. Ya da onlara sevgi göstermeyin, demektir. “Size gelen gerçeği...” İslam dinini ve Kur'ân'ı. “Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar.” sözü başlarıgıç cümlesidir. Onların inkârlarını ve büyüklenmelerini açıklamaktadır. Ya da: (.......) dan hâldir. (.......) nin sebebidir. Yani; “Onlar sizi Allah'a îman etmenizden dolayı Mekke'den çıkarıyorlar” , demektir. (.......) sözü (.......) ya taallûk etmektedir. Yani: “Eğer benim dostlarınısamz, düşmanlarınıı dost edinmeyin” , demektir. Bunun benzerlerinde nahivcilerin sözü şudur: “O şarttır. Kendinden öncekinin delaletinden dolayı cevabı hazmedilmiştir.” (.......) mastardır. Mahallen mensûbtur. Hâldir. Yani; “Eğer siz benim yolumda savaşarak ve rızamı arayarak çıkmışsanız...” , demektir. “Onlara nasıl sevgi gösterirsiniz?” Yani; sevginizi gizlice onlara nasıl bildirirsiniz? Ya da “Sevginiz sebebiyle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sırlarını onlara nasıl bildirirsiniz?” demektir. Bu, başlarıgıç cümlesidir. “Halbuki ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim.” Mana şudur: “Gizlemenizin ve açığa çıkarmanızın benim ilminde bir olduğunu ve Benim o gizlediğiniz şeyi peygamberime bildireceğimi bildiğiniz hâlde işi gizli tutmanızda size ne fayda var?” “Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.” Yani; bu bildinneyi sizden kim yaparsa hak ve doğru yolu şaşırmış olur. 2Şayet onlar sizi ele geçirirlerse size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler. Size karşı galip gelip güçleri yeterse size karşı katıksız düşman kesilecekler ve size karşı sizin gibi dost olmayacaklardır. Size ellerini ve dillerini kötülükle, yani; öldürmek ve sövüp saymak suretiyle uzatacaklardır. Ve onlar sizin dininizden dönmenizi temenni ederler. İşte o zaman onların benzerlerini sevmek sizden sadır olan büyük bir hatadır. Mazi fiili şart hususunda muzari yerine kullanılırsa da bunda ince bir nükte vardır. Sanki şöyle denilmiştir: Her şeyden önce sizin inkârınızı ve dinden dönmenizi arzularlar. Yani; onlar size insanlamuzın öldürülmesi, namuslarınızın çiğnenmesi ve inkârcılar olarak, dinden dönmeniz gibi dini ve dünyevi zararların isabet etmesini arzularlar. Onlar katındaki ilk ve öncelikli zarar da dine verilen zarardır. Çünkü onlar size göre dinin canınızdan daha kıymetli olduğunu bilmektedirler. Çünkü siz canlarınızı din için vermektesiniz. Düşman katında en önemli şey düşmanın en önemli saydığı şeye kastetmektir. 3Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aramzı ayırır. Allah yaptıklarınızı görendir. Akrabalarınız ve kendileri için kâfirlerle dostluk kurduğunuz, kendilerini korumak için kâfirlere yakınlaştığınız çocuklarınız size fayda vermeyecekler. Sonra şöyle buyurdu: “Kıyamet günü sizinle akrabalarınızın ve1 çocuklarınızın arasını ayırır.” Nitekim: “O gün kişi kardeşinden, ... kaçar.” Abese, 34. buyrulmuştur. Öyleyse size ne oluyor da yarın sizden kaçacak olanların hukukunu gözetmek için Allah'ın hukukunu çiğniyorsunuz? Âsım'a göre (.......) şeklindedir. Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Fâil, Allah Azze ve Celle'dir. İbni Zekvan'a göre (.......) şeklinde, diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. “Allah yaptıklarınızı görendir.” Dolayısıyla da sizi amellerinize göre mükafatlarıdıracak ya da cezâlarıdıracaktır. 4İbrâhîm'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a inamncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” Yalnız İbrâhîm'in, babasına: “Andolsun ki senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez.” demesi hariç. “Rabbimiz! Sana dayandık, Sana yöneldik. Dönüş Sanadır.” dediler. Aileden teberri hususunda İbrâhîm (aleyhisselâm) ve onunla birlikte olan mü'minlerde sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Yani; İbrâhîm (aleyhisselâm)’in sözünde. Bu sebepten dolayı (.......) İbrâhîm'in sözü'bundan istisna edildi. Denildi ki: “O İbrâhîm'le (aleyhisselâm) birlikte olan mü'minler peygamberdiler.” (.......) kelimesi (.......) un çoğuludur. (.......) ve (.......) kelimelerinde olduğu gibi siz bir tek Allah'a (celle celâlühü) inamncaya kadar sizinle bizim aramızda işlerimizde düşmanlık ve kalplerimizde öfke belirmiştir. Ne zaman ki yalnız Allah'a (celle celâlühü) inanırsanız işte o zaman size karşı düşmanliği terk ederiz. Yalnız İbrâhîm'in (aleyhisselâm) babasına: “Andolsun ki senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi (celb ve defetmeye) gücüm yetmez.” demesi müstesna. Bu ona vaat ettiği vaadinden dolayıdır. Yani; “Sözlerinde de ona uyun. Ancak kâfir olan babası için yaptığı istiğfarda ona uymayın” , demektir. “Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez.” Yani; hidâyet, mağfiret ve muvaffakiyet gibi şeyleri önlemeye gücüm yetmez. Bu cümle istisna olunmaya layık değildir. Allahü teâlâ'nın: “Allah'ın, sizin için dilediğine kim engel olabilir?” Feth, 11. âyeti görülmüyor mu? Kast olunan; babasına söylediği söze âit cümlenin istisnasıdır. Orada bizzat kast olunan da; onun için istiğfar edeceğini vaat etmesidir. Ondan sonraki cümle ise ona tâbıdır. (Bizzat kast olunan değildir). Sanki şöyle demiştir: “Senin için mağfiret dileyeceğim. Gücüm de ancak mağfiret dilemeye yeter” . '“Rabbimiz! Sana dayandık, sana yöneldik, dönüş sanadır.'dediler.” sözü istisnadan öncekine bağlıdır. Bu da güzel örnek cümlesindendir. Denildi ki: “Bunun manası;'Ey Rabbimiz!'deyin, şeklindedir. Zira o, Allah'ın (celle celâlühü), mü'minlere demelerini emrettiği bir emrin başlarıgıcıdır.” “Sana yöneldik...” döndük. “Dönüş sanadır.” geri dönüş. 5“Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için bir fitne kılma, bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Yegane galip ve hikmet sâhibi sensin.” Yani; onları bize musallat etme ki bize işkence edip mahvetmesinler. “... hüküm ve hikmet sâhibi sensin.” Yegane galip ve hakim sensin. 6Andolsun ki onlarda sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah, zengindir, hamda layık olandır. Daha sonra İbrâhîm (aleyhisselâm) ve kavmini örnek almak hususundaki teşviki te'kid için tekrarladı. Bu sebeple onu yeminle birlikte mastar olarak getirdi. Bu da te'kid de son noktadır. (.......) sözünü (.......) sözünden bedel kıldı. Yani; Allah'ın (celle celâlühü) sevabım arzu edenler için. Yani; Allah'tan (celle celâlühü) ve azâbından korkanlar için, demektir. “Kim yüz çevirirse...” kim ernrimizden yüz çevirir ve kâfirleri dost edinirse. “Allah zengindir.” mahlûkata ihtiyacı yoktur. “... hamda layık olandır. “hem de hak sâhibi olandır. Allah Teala te'kidin hiçbir çeşidini bırakmadı, hepsini getirdi. Bu âyetler indirildikten sonra mü'minlerin, müşrik babalarına, çocuklarına ve akrabalarına karşı düşmanhkları arttı, (onlarla ilgilerini kestiler) Allah (celle celâlühü), halin, zıddına dönmesi için onları teşvik etti, şöyle buyurdu. 7Olur ki Allah, sizinle düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Olur ki Allah (celle celâlühü), sizinle Mekke ahalisinden olan akrabalarınız arasında onları îmana muvaffak kılmak suretiyle bir dostluk meydana getirir. Mekke Fethi müyesser olduğunda Allah (celle celâlühü) onları arzularına kavuşturdu da kavimleri, İslam'a girdi ve aralarındaki sevgi tamamlanmış oldu. “umulur ki” kelimesi, sultanların adeti üzere Allah'tan (celle celâlühü) bir vaattir. Sultanlar, kendilerinden istenen hususlar hakkında “olur ki” ya da “umulur ki” kelimelerini kullandıklarında o şeyi isteyen kişi nezdinde artık bu işin olacağına dair hiçbir şüphe kalmaz. Ya da bununla mü'minlerin (bu işe) heveslendirilmesi kastedilmiştir. “Allah gücü yetendir.” Kalpleri çevirmeye, halleri değiştirmeye ve sevgi sebeplerini kolaylaştırmaya gücü yetendir. “Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” Müşriklerden Müslüman olanları çok bağışlayan, çok merhamet edendir. 8Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli olanları sever. “Onlara iyilik yapmanızı” onlara söz ve fiille ikram edip ihsanda bulunmanızı. (.......) cümlesinden bedel olmak üzere mahallen mecrûrdur. Bedel-i istimaldir. Takdiri; “O kişilere iyilik yapmaktan (yasaklamaz)” , şeklindedir. “Onlara adil davranmanızı” onlara karşı adaletle hükmetmenizi ve onlara zulmetmemenizi, Allah'a (celle celâlühü) şirk koşan bir kişinin hakkına tecavüz etmekten menediliyorsa vann siz Müslüman'ın hakkına tecavüz hususunun men'i nasıl olur bir düşünün. 9Allah, yalmz sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır. (.......) den bedeldir. Mana: “Allah sizi şu kişilere (yukarıdaki âyette zikredilen kişilere) iyilik etmekten menetmez. Ancak şu kişileri (bu âyette zikredilen kişileri) dost edinmekten nehyeder. Sizden kim onları dost edinirse dostluk kurulmaması gerekenlerle dostluk kurdukları için onlar zalimlerin ta kendileridir.” 10Ey îman edenler! Mü'min kâdirılar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kâdirılar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin, mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde ise bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarf ettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aramzda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sâhibidir. Kelime-i şehadet getirdikleri için ya da imtihan edilmek suretiyle imanlarını ispat etme mevkiinde bulundukları için onları “mü'min kâdirılar” diye adlarıdırdı. (.......) hâl üzere mensûbtur. “Onları imtihan edin” imanlarının samimiyetine kanaat getirmeniz için alâmetlere bakmak suretiyle onları sınayın. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Onların imtihanı, Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah demeleridir.” “Allah onların imanını sizden daha iyi bilir.” Çünkü siz onların hallerini sınıyorsunuz, gerçek durumu bilmiyorsunuz. Onun gerçek bilgisi Allah (celle celâlühü) katındadır. “Eğer onların inanmış kâdirılar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin.” Gücünüzün yettiği bir ilimle. O da; alâmetlerin ortaya çıkışıyla hasıl olan zannı galiptir. Zarının, ilim olarak adlarıdırılması zannı galibin ve kıyasın neticesinin, ilim yerine geçtiğini ve sâhibinin de: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme” İsrâ', 36. âyeti kapsamına dahil olmadığım bildirmektedir. “Onları kâfirlere geri döndürmeyin.” Onları müşrik kocalarına geri vermeyin. “Bunlar, onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. “ Yani; mü'min kadın ile müşrik erkek arasında, kadının Müslüman olarak çıkışıyla aynlık meydana geldiği için helallik yoktur. “Onlara sarf ettiklerini (mehirlerini) geri verin.” Kocalarına, onlara verdikleri mehir miktarını verin. Bu âyet Hûdeybiye anlaşmasından sonra nâzil oldu. Anlaşma Mekkelilerden Müslüman olanların Mekkelilere iade edileceği üzerine imzalanmıştı. Bunun üzerine Allah (celle celâlühü), bunun, kâdirılar değil de erkekler hakkında olduğunu beyan için bu âyeti indirmiştir. Çünkü Müslüman kadın, kâfir erkeğe helâl olmaz. Denildi ki: “Bu âyet, önceki hükmü neshetmiştir.” “Onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.” Daha sonra hicret eden bu kadınları almalarında kendilerine bir günahın olmadığını açıklamıştır. “Ücretlerini (mehirlerini) kendilerine verdiğinizde...” Ücretlerini yani; mehirlerini. Çünkü mehir, evlilik akdinin ücretidir. Ebû Hanîfe (radıyallahü anh) hicret eden kâdirıların iddet beklemeyeceğine bununla hükmetmiştir. Basra kırâat imâmları göre (.......) şeklindedir. “Kâfirkâdirıları nikahınızda tutmayın...” İsmet: Anlaşma ve nikah vasıtalarından herhangi biri gibi kendisine tutunulup korunuları şey, demektir. (.......) ün çoğuludur. O da; daru'l-harpte kalan ya da din değiştirerek daru'l-harbe giden kadın, demektir. Yani; sizinle onlar arasında hiçbir koruma sebebi ya da evlilik ilişkisi bulunmasın, demektir, ibni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Kimin Mekke'de kâfir bir karısı varsa onu kadınlarından saymasın (demektir)/' Çünkü ülkelerin (İslam Ülkesi - kâfir ülkesi) ayrı olması onların evlilik bağını kesmektedir. “Sarf ettiğinizi isteyin.” kâfirlere kâtiları eşlerinizin mehirlerini onlarla evlenenlerden isteyin. “Onlar da sarf ettiklerini istesinler.” Hicret eden kâdirılarının mehirlerini onlarla evlenen bizim adamlardan istesinler. “Allah'ın hükmü budur.” Yani; Allah'ın (celle celâlühü) hükmü bu âyette zikredilenlerin tamamıdır. “Aranızda O hükmeder. “Bu, başlarıgıç cümlesidir. Ya da (.......) sözünden -zamîrin hazfı üzere- hâldir. Yani; Allah (celle celâlühü), aranızda onunla hükmederek hükmeder. Ya da, hükmü, mübalağa şeklinde hakim (hükmeden) kılmıştır. Bu nehyedilmiştir. Dolayısıyla ne bizden, ne de onlardan mehir isteme hükmü kalmamıştır. 11Eğer eşlerinizden biri, sizden kâfirlere kaçar da siz de savaşta galip durumda olursanız, eşleri gitmiş olanlara ganimetten, harcadıkları kadar verin. İnandığınız Allah'a karşı gelmekten sakının. Eğer onlardan (kâdirılardan) biri kâfirlere kaçarsa, demektir. İbni Mes'ud (radıyallahü anh)’in kıratında da (.......) biri'şeklindedir. “Siz de savaşta galip durumda olursanız” Zeccâc'dan şöyle nakledilmiştir: “Savaşta galip gelip ganimet alırsanız” , demektir. “Eşleri gitmiş olanlara ganimetten harcadıkları kadar verin.” Eşleri dinden dönmüş ve daru'l-harbe iltihak etmiş bulunan Müslümanlara eşlerinin mehirlerini bu ganimetten verin, demektir. Denildi ki: “Bu hüküm de aynı şekilde neshedilmiştir.” 12Ey peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (.......) hâldir. “Çocuklarını öldürmemek...” sözüyle, kız çocuklarının toprağa gömülmesini kastediyor. “Elleri ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek...” Kadın(lar) yeni doğmuş çocukları alıp kocalarına: “Busenden olan çocuğumdur.” diyorlardı, “elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmek” sözü, yalan olarak kocasına nispet ettiği çocuktan kinayedir. Çünkü o çocuğu taşıdığı karnı ellerinin arasındadır. Çocuğu doğurduğu ferci de ayaklarının arasındadır. “İyi işi işlemekte” Allah'a ve Rasûlü'ne itaatte. “Onlar için Allah'tan mağfiret dile.” Geçen hususlar hakkında. “Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” Allah (celle celâlühü), geçip giden şeyleri iptal etmek suretiyle çok bağışlayan, yeniden başlamaya muvaffak kılmak suretiyle de çok merhamet edendir. Rivâyet olunduğuna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethi tamamlandıktan sonra önce erkeklerden biat aldı. Sonra da kâdirılardan biat almaya başladı. Safa tepesindeydi. Ömer (radıyallahü anh) ondan aşağıda oturuyordu. Onun emriyle onun adına kâdirılardan biat alıyor ve onun adına onlara tebliğ ediyordu. Utbenin kızı, Ebû Sufyan’ın kansı Hind de, Hamza (radıyallahü anh) a yaptıklarından dolayı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onu tanımasından korktuğu için peçeli olarak tanınmaz bir hâlde kâdirılar arasında bulunuyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: - “Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamanız üzere sizden biat aliyorum.” Ömer (radıyallahü anh) kâdirılardan, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere biat aldı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hırsızlık yapmamaları üzere (biat aliyorum)” dediğinde Hind: - Ebû Sufyan cimri bir adamdır. Onun malından (ondan habersiz) az bir şey aldığım olurdu. Ebû Sufyan da'Aldığın şey sana helâl olsun'dedi, bu bana helâl olur mu? diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) güldü. Onu tanımıştı. Ona: - “Sen Hind'sin ha.” dedi. O: -Evet, ey Allah'ın peygamberi. Geçmişi affet, dedi. O (sallallahü aleyhi ve sellem): - “Allah seni affetti.” dedi. Sonra: - “Zina yapmamaları üzere biat alıtefsir” , buyurdu. Hind: - Hiç hür olan kadın zina eder mi? dedi. Sonra: - “Çocuklarını öldürmemeleri üzere biat aliyorum” buyurdu. Hind: - Biz onları küçükken büyüttük, fakat sen onları büyüdüklerinde katlettin. Siz onları daha iyi biliyorsunuz, dedi. Oğlu Hanzala Bedir günü öldürülmüştü. Ömer (radıyallahü anh) kâtila kâtila güldü. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise tebessüm etti. Sonra: - “İftira uydurup getirmemeleri (üzere biat alıtefsir.) buyurdu. Hind: - Vallahi, iftira uydurmak çirkin bir iştir. Sen bize ancak olgunluğu ve güzel ahlâkı emrediyorsun, dedi. Sonra (sallallahü aleyhi ve sellem): - “İyi işi işlemekte (peygambere) karşı gelmemeleri (üzere biat aliyorum) buyurdu. Hind: - Vallahi, biz bu meclise bir tek hususta bile sana isyan niyetiyle gelmedik, dedi. Bu söz, kötülük hususunda amirlere itaatin vacip olmadığına işaret etmektedir. 13Ey îman edenler! Allah'ın kendilerine gazap ettiği, kâfirlerin mezarlık halkından umudu kestiği gibi, âhiretten umudu kesmiş olan bir topluluk ile dostluk etmeyin. Sûreyi başladığı şeyle bitirdi. Denildi ki: “Onlar (Allah'ın (celle celâlühü) kendilerine gazap ettiği kavim); müşriklerdir.” “Âhiretten ümidini kesmiş” sevabından. Çünkü onlar dirilişi inkâr etmektedirler. “Kâfirler umudu kestiği gibi” Yani; umudu kestikleri gibi, demektir. Zarnir yerine (.......) kâfirler'kelimesi açıktan açığa getirilmiştir. “Mezarlık halkından” onlara dönmelerinden. Ya da: “Şu anda kabirde olan selefleri ahretten ümidi kestikleri gibi..” , demektir. Yani; onlar bunların selefi gibidir. Denildi ki: “Onlar Yahûdîlerdir.” Yani; kendilerine gazap olunmuş kavmi dost edinmeyin ki kâfirler nasıl ölülerinin diriltilmesinden ve diri olarak geri döndürülmesinden ümidi kestilerse onlar da hususiyetleri Tevrât'ta geçen peygamberin o olduğunu bildikleri hâlde Allah'ın Resûlü'nü (sallallahü aleyhi ve sellem) kabul etmediklerinden dolayı âhirette pay sâhibi olmaktan ümidi kesmişlerdir. Denildi ki: “kabir halkından” sözü kâfirleri beyan içindir. Yani; kabre giren kâfirler âhiret hayrından ümidi kestiği gibi, demektir. Çünkü onlara durum vaziyetlerinin çirkinliği ve gidecekleri yerin kötülüğü aşikar olmuştur. Allahu Alem. |
﴾ 0 ﴿