MÜLK SÛRESİMekke'de nâzil olmuştur. Otuz ayettir. Vahiye ve Müncıye adları ile de anılır. Çünkü o, onu okuyanı kabir azâbından korur. Merfû' olarak rivâyet edilen bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur: “Kim onu (her) gece okursa çok sevap kazanmış ve çok iyiyapmış olur.” 1Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter. Saltanatı ve bütün mevcudat üzerindeki hâkimiyeti kendi tasarrufunda olan (Allah (celle celâlühü)) mahlûkatın sıfatlarından âli ve yücedir. O, mülkün sâhibidir. Onu dilediğine verir, dilediğinden de çekip alır. “Onun her şeye gücü yeter.” Güç getirilen her şeye ya da nimetlendirme ya da intikam alma hususunda her şeye kemaliyle kâdirdir. 2O (öyle yüce Allah) ki, hanginizin daha amel edeceğinizi sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayandır. (.......) hazfedilmiş bir müptedanın haberidir. Ya da ondan önceki (.......) den bedeldir. “Hayatı” yani; varlığıyla hissin olduğu şeydir. Ölüm ise onun zıddıdır. “Ölümü ve hayatı yarattı.” Sözünün manası; bu hissin var edilmesi ve yok edilmesidir. Mana; “Ey mükellefler! Sizin ölümünüzü ve hayatınızı yarattı.” demektir. “Sınamak için” sultanı da köleyi de kapsayan ölüm ile hastaya da doktora da vefa göstermeyen hayat arasında sizi emir ve yasaklarıyla imtihan etmek için, demektir. Sizden, olacağını bildiği şey meydana gelir de sizi amelinize göre cezâlarıdırır, ilmine göre değil. (.......) Müptedadır. Haberi (.......) dir. Yani; En halisini ve en doğrusunu hanginiz yapacak, demektir. Halis; onun Allah (celle celâlühü) nzası için olmasıdır. Şüphesiz da; onun sünnet üzere olmasıdır. Kast olunan; O, size kendisiyle amel etmeye güç getirdiğiniz hayatı verdi ve size, sizi iyi ameli kötü amele tercih etmeye sevk eden ölümü musallat kıldı. Ondan sonrası ise ancak diriliş ve olması gerekli cezâ ve mükâfattır. “Ölüm” kelimesini “hayat” kelimesinden önce zikretti. Çünkü amel işlemeyi çağıran insanların en güçlüsü ölümü iki gözü arasında bilendir. Onu önce zikretti çünkü o, âyetin, kendisi için zikredildiği şey (imtihan) hususunda daha önemlidir. Kahr sıfatının eseri olan ölümü lütuf sıfatının eseri olan hayattan önce zikredince “O, mutlak galiptir, bağışlayıcıdır.” Sözüyle Kahr sıfatının lütuf sıfatı önüne geçirmiştir. “Mutlak galiptir” kötü amel işleyen kişilerin âciz bırakamadığı mutlak galiptir. “Bağışlayıcıdır.” Hata ve günah işleyenlerin kendisinden ümidi kesmediği (hataları) çok çok örtendir. 3O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Çok merhametli olan Rahmân'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? “O, yedi göğü birbiri üzerine tabaka tabaka yarattı.” üst üste birbiriyle ahenktar yedi göğü yarattı. Ayakkabıyı diktiğinde kullanılan (.......) cümlesinden gelmektedir. Yani; bir birine uygun, mutabık, demektir. Bu, mastarla yapılan sıfatlarıdırmadır. Ya da tabaka tabaka olan, demektir. Ya da tabaka tabaka kılınmış demektir. Denildi ki: (.......) , (.......) örtü, kapak'kelimesinin çoğuludur.” ( Yani; Bir şeyin, kendisine uygun olan kapağı gibi göklerin birbirine uygun olması kastediliyor.) (.......) ve (.......) da olduğu gibi. “Rahmân'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin.” cümlesindeki hitap peygambere ya da bütün muhataplaradır. Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. İki babın manası birdir. (.......) ve (.......) kelimelerinde olduğu gibi. Yani; uygunsuzluk ve bozukluk, demektir. Suddi'den şöyle nakledilmiştir: “Hiçbir ayıp göremezsin, demektir.” Tefavüt'ün hakikati; uygunsuzluk, demektir. Sanki bir şeyin bir kısmı diğer kısmına uymuyor ve uygun gelmiyor, demektir. Bu cümle (.......) kelimesinin sıfatıdır. Aslı; onlarda hiçbir uygunsuzluk göremezsin, şeklindedir. “Rahmân'ın yaratışında...” sözünü, göklerin yaratılışının büyüklüğünü göstermek ve uygunsuz olmayış sebebine dikkat çekmek için zamîr yerine getirmiştir. Çünkü O, Rahmân'ın (celle celâlühü) yaratışıdır. Çünkü O, onun kudretinin güzelliği iledir. O (Allah (celle celâlühü)) bu mütenasip, ahenktar yaratışın bir benzerini yaratandır. “Gözünü çevir bir bak” onu gökyüzüne çevir. Çevir ki sana bildinlen şeyin doğruluğunu görmek suretiyle sabit olsun, bu hususta hiçbir şüphen kalmasın. “Bir bozukluk görebiliyor musun?” (.......) çatlak, yank, manasına gelen (.......) kelimesinin çoğuludur. Çatlak, yank, delik, (kusur) manasınadır. 4(Aksaklık görmek için bir değil) iki defa gözünü çevirip bak. Göz, (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir. “... İki defa gözünü çevirip bak.” Bakışı iki kere tekrarla. Yani; birinciyle birlikte iki kere demektir. Denildi ki: “Birinciden ayrı iki kere daha tekrarla, demektir. O zaman üç kere olmaktadır.” Yine şöyle denildi: “Bu sözle sadece iki kez bakılması kastedilmemiştir. Bilâkis bununla tekrar tekrar bakılmasını kastetmiştir. Yani; tekrar tekrar bak ve incele. Hiçbir yarık ya da kusur görebiliyor musun?” Emrin cevabı: “Göz âciz ve bitkin bir hâlde sana dönecektir.” cümlesidir. Yani; göz, zelil, düşkün olarak ya da arzuladığın şeyden uzak olarak sana geri dönecektir, demektir. (.......) dan hâldir. Göz orada hiçbir gedik görmediği hâlde âciz, bitkin ve yorgun olarak sana dönecektir. 5Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azâbını hazırladık. En düşük olan göğü, Yani; size en yalan olan göğü, demektir. “kandillerle “Sabahın ışık vermesi gibi ışık veren yıldızlarla, (.......) lambalar, demektir. Yıldızlar bununla adlarıdmlmıştır. İnsanlar mescidlerini ve evlerini lambalar yakarak süslemektedirler. Bu sebeple “Muhakkak ki biz toplandığınız evin tavanım lambalarla süsledik.” denir. Yani; öyle lambalarla süsledik ki sizin lambalarınız ışık vermede onlara eş olamaz, demektir. “Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık.” Yani; sizi ışıktan alıp karanlıklara götürmek isteyen düşmanlarınız için atış taneleri yaptık, demektir. Katâde şöyle demiştir: “Allah yıldızları üç şey için yarattı. Göğün süsü olsun diye, şeytanlara atış tanesi olsun diye ve kendileriyle yol bulunan işaretler olsunlar diye.” Kim bu hususta başka bir tevil yaparsa bilinmeyen bir şeyi zorlamış demektir. (.......) kelimesinin çoğuludur, mastarıdır. Taşlanma işi kendisiyle yapılanlar bununla adlarıdmlmıştır. Onların “şeytanlar için atış taneleri” olmalarının manası; onların ateşinden alınmış bir ateş parçasının onlardan aynlması ve cinleri öldürmesi ya da yaralanasıdır. Çünkü yıldızlar yerlerinden ayrılmazlar. Zira onlar durumuna göre yörüngelerinde sabittirler. “Onlara alevli ateş azâbını hazırladık.” şeytanları dünyada alevli ateşlerle yaktıktan sonra âhirette de onlara alevli ateş azâbım hazırladık. 6Rablerini inkâr edenler için cehennem azâbı vardı. O, ne kötü dönüştür! Şeytanlardan ve diğerlerinden Allah'ı (celle celâlühü) inkâr eden her bir kimse için cehennem azâbı vardır. Bu, sadece kendilerine ateş parçaları atıları şeytanlara mahsus değildir. “O, ne kötü dönüştür.” Cehennem ne kötü bir dönüş yeridir. 7Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Büyük bir ateşe odunların atılışı gibi cehenneme atıldıklarında cehennemin eşek sesi gibi hoşa gitmeyen sesini (uğultusunu) işitirler. Cehennemin hoşa gitmeyen çirkin (korkunç) sesi, derin derin nefes almaya benzetilmiştir. “Kaynarken” yani; içindekilerle birlikte kaynayan tencere gibi onlarla birlikte kaynarken, demektir. 8Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa onun bekçileri onlara: “Size bu azaptan korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi?” diye sorarlar “Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak” yani; neredeyse cehennem kâfirlere karşı öfkesinden parçalarııp ayrılacak. Onlara karşı kaynamasının şiddetini göstermek için istiâre yoluyla cehennemi onlara karşı öfkeli gibi kıldı. Her ne zaman oraya kâfirlerden bir atılsa onun bekCinleri, Mâlik ve Zebanilerden oluşan yardımcıları onla ra azar olsun diye “Size, bu azaptan korkutan bir Peygamber gelmemiş miydi?” diye sorarlar. 9Onlar şöyle cevap verirler: “Evet. Şüphesiz bize, (bu azap ;amber gelmişti. Fakat biz (onu) yalan saymış ah'ın bir şey gönderdiği yok, siz olsa olsa büyük bir sapıklık “Evet. Şüphesiz bize korkutucu bir peygamber gelmişti “derler Bu, onların, Allah'ın adaletinin itirafıdır ve bu, Allah'ın peygamberler göndermek ve peygamberlerin de (şu an) içine düştükleri şeyden onları korkutmasıyla bahanelerinin kaldırıldığını ikrardır. Biz onları yalanladık ve dedik ki: “Allah, vaad, tehdit ve sair söylediklerinize dair hiçbir şey indir medi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz-” Yani; kâfirler uyancılara-” Siz ancak büyük bir yanlışlık içindesiniz” dediler. (.......) uyarı, uyarma'manasınadır. Daha sonra onların uyancıîan aşırı uyarı yaptıklarından dolayı sanki bizzat kendileri uyan oldular. Bunun (“siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz” sözü nün) cehennem bekCinlerinin kâfirlere söylediği bir söz olması ve “Sa pıklık” kelimesiyle de helâki kastetmeleri mümkündür. Ya da sapıkliğin cezâsını, ismiyle (sapıklıkla) adlarıdırdılar Kötülüğün ve zulmün cezâsının seyyie / kötülük ve i'tida / zulüm olarak adlarıdırılması gibi. Buna beyan ilminde müşakele denir. Ya da bu onların cehennem bekCinlerine naklettiği, peygamberlerin onlara söylediği bir sözdür. Yani; onlar bize bunu dediler de biz onu kabul etmedik, demektir 10Ve “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık.” diye ilave ederler. Şayet hakkı isteyenin kulak verişi gibi uyarıcıya kulak verseydik veya düşünen bir akılla onu düşünseydik şu cehennemlikler gurubu içinde olmazdık. Bunda teklifin konusunun nakli ve akli delillere dayandığına ve bunların gerektirici iki delil olduğuna delalet vardır. 11Böylece günahlarını itiraf ederler. Artık (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun o alevli cehennemin mahkûmları! Peygamberleri yalanlamaları hususuna dair inkârlarını itiraf edenler. Yezid ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. İtiraf etseler de etmeseler de Allah'ın (celle celâlühü) rahmetinden ve lütfundan uzak olsunlar. Çünkü bu (itiraf) onlara fayda vermeyecektir. Mastar olarak mensûbtur. Dua (Beddua) makamına geçmiştir. 12Fakat daha görmeden Rablerinden (azâbından) korkanlara gelince, onlar için gerçekten hem bağışlanma, hem büyük mükâfat vardır. Henüz o azâbı görmeden Rablerinden korkanlara gelince onlar için hem günahların bağışlanması ve hem de büyük mükâfat, yani; cennet vardır. 13Sözünüzü ister gizleyin ister açığa vurun. Bilin ki: O, sinelerin özünü bilmektedir. “Sözünüzü ister gizleyin ister açığa vurun...” cümlesinin zahiri; iş iki şeyden birisiyle olacaktır. Ya gizlenecek ya da açığa vurulacaktır. Manası; Allah (celle celâlühü) gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bildiği için nezdinizde gizlemeniz ve açığa vurmanız bir olsun, şeklindedir. Rivâyete göre, Mekke müşrikleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e sövüyorlardı da Cebrâîl (aleyhisselâm) onların onun hakkında dediklerini ona haber veriyordu. Ona sövüyorlar ve: “Aman Muhammed'in Tanrısı işitmesin.” diyorlardı. Bunun üzerine bu âyet indi. Sonra da “O, sinelerin özünü de bilmektedir.” sözüyle bunun sebebini açıkladı. Yani; O, daha diller konuşmadan evvel sinelerin gizlediği sırları bilir, konuştuğu şeyi nasıl bilmez. 14Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. (.......) mahallen merfûdur. (.......) nun failidir. “O, Latiftir, her şeyden haberdardır” sıfatı Latif ve haber olduğu hâlde, yani; eşyanın ve havadisin bütün inceliklerini ve hakikatini bilen biri olduğu hâlde gönüllerde saklı olanları, sırları ve açığa vurulanları, onları yaratanın -bilgi yönüyle- ihata edememesini inkâr etti. Bunda, sözlerin yaratıldığına dair ispat vardır. Dolayısıyla bu, kulların fiillerinin yaratılışına delil olur. Ebû Bekir b. Esam ve Cafer b. Harb şöyle demiştir: (.......) mef'ûldur. Fâil gizlidir. O da Allah Teâlâ'dır. Fiillerin yaratılışım inkâr için bununla hile yaptılar. 15Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu hâlde yerin sırtlarında dolaşırı ve Allah'ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O'nadır. “Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. “ Zelül; yumuşak, kolay ve uysal, demektir. O (yeryüzü) üzerinde yürümeyi ve gezip tozmayı menetmez. “Şu hâlde yerin sırtlarında dolaşırı.” Araştırma yapmak ve rızık aramak için onun köşe bucağında dolaşırı, ya da dağlarında ve yollarında dolaşırı, demektir. “O'nun rızkından yiyin.” yani; Allah'ın (celle celâlühü) orada yarattığı nzkından yiyin, demektir. “Dönüş ancak O'nadır.” Yani; sizin dönüşünüz ancak O'nadır (celle celâlühü). Ve O size ihsan ettiği şeylerin şükrünü soracaktır. 16Gökte olanın, sizi yere batınvermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. Yani; “O'nun gökteki meleklerinden emin misiniz?” demektir. Çünkü gökler O'nun meleklerinin meskenidir. O'nun hükümleri, kitapları, emirleri ve nehiyleri oradan inmektedir. Sanki: “O göğün yaratıcısından ve O'nun meleklerinden emin mi oldunuz?” demiştir. Ya da onlar teşbihe inanıyorlardı. Allah'ın (celle celâlühü) gökte olduğunu, rahmet ve azâbın gökten indiğine inanıyorlardı. Dolayısıyla onlara inançlarına göre “Mekândan münezzeh olduğu hâlde gökte olduğuna inandığınız zattan emin mi oldunuz?” denilmiştir. Sizi, Kârun'u batırdığı gibi yere batırmayacağından emin misiniz? “O zaman yer sarsıldıkça sarsılır.” çalkalanır ve hareketlenir. 17Yahut gökte olanın üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermeyeceğinden emin misiniz? Fakat (bu) tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz! Yahut gökte olanın üzerinize taş yağdırmasından emin mi oldunuz? (.......) den bedeli istimaldir. (.......) de bu şekilde (.......) den bedel-i istimaldir. “Bu tehdidimin nasıl olduğunu yakında bileceksiniz” yani; Bilmenin size fayda vermeyeceği bir zamanda tehdit edildiğiniz şeyi gördüğünüzde tehdidim nasılmış bileceksiniz, demektir. 18Andolsun ki onlardan öncekiler de (peygamberlerini) yalanlamışlardı. Ama benim intikamım nasıl olmuştu?! “Onlardan öncekiler” kavminden öncekiler. “Ama benim intikamım nasıl olmuştu.” yani; onları helâk ettiğimde onlara karşı inkânm nasıl olmuştu, demektir. Daha sonra “üstlerinde kanatlarını aça - kapata uçan kuşları hiç görmediler mi?” sözüyle yere geçirmeye ve taş yağdırmaya kâdir olduğuna dikkat çekti. 19Üstlerinde kanatlarını aça - kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi? Onları (havada) Rahmân olan Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir. (.......) kuş'kelimesinin çoğuludur. “Üstlerinde” havada. “... aça - kapata...” havada uçarken kanatlarını açıyorlar ve kaçtıklarında da onları yanlarına kapatıyorlar. (.......) manaya göre ismi fâil üzerine atfedilmiştir. Yani; (.......) ve (.......) (kantlarını) açar kaparlar, şeklindedir. Ya da (.......) ve (.......) (kanatlarını) açar kaparlar, şeklindedir. Bu terkibin seçilmesi, uçuşan, kanatların açılmasıyla gerçekleşmesi itibanyladır. Çünkü havada uçuş suda yüzme gibidir. Yüzen için su ne ise kuş içinde hava odur. Yüzmede asıl olan elleri uzatmak ve yaymaktır. Kanatların kapatılması ise harekete (uçuşa) yardımcı olması için yapılmaktadır. Bu sebeple de: “Onlar (kanatlarını) açarlar, arada sırada da yüzen kişinin yaptığı gibi (kanatlarını) kaparlar.” manasına yabancı şeyle, fiil lafzıyla gelmiştir. Kanatlarını kaparken de yayarken de onları düşmekten ancak Rahmân kudretiyle tutup koruyor. Değilse ağır olan elbette düşer, yükselemez. Aynı şekilde şayet muhafazasını ve sevk-i idaresini, âlemden kaldırsa felekler parça parça olur, düşerdi. (.......) cümle başlarıgıcıdır. (.......) deki zamîrden hâl kılınırsa (bu da) câizdir. “Şüphesiz O her şeyi görmektedir.” Nasıl yaratacağını ve hayrette bırakan şeyleri nasıl idare edeceği bilir. 20Rahmân olan Allah'a karşı şu size yardım edecek askerleriniz hani kimlerdir? İnkârcılar ancak derin bir gaflet içinde bulunmaktadırlar. (.......) müptedadır. Haberi (.......) dır. (.......) dan bedeldir. (.......) mahallen merfûdur. (.......) un sıfatıdır, lâfzı üzerine hamledilmiştir. ( Yani; (.......) —'askerler'lafız olarak tekildir, mana olarak çoğuldur.) Mana; “yardım eden” kelimesiyle kendisine işaret edilen kişi(ler), Allah Teâlâ'dan başkasıdır. “İnkârcılar ancak derin bir gaflet içinde bulunmaktadırlar.” Yani; onlar ancak derin bir gaflet içindedirler. 21Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verebilecek olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar. Kendisine işaret olunan ve: “Allah size verdiği rızkı kesiverse size rızık verebilecek şudur...” denilen kişi kimdir? Bu, “Allah size verdiği rızkı kesiverse...” takdiri (şartı) üzeredir. Tanrılarının bereketiyle musibetlerden korunduklarına ve rızıklandıklarına inandıkları için, sanki onlara yardım eden ve rızık veren askerler oldukları için bunun, bütün putları işaret etmesi mümkündür. Öğüt almamaya başladıklarında onlardan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: “Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.” Bilâkis onlar kendilerine ağır geldiği için hakka karşı büyüklenme ve ürküp kaçma hususunda direttiler, ona tabi olmadılar. Daha sonra Allah (celle celâlühü), kâfirler ve mü'minler hakkında misal verdi, şöyle buyurdu: 22Şimdi (düşünün bakalım) yüzükoyun kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi? “Yüzükoyun kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir.” yani; yüz üstü düşen, her an tökezleyen ve yoldan saparak yürüyen mi daha doğru yola girmiştir. (.......) yüzüstü yıkılıp düştü'fiili (.......) onu yüzüstü yere yıktı'fiilinin mutavaatıdır. (.......) Onu yüzüstü yere yıktım, o da yüzüstü yıkılıp düştü.'denir. “Yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?” düzgün bir yolda tokezlemekten ve yüzüstü kapaklanmaktan selim bir şekilde dik olarak düzgün yürüyen mi? (.......) in haberi (.......) nin delaletinden dolayı hazfedil mistir. Kelbî'nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Yüzüstü yıkılarıdan maksat, Ebû Cehil'dir, düpedüz dimdik yürüyenden maksat da Peygamber (aleyhisselâm) dır.” 23(Rasûlüm) De ki: “Sizi yaratan, size kulaklar, gözler ve kalpler veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!” Sizi başlarıgıçta yaratan, size kulaklar, gözler ve kalpler veren O'dur (celle celâlühü). Bu organları özellikle zikretti. Çünkü bunlar, bilgi edinme organlarıdır. Bu nimetlere ne az şükrediyorsunuz. Çünkü siz Allah'a (celle celâlühü) şirk koşuyor ve ibâdeti yalnız O'na hasretmiyorsunuz. Mana; çok az şükrediyorsunuz, şeklindedir. (.......) zaittir. “Azlık yokluktan kinayedir.” de denildi. 24De ki: “Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur. Ancak O'nun huzuruna gelip toplarıacaksınız.” “De ki;'Sizi yeryüzünde yaratan O'dur. Hesap, cezâ ve mükâfat için toplarııp O'na götürüleceksiniz. “ 25“Doğru sözlü iseniz (söyleyin), bu tehdit hani ne zaman (gerçekleşecek)?” derler. Yani; kâfirler mü'minlerle alay ederek “... eğer siz tahakkuku hususunda doğru soy ley enlerseniz, tehdit ettiğiniz azap ne zaman gelecek? -Bize zamanım bildirin.- derler” 26De ki: “O bilgi, Ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.” “O bilgi...” Azâbın vaktine dair bilgi. “Ben apaçık uyarıcıyım.” Ben ancak korkutucuyum, size şer'i kuralları açıkliyorum. 27Ama onu (azâbı) yakında gördükleri zaman, inkâr edenlerin yüzleri kararacak ve (kendilerine): “İşte sizin arayıp durduğunuz budur!” denecektir. “Onu” yani; tehdidi. Vaad edilen azâbı kastediyor, “yakında” kendilerine yakın. (.......) kelimesi hâl üzere mensûbtur. “İnkâr edenlerin yüzleri kararacak” yani; tehdidi görmeleri onların yüzlerini keder, üzüntü ve çirkinliğin zahir olmasıyla çirkinleştirecek, yüzleri kararacak ve gözleri dumanlarıacak. Onlara “İşte sizin arayıp durduğunuz budur.” Yani; çarçabuk istediğiniz ve “Bizi tehdit ettiğiniz şeyi getirin haydi, dediğiniz şey budur.” denecek. Bunu diyenler zebanilerdir. Ya da (.......) kelimesi (.......) dandır. Yani; kendisi sebebiyle diriltilmeyeceğini iddia ettiğiniz şey budur, demektir. Ya'kûb (.......) yi (.......) istediğiniz'şeklinde okumuştur. 28De ki: “Allah beni ve beraberimdekileri (sizin istediğiniz üzere) yok etse veya (öyle olmayıp da) bizi esirgese, söyleyin bakalım, inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak kimdir?” “Allah beni ve beraberimdekileri yok etse...” yani; beni ve beraberimdeki ashâbımı öldürse. Helâk sözü: “Eğer biri ölür” Nisa, 176. sözünde olduğu gibidir. “Veya bizi esirgese” veya ecelimizi geciktirse, söyleyin bakalım, kâfirleri elem verici azaptan kim kurtaracak? Mekke kâfirleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve mü'minler aleyhine ölmeleri için beddua ediyorlardı. Bunun üzerine Allah (celle celâlühü), onlara şöyle demelerini mü'minlere emretti: “Biz mü'minleriz. İki güzellikten birini bekliyoruz. Ya sizin temenni ettiğiniz gibi öleceğiz, cennete gireceğiz, ya da ümid ettiğimiz gibi size karşı zaferle esirgeneceğiz. Size gelince, siz ne yapacaksınız? İnkâr ettiğiniz hâlde sizi, sizin için gerekli cehennem azâbından kim kurtaracak?” 29De ki: “(sizi îmana davet ettiğimiz) O Allah, çok esirgeyicidir. Biz O'na îman etmiş ve sırf O'na güvenip dayanmısızdır. Siz kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında öğreneceksiniz.” “De ki: O, Rahmân'dır.” Yani; sizi davet ettiğimiz zât, Rahmân'dır. (Rahmeti bütün yaratıklarına şamil olandır.) “Biz O'na îman ettik ve sırf O'na güvenip dayandık.” O'nu tasdik ettik. Sizin inkâr ettiğiniz gibi O'nu inkâr etmedik ve işlerimizi de O'na havale ettik. Üzerinize azap indiğinde kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu “Öğreneceksiniz,” Biz mi siz mi? Ali'ye göre (.......) —'bilecekler'şeklindedir. 30De ki: “Suyunuz çekilecek olsa, söyleyin bakalım. Size kim bir akarsu getirebilir?” Eğer suyunuz yerin dibine çekilip gitse size kim isteyenin ulaşabildiği bir akarsu getirebilir? (.......) (suyun) kovaların ulaşamayacağı şekilde yerin dibine çekilmesidir, mastar şeklinde sıfattır. (.......) adaletli'manasına gelen (.......) kelimesinde olduğu gibi. Bu âyet inkârcı birinin yanında okundu da o: “Kazma, kürek ve sair şeylerle getirir.” dedi. Bunun üzerine o gece gözünün suyu çekildi, kör oldu. Denildi ki: “O, Muhammed b. Zekeriyya el Mutetabbib idi.” Allah (celle celâlühü) basiretimizi artırsın. |
﴾ 0 ﴿