HÂKKA SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmustur; 52 âyettir.

1

Gerçekleşecek olan,

Vukuu vacip, geleceği hiç şüphesiz sabit olan kıyamet saati,

(.......) dandır.

Yani vacip oldu demektir.

2

(Evet) Nedir o gerçekleşecek olan?

(.......) müpteda ve haberdir. İkisi birlikte (.......) nun haberidir. Aslı; “Hakka nedir o?” dur.

Yani; Şanını tazim ve dehşetini beyan için o hangi şeydir, demektir.

Yani; büyüklüğünden dolayı onun hakkı ona dair sorular sorulmasıdır. Dehşet ve korkuyu artırmak için (.......) kelimesini zamîr yerine getirdi.

3

Gerçekleşecek olan (kıyametin) ne olduğunu sen nereden bileceksin?

“Hakka” nın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? Şunu kastediyor:

“Onun hakikatine ve büyüklüğünün boyutuna dair senin hiçbir bilgin yok. Çünkü onun büyüklüğüne ve şiddetine hiçbir mahlûkatın anlayışı ulaşamaz.”

(.......) müptedadır, merfûdur. (.......) haberdir. Ondan sonraki cümle mahallen mensûbtur. Çünkü o (cümle) (.......) nin ikinci mefulüdür.

4

Semûd ve Âd (kavimleri), başlarına çarpacak felaketi (kıyameti) yalan saymışlardı.

“Karia'yı (başlarına çarpacak felaketi);

Yani; Hakka'yı (kıyameti) Karia onun yerine getirilmiştir. Çünkü o da kıyametin isimlerindendir. Kıyamet onunla adlarıdırılmıştır. Çünkü o, insanlara ürküntü ve korkuların ansızın gelenidir. O'nu zikredip yücelttikten sonra, Mekke halkına hatırlatmak ve onları yalanlamanın neticesinden korkutmak için onu yalanlayanları ve yalanlamaları sebebiyle başlarına gelenleri zikretti.

5

Semûd'a gelince: onlar pek zorlu (bir sarsıntı) ile helâk edildiler.

Şiddette sınırlarını aşan vakıa ile helâk edildiler.

“O, zelzeledir.” denildi.

“O, şiddetle gürleyen sestir.” denildi.

(.......) kelimesi (.......) gibi mastardır.” denildi.

Yani; “Haddi aşmalarıyla helâk edildiler” , demektir.

Ancak bu “Âd'a gelince; onlar da uğultulu, azgın bir fırtına ile helâk edildiler” âyetine uygun düşmemektedir.

6

Âd (kavmi) ise, uğultulu, önünde durulmaz bir fırtına ile mahvedildiler.

“Fırtına ile” Batı rüzgârı ile. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ben saba rüzgârıyla yardım olundum. Âd da batı rüzgârıyla helâk edildi.”

“Uğultulu” sesi şiddetli (.......) kelimesindendir. O da; sayha, aşırı gürültülü ses, demektir.

Ya da (.......) kelimesindendir, soğuk demektir. Sanki o orada soğuğu defalarca tekrar etti ve onun şiddetini artırdı.

Yani o şiddetli soğuğuyla yakıyor, demektir.

“Önünde durulmaz” esmesi şiddetli ya da Allah'ın (celle celâlühü) düşmanlarına karşı gazâbından dolayı onların bekCinlerine karşı ayaklandı ve galebe çaldı. Allah'ın (celle celâlühü) izniyle onu zapt edemediler.

7

Allah onu ardı ardına yedi gece sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın) o kavmi içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş hâlde görürdün.

Azâbın başlarıgıç günü ayın son çarşambasıydı. Diğer çarşambaya kadar sürdü.

“Ardı ardına” devamlı, kesilmeksizin. (.......) kelimesinde olduğu gibi. (.......) kelimesinin çoğuludur. Hastalığa karşı dağlama yapan kimsenin o dağlamayı tamamlanıncaya kadar birbiri ardınca tekrar etmesine benzetilmiştir. (.......) kelimesinin mastar olması da mümkündür.

Yani; bir şeyi kökünden kopardı, manasına (.......) demektir.

Ey muhatap! o kavmi, yıkılmış ya da çürümüş hurma kütükleri gibi oracıkta ölmüş bir vaziyette görürsün.

(.......) oracıkta'korkulu durumları içinde ya da o günler ve gecelerde nasıl ölüp yıkıldıklarını görürdün, demektir.

(.......) hâldir. (.......) Ölmüş, yıkılmış'kelimesinin çoğuludur.

(.......) ikinci hâldir. (.......) hurma ağacı'kelimesinin çoğuludur.

8

Şimdi onlardan hiç geri kalan (birini) görüyor musun?

Onlardan hiç geri kalan birini görüyor musun ya da (.......) kelimesi, (.......) azgınlık'manasına geldiği gibi, (.......) kelimesi de (.......) devamlılık'kelimesindendir. Onlar lehine hiçbir devamlılık görüyor musun, demektir.

9

Fir'avun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler halkı (Lût kavmi) hep o günahı (şirki) işlediler.

“Ondan öncekiler” ondan önceki milletler.

Basra kırâat ekolü ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir.

Yani; ona tabi olan yanındaki kişiler, demektir.

“Allı üstüne getirilen beldeler halkı...” Lût kavminin kasabalarının halkı, onlar, altüst olundular.

Yani; tepeleri üzerine ters çevrildiler.

“O günahı” o hatayı ya da o fiili ya da o büyük hatayı içeren fiilleri, demektir.

10

Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler. O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.

Lût kavmi, Rablerinin elçisi Lût'a isyan ettiler Allah (celle celâlühü) da onları işledikleri çirkinliklerin fazlaliği nispetinde şiddeti gittikçe artan bir yakalayışla yakaladı.

11

Şurası unutulmamalı ki, (her tarafı) su bastığı vakit sizi gemide biz taşıdık.

Tufan zamanı su dünyadaki en yüksek dağı on beş zira aştığında babalarınızı Nûh (aleyhisselâm)’in gemisinde taşıdık.

12

Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.

“Onu” bu işi -ki o; mü'minlerin kurtarılması ve kâfirlerin boğularak helâk edimlisidir-.

Tezkire; ibret ve öğüt demektir.

“Kulaklar onu bellesin” kulaklar onu muhafaza etsin.

(.......) kelimesi Nafî hariç diğerlerine göre (.......) in ötresiyledir.

“Belleyici kulaklar” işittiğini muhafaza eden kulaklar. Katâde şöyle demiştir:

“Onlar, Allah(celle celâlühü) bilmiş ve işittikleriyle istifade etmiş kulaklardır.”

13-15

Artık sura ilk nefha üflendiği, yerle dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla vurularak darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur (kıyamet kopar).

“İlk nefha” Birinci üfleyiştir. O zaman bütün insanlar ölürler. İkinci üflenişte de diriltilirler. Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp da yekdiğerine çarpışla ufalanır kırılırlar.

Yani; ufalanncaya, potada eriyen kum yığını gibi oluncaya ve havada uçuşan toz zerreleri gibi oluncaya kadar birbirlerine çarparlar. İşte o zaman kıyamet kopmuştur.

(.......) nin cevabı (.......) dir. (.......) dan bedeldir.

16

Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar.

“Gök de yarılır...” kapı kapı açılır. Ve artık o gün onca sağlamliğindan sonra gevşemiş, kuvveti düşmüştür.

17

Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunlarında üstünde bulunan sekiz (melek) yüklenir.

(.......) melek'sözü cins içindir. Çoğul manasınadır. (.......) kelimesinden daha umumidir. Melekler de onun kenarlarındadır.

(.......) kelimesinin tekili, elifi maksure ile olan (.......) dır. Çünkü gök yarıldığında -ki o, meleklerin meskenidir- onlar onun etrafına iltica eder, çekilirler. Göğün etrafında bulunan meleklerin üstünde o gün onlardan sekiz melek Rabbinin arşını yüklenir. Bu gün arşı yüklenenlerin sayısı dörttür. Kıyamet gününde buna dört tane daha ilave edilir.

Dehhak'tan: “sekiz saftır” diye nakledilmiştir. Bazıları da “sekiz sınıftır” demişlerdir.

18

(Ey insanlar!) o gün (hesap için) huzura alınırsınız. Size âit hiçbir sır gizli kalmaz.

O gün hesap ve sual için huzura arz olunacaksınız. Bunu askerin durumunu bilmesi için askerin, sultana arz edilmesine benzetti. O gün dünyada iken gizli kalan size âit hiçbir sır ve hiçbir durum gizli kalmaz.

Âsım dışındaki Kûfe kırâat imâmlarına göre (.......) şeklindedir. Hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Kıyamet gününde insanlar üç kere arz olunurlar. İkisi itirazlar ve bahanelerdir. Üçüncüsünde ise sahifeler uçuşur. Kazanan kişi kitabını sağ eliyle alır. Helâk olan da kitabını sol eliyle alır.”

19-20

Kitabı sağ tarafından verilen: “Alın kitabımı okuyun. Şüphesiz ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” der.

Bu, arzın detayıdır. Kitabı sağ elinden verilen kişi, onda işlediği hayır işleri gördüğünden dolayı gurubuna kitaben sevinçle şöyle der:

“Alın. Okuyun kitabımı...”

(.......) isim fiildir.'Alın'demektir. Takdiri şöyledir: “Kitabımı alın, kitabımı okuyun.”

İkincisinin delaletinden dolayı birincisi ((.......) kelimesi) hazfedildi.

(.......) deki amil, Basra kırâat imâmlarına göre (.......) dur. Çünkü onlar en yakın olanı amel ettiriyorlar.

(.......), (.......) ve (.......) deki (.......) lar sekt içindir. Hakkı, vakf hâlinde sabit kalması vasl hâlinde düşmesidir. Osman (radıyallahü anh)’in mushafmda yazılı olduğu için vakfı müstehaptır.

“Ben hesabımın görüleceğini zannediyordum.”

Yani; biliyordum. Zannı ilim yerine getirdi. Çünkü zannı galip adetlerde ve hükümlerde ilim yerine geçmektedir. Çünkü içtihad ile bilinenler vesveseden çok az uzaktır. O (vesvese) de zannı götürmektedir. Dolayısıyla zandan uzak olmadığı içi ona “zan” denilmesi câizdir.

21-23

Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette hoşnut bir hayat içindedir.

Yüce bir cennette...” yani; mekâm yüksek ya da katınanları yüksek ya da binaları ve köşkleri yüksek, demektir.

(.......) haberden sonra haberdir.

“... meyveleri sarkmış...” meyveleri, onları arzu edenlere yakındır. Ayakta duran da, oturan da, yaslarıan da onlara erişebilir. Onlara şöyle denir:

24

“Geçmiş günlerde işlediklerinize karşılık afiyetle yiyin, için.”

Afiyetle yiyin. Onlar da ne çirkin görülen bir şey ne de eziyet veren bir şey var.

Ya da (.......) mastar olmak üzere afiyet olsun, demektir.

“Geçmiş günlerde işlediklerinize karşılık...” dünyada geçmiş günlerde işlediğiniz sâlih amellere karşılık. İbni Abbâs'tan (radıyallahü anh) şöyle nakledilmiştir:

“Bu, oruç tutanlar hakkındadır.”

Yani; Allah rızası için yemeyi ve içmeyi terk etmenizin bedeli olarak yiyiniz, içiniz, demektir.

25-26

Kitabı sol tarafından verilene gelince: O, “Keşke, bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!” der.

Orada kötülüklerin açığa çıktığım gördüğünden “keşke kitabım bana verilmeseydi ve keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim” der.

27

“Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi!”

Keşke öldüğüm ölüm işimi bitirseydi de ondan sonra tekrar dirilmeseydim ve karşılaştığım (bu) şeyle karşılaşmasaydım.

28

“Malım bana hiç fayda sağlamadı.”

Dünyada topladığım şeyler bana fayda vermedi. (.......) olumsuzluk içindir. Mef’ûl hazfedilmiştir. O da; (.......) hiçbir şey'dir. (

Yani; Dünyada topladığım hiçbir şey bana fayda vermedi, demektir).

29

“Saltanatım da benden (koptu) yok olup gitti.”

Mülküm ve insanlar üzerindeki hâkimiyetim gitti. Fakir ve zelil bir hâlde kalakaldım. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir:

“Bu, delilim benden gitti, demektir.”

Yani; dünyada iken kullandığım delilim bâtıl oldu, boşa çıktı, demektir. Daha sonra Allahu Teâlâ cehennem bekCinlerine şöyle buyurur:

30

“Onu yakalayın da, (ellerini boynunu) bağlayın.”

Yani; ellerini boynunu bağlayın.

31

“Sonra alevli ateşe atın onu!”

“Atın onu” yani; onu girdirin. Şunu kastediyor:

“Sonra onu ancak alevli ateşe atın ki o da; en büyük ateştir.”

Ya da (.......) kelimesi (.......) onu atın'sözünün açıkladığı bir fiille mensûb kılınmıştır.

32

“Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurun (sarın)!”

Allah'ın (celle celâlühü) arşınıyla, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurun onu. İbni Cüreyc'den şöyle nakledilmiştir:

“Denildi ki: Onun miktarım (arşının uzunluğunu) ancak Allah bilir.”

“Zincir” kelimesinin “katın” kelimesinden önce getirilmesindeki mana, “alevli ateş” kelimesinin “atın” kelimesinden önce getirilmesindeki mana gibidir.

33

Çünkü o, ulu Allah'a îman etmezdi.

Bu, onun, bu şiddetli azâba müstahak oluş sebebini beyandır. Sanki “Ne yaptı ki bu şedit azâba maruz kalmaktadır?” diye soruldu da ona “o, Ulu Allah'a inanmazdı, yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.” diye cevap verildi.

34

Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.

Yoksula yemek vermeye teşvik etmezdi. Bunda, onun dirilişe inanmadığına dair işaret vardır. Çünkü insanlar, yedirdikleri için yoksullardan hiçbir karşılık beklemezler. Onları ancak âhirette sevap kazanma ümidiyle Allah (celle celâlühü) nzası için yedirirler. Yeniden dirilişe inanmayınca da onları yedirmeye sevk eden şey var olmamış oluyor.

Yani; o inkâr ettiği hâlde başkasını muhtaçlara yedirmeye teşvik etmez, demektir. Bunda, yoksulların mahrum edilmesi suçunun büyüklüğüne dair kuvvetli bir delil vardır. Çünkü onu inkâr üzerine atfetti ve onu, ona işaret eden bir delil ve bir karine kıldı. Yine teşvik etmeyi terk eden kişinin durumu böyle olunca fiili işlemeyi (fakirlere yedirmeyi) terk edeninin durumunun daha kötü olacağı bilinsin diye fiili zikretmeksizin teşviki zikretti. Ebû Derda hakkında şöyle nakledilmiştir:

O, eşine, fakirler için çorbayı çok pişirmesini tenbih eder ve:

“Zincirin yarısını îman ile çıkardık, diğer yarısını da bununla çıkaralım.” derdi.

Bu âyetler, mü'minlerin tamaminin merhametli olduğunu, kâfirlerin de merhametsiz olduğunu ifade etmektedir. Çünkü Allah (celle celâlühü), mahrukatı iki kısma ayırdı. Onlardan bir gurubu, “Ashâbı yemin” kıldı ve onları:

- “Şüphesiz ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” sözüyle sadece imanla vasfetti, diğer gurubu da “Ashâbı şimal” kıldı ve onları:

-” Çünkü o, Ulu Allah'a îman etmezdi.” sözüyle vasfetti. Cezâlarıdırılacak olan mü'minin, kitabı sağ eline verilmezden önce cezâlarıdırılması mümkündür.

35

Bu sebeple bugün burada onun herhangi bir candan dostu yoktur.

Bugün burada onun azâbını ondan kaldıracak ve ona acıyacak bir yakım yoktur.

36-37

Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka yiyeceği de yoktur.

Cehennem halkının yaralarından akan kanla kanşık irinden başka yiyecek de yoktur.

(.......) kelimesindendir. (.......) veznindedir. (.......) ve (.......) zaittir. Bununla kast olunan: Onların bedenlerinden akan irin ve kandır. Onu günah sâhibi kâfirlerden başkası yemez.

(.......) kelimesi, kişi günahı kasten işlediğinde kullanılan (.......) kelimesindendir.

38-39

(Demek ki işin gerçeği müşriklerin zannettiği gibi değil!) Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki,

Cisimler, yeryüzü ve gökyüzü gibi görebildiğiniz şeylere ve melekler ve ruhlar gibi göremediğiniz şeylere yemin ederim ki,

40

Hiç şüphesiz o (Kur'ân), çok şerefli bir elçinin sözüdür.

“O -yani; Kur'ân,- şerefli bir elçinin sözüdür” yani; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ya da Cebrâîl (aleyhisselâm)’in sözüdür.

Yani; Allah (celle celâlühü) katından gönderilmiş risâlet olması yönüyle onu söyler ve onu konuşur.

41

Ve O, bir şâir sözü değildir. Ne de az îman ediyorsunuz.

Sizin iddia ettiğiniz gibi o bir şâir sözü değildir.

42

Bir kâhin sözü de değildir (O). Ne de az düşünüyorsunuz.

Dediğiniz gibi bir kâhin sözü de değildir. Mekke kırâati, Şam kırâati, Ya'kûb ve Sehl'e göre (.......) ve (.......) ve (.......) şeklindedir.

Ebû Bekir dışındaki Kûfe kırâat imâmlarına göre (.......) şeklindedir. Azlık, yokluk manasınadır. “Burası çok az ot bitiren bir yerdir” , denir.

Yani asla ot bitirmez, demektir. Mana; siz elbette îman etmezsiniz ve elbette düşünmezsiniz, demektir.

43

(O,) Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

O, beyan olarak indirilmiştir. Çünkü o, Rasûlün sözüdür. (Bu söz) ona âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

44-45

Eğer (peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu kuvvetle yakalardık.

Eğer bizim demediğimiz bir şeyi bize nispet etseydi sultanların, yalancı saydıklarına gazap ve intikamla galebe çaldıkları gibi onu sağ elinden tutar öldürürdük. Daha korkulu olsun diye Allah (celle celâlühü), suçlunun sağ elinden tutulup baka baka boynunu kılıçla vurulması suretiyle öldürülüşünü tasvir etti. O, onun elinden tutulup boynunun vurulmasıdır. Sağ eli özellikle zikretti. Çünkü cellât öldürülecek olan kişinin ense köküne vurmak islediğinde onu sol elinden tutar, boynuna vurmak istediğinde de kılıçla onun karşısına geçer -ki bu, kılıcı gördüğü için öldürülen kişiye daha zor gelir- ve onun sağ elinden tutar.

“Elbette onu kuvvetle yakalardık.” sözünün manası; onu elbette sağ elinden yakalardık, demektir.

46

Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık).

Aynı şekilde onun can damarını da koparırdık. Can daman; kesildiğinde sâhibinin öldüğü kalbe giden damardır.

47

Hiç biriniz buna mani de olamazdınız.

“Hiç biriniz... “hitap bütün insanlara ya da Müslümanlaradır.

(.......) deki (.......) zaittir. “... buna...” Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Öldürülmesine. (.......) kelimesinin sıfatı olsa da (.......) kelimesini çoğul getirdi. Çünkü o, topluluk manasınadır. Allah Teala'nın:

“O'nun elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz.” Bakara, 285. âyeti de bunun gibidir.

48

Şüphesiz o (Kur'ân, Allah'a karşı gelmekten) sakınanlar için bir öğüttür.

Şüphesiz ki O Kur'ân muttakiler için kat'i bir öğüttür.

49-50

İçinizde (onu) yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz. Muhakkak o, kâfirler için bir iç yarasıdır (pişmanlıktır).

Muhakkak ki o Kur'ân -ona inananların nail oldukları sevapları gördüklerinde- onu inkâr eden ve onu yalanlayanlar için bir hasrettir.

51

Ve o, kati bilginin tam tamına gerçeğidir.

Ve o Kur'ân (müşahedeye dayalı) bilgidir. (Aynel yakin) ve îman kuvvetiyle bilinen gerçek bilgidir. (Hakkal yakin)

52

O hâlde ulu Rabbinin ismini yüceltip noksanlıklardan tenzih et.

Allah(celle celâlühü), büyük ismini zikretmek suretiyle tesbih et. O da: Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim.” Mü’minim, 91; Kasas, 68; Saffât, 159; Tûr, 43; Haşr, 23. sözüdür.

0 ﴿