KIYÂMET SÛRESİ

1

Kıyamet gününe yemin ederim ki.

Yani; Yemin ederim ki, demektir. İbni Abbâs'tan (radıyallahü anh):

(.......) nın:

“Kitap ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilsinler.” Hadîd, 29. âyetinde olduğu gibi sıla olduğu nakledilmiştir.

(

Yani; sadece te'kid için ilave emlmiştir, zaittir). Yine bu: (.......):

Sırrım helâk ve hayret kuyusundadır (henüz) bilinmedi.

Leylayı düşündüm. Aşk ateşi sardı beni

Neredeyse kalbimin sırrı parçalarıacaktı.

şiirlerinde geçen (.......) gibidir. Cumhûrun görüşü bu yöndedir.

Fena'dan nakledildiğine göre bu müşriklerin dirilişi inkârına cevaptır. Sanki: “İş sizin zannettiğiniz gibi değildir.” denilmiştir. Daha sonra “kıyamet gününe yemin ederim ki” denildi.

Denildi ki:

“Bunun aslı; İbni Kesifin kıratında olduğu gibi (.......) başlarıgıç (.......) ı ve (.......) da hazfedilmiş bir müptedanın haberi olmak üzere (.......) dur.

Yani; (.......) Ben yemin ederim ki'demektir. Bunu, Hazret-i Osman'ın (radıyallahü anh) nüshasında (.......) siz yazılmış olması da desteklemektedir. Daha sonra işba'yapılmış ve işba'neticesi (.......) ortaya çıkmıştır. Çoğunlukla bu (.......) a te'kid (.......) u eşlik eder, bazen de etmez.”

2

Kendini kınayan (haddini bilen, nedamet çeken) nefse yemin ederim ki.

Cumhûr’a göre bu başka bir yemindir. Hasanü’l-Basri'den (rahmetüllahi aleyh) şöyle nakledilmiştir:

“Kıyamet gününe yemin etti. Fakat kendini kınayan nefse yemin etmedi.” Zira o kötüleme sıfatıdır. Yemin için olan ise övgü sıfatıdır.

Yani; takva hususunda taksirde bulunduğu için kendini kınayan (nefisallallahü aleyhi ve sellem) muttaki nefistir. Denildi ki:

“O, Âdem (aleyhisselâm)’in nefsidir. Kendisini cennetten çıkaran fiili için hala kendisini kınamaktadır.”

Yeminin cevabı hazfedilmiştir.

Yani: Siz elbette diriltileceksiniz, demektir. Delili de: “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı sanır, öyle mi?” ayetidir.

3

İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı sanır, öyle mi?

Yani; “Dirilişi inkâr eden kâfir, onun kemiklerini, parçalandıktan, çürüyüp un ufak haline geldikten ve toprağa karıştıktan sonra bir araya toplayamayacağımızı sanır, öyle mi?”

4

Evet. Bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.

(.......) kelimesi, nefiyden sonra, ondaki menfiliği müspete çevirmektedir.

Yani; “Elbette onları toplarız” , demektir.

(.......) deki zamîrden hâldir.

Yani; “Onları önceki hâli üzere toplamaya ve diriltmeye kâdir olduğumuz hâlde onları toplarız” , demektir. Onun parmaklarını bile küçük olmalarına rağmen dünyadaki gibi noksansız ve uygun bir biçimde düzenlemeye gücümüz yeter. Koca koca kemiklere nasıl yetmez?

5

Fakat insan, ileriye doğru boyuna kötülük yapmak ister de,

(.......) üzerine atıftır. Dolayısıyla onun gibi soru olması da mümkündür. Fakat insan gelecek zamanlarında da fıska fücura devam etmek ister, demektir.

6

“Kıyamet günü ne zamanmış?” diye sorar.

Kıyametin kopacağına inanmayan ve hasmını sorularla sıkıştırmaya çalışan kişinin sorusudur.

7-9

Gelgeldim, göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman!

“Göz kamaştığı” Hayret ve dehşetle kamaştığı.

Medeniye göre (.......) şeklindedir. Göz bir yere dikilip baktığı, donuklaştığı, demektir.

“Ay tutulduğu” ışığı gittiği ya da kaybolduğu. Bu:

“Onu da evini harkını da yere hatırdık.” Kasas.81. âyeti gibidir.

Ebû Hayat (.......) yi (.......) şeklinde meçhul okumuştur.

“Güneşle ay bir araya getirildiği zaman”

Yani; batıdan birlikte doğdukları ya da ışıkları birlikte söndüğü zaman denize atılırlar da (deniz), Allah'ın (celle celâlühü) en büyük ateşi hâlini alır.

10

(İşte) o gün insan: “Kaçacak yer neresi?” diyecektir.

“İnsan” kâfir.

(.......) mastardır.

Yani;'ateşten kaçış'demektir. Ya da aynı şekilde mü'min de korkudan dolayı “kaçış yeri neresi?” der. Hasanu'l Basrî bunu (.......) şeklinde okumuştur. Bu, “kaçış yeri” ve “kaçış” manalarının her ikisine birden muhtemeldir.

11

Hayır, Hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur!

“Hayır, Hayır!” kaçış talebinden mendir. Sığınacak yer yoktur, demektir.

12

O gün varıp durulacak yer sadece Rabbinin huzurudur.

O gün kulların karar kılacakları yer ya da cennet ya da cehennem olarak ebedî kalacakları yer hassaten Allah’ın (celle celâlühü) dilemesine bırakılmıştır. Dilediğini cennete, dilediğini de cehenneme sokar.

13

O gün insana üeri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.

O gün insana işlediği ve işlemediği amelleri haber verilir.

14

Artık insan, kendi kendinin şahididir.

(.......); şâhit, demektir. Sonundaki (.......) kelimesinde olduğu gibi mübalağa içindir. Ya da onu onunla (insanın) azalarını kastettiği için müennes kılmıştır. Zira onun azaları onun aleyhine şâhitlik edecektir. Ya da o, onun aleyhine bir delildir.

Yani; basiret, hüccet, delil demektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz size Rabbinizden basiretler (gönül gözleri, gerçeğin kanıtları) geldi.” En’am, 104.

Ve nitekim sen başkasına “sen nefsinin şahidisin “dersin.

(.......) kelimesi müpteda olarak merfûdur. (.......) onun öne geçmiş haberidir. Cümle (.......) nun haberidir. (.......) Zeyd'in başında sarık var.'sözünde olduğu gibi.

Buna göre (.......) kelimesinin, onun başındaki görevli melek olması da mümkündür.

15

Bir takım mazeretler ileri sürse de.

İsterse örtülerini sarkıtsın.

(.......) örtü, perde, demektir. Denildi ki:

Ne mazeret getirirse getirsin hiçbiri ondan kabul olunmaz ve onun mazeretini yalanlayan bir (melek) onun karşısına dikilir.

(.......) kelimesinin çoğulu değildir. Çünkü onun çoğulu (.......) dur. Bilâkis o, onun çoğul ismidir. (.......) ve (.......) onun bir benzeridir.

16

(Rasûlüm!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.

“Onu” Kur'anı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine vahiy nâzil olduğu zaman ondan bir şey unutmamak için Cebrâîl henüz bitirmeden Kur'anı acele ile tekrarlıyordu. Bu sebeple ona acele kavrayıp ezber etmek ve unutmamak için:

Cebrâîl okurken vahyi okumak suretiyle dilini kımıldatma” denildi. Daha sonra da:

“Şüphe etme ki onu toplamak ve okutmak bize âittir.” sözüyle aceleden menedişinin sebebini bildirdi.

17

Şüphe etme ki; onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize âittir.

Onu senin göğsünde toplamak ve onun okunuşunu senin dilinde var etmek, bize âittir. Burada Kur'ân: kırâat (okuyuş) demektir.

“Sana vahyedilmesi tamamlanmayan Kur'ân'ı acele ile okumaya kalkma.” Ta-Ha, 114. âyeti de bunun bir benzeridir.

18

O hâlde biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et.

Yani; Cebrâîl (aleyhisselâm) onu sana okuduğu zaman. Cebrâîl'in (aleyhisselâm) okuyuşunu kendi okuyuşu kıldı.

“Onun okunuşunu” yani; Onun (Kur'ân'ın) sana okunuşunu (ya da onun (Cebrâîl'in (aleyhisselâm)) sana okuyuşunu.) demektir.

19

Sonra şüphen olmasın ki onu açıklamak da bize âittir.

Onun manalarından herhangi bir şey sana kapalı kaldığında onu açıklamak da bize âittir.

20-21

Hayır! Gerçek şu ki siz çarçabuk geçen (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyor, âhireti bırakıyorsunuz.

“Hayır” sözü dirilişin inkârından mendir. Ya da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i acele etmekten men ve onun acele edişinin inkârıdır. Bunu: “Siz çarçabuk geçen (bu dünyayı) seviyorsunuz.” Sözüyle teyit etmiştir. Sanki şöyle denilmiştir:

“Ey Âdemoğulları! Sizler aceleden yaratıldığınız için ve tabiatlarınız da buna göre olduğu için her şeyde acele ediyorsunuz. Bu sebeple de peşin olan dünyayı ve şehvetlerini seviyorsunuz. Âhiret yurdunu ve nimetlerini bırakıyorsunuz. Dolayısıyla da âhiret için çalışmıyorsunuz.”

Medine ve Kûfe kırâat ekolüne göre her iki fiil de (.......) ve (.......) şeklinde (.......) iledir.

22

Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl panldayacaktır.

“Yüzler” onlar; mü'minlerin yüzleridir.

“Işıl ışıl panldayacaktır” güzeldir, tazedir, demektir.

23

(Onlar) Rablerine bakacaklar. (O'nu göreceklerdir.)

Keyfıyetsiz, yönsüz ve mesafe durumu olmaksızın Rablerine bakacaklar.

“Bakacaklar” sözünü Rablerinin emrini ya da sevabım beklerler şeklinde tefsirlamak doğru değildir. Çünkü (.......) Onun hakkında düşündüm.(.......) ona baktım', (.......) onu bekledim'denir.

(.......) fiili (.......) harfi ceriyle ancak görmek manasına müteaddi kullanılır. Ayrıca karar yurdunda beklemek de uygun değildir.

24

Yüzler de var ki, o gün asıktır.

“asıktır” Dişler ortaya çıkacak, surat aşırı şekilde asılacak, çirkinleşecektir. Bunlar, kâfirlerin yüzleridir.

25

Kendilerinin, bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacağım sezeceklerdir.

Kendilerine, omurga kemiklerini kıracak şiddette çok belalı bir işin yapılacağım beklerler.

26

Hayır! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır.

“Hayır” Âhirete karşı dünyayı tercihi mendir. Sanki şöyle denilmiştir. “Bundan geri durun ve sizi peşin olan dünya hayatından koparıp sonsuza kadar bâkî kalacağınız âhiret hayatına intikal ettirecek olan önünüzdeki ölüme karşı uyanık olun.”

“Can” yani; ruh, zikri geçmese de bu (tefsir) câizdir. Çünkü âyet buna delalet etmektedir. (.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur. Boyun dibinden kollara doğru uzanan köprücük kemikleridir.

27

“Tedavi edebilecek kimdir?” denir.

Hals (.......) üzerinde hafif bir duruş (sekte) yapmaktadır.

Yani; ölmek üzere olan kişi ile etrafındakiler birbirlerine “Hanginiz onu ona isabet eden bu durumdan kurtarır?” derler.

(.......) ikinci babtan gelen (.......) kelimesindendir.

((.......); Hasta yanında şifa için okunan âyet, dua ve sairedir). Ya da o, meleklerin sözündendir.

Yani:

“Hanginiz onun ruhunu alıp götürecektir. Rahmet melekleri mi, yoksa azap melekleri mi?” demektir. Bu da dördüncü babtan gelen (.......) kelimesindendir.

28

(Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu onlar.

Can çekişen kişi, başına gelen bu şeyin sevilen dünyadan ayrılış olduğuna yakinen inanır.

29

Ve bacak bacağa dolaşır.

Ölümü anında ayakları eğilip büzülür. Said b. Müseyyeb'in şöyle dediği nakledilmiştir:

“Onlar, kefenine sarıldığı zaman ki ayaklarıdır.” Denildi ki:

“Bacak kelimesi şiddetten kinaye olmak üzere kullanılmıştır. Dünyadan ayrılış derdiyle âhirete yöneliş elemi birbiriyle çarpıştığı zaman demektir. “İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir:

“O ikisi iki düşüncedir. Aile ve çocuk düşüncesi, tek ve Samed (olan Allah'a) gidiş düşüncesi.”

30

İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.

(.......) fiilinin maştandır.

Yani; kulların şevki Allah'ın (celle celâlühü) emrettiği yeredir. Ya cennete ya da cehenneme.

31

İşte o, (peygamberin getirdiğini) tasdik etmemiş, namaz da kılmamışü.

“İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağınuzı mı sanıyor?” 116 âyetindeki insan; Peygamberi ve Kur'ân'ı tasdik etmemiş, (yahut malım tasadduk etmemiş, zekât vermemiş) namaz da kılmamışü.

32

Aksine, yalan saymış ve yüz çevirmişti.

Üstelik Kur'ân'ı yalanlamış, îmana arkasını dönmüştür.

33

Sonra da çalım sata sata yürüyerek kendi ehline (taraftarlarına) gitmişti.

(.......) nın aslı (.......) dur. (Birbirine benzer üç harf bir araya geldiği için (.......) ya dönüştürülmüştür) sunuyor, yayılıyor, demektir. Çünkü kibirle salına salma yürüyen kişi ayağım gererek atar.

34

Layıktır (o azap) sana, layık!

Kahrol, helâk ol manasına, hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşması için bedduadır.

35

Evet. Layıktır sana (o azap) layık!

Te'kid için tekrar etti. Sanki şöyle dedi:

“Kahrol. Kahrol. Sonra yine kahrol, kahrol.” Denildi ki:

“Bu, ölüm günü kahrol, kabirde kahrol, diriliş zamanı kahrol ve cehennemde kahrol demektir.”

36

İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağım mı samr?

Kâfir, başıboş bırakılacağım, şer'i emir ve nehiylerle mükellef kılınmayacağım ve öldükten sonra diriltilip cezâlarıdırılmayacağını mı sanıyor.

37

O, (döl yatağına) akıtıları meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?

İbni Amir ve Hafs'a göre (.......) iledir.

Yani; rahîme meni akıtılmaktadır. (.......) ile olduğunda (zamîr) (.......) e dönmektedir.

38

Sonra (nutfe) kan pıhtısı olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.

Sonra meni kırk gün sonra donmuş bir kan parçası (kan pıhtısı) olmuş. Daha sonra Allah (celle celâlühü) ondan düzenli biçimli bir insan yaratmıştır.

39

Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmişti.

Yani; meniden erkek ve dişi iki sınıf inan çıkarmıştır, demektir.

40

Peki (bunları yapan) Allah'ın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi? (Elbette yeter.)

Bütün bu şeyleri yapan (Allah (celle celâlühü)) tekrar diriltmeye kâdir değil mi? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuduğunda:

“Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Elbette (kâdirsin.)buyurdu.

Allahu A’lem.

0 ﴿