SAFF SÛRESİ

1

Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O, üstündür, hikmet sâhibidir.

Rivâyete göre mü'rrıinler, cihatla emredilmesinden önce:

“Amellerin hangisi Allah'a daha sevgilidir. Bilsek de onu işlesek.” demişlerdi de cihat âyeti nâzil olmuştur. Fakat onlardan bir kısmı işi ağırdan almıştı. Bu sefer de:

“Ey îman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?” âyeti inmişti.

2

Ey îman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?

(.......) deki (.......) izafet (.......) ıdır. Diğer harfi çerlerin gelişi gibi soru (.......) sı üzerine gelmiştir. (.......), (.......), (.......) ve misallerinde olduğu gibi (.......) hazfedilmiştir. Çünkü (.......) ve (.......) ya da diğerleri tek bir şey gibidir. Bu, soru cümlelerinde çokça kullanılmaktadır. Aslı üzere çok az kullamlmıştır. Şâir şöyle demiştir:

“Cerir bana ne için sövmeye başladı?”

Duruş hâlinde durma - duraklama (.......) si getirilir. Ya da sakin kılınır. Geçiş hâlinde sakin kıları kişi de bunu duruş yerine geçsin diye yapmıştır.

3

Yapmayacağınızı söylemeniz Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur.

(.......) ile, lafzının dışında bir lafızla şaşkınliği ve hayreti kastetmiştir. Şâirin sözünde olduğu gibi

“Kelib'in devesinin dengi ne kadar da kıymetliymiş!”

Yani; “Ne kadar kıymetli bir deveymiş ki onun dengi Kelibin kendisidir.” Şaşkınlık ve hayretin manası; işitenlere işin büyüklüğünü anlatmaktır. Çünkü şaşkınlık ve hayret ancak benzerlerinden farklı olan şeylerde olur.

(.......) kelimesi (.......) ya isnad olunmuştur. (.......) Kelimesi ise temyiz üzerine mensûb kılınmıştır. Bunda onların, yapmayacakları şeyleri söylemelerinin katıksız kesin bir buğza sebep olduğuna delalet vardır. Mana şudur:

“Sizin yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah (celle celâlühü) katında büyük bir buğz oldu.”

Makt; lâfzı seçildi. Çünkü O, en şiddetli buğz, demektir. Selef-i Sâlihin'den birine:

- Bize sohbet et, denildi de o

- “Bana, yapmayacağım şeyleri söylememi mi emrediyorsunuz, (konuşayım da) Tezce Allah'ın buğzunu celbedeyim öyle mi?” demiştir.

Daha sonra Allah azze ve celle sevdiği şeyleri bildirmiştir. Şöyle buyurmuştur:

4

Allah, kendi yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.

“... saf bağlayarak...” kendileri saf tutar oldukları hâlde.

(.......) mastardır. Hâl olarak vaki olmuştur.

“... kenetlenmiş binalar gibi...” parçaları birbirine bitişik binalar gibi. Denildi ki:

“Bununla, düşmanlarına karşı muharebede, parçaları kurşunla birbirine bağlanmış binalar gibi bir kelime altında toplarıacak şekilde niyetlerinin bir olması kastedilmiştir. Bu da hâldir.”

5

Bir zaman Mûsa, kavmine: “Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz hâlde niçin beni incitiyorsunuz.” demişti. Onlar yoldan sapınca Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez.

(.......) gizli (.......) hatırla'fiiliyle mensûbtur.

“Beni niçin incitiyorsunuz.” âyetleri inkâr etmek ve bende olmayan şeyleri bana iftira etmek suretiyle...

(.......) mahallen mensûbtur, hâldir.

Yani; “Kesin bir ilimle bildiğiniz hâlde beni niçin incitiyorsunuz.” demektir. “Bunu bilmenizin gereği de; bana hürmet etmeniz ve saygı göstermenizdir, eziyet etmeniz değil.”

“Onlar ... sapınca...” , yani; haktan meyledince Allah (celle celâlühü) da onların kalplerini hidâyetten döndürdü. Ya da onlar, onun emirlerini terk edince îman nurunu onların kalplerinden çekip çıkardı. Ya da onlar haktan sapmayı tercih edince Allah (celle celâlühü) da onların kalplerini saptırdı.

Yani; onları kendilerine terk etti. Ve hakka tabi olma başarısını onlara haram kıldı, demektir.

Allah fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez.”

Yani; ilminde, fâsık olduğu zahir olan kişilere hidâyet etmez, demektir.

6

Hatırla ki; Meryem oğlu Îsa: “Ey İsrâ'il oğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim.” demişti. Fakat O, kendilerine açık deliller getirince: “Bu apaçık bir büyüdür.” dediler.

Mûsa (aleyhisselâm)’in dediği gibi: “Ey kavmim!” demedi. Çünkü onun onlarla nesep bağı yoktur ki onun kavmi olsunlar.

“Benden önce gelen Tevrât'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim.”

Yani; Benden önceki Tevrât'ı tasdik eder ve benden sonra gelecek olan peygamberi müjdeler bir hâlde size gönderildim, demektir.

Yani; benim dinim tasdiktir. Allah'ın, (celle celâlühü) Önceki ve sonraki kitaplarını ve peygamberlerini bütünüyle tasdiktir.

Hicaz kırâat imâmları, Ebû Amr ve Ebû Bekir'e göre (.......) şeklindedir. Halîl'in ve Sîbeveyh'in tercihi de budur.

(.......) ve (.......) kelimeleri (.......) kelimesindeki gönderme manası ile mensûb olmuşlardır.

“O” , Îsa ya da Muhammed (asm).

“... deliller...” mu'cizeler. Hamza ve Ali'ye göre (.......) sihirbaz'şeklindedir.

7

İslam'a çağrılırken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir? Allah zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.

Rabbi, kendisini, peygamberleri diliyle, içinde kendisi için iki dünya saadeti olan İslam'a çağırdığında, ona icabet edecek yerde kullarını hakka çağırdığı sözü için, “Bu sihirdir” diyerek Allah'a (celle celâlühü) yalan ve iftira atandan daha zâlim hangi insandır. Halbuki sihir yalandır ve batılı hak göstermek, yaldızlamaktır.

8

Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.

“Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar.” Bu, onların, Kur'ân hakkında, “Bu sihirdir.” demek suretiyle İslam'ı iptal etmek istemelerini tahkirdir, alaya almaktır. Onların durumu söndürmek için ağzıyla güneşin ışığına üfleyen kişinin durumu ile tasvir olunmuştur.

Mef’ûl hazfedilmiştir. (.......) sebep içindir. Takdiri şöyledir:

Allah'ın nurunu ağızlarıyla, yani, sözleriyle söndürmek için yalanı arzuluyorlar.” demektir.

Mekke kırâat imâmları, Hamza, Ali ve Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir.

Yani; Hakk'ı tamamlayacak ve gayesine ulaştıracaktır.

9

Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberlerini hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur.

“... hak din ile...” yani; İslam dini ile. “... bütün dinlere üstün kılmak için...” ona ters düşen bütün dinlere karşı onu üstün kalmak için andolsun ki Allah (celle celâlühü) bunu yapmıştır. İslam karşısında mağlup olmamış, perişan olmamış hiçbir din kalmamıştır. Mücahid'den şöyle nakledilmiştir:

Îsa (aleyhisselâm) nüzul ettiğinde yeryüzünde İslam dininden başka hiçbir din kalmayacaktır.”

10

Ey îman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?

Şam kırâat ekolüne göre: (.......) şeklindedir,

11

Allah'a ve Rasûlü'ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz ki bu sizin için daha hayırlıdır.

Allah ve Rasûlü'ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. “sözü başlarıgıç cümlesidir. Sanki onlar:

- “Nasıl amel edelim?” dediler de onlara:

- Allah'a (celle celâlühü) ve Rasûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah (celle celâlühü) yolunda savaşırsınız.” diye cevap verdi.

“İnanırsınız” sözü Sîbeveyh'e göre inanın manasınadır. Bu sebepten dolayı “İşte o takdirde sizin günahlarınızı bağışlar” sözüyle cevap verildi. Buna İbni Mes'ud (radıyallahü anh):

Allah ve Rasûlü'ne îman edin ve cihad edin.” şeklindeki kırâati de delalet etmektedir.

Tabi olmanın gerekliliğini bildirmek için haber lâfzı üzere getirildi. Sanki tabi olunmuş gibi var olan îmandan ve cihaddan haber vermektedir.

“Bu” yani; zikredilen îman ve cihad sizin için mallarınızdan ve canlarınızdan daha hayırlıdır. Eğer onun, sizin için hayırlı olduğunu bilirseniz, o zaman o sizin için hayırlı olur. Çünkü siz, bunu bildiğinizde ve buna inandığınızda îmanı ve cihadı mallarınızdan ve canlarınızdan daha çok seversiniz. Dolayısıyla da felaha erer, kurtulursunuz.

12

işte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan Cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.

Adn; ikamet etmek ve bir yerde uzun müddet (ebedî) kalmak demektir. Bir yerde ikamet ettiğinde (.......) denir. Aynı şekilde “İşte bu en büyük kurtuluştur.” denildi.

13

Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Mü'minleri bunlarla müjdele.

“Seveceğiniz başka bir şey daha var.” Sizin için zikredilen bu acil olmayan (uhrevi) mağfiret ve sevabın yanında size daha sevimli gelen acil (dünyevi) bir nimet daha vardır. Daha sonra onu: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih.” sözüyle açıkladı.

Yani; tez bir fetih, demektir. O da; Mekke'nin Fethi ve Kureyş'e karşı yardım (zafer)dir. Ya da İran ve Bizans'ın fethidir.

“... seveceğiniz...” sözünde dünya nimetlerine olan meyle (Dünyayı âhirete tercih etmeye) karşı bir parça taviz vardır.

Keşşaf sâhibi (.......) kelimesinin (.......) e ma'tûf olduğunu söylemişti. Bu taktirde mana; “Sizi, elem verici bir azaptan kurtaracak ticareti ve seveceğiniz diğer bir ticareti daha size göstereyim mi?” şeklinde olur. Daha sonra:

Allah'tan yardım... “dedi.

Yani; o (ticaret) yardımdı.

(.......) üzerine atıftır. Çünkü o, ernir manasınadır. Sanki şöyle denilmiştir:

“Îman edin ve cihad edin ki Allah (celle celâlühü) da sizi sabit kadem kılsın ve size yardım etsin. Ve Ey Allah'ın Rasûlü! Mü'minleri bununla müjdele.” Yine denildi ki:

(.......) cümlesinden önce takdir olunmuş. (.......) De ki'sözü üzerine atıftır.

14

Ey îman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu Îsa, havarilere: “Allah'a giden yolda benim yardımcılarını kimdir?” demişti. Havarileri de: “Allah yolunun yardımcıları biziz.” demişlerdi. İsrâ'il oğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.

Allah'ın yardımcıları olun.”

Yani; Allah'ın (celle celâlühü) dininin yardımcıları olun.

Hicaz kırâati ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir.

“Nitekim Meryem oğlu Îsa, havarilere: Allah'a giden yolda benim yardımcılarını kimlerdir?'demişti.” Bunun zahiri, onların, yardımcılar olmasının, Îsa (aleyhisselâm)’in: Allah'a giden yolda benim yardımcılarını kimdir?” sözüne benzetilmesidir. (

Yani; lafzın zahiri, onun dediği gibi olun, demektir.) Ancak o, mana üzerine hamledilmiştir.

Yani; havariler, Îsa (aleyhisselâm), kendilerine: Allah'a giden yolda benim yardımcılarını kimlerdir?” dediğinde Îsa (aleyhisselâm)’in yardımcıları oldukları gibi, Allah'ın (celle celâlühü) yardımcıları olun, demektir.

Allah'a giden yolda benim yardımcılarını kimlerdir?” sözünün, havarilerin cevabına -ki o da: Allah yolunun yardımcıları biziz.” Demeleridir- uygun olacak şekildeki manası; Allah'ın (celle celâlühü) yardımına müteveccih olarak benim askerim kim olacak?” şeklindedir.

Allah'ın yardımcıları biziz.”

Yani; bizler, Allah'a (celle celâlühü) yardım edenleriz, demektir. “Benimyardımcılarını kimdir?” sözünün manası ise; Allah'a yardım hususunda bana bağlarıan ve benimle birlikte olan yardımcılar kimdir?” şeklindedir.

Havariler, onun seçilmiş dostlarıdır. Ona ilk îman edenlerdir. On iki kişiydiler.

Havari; seçilmiş, halis dost demektir. (.......) kelimesindendir. O da; halis beyaz demektir. Denildi ki:

“Onlar kasar (çırpıcı) idiler. Elbiseleri beyazlatıyorlardı.”

“Isa (aleyhisselâm) a israil oğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de onu inkâr etmişti.” Onların inan ani an rn inkâr edenlerine karşı güçlendirdik. Böylece onlara galip geldiler. Allah (celle celâlühü) inananların dostudur.

Allahu A'lem.

CUM'A SÛRESİ

1

Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün sâhibi, Mukaddes, Azîz, Hakîm olan Allah'ı teşbih eder.

“Teşbih” , ya tesbih-i hilkattir (fıtri teşbihtir) yani; her neye baksan onun yaratılışı seni Allah Teala'nın birliğine ve O'nu misl, benzerinden tenzihe götürür. Ya, tesbih-i ma'rifettir. Allah Teala, her şeyde kendisinin tanındığı ve tenzih olunduğu şeyi lütfü ile yaratır. Allah Teala'nın:

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamdıyla tesbih etmesin, lakin sis onların teşbihini anlamazsınız.” İsrâ', 44. sözü görülmüyor mu?

Ya da Tesbih-i zaruridir. Allah (celle celâlühü), her cevhere teşbihini bilmeksizin icra ettirir.

2

Çünkü ümmiler arasından kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Hâlbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.

“O, ümmiler içinden kendilerinden (kendilerine) bir peygamber gönderendir.”

Yani; ümmi bir kavim içinde ümmi bir adam gönderendir, demektir. Denildi ki:

kendilerinden” sözü “İçinizden...” Tevbe, 128 sözü gibidir. Nesebini ve durumlarını bilmektedirler. Ümmi, Arap milletine mensuptur. Çünkü onlar, diğer milletlere göre ne yazıyorlar, ne de okuyorlardı. Denildi ki:

“Yazı Taifte başladı. Onlar onu Hire halkından almışlardı. Hire halkı da Enbar halkından almıştı.”

“... kendilerine âyetleri -Kur'ân'ı- okuyan, onları -şirkten ve câhiliye pisliklerinden- temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten -Kur'ân'ı ve sünneti ya da dinde fıkhı öğreten.-”

“Halbuki onlar, -Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) den- önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.”

Yani; küfür ve cehalet içindeydiler.

(.......) den hafifletilmiştir. (.......) bunun delilidir.

Yani; onlar sapıklık içindeydiler. Ondan daha büyük bir sapıklık göremezsin.

3

(Bu peygamber) mü'minlerden henüz kendilerine kâtilmamış bulunan diğer insanlara da onu öğretir. O, Azîz'dir, Hakîm'dir.

(.......) mecrûrdur. (.......) üzerine atfedilmiştir.

Yani; O'nu (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi devrindeki ümmilere ve ümmilerden henüz onlara kâtilmamış başka kimselere gönderdi.

Yani; onlar henüz onlara kâtilmamışlardır, kâtilacaklardır. Onlar, Sahâbeden (radıyallahü anh) sonra gelenlerdir. Ya da onlar, onlardan sonra kıyamete kadar gelecek olanlardır. Denildi ki:

“Onlar Acemlerdir (İranlılardır).”

Ya da (.......) mensûbtur. (.......) deki mensûb üzerine atfedilmiştir.

Yani; onlara öğreten ve diğerlerine de öğreten, demektir. Çünkü öğretme işi kıyamete kadar devam etse onun tamamı ilk kişiye isnad olunur. Sanki onunla elde edilen istifadenin tamamını o kişi gerçekleştirmiştir. O, bu büyük işte ümmi bir adamı başarılı kılmada (bu hususta) ona yardım etmede ve insanların tamamı arasından onu seçmede Azîz'dir, yegane hüküm ve hikmet sâhibidir.

4

O, Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sâhibidir.

Muhammed (aleyhisselâm)’e verdiği bu üstünlük Allah'ın (celle celâlühü) lütfudur. O da kendi asandaki nesillerin peygamberi olması ve diğer asırlardaki nesillerin peygamberi olmasıdır. O, Allah'ın lütfudur. Onu vermeyi istediği ve hikmetinin gerektirdiği kişiye (ya da kişilere) verir.

5

Kendilerine Tevrât yükletilen sonra onu, taşımayanların durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

“Kendilerine Tevrât yükletilen -yani; onu öğrenmek ve içindekileriyle amel etmekle mükellef kılman- sonra onu taşımayanlar.” Sonra onunla amel etmeyenler, demektir. Sanki onlar onu taşımamışlardır.

(.......) kelimesinin çoğuludur. O da;'büyük kitap', demektir.

(.......) hâl olmak üzere mahallen mensûbtur. Ya da sifat olmak üzere mahallen mecrûrdur. Çünkü (.......) eşek'kelimesi (.......) Bana söven alçağa uğrarım'sözündeki (.......) kelimesi gibidir.

Yahûdîler, Tevrât taşıyıcıları, okuyucuları ve içindekileri muhafaza edenler oldukları hâlde onunla amel etmemeleri ve onun ayetlerinden istifade etmemeleri -ki onda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sıfatları ve onun müjdesi olduğu hâlde ona îman etmediler- sebebiyle koca koca ilmi kitapları taşıyan eşeğe benzetilmişlerdir. O (eşek) onları taşır ama onlardan hiçbir şey anlamaz, sadece iki yanına ve sırtına yüklenen şeyin zahmetini ve sıkıntısını çeker. Bildiği hâlde bilgisiyle amel etmeyen her bir kişinin durumu da budur.

Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür.”

Yani; Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini yalanlayan kavmin durumu, misal olarak ne kötüdür. Ya da yalanlayan kavmin misali ve onların misali ne kötüdür, demektir. Onlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in peygamberliğinin doğruluğuna delalet eden, Allah’ın (celle celâlühü) âyetlerini yalanlayan Yahûdîlerdir.

Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”

Yani; zulmü tercih ettikleri vakitte ya da ilmi ezelisinde zâlim olacağını bildiği kişiye hidâyet etmez, demektir.

6

De ki: Ey Yahûdîler! Bütün insanları bir yana bırakarak yalmz kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu sanıyorsunuz, bu iddianızda samimi iseniz haydi ölümü temenni edin.

Yahûdî olduğunda (.......) fiili kullanılır. Onlar:

“Biz, Allah'ın oğulları ve dostlarıyız.” Mâide, 18. diyorlardı.

Yani; Eğer sizin sözünüz doğruysa ve sağlam bir deliliniz de varsa haydi Allah'tan (celle celâlühü) sizi öldürmesini ve sizi tezce dosttan için hazırladığı keramet (şeref, itibar, cömertlik ve ikram) yurduna intikal ettirmesini temenni edin. Daha sonra Allah Teala şöyle buyurdu:

7

Ama onlar yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah, zalimleri çok iyi bilir.

Yani; inkârları sebebiyle ölümü asla temenni etmezler.

(.......) ile (.......) in her biri istikbalde olumsuzluk manası verir. Aralarında hiçbir fark yoktur. Ancak (.......) deki te'kid ve şiddetlilik (.......) da yoktur. Dolayısıyla bir defa (.......) şeklinde te'kid lafzıyla gelmiş, bir defa da (.......) şeklinde te'kid lâfzı olmaksızın gelmiştir.

Allah, zalimleri çok iyi bilir.” Bu, onları tehdittir.

8

De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak ki sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.

“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız —ve inkârınızdan cezâsına çarptınlacağrmz korkusundan dolayı temenni etmeye cesaret edemediğiniz- ölüm muhakkak ki sizi bulacaktır.”

Cümle (.......). (.......) nin haberidir. (.......) şart manası taşıdığı için (.......) nin haberine (.......) gelmiştir.

“O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” Dolayısıyla da sizi layık olduğunuz cezâ ile cezâlarıdıracaktır.

9

Ey îman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu sizin için daha hayırlıdır.

Nida; ezandır. (.......) beyaniyyedir. (.......) yı beyan ve tefsîr için getirilmiştir.

Cuma günü günlerin efendisidir. Nitekim hadisi şerifte: “Kim Cuma günü ölürse Allah ona bir şehid sevabı verir ve onu kabir azâbından korur.” buyurulmuştur.

(.......) koşun (.......) gidin'demektir. Bu şekilde de okunmuştur. Ferrâ' şöyle demiştir:

(.......) ve (.......) aynı manadadırlar. (.......) ile kastolunan süratle yürümek, koşmak değildir.

Allah'ı anmaya...” Cumhûr’a göre, “hutbeye” Ebû Hanîfe (radıyallahü anh)’e göre hatibin sadece: (.......) diyerek okuduğu hutbe câizdir. Bu hükmü, bu tefsirdan çıkarmıştır.

“... alışverişi bırakın.” Zikrullah'a mani olan dünya meşgalelerinin terkini emretmeyi murad etti. Ancak onlar arasından özellikle alışverişi seçip zikretti. Çünkü Cuma günü zeval vaktinde alışveriş çokça yapılmaktadır. Dolayısıyla da onlara: “Âhiret ticaretine koşun, dünya ticaretini terkedin, kendisinden daha faydalı ve daha karlı hiçbir şey olmayan Allah'ın zikrine koşun Faydası az olan alışverişi terk edin.” denildi.

“Bu sizin için daha hayırlıdır.”

Yani; Allah'ın (celle celâlühü) zikrine koşmak sizin için alışverişten daha hayırlıdır.

10

Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.

“Namaz bitince -yani; eda edilince yeryüzüne dağılın...” Bu emri, ibahadır. (Yani; dağılabilirsiniz, serbestsiniz manasınadır.)

“Allah'ın lütfundan (nasip) isteyin.”

Yani; bu, rızık, ilim talebi, hasta ziyareti ve Allah (celle celâlühü) için kardeş ziyareti olabilir.

“Allahı çok zikredin.” Farzın edasına sizi muvaffak kıldığı için O'na şükredin.

11

Onlar, bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman, hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.

“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler...” senden ayrılırlar ona giderler. Takdiri şöyledir:

“Ticaret gördüklennde ona (ticarete), eğlence gördüklerinde de ona (eğlenceye) giderler şeklindedir.”

Zikredilen, diğerine delalet ettiği için ikisinden biri hazfedildi, özellikle ticareti seçip zikretti. Çünkü o, onlar (Medine halkı) nezdinde çok önemliydi. Rivâyete göre Medine'de açlık ve pahalılık vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cuma günü hutbe okurken, Dıhye b. Halîfe Şam'dan ticaret kervanıyla geldi. Herkes kalktı. Peygamberle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte sadece sekiz ya da on iki kişi kaldı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Muhammed'in nefsini yedi kudretinde bulundurana andolsun ki, eğer hepsi çıksaydı Allah vadiyi ateş olarak üzerlerine tutuştururdu.”

Kervan geldiğinde onu defle, dümbelekle ve alkışlarla karşılıyorlardı. “... eğlence...” sözü ile kastedilen budur.

“.... Seni ayakta bırakırlar.” seni ayakta hutbe okur (bir vaziyette) bırakırlar. Bunda hatibin hutbeyi ayakta okuması gerektiğine dair delil vardır.

“De ki; Allah'ın yanında bulunan -sevap- eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Yani; alışverişi terk etmek suretiyle Allah'ın (celle celâlühü) rızkından mahrum kalmazlar. Zira O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

Allahu A’lem.

0 ﴿