CUM'A SÛRESİ

1

Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün sâhibi, Mukaddes, Azîz, Hakîm olan Allah'ı teşbih eder.

“Teşbih” , ya tesbih-i hilkattir (fıtri teşbihtir) yani; her neye baksan onun yaratılışı seni Allah Teala'nın birliğine ve O'nu misl, benzerinden tenzihe götürür. Ya, tesbih-i ma'rifettir. Allah Teala, her şeyde kendisinin tanındığı ve tenzih olunduğu şeyi lütfü ile yaratır. Allah Teala'nın:

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamdıyla tesbih etmesin, lakin sis onların teşbihini anlamazsınız.” İsrâ', 44. sözü görülmüyor mu?

Ya da Tesbih-i zaruridir. Allah (celle celâlühü), her cevhere teşbihini bilmeksizin icra ettirir.

2

Çünkü ümmiler arasından kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Hâlbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.

“O, ümmiler içinden kendilerinden (kendilerine) bir peygamber gönderendir.”

Yani; ümmi bir kavim içinde ümmi bir adam gönderendir, demektir. Denildi ki:

kendilerinden” sözü “İçinizden...” Tevbe, 128 sözü gibidir. Nesebini ve durumlarını bilmektedirler. Ümmi, Arap milletine mensuptur. Çünkü onlar, diğer milletlere göre ne yazıyorlar, ne de okuyorlardı. Denildi ki:

“Yazı Taifte başladı. Onlar onu Hire halkından almışlardı. Hire halkı da Enbar halkından almıştı.”

“... kendilerine âyetleri -Kur'ân'ı- okuyan, onları -şirkten ve câhiliye pisliklerinden- temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten -Kur'ân'ı ve sünneti ya da dinde fıkhı öğreten.-”

“Halbuki onlar, -Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) den- önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.”

Yani; küfür ve cehalet içindeydiler.

(.......) den hafifletilmiştir. (.......) bunun delilidir.

Yani; onlar sapıklık içindeydiler. Ondan daha büyük bir sapıklık göremezsin.

3

(Bu peygamber) mü'minlerden henüz kendilerine kâtilmamış bulunan diğer insanlara da onu öğretir. O, Azîz'dir, Hakîm'dir.

(.......) mecrûrdur. (.......) üzerine atfedilmiştir.

Yani; O'nu (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi devrindeki ümmilere ve ümmilerden henüz onlara kâtilmamış başka kimselere gönderdi.

Yani; onlar henüz onlara kâtilmamışlardır, kâtilacaklardır. Onlar, Sahâbeden (radıyallahü anh) sonra gelenlerdir. Ya da onlar, onlardan sonra kıyamete kadar gelecek olanlardır. Denildi ki:

“Onlar Acemlerdir (İranlılardır).”

Ya da (.......) mensûbtur. (.......) deki mensûb üzerine atfedilmiştir.

Yani; onlara öğreten ve diğerlerine de öğreten, demektir. Çünkü öğretme işi kıyamete kadar devam etse onun tamamı ilk kişiye isnad olunur. Sanki onunla elde edilen istifadenin tamamını o kişi gerçekleştirmiştir. O, bu büyük işte ümmi bir adamı başarılı kılmada (bu hususta) ona yardım etmede ve insanların tamamı arasından onu seçmede Azîz'dir, yegane hüküm ve hikmet sâhibidir.

4

O, Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sâhibidir.

Muhammed (aleyhisselâm)’e verdiği bu üstünlük Allah'ın (celle celâlühü) lütfudur. O da kendi asandaki nesillerin peygamberi olması ve diğer asırlardaki nesillerin peygamberi olmasıdır. O, Allah'ın lütfudur. Onu vermeyi istediği ve hikmetinin gerektirdiği kişiye (ya da kişilere) verir.

5

Kendilerine Tevrât yükletilen sonra onu, taşımayanların durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

“Kendilerine Tevrât yükletilen -yani; onu öğrenmek ve içindekileriyle amel etmekle mükellef kılman- sonra onu taşımayanlar.” Sonra onunla amel etmeyenler, demektir. Sanki onlar onu taşımamışlardır.

(.......) kelimesinin çoğuludur. O da;'büyük kitap', demektir.

(.......) hâl olmak üzere mahallen mensûbtur. Ya da sifat olmak üzere mahallen mecrûrdur. Çünkü (.......) eşek'kelimesi (.......) Bana söven alçağa uğrarım'sözündeki (.......) kelimesi gibidir.

Yahûdîler, Tevrât taşıyıcıları, okuyucuları ve içindekileri muhafaza edenler oldukları hâlde onunla amel etmemeleri ve onun ayetlerinden istifade etmemeleri -ki onda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sıfatları ve onun müjdesi olduğu hâlde ona îman etmediler- sebebiyle koca koca ilmi kitapları taşıyan eşeğe benzetilmişlerdir. O (eşek) onları taşır ama onlardan hiçbir şey anlamaz, sadece iki yanına ve sırtına yüklenen şeyin zahmetini ve sıkıntısını çeker. Bildiği hâlde bilgisiyle amel etmeyen her bir kişinin durumu da budur.

Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür.”

Yani; Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini yalanlayan kavmin durumu, misal olarak ne kötüdür. Ya da yalanlayan kavmin misali ve onların misali ne kötüdür, demektir. Onlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in peygamberliğinin doğruluğuna delalet eden, Allah’ın (celle celâlühü) âyetlerini yalanlayan Yahûdîlerdir.

Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”

Yani; zulmü tercih ettikleri vakitte ya da ilmi ezelisinde zâlim olacağını bildiği kişiye hidâyet etmez, demektir.

6

De ki: Ey Yahûdîler! Bütün insanları bir yana bırakarak yalmz kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu sanıyorsunuz, bu iddianızda samimi iseniz haydi ölümü temenni edin.

Yahûdî olduğunda (.......) fiili kullanılır. Onlar:

“Biz, Allah'ın oğulları ve dostlarıyız.” Mâide, 18. diyorlardı.

Yani; Eğer sizin sözünüz doğruysa ve sağlam bir deliliniz de varsa haydi Allah'tan (celle celâlühü) sizi öldürmesini ve sizi tezce dosttan için hazırladığı keramet (şeref, itibar, cömertlik ve ikram) yurduna intikal ettirmesini temenni edin. Daha sonra Allah Teala şöyle buyurdu:

7

Ama onlar yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah, zalimleri çok iyi bilir.

Yani; inkârları sebebiyle ölümü asla temenni etmezler.

(.......) ile (.......) in her biri istikbalde olumsuzluk manası verir. Aralarında hiçbir fark yoktur. Ancak (.......) deki te'kid ve şiddetlilik (.......) da yoktur. Dolayısıyla bir defa (.......) şeklinde te'kid lafzıyla gelmiş, bir defa da (.......) şeklinde te'kid lâfzı olmaksızın gelmiştir.

Allah, zalimleri çok iyi bilir.” Bu, onları tehdittir.

8

De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak ki sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.

“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız —ve inkârınızdan cezâsına çarptınlacağrmz korkusundan dolayı temenni etmeye cesaret edemediğiniz- ölüm muhakkak ki sizi bulacaktır.”

Cümle (.......). (.......) nin haberidir. (.......) şart manası taşıdığı için (.......) nin haberine (.......) gelmiştir.

“O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” Dolayısıyla da sizi layık olduğunuz cezâ ile cezâlarıdıracaktır.

9

Ey îman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu sizin için daha hayırlıdır.

Nida; ezandır. (.......) beyaniyyedir. (.......) yı beyan ve tefsîr için getirilmiştir.

Cuma günü günlerin efendisidir. Nitekim hadisi şerifte: “Kim Cuma günü ölürse Allah ona bir şehid sevabı verir ve onu kabir azâbından korur.” buyurulmuştur.

(.......) koşun (.......) gidin'demektir. Bu şekilde de okunmuştur. Ferrâ' şöyle demiştir:

(.......) ve (.......) aynı manadadırlar. (.......) ile kastolunan süratle yürümek, koşmak değildir.

Allah'ı anmaya...” Cumhûr’a göre, “hutbeye” Ebû Hanîfe (radıyallahü anh)’e göre hatibin sadece: (.......) diyerek okuduğu hutbe câizdir. Bu hükmü, bu tefsirdan çıkarmıştır.

“... alışverişi bırakın.” Zikrullah'a mani olan dünya meşgalelerinin terkini emretmeyi murad etti. Ancak onlar arasından özellikle alışverişi seçip zikretti. Çünkü Cuma günü zeval vaktinde alışveriş çokça yapılmaktadır. Dolayısıyla da onlara: “Âhiret ticaretine koşun, dünya ticaretini terkedin, kendisinden daha faydalı ve daha karlı hiçbir şey olmayan Allah'ın zikrine koşun Faydası az olan alışverişi terk edin.” denildi.

“Bu sizin için daha hayırlıdır.”

Yani; Allah'ın (celle celâlühü) zikrine koşmak sizin için alışverişten daha hayırlıdır.

10

Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.

“Namaz bitince -yani; eda edilince yeryüzüne dağılın...” Bu emri, ibahadır. (Yani; dağılabilirsiniz, serbestsiniz manasınadır.)

“Allah'ın lütfundan (nasip) isteyin.”

Yani; bu, rızık, ilim talebi, hasta ziyareti ve Allah (celle celâlühü) için kardeş ziyareti olabilir.

“Allahı çok zikredin.” Farzın edasına sizi muvaffak kıldığı için O'na şükredin.

11

Onlar, bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman, hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.

“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler...” senden ayrılırlar ona giderler. Takdiri şöyledir:

“Ticaret gördüklennde ona (ticarete), eğlence gördüklerinde de ona (eğlenceye) giderler şeklindedir.”

Zikredilen, diğerine delalet ettiği için ikisinden biri hazfedildi, özellikle ticareti seçip zikretti. Çünkü o, onlar (Medine halkı) nezdinde çok önemliydi. Rivâyete göre Medine'de açlık ve pahalılık vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cuma günü hutbe okurken, Dıhye b. Halîfe Şam'dan ticaret kervanıyla geldi. Herkes kalktı. Peygamberle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte sadece sekiz ya da on iki kişi kaldı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Muhammed'in nefsini yedi kudretinde bulundurana andolsun ki, eğer hepsi çıksaydı Allah vadiyi ateş olarak üzerlerine tutuştururdu.”

Kervan geldiğinde onu defle, dümbelekle ve alkışlarla karşılıyorlardı. “... eğlence...” sözü ile kastedilen budur.

“.... Seni ayakta bırakırlar.” seni ayakta hutbe okur (bir vaziyette) bırakırlar. Bunda hatibin hutbeyi ayakta okuması gerektiğine dair delil vardır.

“De ki; Allah'ın yanında bulunan -sevap- eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Yani; alışverişi terk etmek suretiyle Allah'ın (celle celâlühü) rızkından mahrum kalmazlar. Zira O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

Allahu A’lem.

0 ﴿