İNSAN SÛRESİ1İnsanın üzerinden henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi? “İnsan” Âdem (aleyhisselâm). “Uzun bir süre” O'na ruhun üfürülmesinden önce kırk yıl çamurdan sade bir suretti. “Anılan bir şey olmadığı” ismi amlmadığı, onunla ne murat edildiği bilinmediği, demektir. Çünkü üzerinden zaman geçmiş bir çamurdu. Şayet mevcut olmasaydı. Üzerinden uzun zaman geçmiş diye vasıflarıdırılmazdı. (.......) cümlesi (.......) dan hâl olmak üzere mahallen mensûbtur. Yani onun üzerinden anılan bir şey olmadığı hâlde uzun bir zaman geçmiştir, demektir. 2Gerçekten biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık. Onu imtihan edelim dîye kendisini işitir ve görür kıldık. “İnsanı” yani; Âdemoğlunu. “Birinci Âyetteki'insan'kelimesiyle de Âdemoğlu kastedilmiştir.” denildi. Buna göre “uzun bir süre “den maksat da onun, insanlar arasında anılan bir şey oluncaya kadar ana kanunda durma müddetidir. (.......) karışık'kelimesi sıfat ya da (.......) den bedeldir. Yani; “Erkek ve dişinin sularının karıştığı nutfe.” demektir. (.......) —'bir şeyi diğerine katınak've (.......) aynı manayadır. (.......) kırık çömlek'sözü gibidir. O, tekil bir lafızdır, çoğul değildir. Bu sebeple de tekil olan bir kelimeye sıfat olmuştur. (.......) hâldir. Yani; Onu, emretmek ve nehyetmek suretiyle denemeyi murat ederek yarattık, demektir. Bu sebeple de onu kulak ve göz sâhibi kıldık. 3Şüphesiz ki biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör. Akli ve nakli delillerle ona hidâyet yolunu açıkladık. İster mü'rnin olsun ister kâfir. (.......) ikisi de (.......) deki (.......) den hâldir. Yani; şükür de etse nankörlük de etse biz onu her iki hâlde de doğru yola hidâyet ettik, demektir. Ya da (.......) den hâldirler. Yani; Biz ona yolu, şükür yolu ya da inkâr yolu olarak tarif ettik, bildirdik, demektir. Yolun şükür ve inkâr ile vasıflarıdırılması mecazdır. Her iki gurubu da zikredince bundan sonra onlar için hazırladıklarını zikretti, şöyle buyurdu. 4Şüphesiz biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık. (.......) _ “zincir” kelimesinin çoğuludur. Hafs, Mekke kırâat imâmları, Ebû Amr ve Hamza'ya göre tenvinsizdir. Diğerlerine göre (.......) kelimelerine uygun düşmesi için tenvinlidir. Zira uygunluk için gayri Munsarıfm sarfı (cer ve tenvîn olmâsı) câizdir. (.......) demir halka'kelimesinin çoğuludur. (.......);'tutuşturulmuş ateş'demektir. 5İyiler ise, kâfur kâtilmış bir kadehten (cennet şarabını) içerler. (.......) ya da (.......) kelimesinin çoğuludur. (.......), (.......) kelimelerinde olduğu gibi, onlar; imanlarında samimi olanlardır. Ya da onlar, karıncayı (bile) incitmeyenler ve gönüllerinde kötülük taşımayanlardır. “Kadehten içerler” şarap kadehinden içerler. Şarabın kendisi “Ke's (kadeh)” diye adlarıdırılmıştır. İçinde şarap olan bardağa “ke's” denir. “Kâfur -suyu- karıştırılmış şaraptan içerler.” Kâfur: Cennette bir kaynağın adıdır. Suyu (dünyadaki) kâfur gibi beyaz, güzel, kokulu ve serindir. 6(Bu) Allah'ın has kullarının içtikleri ve istedikleri yere akıttıkları bir pınardır. (.......) dan bedeldir. (.......) _'ondan'demektir. Ya da (.......) zaittir. Ya da o mana üzerine hamledilmiştir. Yani;'Onlarla lezzet alınır ve onlarla kanılır', demektir. İlk olarak (.......) harfi ceriyle zikretti, ikinci olarak da (.......) harfi ceriyle zikretti. Çünkü “ke's” içmelerinin başlarıgıcı ve sonunun evvelidir. “Pınar” a gelince, onlar içeceklerini orada karıştırırlar. Sanki şöyle denilmiştir: “Allah'ın has kulları onlarla (kadehlerle) şarap içerler. Onu konaklarından, nereye isterlerse oraya kolayca akıtırlar, bu onlara imkânsız gelmez.” 7Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler. Fenaliği oldukça yaygın olan bir günden korkarlar. “Verdikleri sözü” kendilerine vacip kaldıkları şeyi. Bu, “Onlar niçin bununla rızıklarıdırüdılar?” diye soran kişiye cevaptır. Adaklarına karşı vefa gösterirler sözü, onların vaciplerin edasına riayet ettiklerine dair nitelendirilmelerinde mübalağadır. Çünkü Allah nzası için kendi nefsine gerekli kıldığı bir şeyi yerine getiren kişi, Allah'ın (celle celâlühü), kendisine yüklediği şeyi daha çok önem vererek yerine getirir. “Fenaliği...” musibetleri. (.......),'yaygın'demektir. (.......) fecir yayıldı'sözündendir. 8Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Yemeği, sevmelerine, iştihalarına ve ona olan ihtiyaçlarına rağmen, (başkalanna) yedirirler. Ya da yemeği, Allah'ı (celle celâlühü) sevdikleri için (ya da Allah (celle celâlühü) yedirmeyi sevdiği için) yedirirler. “Yoksula” fakire, kazanmaktan âciz olana... “Yetime” babası olmayan küçüğe. “Esire” mahpusa, köleye ya da başkasına. Daha sonra yedirme sebebini açıkladılar ve şöyle dediler. 9“Biz size Allah rızası için yemek yediriyoruz. Binaenaleyh sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” Yani; Allah'ın (celle celâlühü) sevabım talep için size yediriyoruz, demektir. Ya da bu, onların kalplerindeki (niyetlerinin) Allah Azze ve Celle tarafından açıklanmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, onlar bir şey söylemeseler de onu bilir ve onları över. Binaenaleyh buna karşı sizden hiçbir hediye istemiyoruz. Övgü de beklemiyoruz. (.......) , (.......) gibi mastardır. 10“Biz, sert ve belalı bir günde Rabbimizden (O'nun azâbma uğramaktan) korkarız” (derler.) Yani; sadakaya karşı karşılık isteme sebebiyle Allah'ın (celle celâlühü) azâbına maruz kalmaktan korktuğumuz için sizden karşılık beklemiyoruz, demektir. Ya da biz Rabbimizden korkuyoruz. Dolayısıyla da bu korkudan emin olalım diye O'nun nzası için tasadduk ediyoruz, demektir. “Sert ve belalı bir günde” (.......) günün oruçludur'sözü de bunun bir benzeridir. (.......);'kaşlarını çatmış, aşırı derecede çirkin, asık suratlı'demektir. 11İşte bu yüzden Allah onları o günün fenaliğindan esirger, (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. O günün şiddetlerinden, musibetlerinden Allah onları korur. Günahkârların abus suratına bedel onların yüzlerine sevinç verir. 12Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder. Başkalannı nefislerine tercih etmeleri ve mahrumiyetlere katlanmaları sebebiyle Allah onları, cennetle, ipekle mükafatlarıdırmıştır. Bu âyet, Ali, Fatıma ve onların cariyesi Fıdda (radıyallahü anh) hakkında nâzil olmuştu. Hasen ve Hüseyin (rhma) hastalanınca üç gün oruç tutmayı nezrettiler. Ali (radıyallahü anh) bir Yahûdî'den üç sa'arpa borç aldı. Fatıma (rha) da her gün o arpadan bir sa'Öğüttü ve ekmek yaptı. Üç akşam miskini, yetimi ve esiri kendilerine tercih ettiler. Bunu onlara bağışladılar. Ve iftar vaktinde sudan başka bir şey yemediler. “Cennet” ; içinde afiyetle yiyip içecekleri bostan. “İpek” ; güzel, zarif, parlak giyecekler. 13Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. (.......) deki (.......) den hâldir. “Orada...” cennette. (.......) nun çoğuludur.'Gelin odasına kuruları divan, donatılmış koltuk', demektir. (.......) deki merfû' zamîrden hâldir. Yani;'cennette ne güneş (sıcak) ne de soğuk görmedikleri hâlde', demektir. Çünkü orada güneş yoktur, soğuk da yoktur. Onun gölgesi devamlıdır. Havası mutedildir. Ne güneşin yakıcı harareti, ne de soğuğun eziyet veren şiddeti vardı. Nitekim hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur. “Cennetin havası mutedildir. Ne sıcaktır, ne de soğuk.” (.......); şiddetli soğuk demektir. (.......) kelimesinin ay olduğu da söylendi. Yani; cennet aydınlıktır. Orada ne güneşe ne de aya ihtiyaç duyulmaz, demektir. 14(Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar. Kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Ağaçlarının gölgesi onlara yakındır. (.......) üzerine atfedilmiştir. Yani; ağaçlarının gölgeleri kendilerine yakın bir başka cennet daha vardır, demektir. Sanki onlara iki cennet vaad edildi. Çünkü onlar: “Biz Rabbimizden korkarız” âyetinde korkuyla nitelendirildiler. Onlar için de Allahu Teâlâ: “Rabbinin makamından korkanlar için iki cennet vardır.” Rahmân, 46. buyurdu. Ayakta olanın da, oturanın da, yatanın da istifadesine sunulmuştur. (.......) kelimesinden hâldir. Yani, O'nun ağaçlarını gölgeleri, meyveleri onların istifadesine sunulmuş olduğu hâlde onlara yakındır, demektir. Ya da (.......) üzerine atfedilmişitr. Yani; gölgeleri onlara yakındır ve meyveleri istifadelerine sunulmuştur. (.......) kelimesinin çoğuludur. 15-16Yanlarında gümüş kaplar ve billur kâselerle, gümüşi beyazlıkta (billur gibi) şeffaf kupalarda dolaştırılır ki (cennet sakinleri, bunlara dolduracakları cennet şarabım, cennetteki insanların iştihaları) ölçüşünce tayin ve takdir ederler. Yani; Onların hizmetCinleri onların etrafında şarap kadehlerini dolaştmrlar. (.......) kelimesinin çoğuludur. O da su kabı, demektir. “Kâseler” yani; gümüş kâseler. (.......) kelimesinin çoğuludur. O da; tutamağı olmayan ibriktir. (.......), tam fiildir. Yani; yaratıldı. Allah'ın (celle celâlühü) yar/atmasıyla kadehler olarak meydana geldi, demektir. (.......) hâl olmak üzere mensûbtur. “Gümüş kaplar” yani; gümüşten yaratılmıştır. O, gümüşün beyazlığını ve güzelliğini; camında, berrakliğim ve şeffafliğim kendisinde toplamıştır. Dolayısıyla içindeki şarap dışından görünmektedir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Her yerin kadehi kendi toprağındandır. Cennetin zemini (toprağı) de gümüştür.” Nafî, Kısaî ve Ebû Bekir rivâyetine göre de Âsım her iki (.......) yı tenvinli okumuşlardır. Hamza, İbni Amir, Ebû Amr ve Hafs her ikisinde de tenvinsiz okumuşlardır. İbni Kesir ise birinciyi tenvinli okumuştur. Birinci de tenvirdi okunması önceki ve sonraki âyet sonlarına uygunluk içindir. İkincide tenvinli okunması ise birinciye tabi olduğu içindir. Birincide duruş (.......) dir. (İkinci de değil). Bunun sağlam güvenilir bir görüş olmadığı, çünkü ikincisinin birinciden bedel olduğu da söylenmiştir. (.......) in sıfatıdır. Yani; onu, cennet ehli istedikleri özel şekillerde tayin ve takdir etmiştir, demektir. Dolayısıyla âyette de kendilerine ikram olarak takdir ettikleri gibi gelmiştir. Ya da sakiler, onları içenlerin kanabilecekleri miktarda takdir ederler. Bu da onlar için daha leziz ve daha hafiftir. Mücâhid'ten: “Ne fazla ne de eksik takdir ederler” diye naMedihniştir. 17Onlara (cennettekilere) orada bir kâseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır. O ebrara (iyi kişilere) cennette şarap içirilir. (.......) den bedeldir. 18(Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına selsebil denir. “Orada” cennette. Bu pınara selsebil denir. Oradaki zencefilin tadından dolayı pınar zencebil diye adlarıdırılmıştır. Araplar onu lezzetli ve tatlı bulurlardı. Son derece akıcı ve içimi kolay olduğu için (.......) denilmiştir. Ebû Ubeyde: “Bu (selsebil); tatlı, hoş su, demektir.” demiştir. 19O insanların etrafında öyle ölümsüz geç nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. “Genç nedimler” Allah'ın (celle celâlühü), mü'minlerin hizmeti için yarattığı gılmanlar. Ya da onlar; kâfirlerin çocuklarıdır ki Allah (celle celâlühü) onları cennet halkı için hizmetçi kılmıştır. “Ölümsüz” onlar ölmezler. Onları gördüğünde güzellikleri, renklerinin parlakliği ve o ebrann meclislerinde (hizmet ettikleri için şuraya buraya) dağılmaları sebebiyle onları etrafa saçılmış inciler sanırsın. Özellikle saçılmış dedi. Çünkü dağımk olan inciler göze, bir araya düzgünce getirilmiş incilerden daha hoş görünür. 20Ne yana bakarsan bak (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. (.......) zarftır. Yani cennette demektir. Görülen her şeyi kapsasın diye (.......) nin ne zahiri ne de takdir edilmiş bir mef'ûlu yoktur. Takdir şöyledir: “Cennette, gördüğünde yığınla nimet ve geniş bir mülk görürsün.” Rivâyet edildiğine göre cennet halkının en düşük mertebede bulunanı bin yıllık mesafesi bulunan mülkünü görür. En uzağını da en yakım gördüğü gibi görür. Denildi ki: “Ulu bir saltanat” tan maksat zamanla helake uğramayan bir mülktür.” Ya da onlar için orada diledikleri vardır, demektir. Yahut da: “Melekler anlara selâm verirler. Ve onların yanma girmek için onlardan izin isterler.” demektir. 21Üzerlerinde yeşil renkli ince ipek ve kalın parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir. (.......) deki zamîrden hâl olmak üzere mensûbtur. Yani; üzerlerinde (ebrann üzerinde) yeşil renkli ince ve kalın elbiseler olduğu hâlde genç nedimler onların etrafında dolanırlar demektir. Medine kırâati ve Hamza'ya göre müpteda olmak üzere (.......) şeklinde sükûn iledir. Haberi (.......) dir. Yani, üzerlerindeki elbiseler ince zarif ipekten yeşil kisvelerdir. (.......) kelimesinin çoğuludur. (.......); kalın ipektir. Nâfi ve Hafs (.......) ve (.......) kelimelerini (.......) üzerine hamlen merfû' okumuşlardır. Hamza ve Ali (.......) üzerine hamlen mecrûr okumuşlardır. Diğerleri ise ilkini merfû', ikincisini mecrûr ya da ilkini mecrûr ikincisini merfû' okumuşlardır. (.......) üzerine atıftır. Hac sûresinde şöyle buyrulmuştur: “Orada altın bilezikler ve inciler takınırlar.” Hacc, 23;Fâtır,33. İbni Müseyyeb şöyle demiştir: “Cennet ehlinden hiç kimse yoktur ki kolunda üç bilezik olmasın. Biri gümüşten, diğeri altından, bir diğeri de incidendir.” “Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.” İçirme işi, onların şerefini yükseltmek ve tahsis için Allah'a (celle celâlühü) nispet edildi. Denildi ki: Melekler onlara içeceklerini arz ederler de onlar onlardan kabulden imtina ederler ve “Hakikaten almamız uzun bir müddet tuttu” derler. Bunun üzerine bir de bakarlar ki kâseler onları tutan bir el olmaksızın gaybten kendilerine sunulmuş, dudaklarıyla buluşmuştur. “Tertemiz bir içki” Dünya şarabı gibi necis değil. Çünkü onun necis olması şeraitledir, akılla değil. Orada teklif yoktur. Ya da çünkü sıkılmadı ki kirli eller ona dokunmuş ve kirli ayaklar onu çiğnemiş olsun, Cennet halkına şöyle denir: 22“Bu sizin için bir mükâfattır. Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur.” Bu nimetler, amellerinizin karşılığı olarak sizindir. Sizin gayretiniz katımızda övgüye, kabule ve rızaya mazhar olmuştur. Yoksula, yetime ve esire “Sizden hiçbir karşılık ve hiçbir teşekkür beklemiyoruz.” diyordunuz, (işte onun karşılığını bizzat ben veriyorum.) 23-24(Rasûlüm!) Biz (evet) Kur'ân'ı sana peyderpey biz indirdik. Artık Rabbinin hükmüne (boyun eğip) sabret. Onlardan hiçbir günahkâra yahut hiçbir nanköre boyun eğme. İndiren O (Allah (celle celâlühü)) ise, onun (Kur'ân'ın) peyderpey indirilişinin hikmet icabı doğru (bir iş) olduğu peygamberin gönlüne yerleşsin diye. (.......) ye isim olarak getirdikten sonra zamîri tekrar etmesi, Allah'ın (celle celâlühü), Kur'ân'ı başka şeylere karşı üstün kılması manasını te'kid üzer te'kiddir. Sabırda üstün gelmekle emretmesi de hikmettendir. Rabbinin, risâletin tebliği, eziyetlere katlanma ve Mekke halkından olan düşmanlarına karşı sana yardımı geciktirmesi ile ilgili hükmüne sabret. Zaferin gecikmesinden dolayı meydana gelen bıkkınlık sebebiyle kâfirlerden hiç birine, ister günah olan şeyi işleyen ve seni ona davet eden olsun, ister küfür olan şeyi işleyen ve seni ona davet eden olsun, boyun eğme. Çünkü onlar, onu ya günah olan bir şeyi işleme ya küfür olan bir fiili işleme ya da ne günah ne de küfür olan bir fiili işleme hususunda kendilerine yardıma çağırırlar. O (peygamber) son şık için değil de ilk iki şık için onlara yardım etmekten menedildi. Denildi ki: Günahkâr; Utbe b. Rebia'dır. Çünkü o, günah ve isyanı bol bol işliyordu. Nankör (inkârcı); Velid b. Muğire'dir. Çünkü o, nankörlük ve inkârda ileri gitmişti. Zahire göre kast olunan her bir günahkâr ve her bir kâfirdir. Yani; onlardan hiç birine boyun eğme, demektir. İki şahıstan birine -şahsı zikredilmeksizin- itâat etmek menedildiğinde, ikisine birden, birlikte ya da ayrı ayrı itâat etmek menedilmiş, demektir. Eğer (.......) ile değil de (.......) ile olsaydı, ikisinden birine itâat etmek câiz olurdu. Çünkü (.......) çoğul içindir. Dolayısıyla birlikte olduklarında onlara itâat etmek menedilmiş olur. Sadece birine itâat etmek değil. O ikisinden birine -şahıs zikredilmeksizin- itâat etmek menedildiğinde ikisine birden itâat etmek menedilmiş, demektir. Denildi ki: (.......) manasınadır. Yani; “Günahkâra itâat etme, inkârcıya da itâat etme.” demektir. 25Sabah akşam Rabbinin ismini yâd et. Onun için namaz kıl. “Sabah” sabah namazı “akşam” öğle ve ikindi namazı. 26Gecenin bir kısmında O'na secde et. Gecenin uzun bölümünde ise O'nu tesbih et Gecenin bir kısmında akşam ve yatsı namazlarını kıl. “Gecenin uzun bölümünde onu tesbih et.” yani; gecenin üçte ikisi veya yansı ya da üçte biri gibi uzun bir müddet onun için Nâfile namazı kıl. 27Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahreti) ihmal ediyorlar. Şu kâfirler çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da onu âhirete tercih ediyorlar ve önlerindeki ya da arkalanndaki çetin günü bırakıyorlar, ona hazırlarınııyorlar. O (çetin gün) de; kıyamet günüdür. Çünkü onun bela ve musibetleri kâfirlere çetin gelir. 28Onları biz yarattık. Bağlarını sımsıkı bağladık. (Eklemlerini, damarlarını, sinirlerini sapasağlam yaptık.) Dilediğimizde (kendilerini yok eder) yerlerine benzerlerini getiririz. Onların yaratılışım sağlam yaptık. İbni Abbâs (radıyallahü anh) ve Fena'dan da böyle nakledilmiştir. “Dilediğimizde yerlerine benzerlerini getiririz.” Yani; onları helâk etmeyi dilediğimizde helâk ederiz ve yerlerine itâat eden kişilerden olmak üzere yaratılış hususunda benzerlerini getiririz, demektir. 29Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar. Şüphesiz ki bu sûre bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine bir yol tutar. Rabbine taatîa ve Peygamberine tabi olmakla Allah'a yaklaşır. 30Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (bir şeyi dilemenize izin vermesi) sayesinde (o şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. Allah'a doğru yol tutmayı ancak Allah’ın (celle celâlühü) dilediği vakitte dileyebilksiniz Allah bunu, bunu seçeceğini bildiği kişi için diler. Denildi ki: “O, taat, isyan, küfür ve îmana dair meşiyyetin geneli içindir.” Dolayısıyla da o Mu'tezileye karşı bizim için delil olmaktadır. Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü) onlardan meydana gelecek halleri bilendir. Sözler ve Fiiller hususunda (olacağı) tutturandır. Mekke, Şam kırâat ekolü ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklinde (.......) iledir. (.......) zarf üzerine mahallen mensûbtur. Yani; “Ancak Allah'ın (celle celâlühü) dilediği vakitte dileyebilirsiniz.” demektir. 31O, dilediğini rahmetine dâhil eder. Zalimlere gelince, Allah onlar için elemli bir azap hazırlamıştır. “Dilediğini” Onlar, mü'rninlerdir. “rahmetine” cennetine. Çünkü ona O'nun rahmetiyle nail olunur. Bu, Mu'tezileye karşı bir delildir. Çünkü onlar: “Allah herkesi rahmetine dâhil etmeyi diledi çünkü O, herkesin imanını diledi.” demektedirler. Ancak Allah Teâlâ, dilediğini rahmetine dâhil ettiğini haber vermiştir. O (dilediği) de: hidâyeti seçeceğini bildiği kişidir. “Zalimler” kâfirler çünkü onlar ibâdeti sâhibinden gayrına yapmaktadırlar. (.......) kelimesi, “Allah onlar için elemli bir azap hazırlamıştır. “cümlesinin açıkladığı (.......) vaad etti, tehdit etti ve (.......) mükâfatlarıdırdı, gibi gizli bir fiile mensûb kılınmıştır. |
﴾ 0 ﴿