MEÂRİC SÛRESİBu sûre Mekke'de nâzil olmustur, 44 âyettir. 1-3Bir istekli, yükselme dereceleriîîln sâhibi olan Allah katından inkârcılara gelecek ve hiç kimsenin sayamayacağı azâbı istedi! “Bir istekli” O, Nadr b. Haristir. “Allah’ım! Eğer bu, senin yanından gelmiş gerçekse başırıusa gökten taş yağdır. Yahut bize acı bir asap getir.” Enfal, 32. demişti. Ya da o istekli onların üzerine azâbın inmesi için dua eden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dir. (.......) istedi, sordu'kelimesi (.......) dua etti'manasım içerdiğinden onun gibi müteaddi oldu. Sanki: “Bir dua eden dua etti.” denilmiş oldu. “gelecek azap ile” sözü bir şey istenildiğinde ve talep edildiğinde söylenen (.......) sözündeki gibidir. Nitekim Allahü teâlâ'nın: “Orada güven içinde her meyveyi isterler.” Duhan, 55. âyeti de bunun gibidir. Medine ve Şam kırâat ekolüne göre (.......) şeklindedir, (.......) sizdir. Bu da (.......) kelimesindendir. Ancak kolaylaştırmak suretiyle hafifletilmiştir. (.......) kelimesi âlimlerin tamamına göre (.......)Tidir. (.......) kelimesinin sıfatıdır. Yani “Kâfirler için olan gelecek azap.” demektir. Bu azâbı geri çevirecek kimse yoktur. (.......) deki (.......) kelimesine taallûk etmektedir. Yani; “Allah'tan (celle celâlühü) gelecek azâbı geri çevirecek kimse yoktur.” demektir. Ya da (.......) kelimesine taallûk etmektedir. Yani;'Vakti saati geldiğinde onu Allah Teâlâ tarafından çevirecek kimse yoktur.” demektir. “Yükselme derecelerinin sâhibi” yani; gökte melekler için olan yükseliş menzilleri sâhibi, demektir. (.......) , (.......) kelimesinin çoğuludur. O da; yükselme yeri, demektir. Daha sonra bu menzilleri ve onların büyüklükteki ve yükseklikteki boyutunu açıkladı. Şöyle buyurdu: 4Melekler ve Ruh (Cebrâîl), oraya miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar. Ali'ye göre (.......) şeklindedir. “Rûh” yani; Cebrâîl (aleyhisselâm) melekleri genel olarak zikrettikten sonra üstünlüğü ve şerefinden olduğu gibi, melekleri koruyan koruyucu mahlûkattır. Ya da kabzeldiği vakit mü'minlerin ruhlarıdır. “Oraya” O'nun arşına ve erminin indiği yere. (.......) deki (.......) ya taallûk etmektedir. “Miktarı elli bin yıl olan” melik olan Allah'tan (celle celâlühü) başka biri oraya yükselip çıksa dünya seneleri İle elli bin yıl olan bir günde ancak yükselip çıkar. Ya da (.......) e taallûk etmektedir. Yani; “Sizin senelerinize göre miktarı elli bin yıl müddetinde olan bir günde meydana gelir” , demektir. O da kıyamet günüdür. Onun uzun oluşu ya kâfirlere karşı şiddetli oluşundandır, ya da gerçekte böyle oluşundandır. Denildi ki: “Onda elli durak vardır. Her durak arası bin yıldır. Bu, mü'mine öğle ile ikindi arası gibi takdir olunur.” 5(Rasûlüm!) Şimdi sen güzelce sabret. (.......) a taallûk etmektedir. Çünkü Nadr b. Haris'in tezce azâbı istemesi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ı alaya almak ve vahyi yalanlamak içindi. Bunlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ı sıkan ve üzen şeylerdi. İşte bu sebeple Allah (celle celâlühü), O'na (sallallahü aleyhi ve sellem) sızlanmaksızın ve şikâyet etmeksizin güzelce sabretmesini emretti. 6Şüphesiz onlar, onu (azâbı) ihtimalden uzak görüyorlar. “Onlar” kâfirler. O azâbı ya da kıyamet gününü imkânsız görüyorlar. 7Biz ise onu yakın görmekteyiz. Biz ise onu kesin olacak bir şey olarak görüyoruz. Uzaklıkla kast olunan; onun imkânsız oluşu, yakınlıkla kastedilen de onun yakın oluşudur. 8O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur. (.......) ile mensûb kılınmıştır. Yani; “Bu günde meydana gelir” , demektir. Veya (.......), onu (.......) a taallûk ettiren kişiye göre (.......) den bedeldir. “Erimiş maden gibi” zeytinyağı tortusu gibi. Ya da erimiş gümüş renginde, demektir. 9Dağlar da atdmış yüne döner. Dağlar da atılmış boyalı yün gibi olur. Çünkü dağlarda beyaz, kırmızı, siyah ve sair muhtelif renklerde yollar vardır. Dağların ufalarııp havaya dağılması, rüzgâr estiğinde uçuşan atılmış yüne benzetilmiştir. 10Dost dostun hâlini sormaz. Herkes kendi nefsiyle meşgul olduğu için, yakın yakınını sormaz. Bezzî ve Bermecî'ye göre (.......) nun, (.......) şeklinde olduğu nakledilmiştir. Yani; Dosta dostu sorulmaz, yani; onun için sorgulanmaz ve onun günahıyla cezâlarıdırılmaz, demektir. 11-14Birbirlerine gösterilirler. (Fakat herkes kendi derdindedir.) Günahkâr kimse ister ki o günün azâbından (kurtuluş için) oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran sülalesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın. (.......) sıfattır. Yani; Birbirini gören ve tanıyan dostlar hâl hatır soramazlar, demektir. Ya da bu, söz başıdır. “Dost dostun hâlini sormaz.” deyince, sanki “Herhâlde onu görmemiştir. “denildi de cevaben: “Birbirlerine gösterilirler, ancak meşguliyetlerinden dolayı soru sormaya imkân bulamazlar.” denildi. (.......) daki (.......) ilk “dost” un zamîridir. (.......) de ikinci “dost” un zamîridir.. Yani; Dostlara dostlar gösterilir de onlar onlara gizli kalmaz. İki dost oldukları hâlde her iki zamîr de çoğul kılındı. Çünkü (.......) vezni çoğul olarak da kullanılır. “Günahkâr kimse ister ki... “müşrik temenni eder ki. Bu, söz başıdır. Ya da merfû' zamîrden hâldir. Ya da (.......) deki mensûb zamîrden hâldir. Medine kırâat imâmları ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Tek başına mevcudiyeti olmayan harflere muzaf olduğu için mebnidir. “Karısını” eşini, “., sülalesini...” en yakın aşiretini. Onu aralarına katıp banndırmakta olan sülalesini. Yezid'e göre (.......) şeklindedir, (.......) sizdir. Ve yeryüzünde insanlardan kim varsa hepsini fidye olarak versin de bu fidye onu kurtarsın ister. (.......) üzerine atıftır. 15Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o (cehennem) alevlenen (ve yakalayı veren) bir ateştir. “Fakat ne mümkün (Hayır)!” sözü günahkân böyle bir temenniden men ve fidye vermenin ona fayda vermeyeceğine ve onu azaptan kurtaramayacağına tenbihtir. “O” yani; cehennem. Azâbın zikredilmesi buna delalet etmektedir. Ya da o, haberin, kendisini açıkladığı belirsiz bir zamîrdir. Ya da o, kıssa zamîridir. ( Yani; kendisinden sonra gelen cümle onu tefsîr eder. Buna zamîri şa'n da denir.) leza (alevlenen bir ateş): cehennemin isimlerindendir. 16Derileri kavurup soyar. (.......), Hafsa ve Mufaddal'a göre te'kit için gelmiştir. (.......) dan hâldir, mensûbtur. Ya da korkutmak için gelmiştir. İhtisas üzere mensûbtur. Diğerlerine göre merfûdur. (.......) için haberden sonra haberdir. Veya (.......) o, kavurup soyar'şeklinde (.......) takdiri iledir. (.......); el ayak gibi insanın uç kısımlarıdır. Ya da (.......) kelimesinin çoğuludur. O da;'başırı derisi'demektir. Onları kavurup soyar, ayınr. Daha sonra o (deri) önceki haline gelir. 17-18Yüz çevirip geri dönen, (servet) toplayıp yığan kimseyi (kendine) çağırır. Onları isimleriyle: “Ey kâfir, ey münâfık! Bana gel, bana gel” diye çağırır. Ya da (.......); helâk eder, demektir. Bu, (.......) Allah seni helâk etsin'sözündendir. Ya da gidişi ona doğru olduğu için sanki o onu çağırmış gibi kılındı. Haktan yüz çeviren, taçta arka dönen, mal toplayan ve onu bir kap içine koyup ondaki, Allah'ın (celle celâlühü) hakkım eda etmeyen kişiyi kendine çağırır. 19Gerçekten insan, pek hırslı yaratılmıştır. “İnsan” Bununla -Namaz kılanların istisnasının sahih olabilmesi için- insan cinsi kastedilmiştir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “(.......) kelimesinin tefsiri ondan sonrasıdır.” 20-21Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder, iyilik dokunduğunda ise pinti (cimri) kesilir. Helu': kendisine şer (kötülük) dokunduğunda alelacele sızlanır, hayır (iyilik) dokunduğunda da alelacele meneder. Muhammed b. Abdullah b. Tahir, SaTebe, helu'dzm sordu da o şöyle dedi: “Hakikaten Allah Teâlâ onu tefsîr etmiştir ve onun tefsirinden daha açık bir tefsîr de olmaz. O, kendisine bir şer isabet ettiğinde feryadı basan, hayır isabet ettiğinde de cimrilik eden ve onu insanlara vermeyen kişidir. Bu, onun karakteridir. Ancak o, karakterine muhalefet etmekle ve şer'i kurallara uymakla memurdur. Şer; zarar ve fakirliktir. Hayır, ise; bolluk ve zenginliktir.” Ya da şer; hastalık, hayır ise; sıhhattir. 22-23Ancak şunlar öyle değildir. Namaz kılanlar ki onlar namazlarında devamlıdırlar. “Namazlarında” beş vakit namazlarında, “... devamlıdırlar... “yani; onları vakitlerinde muhafaza ederler (eda ederler), demektir. Bu, İbni Mes'ud (radıyallahü anh) dan da rivâyet edilmiştir. 24-25Mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar, “Mallarında, belli bir hak tanıyanlar,” sözü ile zekâtı kastetmektedir. Çünkü onun miktarı takdir edilmiştir, bilinmektedir. Ya da bu, kişinin kendi nefsine yüklediği ve belirli vakitlerde tasadduk ettiği sadakalardır. “İsteyene” dileyene, “mahrum kalmışa” istemekten utandığı için zengin zannedilen dolayısıyla da yardım almaktan mahnım kalan kişiye. 26Cezâ (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar. Cezâ ve hesap gününü -ki o, Kıyamet Günüdür- tasdik edenler. 27-28Rablerinin azâbından korkanlar ki Rablerinin azâbı(na karşı) emin olunamaz. “Rablerinin azâbına karşı emin olunamaz.” cümlesi, mutarıza cümlesidir. Ebû Amr hariç diğerlerine göre (.......) şeklinde (.......) lidir. Yani; Gayret ve taate çok çok ileri gitse de “hiçbir mü'mine Allah Teâlâ’nın azâbından emin olmak yaraşmaz, mü'mine layık olan korku ile ümit arasında bulunmaktır. 29-31Mahrem yerlerini koruyanlar -Ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna: Çünkü onlara bir şey denemez. Bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların (azgınların) ta kendileridir-. “... eşlerine...” hanımlarına “... sağ ellerinin mâlik olduklarına...” cariyelerine. “Çünkü onlara bir şey denemez.” mahrem yerlerini (bunlara karşı) korumayı terk etmelerinden dolayı onlar kınanmazlar. “Bundan öteye geçmek isteyenler ise, onlar taşkınların (azgınların) la kendileridir.” Eşleri ve cariyeleri dışındakiler ile ilişki kurmak isteyenler ise, onlar, helalden harama geçenlerin ta kendileridir. Bu âyet, muta nikâhının, homoseksüelliğin, hayvanlarla ilişki kurmanın ve istimnanın haram olduğuna delalet etmektedir. 32Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler, Mekke kırâat ekolüne göre (.......) şeklindedir. Emanetler, şer'i emanetleri ve kullara âit emanetleri içermektedir. “Ahitlerine” Bunun kapsamına halka verilen vaatler, adaklar ve yeminler de dâhildir. “... riayet edenler...” muhafaza edenler, hıyanet etmeyenler ve bozmayanlar. Denildi ki: “Emanetler, akılla bilinen şeylerdir. Ahd ise peygamberin getirdiği şeydir.” 33Şâhitliklerini dosdoğru yapanlar, Sehl'e göre (.......) şeklindedir. Hafs ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklinde (.......)Tedir. Dindeki hassasiyetini ortaya koymak ve Müslümanların haklarını korumak için yakın kişiye ve itibar sâhibine meyi etmeksizin, güçlüyü zayıfa tercih etmeksizin hâkim katında şâhitliklerini dosdoğru yapanlar. 34Namazlarını koruyanlar, Çok çok önemli olduğunu beyan için namazı ikinci kez zikretti. Ya da o ikisinden biri farzlar, diğeri Nâfileler için olduğundan ikinci kez zikretti. Denildi ki: “Ona devam; onu artırmaktır, onu muhafaza etmek isi; onu vaktinden geçirmemektir.” Ya da ona devam; onu vaktinde eda etmektir. Onu muhafaza ise; rükünlerini, vaciplerini, sünnetlerini ve adabım muhafaza etmektir. 35İşte bunlar; Cennetlerde ikramlara mazhar kılınırlar. İşte bu vasıflara sahip olanlar, cennetlerde ikram olunanlardır. (.......) ikisi de (yani; (.......) ve (.......)) haberdir. 36-37(Rasûlüm) o kâfirlere ne oluyor ki bölük bölük sağından ve solundan sana doğru koşuyorlar. (.......) Osman (radıyallahü anh) vn mushafina ittibaen ayrı yazılmıştır. “Sana doğru” “süratle” kelimesinin mamulüdür. (.......), (.......) dan hâldir. “Sağından ve solundan” Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sağından ve solundan... (.......) hâldir. Yani; ayrı ayrı guruplar hâlinde demektir. (.......) kelimesinin çoğuludur. Aslı (.......) dur. Sanki her bir fırka diğerinin dayandığı şeyin dışındaki bir şeye dayanmaktadır. Dolayısıyla da onlar ayrı ayrıdır. Müşrikler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in etrafında halka halka gurup gurup toplarııyorlar, onu dırıliyorlar ve onun sözüyle alay ediyorlardı: “Eğer bunlar Muhammed'in dediği gibi cennete girerse, andolsun ki biz onlardan önce gireriz.” diyorlardı da bu âyet indi. 38Onlardan her biri nimet cennetine sokulacağım mı umuyor? Mufaddal hariç diğerlerine göre (.......) şeklinde (.......) nin ötresi ve (.......) nin üstünüyledir. Onlardan her biri mü'minler gibi Naim cennetine sokulacağını mı umuyor? 39Hayır (hiç ummasınlar)! Şüphesiz biz onları, kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık (fakat ibret almadılar, îmana gelmediler). “Hayır” sözü, onların cennete girme umudunu kesmek için gelmiştir. Onları, kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık.” yani; murdar nutfeden (spermden) yarattık. Bu sebepten onlara, onun, zikredilmekten haya edilen bir asıl olduğunu bildirmeyi amaçladı. Öyleyse onlar, nereden şerefe nail oluyorlar ve öne geçeceklerini iddia ediyorlar. “Biz onlardan önce cennete gireceğiz.” diyorlar. Ya da onun manası; şüphesiz ki biz sizi, Âdemoğullarının tamamını yarattığımız gibi nutfeden yarattık. Cennete ancak imanla girilebileceği bizim hükmümüzdendir. Dolayısıyla îmanı olmayanlar oraya girmeyi niçin arzulamaktadırlar. 40-41Şu hâlde (işin gerçeği) öyle (umdukları gibi) değil. Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz şüphesiz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez. “Doğuların ve batıların...” güneşin doğuş ve batış yerleri, onları helâk etmeye, onlardan daha iyi ve Allah'a (celle celâlühü) karşı daha itaatkâr ları getirmeye gücümüz şüphesiz yeter, biz âciz değiliz. 42Ama sen onları (şimdilik) bırak da tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayadursunlar. O yalanlayıcıları bırak. Azap ile tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar batıllarına dalsınlar ve dünyalannda oynayadursunlar. 43-44O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar glbi gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir hâlde kabirlerinden fırlayarak çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edile geldikleri gündür! (.......) den Â'şa hariç diğerlerine göre (.......) şeklinde (.......) nin üstünü (.......) ve (.......) nın ötresiyledir. (.......) hızlı'kelimesinin çoğuludur. Hâldir. Yani; o gün kabirlerinden davetçiye doğru hızla çıkarlar, demektir. (.......) hâldir. Şam Kırâat imâmları, Hafs ve Sehl’e göre (.......) şeklindedir. Mufaddal'a göre (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. Bu da;'dikilen ve Allah'tan (celle celâlühü) başka tapınılan her şey'dır. (.......) deki zamîrden hâldir. Yani; Gözleri zehl ve hor bir şekilde çıkarlar demektir. Şunu kastediyor; Zilletlerinden dolayı onları kaldıramazlar. “Kendileri zillete bürünmüş bir hâlde “alçaklık onları kaplamış bir hâlde. İşte bu, onların dünyada iken tehdit edilegeldikleri ve onların da yalanladıkları gündür. |
﴾ 0 ﴿