MÜDDESSİR SÛRESİ1Ey bürünüp sarman (Rasûlüm)! Cabir (radıyallahü anh)’in rivâyet ettiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hira dağındaydım. Bana'Ey Resûlüm Muhammed! Şüphesiz ki sen Allah'ın Rasûlü'sün'diye nida edildi. Sağıma ve soluma baktım. Bir şey göremedim. Üst tarafıma batım. Bir de ne göreyim. O -ona nida eden meleği kastediyor- gökle yer arasında bir taht üzerinde oturuyor. Korktum ve Hatice'ye döndüm. Ona: - Beni örtün, Beni örtün, dedim.” Hatice (rha) onu örttükten sonra Cebrâîl (aleyhisselâm) geldi ve: “Ey bürünüp sarınan...” âyetini okudu. Yani; elbiselerine sarınan, demektir. (.......) kelimesindendir. O da; şiarın üstüne giyilen (entari, cübbe, kaftan, ihram gibi) elbiselerdir. Şiar da; (don, atlet gibi) bedene temas eden iç çamaşırıdır. (.......) kelimesinin aslı (.......) dur. (.......) a idğam olunmuştur. 2Kalk, artık (insanları) uyar. Yatağından kalk. Ya da kesin bir azimle kalk. Eğer îman etmezlerse Allah'ın (celle celâlühü) azâbına maruz kalacaklarına dair kavmini uyar. Ya da uyanyı kimseye tahsis etmeksizin yap. Denildi ki: Kureyş'ten hoşuna gitmeyen şeyler işitince kederlenmiş, kederli kişinin yaptığı gibi düşüncelere dalarak elbisesine bürünmüştü. Ona: “Ey elbiselerine bürünmek suretiyle kâfirlerin eziyetini kendinden uzaklaştıran kişi! Kalk. Azgın günahkârlar sana eziyet verse de uyarıyla meşgul ol.” denilmiştir. 3Sadece Rabbini büyük tanı. Büyüklüğü, tazimi yalnız Allah'a (celle celâlühü) tahsis et. Yani; gözünde ondan başkasını büyütme. Allah'tan (celle celâlühü) başkası tarafından başına bir iş geldiğinde: “Allah en büyüktür” de. Rivâyet olunduğuna göre bu nâzil olduğunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (.......) demiş, Hatice (rha) da tekbir getirip sevinmiş ve onun vahiy olduğuna yakinen inanmıştı. Bu, namaz tekbirine de hamlolunmuştur. Şart manası olduğundan dolayı (.......) gelmiştir. Sanki şöyle denilmiştir: “Her ne hadise olursa olsun hiçbir sebeple onu büyüklemeyi terk etme.” 4Elbiseni tertemiz tut. Elbiseni suyla necasetten temizle. Çünkü namaz ancak onunla sahih olur. Namazın dışında da evla olan budur. Ya da elbiselerini uzatan ve eteklerini çekerek yürüyen Araplara muhalefet için elbiseni kısalt. Zira o şekildeki bir elbiseye necasetin bulaşmamasından emin olunmaz. Ya da nefsini çirkin işlerden pak kıl, demektir. Birinin kusurlardan ari olduğunu söylemek istediklerinde: “Falanın elbisesi temizdir.” derler. Hain kişi için de: “Falanın elbiseleri kirlidir.” derler. Bu tefsir de uygundur. Çünkü kalbini temizleyen kişi dış görünüşünü de temizler. 5Kötü şeyleri terk et. Ya'kûb, Sehl ve Hafs'a göre (.......) şeklinde (.......) nin ötresiyledir. Diğerlerine göre (.......) nın esresiyledir.'Azap'demektir. Kastolunan; azâba götüren şeylerdir. “Terk et.” yani; onları terk etmeye devam et, demektir. Çünkü O onlardan beri idi. 6Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. (.......) lafzan merfûdur, (ötrelidir). Hâl üzere mahallen mensûbtur. Yani; verdiğini çok görerek verme, demektir. Ya da verdiğinden daha fazlasını isteyerek verme, demektir. Zira sen en üstün ahlâk ve en güzel adap ile emrolundun. (.......); birine ihsan ettiğinde kullanılan (.......) sözünden gelmektedir. Hasen, nehyin cevabı olarak sükun ile (.......) şeklinde okumuştur. Yani; yaptığın iyiliği başa kakma ki çoğaltasın, çok hayır ve ecre eresin, demektir. 7Rabbin için sabret. Allah (celle celâlühü) nzası için O'nun emir ve nehiylerine karşı, başa gelen, ilahi tekliflerin meşakkati, müşriklerin ataları ve sair musibetlere ve menedilen her şeye karşı sabn kulları. 8O sura üfürüldüğü zaman var ya. Sura üfürüldüğünde. O, birinci üfürüştür. İkinci üfürüş olduğu da söylendi. 9İşte o gün zorlu bir gündür. (.......): sura üfürüş vaktine işarettir. Müptedadır. (.......) mahallen merfûdur. (.......) den bedeldir. (.......) haberdir. Sanki: “Sura üfürülüş günü çetin bir gündür.” denilmiştir. (.......) daki (.......) sebep manası içindir. (.......) deki (.......) de cezâ (cevap) içindir. Sanki şöyle denilmiştir: “Onların eziyetlerine katları. Zira onların önünde çetin bir gün vardı. O günde eziyetlerinin cezâsını görecekler, sen de sabrının karşılığım bulacaksın.” (.......) daki amil, cezânın delalet ettiği şeydir. Yani; “Sûr'a üfürüldüğünde is zorlaşır.” demektir. 10Kâfirler için (hiç de) kolay değildir. O günün, mü'minlere kolay olacağını bildirmek için “kolay değildir” sözüyle te'kid etti. Ya da o, dünya işlerinin zorluğunun zamanla kalkması ümid edildiği gibi kolaylaşması umulmayan zorlu bir gündür, demektir. 11- / 12- / 13- / 14Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri) ayaklar altına serdiğim o kimseyi bana bırak. Yani; onu bana bırak, bana sipariş et. Velid b. Muğire'yi kastediyor. O, kavmi arasında Vahid (tek adam) lakabıyla anılırdı. (.......) ma'tûf ya da mef'ûlu meahtır. (.......) deki (.......) dan hâldir. Yani; beni onunla tek başıma bırak. Zira ben seni onun işinden korurum, demektir. Ya da (.......) daki (.......) den hâldir. Yani; onu tek başıma olduğum hâlde yarattım. Onun yaratılışında bana hiç kimse ortak olmadı demektir. Ya da hazfedilmiş (.......) den ya da (.......) den hâldir. Yani; onu tek başına, kimsesiz ve malsız olarak yapayalnız yarattım, demektir. Sonra ona ihsanda bulundum. “Kendisine geniş servet... verdim.” (Arazi, çiftlik gibi) uzun uzadıya uzatılmış çok mal, servet, ya da nema ile artırılmış mal, servet demektir. O, ziraat, hayvancılık ve ticaretle uğraşıyordu. Mücahid'den nakledildiğine göre onun yüz bin dinarı ve Taif te yaz kış meyveleri eksik olmayan arazisi vardı. “Önünde duran oğullar” sefere çıkmaya muhtaç olmadıklarından dolayı Mekke'de kendisiyle birlikte olan oğullar. On taneydiler. Onlardan Halid, Hişam ve Ammare Müslüman oldular. “Kendisi için (nimetleri) ayaklar altına serdiğim” ona makam, mevki ve başkanlık verdim. Makam ve servet nimetlerini ona verdim. Bu iki nimetin bir araya gelmesi dünya ehli nezdinde kemaldir. 15Üstelik o, (nimetlerimi) daha da artırmamı umuyor. Bu, onun tamahını ve hırsını ref ve inkârdır. Zira o, şükretmeden malını ve çocuklarını artırmamı ister. Hasen Şöyle demiştir: “Artırmamı umuyor.” cümlesinin manası; onu cennete sokmamı ve kendisine: “Elbette bana mal ve çocuk verilecek” Meryem, 77. dediği gibi mal ve çocuk verileceğini umuyor, şeklindedir.” 16Asla (ummasın)! Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı alabildiğine inatçıdır.” “Asla” sözü, onu ret için ve ümidini kesmek içindir. Yani; Bu günden sonra onun için küfürle nimetlerin artışı bir araya gelmeyecek, demektir. Öyle de oldu. Bu âyetin nüzulünden sonra ölünceye kadar malı ve itibarı azaldıkça azaldı. “Âyetlerimize” Kur'ân'a. “... alabildiğine inatçı...” Kur'ân'a karşı alabildiğine inatçı ve inkârcı kesildi. Bu söz, yani bir cümle olarak reddin sebebini beyan etmektedir. Sanki biri “niçin artırılmıyor?” dedi de kendisine: “Çünkü o, nimet verenin âyetlerini inkâr etti ve bununla O'nun nimetini de inkâr etmiş oldu. Dolayısıyla kâfir, mal ve makam yönüyle artırılmaya müstahak değildir.” denildi. 17Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım. Onu tırmanışı zor bir tepeye sardıracağım. Hadisi Şerifte: “Saud; ateşten bir dağdır. Ona kâfir yetmiş yılda çıkar. Sonra yine bu kadar zamanda iner. Bu (azap) ebedî olarak bu şekilde devam eder, gider.” buyrulmuştur. 18Zira o, düşündü taşmdı, ölçtü biçti. Bu, tehdidin sebebidir. Sanki Allah Teâlâ ona inadından dolayı zenginlik ve şereften sonra bekletmeksizin fakirliği ve zilleti vermiştir. Ve onu âhirette de inadında son noktaya ulaştığı ve Kur'ân'ı sihir diye adlarıdırdığı için en şiddetli azapla cezâlarıdıracaktır. Şunu kastediyor; o, Kur'ân hakkında ne diyeceğini düşündü ve kendi kendine ne diyeceğini plarıladı ve hazırladı. 19Cam çıkası, ne biçim ölçtü biçti. Hay lânet olası nasıl da ölçtü biçti. Bu, onun takdirine hayreti ifade etmektedir. 20Sonra canı çıkası, tekrar (Ölçtü biçti) nasıl ölçtü biçtiyse! Te'kid için tekrar etti. (.......) kelimesi ikinci bedduanın birinciden daha mübalağalı olduğunu hissettirmektedir. 21-/ 22- / 23- / 24- / 25Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda kibrini yenemeyip sırt çevirdi de: “Bu (Kur'ân) olsa olsa nakledilen bir sihirdir. Bu insan sözünden başka bir şey değil” dedi. Sonra insanların yüzlerine baktı ya da düşünüp takdir edeceği şeye baktı. Sonra kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu, suratını asmayı artırdı. Sonra hakka arkasını döndü ve ona karşı büyüklük tasladı. Ya da durduğu yerde arkasını döndü ve söylediği sözde böbürlendi. (.......) üzerine afttır. Beddua ikisi arasına girmiş mu'tanza cümlesidir. Atfedilenler arasına (.......) nin getirilişi birbirine atfedilen fiillerin arasının bir zaman sonra olduğunu beyan içindir. “Bu ancak -sihirbazlardan öğrenilip- rivâyet edilen bir sihirdir” dedi. Rivâyete göre Velid bir gün Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’i “Hamim, secde” sûresini okurken işitti. Kavmi Mahzuru oğullarının meclisine döndüğü zaman dedi ki: - Andolsun ki ben, az önce Muhammed'den öyle bir kelime işittim ki bu ne insanların ne de cinlerin sözüne benziyor. Çok tatlı. Çok güzel bir kelam. Tepesi bol yemişli, dibi çok sulak (yemyeşil bir ağaç) O, muhakkak ki o, her şeye galebe edecek, kendisi asla mağlup olmayacaktır. Kureyş: - Vallahi, Velid dininden dönmüş, muhakkak ki bütün Kureyş kavmi de ona bakarak dönecektir, dediler. Kardeşinin oğlu Ebû Cehil: - Ben onun hakkından gelirim, dedi ve Velid'in evine gidip mahzun bir şekilde yanına oturdu. Ve kibrine yediremeyeceği sözlerle Velid'i ikna etti. Bundan sonra Velid kalktı, Ebû Cehil ile birlikte müşriklerin yanına gitti, şöyle dedi: - Siz Muhammed'in mecnun olduğunu iddia ediyorsunuz, o boğulmuş bir adam mıdır? (Zanlarınca mecnunları cin taifesi boğardı, yaşatmazdı) Kâhin diyorsunuz, kâhinlik yaptığını hiç gördünüz mü? Şâir olduğunu öne sürüyorsunuz, onun bir tek şiir söylediği vaki midir? Yalancı diyorsunuz, onun hiç yalanını tecrübe ettiniz mi? Kureyş bu suallere hep: -Allah için Hayır, diye cevap veriyordu. Sordular: - O hâlde o nedir? Velid: - Durun, düşüneyim, dedi. Düşündü, düşündü ve: - O, olsa olsa sihirbazdır. Görmüyor musunuz kişiyi ailesinden, evladından ve kölelerinden ayırıyor. Söylediği şeyler de Müseyleme'den ve Bâbil halkından öği'enilip nakledilen şeylerdir, dedi. Bu sözler üzerine meclis sevinçten çalkalandı. Ve bu sevinçle dağıldılar. (.......) nin zikrediliş, bu sözü (“Bu olsa olsa nakledilen bir sihirdir. “sözünü) hatırına gelir gelmez beklemeksizin söylediğine delildir. “Bu, insan sözünden başka bir şey değil.” Bu iki cümle arasında atıf edatı zikretmedi. Çünkü ikinci cümle birinciyi te'kid için gelmiştir. 26Ben onu Sekara sokacağım. “Onu sarp bir yokuşa saracağım.” âyetinden bedeldir. Sekar, cehennemin isimlerindendir. Marife ve müennes olduğu için gayri Munsarıftır. 27Sen biliyor musun Sekar nedir? Onun durumunun korkunçluğunu ifade etmek için böyle demiştir. 28Hem (bütün bedeni helâk eder, hiçbir şey) bırakmaz, hem (eski hale getirip tekrar azap etmekten) vazgeçmez o. Yani; o, geride hiçbir et bırakmaz, hiçbir kemik bırakmaz. Ya da o, orada kalan hiçbir şey bırakmaz, helâk eder. Ve onu helâk olmuş bir hâlde de terk etmez. Bilâkis o (helâk olan şey) önceki haline döner. 29İnsanın derisini kavurur. (.......) hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. Yani;'o, kavurucudur', demektir. (.......) kelimesinin çoğuludur.'Derinin dış yüzü', demektir. Yani; Derileri kapkara hale getiren ve kavuran, demektir. 30Üzerinde on dokuz (muhafız melek) vardır. Sekar üzerinde on dokuz melek vardı. Yani; Cumhûr’a göre onun işini on dokuz melek idare etmektedir. Bunların, meleklerden on dokuz sınıf olduğu, on dokuz şef olduğu ve on dokuz başkan olduğu da söylenmiştir. 31Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkârcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki böylelikle kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye inansın, îman edenlerin imanını artırsın. Hem kendilerine kitap verilenler hem mü'minler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de: “Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?” derler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için bir öğütten ibârettir. Meleklerden başkasını cehennemin bekCinleri kılmadık. Çünkü onlar azap olunanlarla aynı cinsten değildir. Dolayısıyla onları merhamet ve acıma hissi tutmaz. Çünkü onlar mahrukatın en kuvvetlisidirler sadece birinde insanlar ve cinlerin tamaminin kuvveti vardır. Onların on dokuz olan sayışım inkârcılar için ancak bir imtihan mevzuu kıldık. Hatta Ebû Cehil, “Üzerinde on dokuz (muhafız melek) vardır” âyeti indiğinde Kureyş'e: “Sizler kalabalık bir cemaatsiniz. Sizden her on kişi onlardan birini yakalanaktan âciz mi?” demiş. Ebû’l-Eşed pençesi kuvvetli biriydi, o da şöyle demişti: “Ben onların on yedisine yeterim. Siz de ikisini deruhte edin.” Bunun üzerine: “Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirdik” âyeti nâzil oldu. Yani; Biz onları kendilerine karşı güç getirilebilen cinsinizden kılmadık, demektir. Sayının on dokuz olma sebepleri sorulmasa da cehennemin bekCinlerinin bu sayıda olması hususunda şöyle dediler: Onlardan altısı kâfirleri ateşe (önden tutar) götürür, diğer altısı onları ardından sevk eder, sürer, diğer altısı da onlara demirden kamçılarla vurur. Sonuncusu da cehennem bekçisi mâliktir. O, en büyükleridir. Denildi ki: Sekar'da on dokuz tabaka vardır. Her tabakaya bir melek musallat edilmiştir. Yine denildi ki: Orada on dokuz çeşit azapla azap edilir. Ve her bir çeşit azap için görevli bir melek vardır. Yine şöyle denildi: Yeryüzü dağlarla korunduğu gibi cehennem de dağlarla korunur. Aslı yüz doksan tane olsa da onlar on dokuz tanedir. Zira diğerleri onlardan aynlanlardır. “Kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye iyice inansın.” Çünkü onların on dokuz adet olduğu onların kitaplarında da bulunmaktadır. Onun bir benzerini Kur'ân'dan işittiklerinde onun Allah (celle celâlühü) tarafından indirildiğine yakinen inanırlar. “îman edenlerin imanım artırsın.” Bu ((.......)), (.......) üzerine atıftır. Bunu, indirilen diğer şeyleri tasdik ettikleri gibi, tasdik ettikleri için bu, “Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e îman edenlerin imanım artırsın” , demektir. Ya da kitapları onların (Ehli kitabın) kitabına uygun olduğu için yakinleri artsın, demektir. (.......) de aynı şekilde atıftır. Bunda yakin için ve imanın artması için te'kid vardır. Zira yakin ve imanın artışı, şüphenin yokluğuna delalet etmektedir. Bundan sonra yine (.......) ye (.......) cümlesi atfedilmiştir. “Kalplerinde hastalık bulunanlar” münâfıklık bulunanlar. “Kâfirler” müşrikler. Eğer: “Münâfıklık Medine'de meydana çıktı sûre ise Mekkî'dir.” Dersen derim ki: “Bunun manası; gelecekte hicretten sonra Medine'de ortaya çıkacak olan münâfıklarla Mekke'deki kâfirler,'Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?!'desinler, şeklindedir. Bu, gayble ilgili diğer haberler gibi olacak şeyleri önceden bildirmedir. Bu da, surenin Mekkî oluşuna ters düşmemektedir.” Denildi ki: “Maraz” ile kastedilen şek ve şüphedir. Zira Mekke halkının çoğu şüphe içindeydiler.” (.......) kelimesi (.......) nin temyizidir. Ya da ondan hâldir. “İşte size mu'cize olarak Allah'ın devesi.” A'raf, 73;Hûd, 64. âyetinde olduğu gibi, Âdet zikri son derece garip olduğundan ve darbı meseller anlata anlata yollarına devam eden kervanlara konu olmaya layık olduğundan mesel olarak adlarıdırılmıştır. Mana şudur: Allah (celle celâlühü), bu acayip sayıyla neyi murat etti. Ve melekleri yirmi değil de on dokuz kılmakla hangi manayı murat etti. Aslında onların (münâfık ve kâfirlerin) maksadı onu inkâr etmektir. Onun Allah (celle celâlühü) katından olmadığını ve eğer o Allah (celle celâlühü) katından gelseydi bu noksan sayı ile gelmeyeceğini söylemektir. (.......) mensûbtur. (.......) kendisinden önceki saptırma ve hidâyet etme manalarına işarettir. Yani;'zikrolunan hu saptırma ve hidâyet etmenin bir benzeri', demektir. Münâfıkların ve müşriklerin, dediklerini diyecek şekilde saptırılmasını ve tasdikinden dolayı da mü'minlerin hidâyete erdirilmesini kastediyor. Bundaki incelik şudur: Allah (celle celâlühü), kullarından dilediğini -ki o, sapıkliği seçeceğini bildiği kişidir- saptırır. Dilediğini de -ki o, hidâyeti seçeceğini bildiği kişidir — hidâyete erdirir. Bunda fiillerin Allah tarafından yaratılışına ve Allah'ın (celle celâlühü) hidâyet etme ve saptırma ile nitelendirilebileceğine dair delil vardır. Lânet olası Ebû Cehil: “Muhammed'in Rabbinin sadece on dokuz yardımcısı varmış!” dediğinde: “Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.” âyeti nâzil olmuştur. Yani; aşırı çokluğundan dolayı Rabbinin ordularını ondan başkası bilmez. Dolayısıyla cehennem bekCinlerini yirmiye tamamlamak ona zor gelmez. Ancak bu özel sayıda sizin bilmediğiniz bir hikmet vardır. “Bu ise insanlık için bir öğütten ibârettir.” Bu, Sekar'ın sıfatına bitişiktir. Çünkü (.......) onun zamîridir. Yani; Sekar ve onun nitelikleri insanlık için öğütten ibârettir, demektir. Ya da o ((.......) zamîri) Sekar hakkında zikredilen ayetlerin zamîridir. 32Hayır, hayır (öğüt almazlar) Aya andolsun ki. “Hayır, hayır” onlar için öğüt olsun diye onu (sekan) öğüt kıldıktan sonra inkârdır. Çünkü onlar düşünmüyorlar 'Aya andolsun ki” faydalarının büyüklüğünden dolayı onunla yemin etti. 33Dönüp gitmekte olan geceye andolsun ki. Nafî, Hafs, Hamza, Ya'kûb ve Halefe göre (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. (.......) manasınadır. Her ikisinin de manası geri döndü ve gitti, şeklindedir. Denildi ki: (.......) geri döndü ve çekip gitti, demektir. (.......) ise gündüzden sonra geldi, demektir. 34Ağarmakta olan sabaha andolsun ki. Ağarmakta olan” aydınlatan. Yeminin cevabı (.......) dir. 35-37O (cehennem) insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için gerçekten pek büyük bir uyarıcıdır. Hakikaten o sekar musibetlerden ya da büyük afetlerden biridir. (.......) nin çoğuludur. Onun, onlardan biri olmasının manası, onun onlar arasında büyüklükte tek ve benzersiz olmasıdır. “O, erkeler arasında tektir.” “O, kadınlar arasında yegânedir” dediğin gibi. (.......) kelimenin temyizidir. Yani; şüphesiz ki o, uyan yönüyle afetli içinde yegânedir, demektir. Senin: “O iffet yönüyle kâdirılar arasında tekdir” sözünde olduğu gibi. (.......) harfi çerin tekranyla (.......) den bâkî kılınmıştır. Hayra gitmek ya da hayırdan geri kalmak isteyen kimseler için gerçekten pek büyük bir uyarıcıdır. Zeccâc'a göre: “Emrolunduğu şeye gitmek ya da nehyolunduğu şeyden geri kalmak isteyen kimseler için” manasınadır. 38Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir. (.......) kelimesi, (.......) kelimesinin müennes olması sebebiyle: “Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir,” 110 âyetindeki (.......) kelimesinin müennesi değildir. Çünkü eğer sıfat kastedilmiş olsaydı (.......) denirdi. Çünkü Mef’ûl manasındaki (.......) vezninde müzekker ile müennes eşittir. O, (.......) (sövme, küfretme) manasına olan (.......) gibi, (.......) rehin tutma'manasında isimdir. Sanki (.......) denilmiştir. Mana: “Allah (celle celâlühü) katında her nefis kazandığı şey mukabilinde rehin tutulur, salınmaz.” şeklindedir. 39Ancak (hesap defteri) sağ yanından verilenler başka. Yani; Müslümanların çocukları hariç. Çünkü onların, kendileri sebebiyle rehin olacakları amelleri yoktur. Ya da Müslümanlar hariç, demektir. Çünkü onlar, rehin veren kişinin, rehnini hakkını ödemek suretiyle kurtardığı gibi ibâdet etmek suretiyle kendilerini kurtarmışlardır. 40-42Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara: “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye uzaktan uzağa sorarlar. Yani; onlar mahiyeti bilinmeyecek cennetler içindedirler. Onlar birbirlerine günahkârlar hakkında sorarlar. Ya da günahkârlar hakkında başkalannı sorarlar: “Sizi cehenneme sokan nedir?” Günahkârlara soruları: “Sizi cehenneme sokan nedir?” sözü ile “onlar birbirlerine günahkârlar hakkında sorarlar” sözü birbirine uymuyor. Eğer, “Günahkârlara sizi cehenneme sokan nedir?” denseydi uygun olurdu” denmez. Çünkü: “Sizi cehenneme sokan nedir?” sözü onlar hakkında soruları sorunun açıklaması değildir. O, onlar hakkında kendilerine sorulanların sözünün hikâyesidir. Çünkü soranlar sorulanlara kendileri ile günahkârlar arasında geçenleri nakletmektedirler. Şöyle demektedirler: “Biz onlara: sizi cehenneme sokan şey nedir? diye sorduk. Onlar da: Biz namaz kılanlardan değildik.'diye cevap verdiler.” Ne var ki bu, Kur'ân'ın tarzı üzere kısaltılmıştır. (.......) ın zâide olduğu da söylenmiştir. 43Onlar şöyle cevap verirler. “Biz namazımızı kılmıyorduk. Yani; onun farziyetine inanmıyorduk. 44Yoksulu doyurmuyorduk. Müslümanlar gibi yoksulu doyurmuyorduk. 45(Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk. (.......);'bâtıla dalmak'demektir. Yani; Allah'ın (celle celâlühü) âyetleri hususunda yersiz laflar ve yalan (sözler) söylerdik, demektir. 46Cezâ gününü de yalan sayıyorduk. Hesap ve cezâ gününü de yalan sayardık. 47Nihayet (bu hâldeyken) bize ölüm gelip çattı.” (.......); ölüm, demektir. 48Artık şefâatçilerin şefâati onlara fayda vermez. Artık meleklerin, peygamberlerin ve Sâlihlerin şefâati onlara fayda vermez. Çünkü şefâat mü'minler içindir. Kâfirler için değil. Bunda mü’minler için şefâatin varlığına delil vardır. Nitekim hadisi şerifte de şöyle buyrulmuştur: “Ümmetim içinde Rabia ve Mudar kabilelerinin adam sayısından daha çok kişinin, şefâatiyle cennete girdiği kişiler var.” 49-51Böyle iken bunlara ne oluyor ki, âdeta arslarıdan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi (hâlâ) öğütten yüz çeviriyorlar? “O” yani; Kur'ân, öğüt olduğu hâlde onlara ne oluyor ki öğüt almaktan yüz çeviriyorlar, arkalannı dönüyorlar? (.......) zamîrden hâldir. (.......) Niçin ayaktasın?'- sözünde olduğu gibi. “Yaban eşekleri” vahşi eşekler. (.......) deki zamîrden hâldir. “Ürküp kaçan” şiddetle kaçan. Sanki onlar, kaçmayı kendileri istemektedirler. Şam ve Medine kırâatine göre (.......),(.......) şeklinde (.......) nin üstünüyledir. Yanı; başkalannın kaçırttığı yaban eşekleri gibi, demektir. (.......) hâldir. Onunla birlikte mukadder bir (.......) vardır. “Kasvere” , Avcı alayı ya da Asları demektir. (.......) veznindedir. (.......) kelimesinden türetilmiştir. O da;'zorlamak, üstün gelmek, galebe çalmak'demektir. Onlar, Kur'ân'dan ve nasihat duymaktan yüz çevirmeleri hususunda tüm gayretleriyle kaçan yaban eşeklerine benzetildiler. 52Güya onlardan her biri kendisine (önünde) açılmış sahifeler (ilahi vahiy) verilmesini istiyor. Açıları ve okunan sahifeler. Bu da onların, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e: “Her birimize gökten,'Âlemlerin Rabbinden faları oğlu falarıa'diye başlayan ve içinde sana tabi olmamız emrolunan sahifeler getirmedikçe sana tabi olmayız.” demeleridir. “Ya da göğe çıkmalısın. Ama üzerimize, okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin sadece göğe çıkmana da inanmayacağız.” İsrâ', 93. âyeti de bunun bir benzeridir. Onların: “Eğer Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru söylüyorsa sabah kalktığımızda her birimizin başırıın yanında içinde cehennemden kurtulduğumuza dair müjdeler bulunan bir sahife bulunsun.” dedikleri de söylenmiştir. 53Elbette olacak şey değil! Aslında onlar âhiretten korkmuyorlar. “Hayır” sözü, onları bu istekten ve bu tip tekliften men içindir. Daha sonra “Aslında onlar âhiretten korkmuyorlar” dedi. Dolayısıyla onlar bunun için öğütten yüz çevirdiler, sahifelerin verilmemesinden dolayı değil. 54Ama bu, gerçekten bir ikazdır! Onları öğütten yüz çevirmekten menetti. Şöyle buyurdu: Hakikaten Kur'ân anlaşılır. Yeterli bir öğüttür, ikazdır. 55Dileyen onu (düşünür) Öğüt alır. Yani; onu düşünüp öğüt almayı, unutmamayı dileyen icabım yapsın. Zira bunun faydaları ona dönecektir. 56Bununla beraber Allah dilemeksizin onlar öğüt alanazlar. Kendisinden sakınılmak yaraşan da O'dur. Kendisine bağışlamak yaraşan da. Nafî ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklinde (.......) iledir. Onlar ancak Allah'ın (celle celâlühü) dilemesi anında ve Allah'ın (celle celâlühü) dilemesiyle öğüt alırlar. “Kendisinden sakınılmak yaraşan da O'dur. Kendisine bağışlamak yaraşan da “ Hadisi Şerifte şöyle buyrulmuştur: “O (Allah (celle celâlühü)) kendisinden sakınılmaya layık olandır. Ve o kendisinden sakınanları bağışlamaya layık olandır.” Allahu A’lem. |
﴾ 0 ﴿