MÜZZEMMİL SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur. Basra'lılara göre on dokuz ayettir. Şam'lılara göre on sekiz ayettir.

1

Ey örtünüp bürünen (Rasûlüm)!

(.......) demektir. O da;'elbisesine bürünen', yani; onunla örtünen demektir.

(.......) ye idğam olunmuştur.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) elbisesine bürünmüş bir hâlde gece vakti uyuyordu. “Geceleyin kalk” sözüyle namaz için kalkması emrolundu.

2-4

Geceyi, tamamen değil de, yansını yahut yarıdan az eksiğini veya fazlasını yatmadan (ibâdetle) geçir ve Kur'ân'ı tane tane oku.

(.......) yarısını'sözü, (.......) geceyi’den bedeldir. (.......) sözünden istisnadır. Takdiri; “Gecenin yarısını, yarının azı hariç kalk, ya da yarımdan üçle birine kadar biraz eksilt” şeklindedir.

(.......) daki (.......) Âsım ve Hamza'nin dışındakilere göre ötre iledir.

Ya da, “O yarının üzerine üçte ikiye kadar ilave edip artır.” Şeklindedir. Kast olunan; iki husus arasında muhayyer kılınmasıdır. Ve kesin bir şekilde gecenin yarısından az bir vakitte kalkacak ya da iki husustan birini ki: onlar; yandan daha az ve yandan daha çok olan iki vakitten herhangi birini tercih edecek.

(.......) kelimesini (.......) den bedel kılarsan o vakit üç şık arasında munayyer olur. Ya gecenin tam yansım kalkacak, ya ondan daha az bir zaman diliminde kalkacak ya da ondan daha çok bir zaman diliminde kalkacak.

“Yarım” kelimesi, tamamına nispetle azlıkla nitelendirildi. Eğer böyle nitelendirilmeseydi, böyle anlaşılmayacaktı. Zira “az” lâfzı mutlak olarak karşılandığında yandan aşağısına delalet eder. Bu sebeple biz, “Faları adama az bir miktar hariç bin dirhem borcu olduğunu” ikrar eden kişiye bin dirhemin yansından daha fazlasını vermesini gerektiğini söyleriz.

“Kur'ân'ı açık açık ve fasılalı bir şekilde oku.” (.......) den gelmektedir.

Yani; aralarında çok değil, biraz açıklık bulunmakla beraber gayet güzel bir nizamda görülen ön parlak dişlere denir. Sözü de yavaş yavaş tane tane söylemeye tertîli kelam derler. Binalar eşit seviyede olduğunda da aynı şekilde (.......) denir.

Ya da harfleri belli ede ede, vakfeleri koruya koruya ve harekeleri de doyura doyura okumak suretiyle ağır ağır oku, demektir.

(.......), bu husustaki emrin gereklilik içerdiğini ve Kur'ân okuyanın buna riayet etmesi gerektiğini te'kid etmektedir.

5

Şüphesiz biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.

“Vahyedeceğiz” indireceğiz, “ağır bir söV yani; Kur'ân'ı. Vahyedeceğiz. İçinde mükellefler için zor ve ağır mükellefiyetler içeren emirler ve nehiyler bulunduğundan dolayı ağır bir söz demiştir.

Ya da münâfıklara ağır gelen söz demektir. Ya da hafif, boş değil de ağırliği olan, olgun söz demektir.

6

Şüphesiz gece kalkışı (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kırâate daha elverişlidir.

Verş dışındakilere göre (.......) şeklinde (.......) iledir. (.......),'gece kalkışı', demektir. İbni Mes'ud (radıyallahü anh) dan:

Onun (.......) kalktı, uyandı'fiilinden (.......) gibi (.......) vezninde mastar olduğu nakledilmiştir.

Ya da gece meydana gelen ibâdet demektir. Ya da gece saatleridir. Çünkü onlar an be an ortaya çıkarlar. Zeynel Âbidin (radıyallahü anh), akşam ile yatsı arası namaz kılar ve:

“İşte bu gece kalkışıdır.” derdi.

Şam kırâat ekolü ve Ebû Amr'a göre uygunluk ve muvafakat manasına gelen (.......) şeklindedir.

Yani; “O vakitte kalkan kişinin kalbi, diline uygunluk gösterir, muvafakat eder” , demektir. Hasen'dan şöyle nakledilmiştir:

“Gece kalkışı, insanlara karşı gösterişten uzak olduğu için gizli ve açık (ibâdetler) arasında (ihlâs yönüyle) tam bir uygunluktur.”

Şam kırâati ve Abu Amr'ın dışındakilere göre (.......) şeklindedir.

Yani; “Vakti saatinde uykuyu terk ettiği için namaz, kıları kişiye gündüz namazından daha ağırdır.” demektir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyunnuştur: “Allah'ım! madara karşı musibetin artır.”

Gece kalkışı, sesler ve hareketler kesildiği için söyleyiş ve okuyuş cihetiyle de daha kuvvetli ve daha sağlamdır.

7

Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.

Gündüz vakti mühim işlerini ve ihtiyaçlarını karşılayacağın meşguliyetler, tasarruflar ve koşuşturmalar var. Dolayısıyla sen gece vakti nefsini Rabbinin ibâdetine ver, demektir. Ya da gündüz vakti uyku uyuman ve istirahat etmen için uzun bir vakit var, demektir.

8

Rabbinin ismini an, mutlak ihlâs ile O'na yönel.

O'nun zikrine gece gündüz devam et.

Zikrullah; teşbih, tehlil, tekbir, namaz, Kur'ân okumak ve ilim tahsili gibi hususlara şamildir.

“Mutlak ihlâs ile O'na yönel.” Her şeyden uzaklaşmak suretiyle kendini O'nun ibâdetine ver.

Tebettül: Başkasından değil, O'ndan hayır umarak Allah'a yönelmektir. Denildi ki:

“Tebettül; Dünya içindekileri terk etmek ve Allah katındaki şeyleri istemektir.”

(.......) şeklinde mastarın (mef'ûlu mutlakın) farklı getirilişinde fazladan te'kid vardır.

Yani; Allah (celle celâlühü) seni kendisine yönlendirsin de sen de çalışıp gayret edip O'na yönelesin, demektir.

Ya da durak sonlarındaki uygunluğun gözetilmesi için (.......) şeklinde getirilmiştir.

9

O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O'nun himayesine sığın.

(.......) ötre iledir.

Yani; (.......) o, Rab'dir'demektir.

Ya da (.......) müptedadır. Haberi de (.......) dur.

Şam kırâat imâmları ve Hafs'ın dışındaki Kûfe’lilere göre esre iledir. (.......) kelimesinden bedeldir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan nakledildiğine göre de:

“O, yemin olmak üzere esrelidir, yemin edatı gizlidir.” (.......) Vallahi yapacağım'sözünde olduğu gibi. Yeminin cevabı da (.......) cümlesidir.”

Bu, senin: “Vallahi, evde Zeyd'den başka kimse yok.” sözünde olduğu gibidir.

“Yalnız onu vekil tut” sana vaat ettiği yardım ve zafer hususunda yalnız O'nu veli ve kefil tut, demektir. Ya da O'nun, doğunun ve batının sâhibi, hükümdarı olduğunu ve O'ndan başka tanrı olmadığını bildiğinde işlerin için O'nu yeterli kabul et.

(.......) deki (.......) nin faydası, bilip öğrendikten sonra işleri tek ve kahhar olan (Allah'a (celle celâlühü)) havale etme hususunda beklememendir. Zira ikrardan sonra beklemekte senin için hiçbir özür yoktur.

10

Onların (müşriklerin) söylediklerine katları ve onları güzel bir şekilde terk et.

Onların, gerek benim hakkımda söyledikleri “eş ve çocuk edindi” gibi sözlere ve gerek senin hakkında söyledikleri “sihirbazdır, şairdir” gibi sözlere sabret.

“O'nları güzel bir şekilde terk et” Kalben onlardan uzak dur. Onlara karşılık verme ve onlara güzel ahlâk ile hüsnü muhalefet et. Denildi ki:

“Bu (hüküm) savaş ayetiyle neshedilmiştir.”

11

Nimet içinde yüzen o yalan isnatçılarını bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.

Yani; Onları bana sipariş et, ben onlara kâfi gelirim, demektir. “Yalan isnatçılarını” Kureyş reislerini (.......) mef'ûlu meahtır. Ya da (.......) üzerine atıftır.

Yani;'Onları bana bırak.'demektir.

(.......);'nimet içinde yüzen, refah sâhibi'demektir. (.......) un esresiyle olduğunda'nimet, rahat'demektir, ötresiyle olduğunda ise'meserret, sevinç'demektir. Bedir gününe kadar ya da kıyamet gününe kadar onlara mühlet ver.

12-13

Hiç şüphesiz bizim nezdimizde (onlar için hazırlanmış) boyunduruklar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap var.

Âhirette kâfirler için hazrrlanmış ağır boyunduruklar ve yakıcı bir ateş var.

(.......) boyunduruk'kelimesinin çoğuludur.

“Boğazdan geçmez bir yiyecek” yani; boğazlara takıları ve geçmeyen dari (Cehennemde bir bitki) ve zakkumu kastediyor.

“Elem verici bir azap var.” sancısı kalbe vuran bir azap var. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu âyeti okuduğu ve bayıldığı rivâyet edildi.

Hasen Basrî de bir gün oruçlu olarak akşamladı. İftar edeceği sırada kendisine yemek getirildi. Tam o sırada aklına bu âyet geldi:

- “Yemeği kaldırın.” dedi. İkinci akşam konuldu, yine aklına geldi yine:

- “Kaldırın.” dedi. Üçüncü akşam da böyle oldu. Sabit el Bennanî ve başka kişilere haber verildi onlar geldiler. Nihayet biraz sevik şerbeti içinceye kadar onu bırakmadılar.

14

O gün (kıyamet günü) yeryüzü ve dağlar sarsılır. Dağlar çöküntü ile akıp giden kum yığınına döner.

(.......) kelimesi (.......) daki fiil manasına gelen şeyle mensûbtur.

Yani; “Yeryüzü ve dağların sarsıldığı gün nezdimizde kâfirlere şunlar şunlar sabit olmuştur.” demektir.

“Yeryüzü ve dağlar sarsılır.” yani; şiddetle sallanır, hareket eder. Dağlar toplanmış kum yığınlarına döner. Bir şeyi topladığında kullanılan (.......) bir şeyi yığdı, biriktirdi'sözünden gelmektedir. Sanki o, Mef’ûl manasına faildir.

“Akıp giden” toplandıktan sonra akan.

15

Şüphesiz biz size de, hakkınızda şâhitlik edecek bir peygamber gönderdik. Nasıl ki Fir'avuna da bir peygamber göndermiştik.

Ey Mekke halkı! Biz, size kıyamet günü inkârınız ve yalanlamanız hususunda aleyhinize şâhitlik edecek bir peygamber gönderdik.

Birinci “Rasûl” (Peygamber) sözü ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’i kastediyor. İkincisi ile de Mûsa (aleyhisselâm) ı kastediyor.

16

Ama Fir'avun, o peygambere karşı gelmiş. Biz de onu ağır ve çetin bir şekilde muaheze etmiştik.

Peygambere” O peygambere, demektir. Zira nekra bir kelime ikinci defa ma'rife olarak tekrarlanırsa ikincisi birincinin aynısı olur.

“Biz de onu ağır ve çetin bir tutuşla tuttuk” şiddetli kaba bir tutuşla yakaladık. Mûsa (aleyhisselâm) ı ve Fir'avunu misal verdi. Çünkü onlarla ilgili haberler Mekke halkı arasında yaygındı. Çünkü onlar Yahûdîlerin komşularıydı.

17

Peki inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirerek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?

(.......) nin mefulüdür. Yanı; “Eğer inkâr ederseniz şu günün azâbından nasıl korunacaksınız?”

Ya da (.......) zarftır.

Yani; Eğer dünyada inkâr ederseniz kıyamet gününde kendinizi nasıl koruyacaksınız, demektir.

Ya da (.......), “İnkar ettiniz” tevili üzere (.......) ile mensûblur.

Yani; “Eğer kıyamet ve cezâ gününü inkâr ederseniz Allah'tan (celle celâlühü) nasıl korunur ve nasıl korkarsınız. “demektir. Çünkü Allah'tan (celle celâlühü) korunma onun azâbından korkmaktır.

(.......) in sıfatıdır. Ona dönen zamîr hazfedilmiştir.

Yani; (.......) onda', demektir.

Dehşet ve şiddetinden dolayı yeni doğmuş çocukları (bile) ak saçlı yaşlılara çevirir. Bu, Âdem (aleyhisselâm) a:

“Kalk, zürriyetinden ateşin ordularını uyandır.” dendiği vakittir. (.......) kelimesinin çoğuludur. Denildi ki:

“Korku ve dehşetinden dolayı o şiddetli gün için temsil üzere'çocukların alınlarını ağartan gün.” denilmiştir.

18

Gökyüzü bile onunla (o günün dehşetiyle) yardacaktır. Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelir.

Bu da, o günün şiddetle nitelendinImesidir.

Yani; büyüklüğüne ve sağlamliğina rağmen gökler bile onunla yanlacaktır.

Yani; GÖk(ler) bile onun dehşetinden yanlıyorsa ondan başka mahlûkat ne olur dersin?

(.......) kelimesinin müzekker olarak zikredilişi (.......) gök'kelimesinin (.......) tevili üzere olmasındandır.

Ya da “Gök yarılacak bir şeydir. “takdiri üzeredir.

onunla” sözü, kıyamet günüye, demektir. Şunu kastediyor:

“Bir şey, kendisini yaran bir şeyle yanldığı gibi gökler de bu günün şiddetinden ve dehşetinden dolayı yanlacaktır.”

(.......), mastardır. Mef’ûle muzaftır. O da gündür. Ya da faile muzaftır. O da Allah azze ve celledir. Allah'ın (celle celâlühü) vadi mutlaka yerine gelir Vuku bulur.

19

İşte bu (anlatılanlar) şüphesiz bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine (varan) bir yol tutar.

İşte tehdidi ifade eden bu âyetler öğüttür. Artık dileyen bunlarla öğüt alır ve takva ve haşyet ile Allah (celle celâlühü) bir yol tutar.

20

(Rasûlüm!) senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmım, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibâdetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüz (içinde olup bitenleri iyiden iyiye) ölçüp biçen ancak Allah'tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı. Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki içinizden hasta(larıan)lar olacak, diğer bir kısmınız Allah'ın lütfundan (rızık) aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, başka bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaklardır. O hâlde Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah'a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz. Hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

(.......);'daha az', demektir. (.......), “daha yakın olduğu” hâlde “daha az” için istiâre olunmuştur. Çünkü iki şey birbirine yaklaştıklarında aralarındaki mesafe azalır. Uzaklaştıklarında da artar.

Hişam'ın dışındakilere göre (.......) ın ötresiyle (.......) şeklindedir.

(.......) kelimeleri, Mekke ve Kûfe kırâatine göre (.......) üzerine atfen mensûbturlar. Onları mecrûr okuyan ise (.......) üzerine atfetmiştir.

(.......) deki zamîr üzerine atfedilmiştir. Arada fasıla olduğu için te'kitsiz de atfı câizdir.

“Beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığım) Rabbin elbette biliyor.”

Yani; Ashâbından bir gurup da bu miktarda kılmaktadır.

“Geceyi de gündüzü de Allah takdir eder.” yani; geceyi ve gündüzü takdir eden ve onların saatlerinin miktarlarını da bilen yalnızca Allah'tır (celle celâlühü). Allah azze ve cellenin, kendi ismini müpteda olarak öne alması ve (.......) takdir eder'sözünü ona dayandırması (ona haber kılması) takdirin O'na has olduğuna delalet etmektedir.

Onlar (Ashâbı kiram), ayakları şişinceye kadar namaz kıldılar da: “O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için sizi bağışladı.” âyeti indi.

Yani; siz bu miktar üzere kılmaya ancak güçlük ve meşakkat çekmek suretiyle güç getirebilirsiniz ki bunda da zorluk var. Dolayısıyla Allah (celle celâlühü) sizi bağışladı, yükünüzü hafifletti ve sizden gece kalkışının farziyetini düşürdü.

“Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun.” Emir, namazda vücup içindir. Ya da emir, namaz dışında nedb içindir, (menduptur.) Ebû Hanîfe: Ebû Hureyre (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet etmiştir:

“Kim bir gecede yüz âyet okursa o gafillerden yazûmaz. Kim de iki yüz âyet okursa o ihlâsla kulluk edenlerden yazılır.” Denildi ki:

“Kur'ân ile namazı kastetti. Çünkü o, onun rükünlerinden biridir.”

Yani; kolayınıza geldiği kadar namaz kılın demektir.

Yani; gece namazından azade kılmadı. Bu, öncekini neshetmiştir. Daha sonra da bu beş vakit namazla neshedilmiştir. Daha sonra neshedilmesindeki hikmeti beyan etmiştir: O da; kalkışın, hastalara, yolculara ve mücahidlere güç gelmesidir. Şöyle buyurdu:

Allah bilmektedir ki: İçinizden hastalar olacak, onlara gece kalkışı zor gelecek, diğer bir kısmınız Allah'ın fazlından -ticaretle- rızkım aramak üzere ya da ilim talebi ile yeryüzünde sefere çıkacak, başka bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaklar.” Mücahid ile çalışıp kazananı bir kıldı. Çünkü helâl kazanmak cihaddır.

(.......) deki zamîrden hâldir. İbni Mes'ud (radıyallahü anh) da şöyle demiştir:

“Bana ölümün geleceği haller içerisinde Allah (celle celâlühü) yolunda cihaddan sonra en sevgili hâl, ben bir dağın iki bölümü arasında Allah'ın (celle celâlühü) fazlından talepte bulunduğum bir sırada ölümün bana gelmesidir.”

“O hâlde Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun.” Kolaylaştırmakla ilgili emri onların şiddetle korunması için tekrar etti. Farzı kılın, gerekli zekâtı verin ve Nâfile olarak ihlâs ile helalden Allah'a (celle celâlühü) ödünç verin.

Farz, lügatte; ayırmak demektir. Borç veren bu miktarı malından ayvnr ve onu başkasına verir. Tasadduk eden de bu şekilde, bu miktarı malından ayınr ve onu Allah Teâlâ için verir.

Allah Teâlâ, fakire verdiğini başına kakmasın diye onu (sadakayı) kendi zâtına nispet etti. Ayrıca fakir bu ibâdette ona (vermeye) yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla başa kakılma duru söz konusu olamaz. Bilâkis fakir için böyle bir şey söz konusu olur.

“Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onun sevabını bulursunuz.”

(.......) şartın cevâbıdır. Hem de bıraktıklarınızdan ve terk ettiklerinizden daha üstün olmak üzere onu bulursunuz.

(.......) nun ikinci mef'ûlu (.......) dır. (.......) ise zamîri fasıldlf İki ma'rife kelime arasına girmemiş olsa da bu câizdir. Zira (.......) (ism-i tafdil) harfi tarif (.......) almamasından dolayı ma'rifeye en çok benzeyenlerdendir.

“Ve mükâfatça daha büyük olmak üzere “ve sevap yönüyle daha çok olmak üzere. Günahlardan ve iyiliklerdeki kusurlardan dolayı Allah tan (celle celâlühü) mağfiret dileyin.

“Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır...” Günah ve kusur ehlinin günahım, kusurunu örter.

“Çok merhamet edendir.” Gayret ve çaba gösterenlerden hafifletir. O'nun dilediği her şeye gücü yeter.

Allahu A’lem.

0 ﴿