KALEM SÛRESİ1-2Nûn, kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Rasûlüm) Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin. (.......): zahir olan, bunun, hece harflerinden biri olmasıdır. Hasen'm: “O, Hakka'dır.” sözü ve İbni Abbâs'ın (radıyallahü anh): “O, yeryüzünün, üzerinde bulunduğu, ismi Behmût olan bir balıktır.” sözü müşkildir. Çünkü ister cins ismi, isterse alem ismi olsun mutlaka irabı olmalıdır. Sonunun sükûn olması ise onun hece harflerinden biri olduğuna delildir. “kalem” yani; levhi mahfuzun, kendisiyle yazıldığı şey, ya da meleklerin kalemi ya da insanların, kendisiyle yazdığı şey. Onda (kalemde) anlatılamayacak kadar çok faydalar bulunduğu için onunla yemin etti. “Yazdıklarına” yani; Hafaza meleklerinin yazdıklarına ya da o kalemle yazıları faydalı kitaplara, demektir. (.......) ismi mevsuldur. Ya da mastar manası veren (.......) dır. Yeminin cevabı; Rabbinin nimeti sayesinde sen mecnun değilsin, sözüdür. Yani; Rabbinin, Peygamberlik ve sair hususlarla sana ihsan etmesi sayesinde sen mecnun değilsin. (.......) nin ismidir. Haberi (.......) dir. (.......) ise, isim ve haber araşma girmiş mutarıza cümlesidir. (.......) deki (.......) in onda amil olduğu, hâl olmak üzere mahallen mensûb, hazfedilmiş bir kelimeye taallûk etmektedir. Takdiri; “Bu sana ihsan ulunduğu hâlde sen mecnun değilsin.” şeklindedir. (.......) kelimesini öncesinde amel etmekten men etmemiştir. Çünkü o, olumsuzluğun tekidi için getirilmiş zait bir harftir. Bu onların: “Dediler ki: Ey kendilerine zikir (kitap) indirilmiş olan, sen ika cirilenmişsin.'“Hicr, 6. şeklindeki sözlerine cevaptır. 3Hiç şüphesiz Senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır. Bunca zahmete katlandığından ve sabrettiğinden dolayı senin için bitip tükenmeyen, yani; kesintisiz ya da başına kakılmayacak bir mükâfat vardır. 4Ve Sen elbette yüce bir ahlâka sahipsin. Denildi ki: O, Allah'ın (celle celâlühü), ona: “Affı al, iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir.” 90 âyetinde emrettiği şeydir. Âişe (radıyallahü anh): “O'nun ahlâkı Kur'ân'dı.” demiştir. Yani; onun ahlâki, ondaki güzel ahlâka dair şeylerdir, demektir. Allah (celle celâlühü), onun ahlâkını yüceltti. Çünkü O (sallallahü aleyhi ve sellem) her iki cihanda vakar sâhibidir. Ve o, her iki cihanının yaratıcısına karşı tam tevekkül etmiştir. 5-6Hanginizin aklından zoru olduğunu yakında Sen de göreceksin, onlar da. “Çok yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.” Bu, peygamber için bir vaad, onlar için de bir tehdittir. Meftun; mecnun demektir. Çünkü o, delilikle zorluğa ve meşakkate düşmüştür. (.......) zaittir. Ya da (.......) gibi mastardır. Yani;'delirme hanginizdedir', demektir. Zeccâc şöyle demiştir: (.......) manasınadır. Sen (.......) faları beldede idim'dersin.” Takdiri şöyledir: “Delilik hanginizdedir?” Yani; Delilik bu iki guruptan hangisinde, İslam gurubunda mı yoksa küfür gurubunda mı? demektir. 7Şüphesiz Rabbim, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidâyete erenleri de en iyi bilendir. Yani; O, gerçek delileri en iyi bilendir. Onlar (o deliler) da O'nun yolundan sapanlardır. O akıllıları da en iyi bilendir. Onlar da hidâyete erenlerdir. 8O hâlde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme. Bu, onlara karşı muhalif davranmadaki kararlıliği teşviktir. Onlar, ondan bir müddet Allah'a ibâdet etmesini, bir müddet de kendi ilâhlarına ibâdet etmesini istemişler, buna karşılık olarak da ona zarar vermekten el çekeceklerini vaad etmişlerdi. 9Onlar isterler ki, Sen yumuşak davranasın da onlar da Sana yumuşak davransınlar. Onlar isterler ki sen onlara yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. (.......) in cevabı olduğu hâlde gizli (.......) ile mensûb kılınmadı. Çünkü orada başka bir yola girildi. O da; onun hazfedilmiş bir müptedanın haberi kılınmasıdır. Yani; “onlar da yumuşak davransınlar” demektir. Yani; onlar, senin yumuşak davranmam arzuladıkları için şu an yumuşak davranıyorlar, demektir. 10-14(Rasûlüm) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf getirip götüren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve haşırı, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiç birine mal ve oğulları vardır diye sakın ilgi duyma (itâat etme)! Doğruya da eğriye de alabildiğine yemin eden kişiye itâat etme. Yemini alışkanlık haline getiren kişiyi men hususunda bu yeter. “Aşağılık” görüş ve iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti düşük (.......) dendir. O da; azlık ve düşüklük demektir. Ya da yalancı demektir. O da insanlar nezdinde hakirdir, değersizdir. “Daima kusur arayıp kınayan” Daima ayıplayan, kınayan ve gıybet eden, durmadan lâf getirip götüren...” zarar vermek, ara bozmak için insanlar arasında devamlı söz taşıyan. (.......) ve (.......) jurnallemek demektir. “İyiliği hep engelleyen “cimri olandır. “Hayır, (iyilik): mal demektir. Ya da ailesini hayırdan -ki o İslam'dır- meneden, demektir. Cumhûr’a göre kast olunan; Velid b. Muğire'dir. On oğlu vardı. Onlara: - Sizden kim Müslüman olursa onu aç bırakırım, diyordu. “Mütecaviz” zulümde haddini aşan, “... günaha dadanmış... “günahı çok. “... kaba ve haşırı...” kaba saba, merhametsiz, “... bunlardan sonra...” onun bütün bu ayıpları sayıldıktan sonra O mensup olmadığı bir kavme sonradan kâtiları (soysuz) bir kimsedir. Velid, Kureyş'e sonradan kâtilmış biriydi. Onlardan değildi. Babası onu doğumundan on sekiz sene sonra evlat tanımıştı. Denildi ki: “(Velid'in) anası ona gayri meşru bir surette gebe kalmıştı. Bu âyet ininceye kadar bu bilinmiyordu.” “Nutfe pis olunca ondan neş'et eden de pis olur.” Rivâyet olunduğuna göre Velid anasına gitmiş ve: - Muhammed beni on sıfatla nitelendirdi. Bunlardan dokuzunu kendimde buldum. Fakat soysuzluk meselesinde hiçbir bilgim yok. Bana hakikati olduğu gibi söylersen ne ala, değilse boynunu vururum, demişti. Anası ona: - Baban cinsi münasebet kudretine mâlik biri değildi. Öldüğünde de malının, başkalanna gitmesinden korktuğum için bir çobanı nefsime davet ettim. İşte sen o çobandansın, dedi. (.......) cümlesi (.......) sözüne taallûk etmektedir. Yani; mal mülk sâhibi olduğu için, yani; zengin olduğu ve dünyadan nasibi olduğu için bu kadar ayıbı olan birine itâat etme, demektir. Kendisinden sonrasına taallûk etmesi de mümkündür. Yani; mal ve evlat sâhibi olduğu için âyetlerimizi yalanladı, demektir. “Ona âyetlerimiz okunduğu zaman “sözü buna delalet etmektedir. 15Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, o: “Öncekilerin masalları!” demişti. “Âyetlerimiz” yani; Kur'ân. (.......) de (.......) amel etmez. Çünkü şart edatından sonraki ondan öncesinde amel etmez. Hamza ve Ebû Bekir'e göre iki (.......) ile (.......) şeklindedir. Yani; “Mal mülk sâhibi olduğu için mi yalanladı?” şeklindedir. Şam kırâat imâmları, Yezid, Ya'kûb ve Sehl'e göre bir (.......) ve bir (.......)ile (.......) şeklindedir. Dediler ki: “Velid, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i yalan yere'deli'diye tek bir isimle ayıplayınca Allah (celle celâlühü) da onu doğru olarak on isimle adlarıdırmıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e kötülük yapanı on katıyla cezâlarıdırması onun adaletindendir. Ona tek bir salâvatı şerife getirene on hasene vermesi de onun fazlmdandır.” 16Biz yakında onun burnuna damga vuracağız. Onu zelil kılmak için ve (âhirette) onunla tanındığı bir nişan olması için onun burnunu demirle dağlayacağız (damgalayacağız). Özellikle burun zikredildi. Çünkü onun üzerindeki bir damga daha çirkindir. Denildi ki: “Bedir günü kılıçla vuruldu da burnu üzerinde izi kaldı.” 17Biz, vaktiyle “bahçe sahiplerine” bela verdiğimiz gibi bunlara da bela verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu(n mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi. Mekke halkım, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in duasıyla kuraklık ve açlıkla imtihan ettik. Sonunda leş ve çürümüş kemikleri yediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dua etmişti: “Allah'ım! Mudar (kabilesine) darbeni şiddetlendir. Ve onlara Yûsuf un seneleri gibi kıtlık ver.” “Bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi...” onlar namaz ehli kişilerdi. Bu bahçe Dervan adlı bir köyde olup babalarına aitti. Sana'dan iki fersah uzaklıktaydı. (1 fersah üç mildir.) Yıllık yiyecek ihtiyacını oradan alıyor geri kalanını da fakirlere tasadduk ediyordu. Öldüğünde oğulları: - Babamızın yaptığı gibi yaparsak sıkıntıya düşeriz. Çoluk çocuk sâhibiyiz, dediler ve fakirlerden çekindikleri için sabah vakti alaca karanlıkta devşireceklerine dair yemin ettiler. Ancak yeminlerinde istisna etmediler (Allah (celle celâlühü) dilerse demediler.) Bunun üzerine Allah (celle celâlühü) onların bahçelerini yaktı. Hasen: “Onlar kâfir idiler.” demiştir. Çoğunluk ilk görüş (onların Müslüman olduğu görüşü) üzeredir. Hani onlar sabaha girerken henüz fakirler gelmeden onun meyvelerini devşireceklerine yemin etmişlerdi. (.......) nin failinden hâldir. 18Onlar istisna da etmiyorlardı. “İnşallah” demiyorlardı. Şekil olarak şart olsa da istisna diye adlarıdmlmıştır. Çünkü istisnanın yaptığını yapmıştır. Şöyle ki, mana yönüyle “İnşaallah çıkacağım.” demenle “AncakAllah dilerse çıkacağım” demen arasında hiçbir fark yoktur. Mana birdir. 19-20Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir afet (ateş) bahçeyi sanverdi de bahçe kapkara kesildi. O bahçe üzerine bela yağdı. Denildi ki: Allah Teâlâ onun üzerine bir ateş indirdi de o onu yaktı. “Onlar daha uykudayken” yani; onlar uyurken. “Bahçe kapkara kesildi.” Bahçe koyu karanlık bir gece gibi oldu. Yani; yandı, kapkara kesildi. Ya da sabah gibi oldu, yani; ağaçsız, bembeyaz bir yer hâlini aldı. Denildi ki: “Ekini, meyvesi biçilmiş tarla gibi oldu, demektir.” Yani; ekini meyvesi helâk olduğu için sanki o (ekini meyvesi) biçilmiş tarla gibi oldu. 21-22(Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken: “Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsulünüzün başına gidin!” diye birbirlerine seslendiler. Sabah vakti birbirlerine: “Tez olun, mahsulün başına gidin” diye seslendiler. (.......) mahsulünüze'demedi. Çünkü devşirmek için ona gitmek, onun başına gitmek demektir. Ya da (.......) kelimesi yönelme manasını içermektedir. Yani; mahsulünüze tezce yönelin, demektir. “... madem devşireceksiniz...” onu devşirmeyi istiyorsanız. 23-24Derken: “Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanımıza sokulmasın” diye fısıldaşa fısıldaşa yola koyuldular. Derken gittiler, fakirler duymasın diye aralarında fısıldaşryorlardı. “Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanımıza sokulmasın... “diye. (.......) açıklayıcı (.......) dir. Gizli bir “derler” sözüyle (.......) siz de okundu. Yani; aralarında fısıldaşıyorlar ve “Sakın bugün hiçbir yoksul oraya girip yanımıza sokulmasın.” diyorlardı. Yoksulların girişinin men edilişi, onlara giriş imkânının verilmemesidir. Yani; onlara giriş imkânı vermeyiniz, demektir. 25(Evet, yoksullara yardıma) güçleri yettiği hâlde (böyle sözlerle) erkenden yola düştüler. Kendilerine göre; fakirleri menetmeye kâdir oldukları hâlde onları menetme azmiyle erkenden yola düştüler. Nifteveyh'ten de böyle nakledilmiştir. Ya da (.......) yönelmek ve sürat göstermek demektir. Yani; kendilerine göre; bahçeyi devşirmeye ve yoksulları onların menfaatinden menetmeye kâdir oldukları hâlde bahçelerine yönelerek erkenden süratle gittiler. Ya da (.......) kelimesi onların bahçelerinin ismidir. Yani; kendilerine göre; onu devşirmeye kâdir oldukları hâlde bu bahçeye erkenden gittiler, demektir. 26Fakat bahçeyi gördüklerinde: “Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler. Bahçelerini yanmış bir vaziyette gördüklerinde varışlarının ilk anında: “Biz yolumuzu şaşırdık.” dediler. Yani; helâk olduğunu gördüklerinde “Bahçemizi kaybettik. Bu o değil.” dediler. Ancak düşünüce onun, bahçeleri olduğunu anladılar da, “Hayır. Şüphesiz biz mahrum bırakılmışız.” dediler. 27(Yanlış yere gelmediklerini anlayınca da şöyle dediler:) “Yok, yok, şüphesiz biz mahrum bırakılmışız!” Nefsimize karşı işlediğimiz suçtan dolayı onun menfaatinden mahrum bırakıldık, dediler. 28Ortancaları: “Ben size demedim mi. Rabbinizi tesbih etmeniz gerekmez mî, diye söylemedim mi?” dedi. “Ortancaları” onların en adaletlisi ve en hayırlısı, “Ben size demedim mi, Rabbinizi tesbih etmeniz gerekmez miydi?” dedi. Yani; İnşaallah demeniz gerekmiyor muydu, demektir. Zira onun, Allah'ın (celle celâlühü) yüceltilmesi manasında âlimler birleştikleri için, inşaallah demek teşbihtir. Çünkü inşallah denilmesi işin O'na havale edilmesidir. Teşbih de O'nun noksan sıfatlardan tenzihidir. İşin O'na havale edilmesi de O'nun noksan sıfatlardan tenzihi de O'nun yüceltilmesidir. Ya da Allah'ı (celle celâlühü) zikretmeniz ve niyetinizin çirkinliğinden dolayı O'na tevbe etmeniz gerekmez mi? demektir. Bu işe niyet ettiklerinde onların en hayırlısı onlara: “Allah'ı ve O'nun günahkârlardan aldığı intikamı hatırlayın. Bu çirkin niyetten vazgeçin, tevbe edin.” demiş. Ama onlar ona karşı gelmişti. İşte bu sebeple o onları (bu sözüyle) kınadı. Bunun için onlar “Rabbimizi teşbih ederiz. Şüphesiz biz yazık etmişiz.” dediler. 29“Rabbimizi teşbih ederiz. Şüphesiz biz (kendi kendimize) yazık etmişiz” dediler. Onun ilk başta söylemeye çağırdığı şeyi iş işten geçtikten sonra söylediler. İyilik yapmama ve ilahi meziyeti hesaba katınama hususunda zâlim olduklarını itiraf ettiler ve Allah Teâlâ'yı zâlim olmaktan tenzih ettiler. 30Ardından kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar. Yoksullardan kaçış ile ilgili yaptıkları hususunda birbirlerini kınıyorlar ve her biri suçu diğerinin üzerine atıyordu. Daha sonra “Yazıklar olsun bize. Gerçekten biz azgın kim sele rmişiz” sözüyle haddi aştıklarını hep birükte itiraf ettiler. 31(Nihayet) şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kimselermişiz.” Fakirlerin hakkını menetmek ve ilahi meziyeti hesaba katınamak suretiyle biz Allah'ın (celle celâlühü) koyduğu sınırları çiğneyip geçenlermişiz. 32“Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi(n hoşnutluğunu) arzuluyoruz.” Medine kırâat imâmları ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir. Belki Rabbimiz bize bu bahçenin yerine daha iyisini verir. Çünkü biz O'ndan hayrı istiyoruz ve bizi bağışlamasını umuyoruz. Mücâhid şöyle demiştir: “Tevbe ettiler de kendilerine ondan daha iyisi verildi.” Abdullah İbni Mes'ud (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Onların ihlâs ile Allah'a (celle celâlühü) yöneldikleri buna karşılık Allah'ın (celle celâlühü) da onlara içinde bir salkımını ancak bir katırın taşıyabileceği büyülükte üzümlerin bulunduğu Heyevan adlı bir bahçeyi ihsan ettiği bana ulaştı.” 33İşte azap böyledir. Âhiret azâbı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi! Yani; onların yoluna girenler için dünyevi azap zikrettiğimiz bu azap gibi olur. Âhiret azâbı ise elbette ondan daha büyüktür. Bilselerdi, bu azâba götüren şeyleri yapmazlardı. Bundan sonra katındaki, mü’minlere âit şeyleri zikretti, şöyle buyurdu: 34Şu da muhakkak ki takva sahipleri için Rableri katında nimetleri bol cennetler vardır. Şirkten korunanlar için âhirette dünya bahçelerinin tersine içinde sadece ve sadece nimetlenilen cennetler vardır. 35öyle ya, Müslümanları, o günahkârlar gibi tutar mıyız hiç? Bu, onların: “Muhammed'in dedikleri doğru değildir. Şayet doğru olsa o takdirde bile âhirette bize dünyada olduğu gibi ona ve beraberindekilere verilenden daha hayırlısı verilecektir.” sözüne karşı söylenmiş inkâr sorusudur. Dolayısıyla onlara şöyle denilmişti: “Onları hükümde bir tutup, Müslümanları kâfirler gibi kılar mıyız?” Daha sonra muhatap alma yoluyla onlara şöyle dendi: 36Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz? Bu yanlış hükmü nasıl veriyorsunuz? Bu, itâat edenle isyan edeni eşitlemektir. Cezâlarıdırma işi size havale edilmiş gibi o hususta dilediğiniz gibi hüküm veriyorsunuz. 37Yoksa size âit bir kitap var da (bu bâtıl inanışları) onda mı okuyorsunuz? Yoksa yanınızda gökten indirilmiş bir kitap var da o kitaptan mı okuyorsunuz? 38Onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?! Yani; seçtiğiniz ve istediğiniz şeyler sizindir, (diye mi yazılı?) Bunun aslı; - (.......) deki (.......) nin üstünüyle- (.......) seçtiğiniz ve istediğiniz şeylerin sizin olduğunu o kitapta okuyorsunuz.'şeklindedir. Çünkü o, okuma işi onun üzerinde meydana geldiği için mef'ûldur. (.......) Geldiği için de ( (.......) deki) (.......) esre kılınmıştır. “Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık. Âlemler içinde Nûh'a selâm olsun.” Saffât, 78,79. Okunanın hikâye olması da mümkündür. Hikâye edildiği için (.......) nin mef'ûlu olmasına rağmen mensûb olmadı. (.......) ve (.......) hayırlısını aldı'demektir. 39Yoksa: “Ne hükmederseniz mutlaka sizindir.” diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var. “Kesin sözler” yeminle tekid edilmiş taahhütler. (.......) kelimelerinin sıfatlarıdır. (.......) e taallûk etmektedir. Yani; o (yeminler) bu güne (kıyamete) kadar bol bol geçerlidir. Ona kadar ulaşmaktadır. Tahkime dair verilen yeminler hâsıl oluncaya değin onlardan hiçbiri boşa çıkmamıştır. Ya da zarfta ((.......) de) takdir edilmiş olan kelimeye taallûk etmektedir. Yani; o, kıyamete kadar üzerimizde lehinize sabittir. Onun sorumluluğundan ancak o gün sizin lehinize hükmettiğimizde ve size sizin hükmettiklerinizi verdiğimizde kurtulacağız. “kendi lehinize ne hükmederseniz mutlaka sizindir.” Sözü yeminin cevâbıdır. Çünkü (.......) cümlesinin manası; “Yoksa te'kid hususunda son noktaya varmış büyük büyük yeminlerle size yemin mi ettik?” demektir. 40Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak? “Onlara” yani; müşriklere: Hangisi bu hükmün olacağına kefildir. 41Yoksa ortakları mı var onların? Sözlerinde doğu iseler, hadi, getirsinler ortaklarını! “Yoksa ortakları mı var onların?” yani; Bu sözde onlara iştirak eden ve onların yolunda giden (başka) insanlar da mı var? Davalarında doğru iseler hadi getirsinler ortaklarını. Şunu kastediyor: Bunu söyleyen hiçbir kitapları, Allah katında buna dair hiçbir taahhüüeri ve Allah'a karşı bu iddialarını savunacak hiçbir avukatları olmadığı gibi bu hususta hiç kimse onlara uymaz ve onlara yardımcı olmaz. 42O gün incikler (baldırlar) açılır ve secdeye davet edilirler. Fakat güç getiremezler. Zarfı ((.......) yi) naspeden amil (.......) ya da gizli (.......) hatırla'kelimesidir. Cumhûr’a göre (.......) işin şiddetinden ve musibetin dehşetinden kinayedir. “O gün incikler açılır” cümlesinin manası; o gün iş çetin ve zor olur, demektir. Yoksa orada ne açma ne de incik (ayak) vardır. Ancak onunla şiddetten kinaye olundu. Çünkü onlar (Araplar) bir şiddete maruz kaldıklarında paçalarını sıvıyorlardı. Bu, senin, cimri için “Eli bağlı” dediğin gibidir. Hâlbuki orada ne el ne de bağlama işi vardır. Ancak o sadece cimrilikten kinayedir. Kim de teşbihe kaçıyorsa o da onun görüş darliğindan ve ilm-i beyana az vakit ayırmasından kaynaklanmaktadır. Şayet iş Müşebbihe'nin zannettiği gibi olsaydı o zaman inciğin (bacağın) tanıtılması gerekirdi. Çünkü o, onun katında bilinen bir inciktir (bacaktır). Kâfirler orada secdeye davet edilirler. Ancak bu davet teklif için değil. Dünyada secdeyi terk etmiş olduklarından dolayı azar içindir. Fakat buna güç getiremezler. Çünkü onların sırtı sığır boynuzu gibi olur Eğilme ve kalkma esnasında katlanmaz. 43Gözleri düşük bir hâlde yüzlerini zillet bürür. Hâlbuki onlar sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlar (fakat yine secde etmiyorlar) dı. “Gözleri düşük bir hâlde” düşkün, zelil bir hâlde... (.......) deki zamîrden hâldir. Yani; gözleri düşük olduğu hâlde çağmhrlar, demektir. “Yüzlerini zillet bürür.” kendilerini zillet kaplar. Onlar sapasağlam iken de yani sıhhatli iken de dünyada peygamberler diliyle secdeye davet ediliyorlardı. Ancak onlar secde etmiyorlardı. Bu sebepten dolayı da onlar orada secde etmekten menedildiler. 44(Rasûlüm!) Sen bu sözü (Kur'ân'ı) yalan sayanı bana bırak (kendini üzme). Yakında biz onları bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azâba yaklaştırırız. “Bana bırak” ,'onu bana bırak'denir. Onu bana terk et ona senin adına yeterim. (.......) Mef’ûl üzerine atfedümiştir. Ya da mef'ûlu meahtır. “Bu sözü” Kur'ân'ı. Kast olunan şudur: Onun işini bana bırak ve benimle onun arasından çekil. Zira ben ona ne yapacağımı bilirim. Ona yeterim. Onun durumuna kafayı takma, üzülme. Ondan intikam alma hususunda ban güven. Bu (söz) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için teselli, yalanlayanlar için de tehdittir. Biz onları merhale merhale azâba yaklaştırıyoruz. “Onu şuna yavaş yavaş yaklaştırdı.” denir. Yani; onu helake düşürünceye kadar merhale merhale düşürdü, demektir. Allah Teâlâ’nın, isyankâr kulları derece derece düşürmesine istidrac denir. İstidrac: Allah'ın (celle celâlühü), onlara sıhhat ve nimet vermesi, onların da Allah'ın (celle celâlühü) ihsanını günahların artmasına sebep kılmalarıdır. “Bilmedikleri bir yönden” istidrac olduğunu anlamadıkları bir yönden. Denildi ki: İstidrac: Onlar günahı tazeledikçe Allah'ın (celle celâlühü) da onlara nimeti tazelemesi ve onlara onun şükrünü unutturmasıdır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın, günahta ısrar ve devam ettiği hâlde bir kula ihsan ettiğini gördüğünde bil ki o (kul) yavaş yavaş helake sevk edilmektedir.” buyurdu ve bu âyeti okudu. 45Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim fendim çok sağlamdır. “Benim fendim (tuzağım) çok sağlamdır” gülcü kuvvetlidir. İhsanını ve imkân vermesini helake sebep olması yönüyle tuzak şeklinde olduğu için istidrac olarak adlarıdırdığı gibi tuzak olarak da adlarıdırmıştır. Tuzak, hile ve istidracın asıl manası: Güvenli yerden yakalanaktır (yakalanmaktır) Allah'ın (celle celâlühü) “tuzakçı” , “hilebaz” ve “İstidrac yapan” diye adlarıdırılması câiz değildir. 46Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altmda mı kalıyorlar? Yoksa sen risâleti tebliğ ettiğin için onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar, bu yüzden îman etmiyorlar? Soru olumsuzluk manasınadır. Yani; sen vahyin tebliği için ücret istemiyorsun ki bu onlara ağır gelsin de bu sebeple kaçınsınlar, demektir. 47Yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar? “Gaybın bilgisi” Cumhûr’a göre levhi mahfuz. Levhi mahfuz onların nezdinde de onlar o hükmettiklerini ondan mı yazıyorlar. 48Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sâhibi (Yûnusallallahü aleyhi ve sellem) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti. “Rabbinin hükmünü” o (hüküm): onlara mühlet vermesi ve onlara karşı sana yardımı geciktirmesidir. Çünkü kendilerine mühlet verilse de onlar ihmal edilmişledir. Kavmine karşı acele ve kızgınlık hususunda Yûnus (aleyhisselâm) gibi olma ki onun maruz kaldığı belaya sen de maruz kalmayasın. (.......) da durulur. Çünkü (.......) kendisinden öncekiler için zarf değildir. Zira niyaz ibâdettir. Dolayısıyla ondan menedilmez. Bilâkis (.......) hazfedilmiş bir fiilin ((.......) hatırla') mefulüdür. Hani o baliğin karnında (nefsine karşı) öfke ile dolu olduğu hâlde: “Senden başka ilâh yoktur. Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hakikaten ben zalimlerden oldum.” Enbiyâ', 87. diyerek Rabbine dua etmişti. (.......) kelimesi su kabını doldurduğunda denilen (.......) cümlesindendir. 49Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka ıssız, kınanacak bir hâlde oraya atılacaktı. “Nimet” rahmet. Yani; şayet Allah (celle celâlühü), onun duasına icabet etmek ve özrünü de kabul etmek suretiyle ona ihsanda bulunmuş olmasaydı, zellesi sebebiyle baliğin karnından çıplak bir alana kınanmış bir hâlde atılacaktı. Ancak ona merhamet edildi de o yerilmemiş olarak atıldı. 50Fakat ardından Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu sahillerden kıldı. Rabbi onu duası ve özründen dolayı seçti de onu Sâlihlerden, yani; doğruluk hasletlerini tamamlamaya çalışanlardan kıldı ve artık ona âit hiçbir zelle kalmadı. Denildi ki: “Onu Sâlihlerden kıldı'sözü, onu nebilerden kıldı, demektir.” Yine Denildi ki: “O'nu Rasûllerden kıldı, demektir. Doğru olan ilk şikar. Çünkü O bundan önce hem Rasûl, hem de Nebiydi.” Nitekim âyeti kerimede: “Yûnus da gönderilen Rasûllerdendi. Bolu gemiye kaçmıştı.” Saffât, 139-140. buyrulmuştur. 51O inkâr edenler Zikri (Kur'ân'ı) işittikleri zaman neredeyse Seni gözleriyle devireceklerdi. Hâlâ da (kin ve hasetlerinden): “Hiç şüphe yok ki o bir delidir.” derler. Medine kırâat ekolüne göre (.......) şeklindedir. (.......) den hafifietilmiştir. Bunun alâmeti de (.......) deki (.......) dır. (.......) ve (.......); onun ayağını yerinden kaydırdı, demektir. Yani; kâfirler neredeyse sana düşmanca nazarlarının şiddetinden seni gözleriyle yerinden kaydıracaklardı. Ya da sana karşı aşırı kinlerinden ötürü seni helâk edeceklerdi, demektir. Esad oğulları içinde nazar değdiren adamlar vardı. Onlardan biri üç gün aç kalır da ona gelen (deve, koyun gibi) bir şeye: “Bu güne kadar bunun bir benzerini görmedim.” derse o helâk olurdu. Aşırı nazar değdiren birinden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e karşı bunun bir benzerini söylemesi istendi. O da: “Bu güne kadar böyle bir adam görmedim.” dedi. Ancak Allah (celle celâlühü) onu bundan korudu. Hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur: “Nazar değmesi gerçektir. Zira nazar deveyi tencereye adamı da kabre sokar.” Hasen'dan şöyle nakledilmiştir: “Nazara karşı bu âyet okunmalıdır.” “Zikri” Km'atfı. Hâlâ da sana verilen Peygamberliğe karşı hasetlerinden: “Hiç şüphe yok ki Muhammed delidir.” derler. Bunu, câhil oldukları için değil, ümmî olmasına rağmen bütün şairleri susturan, çeşitli hükümler ve ilimler ihtiva eden bir kitabı getirdiği için, onun durumuna hayret ettikleri için ve insanları ondan nefret ettirmek için derler. 52Halbuki O (Kur'ân) âlemler için ancak bir öğüttür. Kur'ân, cinler ve insanlar için ancak bir öğüttür. Şunu kastediyor: Onlar ona Kur'ân'dan dolayı delilik isnadında bulundular. Hâlbuki Kur'ân âlemler için bir öğütten ibârettir. Dolayısıyla onun gibi bir şey getiren nasıl deli olabilir? Denildi ki: “Zikri işittiklerinde...” Yani: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zikrini işittiklerinde, demektir. “O” yani; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) âlemler için şereften başka bir şey değildir. Dolayısıyla delilik ona nasıl nispet edilir. Allahu A’lem! |
﴾ 0 ﴿