NEBE'SÛRESİ1Birbirlerine hangi şeyden soruyorlar? (.......) nin aslı; (.......) dır. Bu şekilde de okunmuştur. Sonra (.......) e idğam olunmuş ve (.......) hâlini almıştır. Bu şekilde de okunmuştur. Daha sonra soruda çok çok kullanıldığından dolayı hafifletmek için elif hazfedilrniştir. Çoğunlukla bu şekil kullanılmaktadır. Bu, soruları şeyi yüceltme sorusudur. Çünkü Allah Teâlâ'ya hiçbir şey gizli değildir. Birbirlerine neyi soruyorlar, demektir. Ya da kendileri dışındaki mü'minlere neyi soruyorlar, demektir. zamîr Mekke halkı içkidir. Onlar, diriliş hakkında birbirlerine soruyorlar ve mü'minlere de alay yollu soruyorlardı. 2Büyük haberden mi? “Büyük haber..” yani; diriliş. Bu, onun şanının büyülüğünü beyandır. Takdiri; “(Onlar) neyi soruyorlar? (Onlar) büyük haberi soruyorlar” , şeklindedir. 3Ki onlar onda ayrılığa düşmüşlerdir. (Kimi ona inanmış kimi de inanmamıştır) Onlardan kimi ona kesin inanmaktadır, kimi de şüphe etmektedir. Denildi ki: “zamîr Müslümanlara ve kâfirlere âittir. Hepsi onun hakkında soruyorlardı. Müslüman huşûu artsın diye soruyordu, kâfir de alay etmek için soruyordu.” 4Hayır! Çok yakında anlayacaklar! “Hayır!” ihtilaftan ya da alaya alarak soru sormaktan mendir. “Anlayacaklar!” sordukları şeyin hak olduğunu bizzat müşahede ederek bileceklerini bildirmek suretiyle onları tehdittir. 5Yine hayır! Onlar (hakikati) bilecekler! Manayı kuvvetlendirmek için menetmeyi tekrarladı. (.......) kelimesi ikincinin birinciden daha fazla ve daha şiddetli olduğunu hissettirmektedir. 6-7Biz, yeryüzünü (onlar için) bir beşik, dağları da birer kazık yapmadık mı? Dirilişi inkâr ettiklerinden dolayı onlara şöyle denilmiştir: “Dirilişin, kendisine isnad edildiği zât hayret veren bu mahlûkatı yaratmadı mı? Yaramysa O'nun o diriltmeye kâdir olduğunu niçin inkâr ediyorsunuz? Diğerlerinde olduğu gibi bu da bir yaratmadır.” Ya da onlara şöyle denilmiştir: “Hikmet sâhibi Allah (celle celâlühü) abesle iştigal etmediği ve dirilişin inkârı da, O'nu, yaptığı her şeyde abesle iştigale götürdüğü hâlde O bütün bu şeyleri niçin yaptı?” “Beşik” döşek. Ona yerleşesiniz diye sizin için serdik. Dağları da yer sizi sarmasın diye yere kazık yapmadık mı? 8Evet, sizi çift çift yarattık. Erkek ve dişi olarak. 9Uykunuzu bir dinlenme kıldık. Uykunuzu işleriniz için kesinti ve bedenleriniz için istirahat kıldık. (.......) kesmek demektir. 10Geceyi bir örtü eyledik. Geceyi, muttali olunmasını istemediğiniz şeyleri gizlemeyi istediğinizde sizi gözlerden örten bir örtü kıldık. 11Gündüzü de (yaşamanızı için) kazanma zamanı yaptık. Gündüze de ihtiyaçlarını ve işleriniz için koşup koşturduğunuz geçim vakti kıldık. 12Üstünüzde yedi kat sağlam gökyüzü bina ettik. Üstünüzde sağlam yedi gök bina ettik. (.......) kelimesinin çoğuludur. Yani; sağlam, gülü, zamanın geçmesiyle yıpranmayan ya da kâim, iri demektir. Onların her biri beş yüz yıllık mesafe kalınlığmdadır. 13(Oraya) parlak kandiller astık. “Parlak” ışık veren, ateşin. Yani; ışığı ve harareti hâiz, demektir. Kastolunan güneştir. 14-16Size tohumlar, bitkiler, ağaçları sarmaş dolaş olmuş bağlar ve bahçeler yetiştirmek için üst üste yığılıp sıkışan bulutlardan şarıl şarıl akan sular indirdik. (.......), yağmur yağdırma zamanı gelmiş bulutlar, demektir. Yani; yağdırması için rüzgârların bulutları sıkıştırması vakti geldi demektir. Kız kısminin hayız görme vakti yaklaştığında kullanılan “cariyenin hayız görme vakti yaklaştı” sözü bundandır. Ya da (.......) rüzgârlar, demektir. Çünkü onlar bulutları inşa ederler. Develerin sağıldığı gibi onları sağarlar. Dolayısıyla onları yağmur yağdırmanın başlarıgıcı kılması sahih olur. Nitekim Allahü teâlâ'nın, suyu, gökten bulutlara taşımak için rüzgârları gönderdiği nakledilmiştir. “... şarıl şarıl akan su...” bol bol dökülen. O suyla buğday ve arpa gibi taneler, bitkiler, taze çayırlar, ağaçları birbirine sarmaş dolaş olmuş bostanlar çıkaralım diye. (.......) in tekidi (.......) dur. (.......) (hurma gövdesi) kelimelerinde olduğu gibi. Ya da tekili (.......) dur. (.......) (şerefli) kelimelerinde olduğu gibi. Ya da (.......) (topluluklar) kelimesinde olduğu gibi onun tekili yoktur. Ya da çoğulun çoğuludur. Bu, (.......) kelimesinin çoğuludur. (.......) de (.......) kelimesinin çoğuludur. O da; dalları birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaç demektir. (.......) den (.......) e kadar vakf yoktur. (.......) ve (.......) kelimeleri üzerinde zaruret olduğunda durulabilir. 17Şüphesiz (herkes hakkında) adaletle hüküm verme günü, belirlenmiş bir zamandır. İyi ile kötüyü, hakh ile haksızı ayırt etme günü, cezâ ve mükâfatın meydana gelmesi için belirlenmiş bir vakit ve bilinen bir sınırdır. Ya da sevap ve azap zamanıdır. 18Sura üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz. (.......) den bedeldir. Ya da atfı beyandır. “Sura “boynuza. (.......) hâldir. Yani; muhtelif guruplar hâlinde demektir. Ya da ümmetler hâlinde demektir. Her ümmet peygamberleriyle birlikte gelir. 19O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur. Kufe kırâat ekolüne göre (.......) şeklinde şeddesizdir. Yani; meleklerin inişi için yanlır da orada kapılar, yollar ve gedikler oluşur. Bu gün ise onlarda hiçbir gedik yoktur. 20Dağlar yürütülür, serap haline gelir. Dağlar yeryüzünden sökülüp yürütülür, serap haline gelir. Yani; toz toprak haline gelir. Güneş onu su zannettirir. 21-22Azgınların barınağı olacak cehennem de (avım yakalanak için) pusuda bekler. (.......), Halkın üzerinden geçtiği yol, demektir. Mü'rnin, onun (cehennemin) üzerinden geçer, kâfir ise içine düşer. Denildi ki: “Mirsad: Gözlemin yapıldığı sınırdır.” Yani; Azgın kişilerin azap için gözlendiği sınırdır. O da onların dönüş yeridir. Ya da onları karşılayan melekler orada onları gözlerler. Çünkü onların geçişi onun üzerindendir. “Azgınların barınağı...” kâfirlerin dönüş yeri. 23-26Azgınlar orada çağlar boyu kalırlar. Orada bir serinlik ya da bir içimlik meşrubat tatmazlar. Ancak dünyada yaptıklarına uygun karşılık olarak kaynar bir su ve irin tadarlar. (.......) (kalıcıdırlar), (.......) deki gizli zamîrden hâldir. Hamza'ya göre (.......) şeklindedir. (.......) kelimesi daha güçlüdür. Zira (.......); azda olsa bekleyen kişidir. (.......) ise işi gücü bir mekânda beklemek ve karar'almaktır. “Orada” cehennemde. (.......) zarftır. (.......) (devir) kelimesinin çoğuludur. O da; dehir (zaman) demektir. Bununla belirli bir zaman kastedilmemiştir. Ebedilik kastedilmiştir. Her bir'huşb (devir) geçtikçe sonsuza kadar diğeri onu takip eder. (.......) ve (.......) kelimeleri ancak birbirini takip ve devamlılık kastedildiğinde kullanılırlar. Denildi ki: “Bir hugb (devir); seksen senedir.” Âlimlerden birine bu âyet hakkında soruldu da o yirmi yıl sonra cevap verdi. “Orada bir serinlik ya da bir içimlik meşrubat tatmazlar.” yani; ne bir serinlik ne de içilecek bir şey tatmadıkları hâlde, demektir. (.......) deki zamîrden hâldir. Serinliğin ve içilecek meşrubatın men edilmesi suretiyle azap edildikleri bu devirler bitince onlara bedel içinde başka azâbın olduğu başka devirler gelir. Bu da, peş peşe kesintisiz olarak gelen devirlerdir. Denildi ki: Bu, yağmuru ve hayn az olduğunda söylenen (.......) (senemiz yağmursuz oldu) sözünden ve kişinin rızkı azaldığında söylenen (.......) (falanın rızkı kesildi) sözündendir. O, (.......) (ikramdan mahrum olan)dur. Çoğulu (.......) dur. Onlardan hâl olarak mensûbtur. Yani; Orada zorluklar içinde ikramdan mahrum olarak kalırlar, demektir. “Orada bir serinlik ya da bir içimlik meşrubat tatmazlar.” sözü de onun bir tefsiridir. “Ancak kaynar su ve irin tadarlar.” sözü istisna-i munkatıdır. Yani; Cehennemde ya da o devirlerde onları ateşin hararetine karşı rahatlatacak bir serinlik, yani; rahatlık ya da uyku veya onların susuzluğunu giderecek bir içecek tatmazlar. Ancak orada temas ettiği şeyi yakan sıcak suyu, hamimi ve onların (cehennem ahalisinin) yaralarından akan suyu,'Gassah'tadarlar, demektir. ((.......) serinlik'için “uyku” denildi. Çünkü (.......) soğuk, soğuğu (uykuyu) giderdi'denir.) Ebû Bekir dışındaki Kufe'lilere göre (.......) şeklinde şeddelidir. “Yaptıklarına uygun karşılık olarak” amellerine uygun bir cezâ olarak cezâlarıdırılırlar. (.......) ismi fâil ya da (.......) şeklinde muzaf takdiri teviliyle (.......) kelimesinin sıfatıdır. Daha sonra (bu azâbın) sebebini beyan ederek cümle başı yaptı, şöyle buyurdu: 27Çünkü onlar bir hesap günü olduğunu ummazlardı (Buna inanmazlardı). Allah'ın (celle celâlühü), kendilerini muhasebe edeceğinden korkmazlardı. Ya da yeniden dirilişe inanmadılar ki hesaba çekilmeyi umsunlar. 28Bizim âyetlerimizi pervasızca yalanlamışlardı. (.......) demektir. (.......) Tef’il bacındandır. Bu, yaygın bir kullanılış şeklidir. 29Biz her şeyi (kulun işlediği bütün amelleri) bir kitapta yazıp saydık. (.......) cümlesinin açıkladığı gizil bir fiile mensûbtur. Her şeyi levhi mahfuzda yazılı olarak tespit ettik. (.......) hâldir. Ya da (.......) yerine gelmiş mastardır. Ya da (.......) manasınadır. Çünkü saymak çok defa yazıyla olur. Bu söz, muterize cümlesidir. Çünkü “azâbı tadın” sözü, onların hesabı inkâr etmelerinin ve âyetleri yalanlamalarını neticesidir. 30(Bundan sonra onlara) “Azâbı tadın! Size azaptan başka bir şeyi çoğaltmayacağız!” denilir. Yani; tadın cezânızı, demektir. Onlara muhatap alınarak hitap edilmesi gazâbın şiddetini göstermektedir. Hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur: “Bu âyet, cehennem halkı için Kur'ân'dakilerin en şiddetlisidir.” 31-34Şüphesiz müttakiler için kurtuluşa erme zamanı, (yeri) ve orada bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kâseler vardır. (.......) dendir. (.......) veznindedir. Mastar olması uygundur. Yani; müttakiler için her korkudan selâmet ve her arzuya vuslat vardır, demektir. Mekân için olması da uygundur. O da; cennettir. Daha sonra tamamından bir kısmım bedel kıldı. Şöyle buyurdu: “Ve orada bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kâseler vardır.” “Bahçeler” içinde envai çeşit meyveli ağaçlar bulunan bostanlar, demektir. (.......) (bahçe) kelimesinin çoğuludur. “Üzüm bağları” yaş üzümler. (.......) üzerine atıftır. (.......) memesi tomurcuklanmış, dikilip kalkmış kızlar, demektir. “Yaşıt” aynı yaşta. (.......) dopdolu demektir. 35-37Rabbinden bir mükâfat, bir hediye, bir hesap görme olarak orada (cennette) onları ne boş bir lakırdı ne de birbirlerine karşı yalan işitirler. O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, Rahmân'dır. O gün insanlar O'na karşı konuşmaya yetkili değillerdir. (Buna güçleri de yetmez.) “Orada” cennette. (.......) nin haberinin zamîrinden hâldir. “Boş lakırdı” bâtıl söz. Kisâî'ye göre (.......) şeklinde şeddesizdir. (.......) manasınadır. Yani; “Birbirlerine yalan söz söylemezler” , demektir. (.......) mastardır. Yani;'Onları öyle bir cezâlarıdırdı ki', demektir. (.......) mastardır. Ya da (.......) den bedeldir. (.......) sıfattır. Kâfi ya da amelleri muktezasınca manasınadır. İbni Amir ve Âsım'a göre her ikisi de ((.......) ve (.......)) (.......) den bedel olarak mecrûrdurlar. Onları merfû' okuyanlara göre (.......) hazfedilmiş bir müptedanın haberidir. Ya da müptedadır. Haberi de (.......) dur. Ya da (.......) onun sıfatıdır. (.......) de haberidir. Ya da ikisi de haberdir. (.......) deki zamîr gökler ve yer halkına âittir. (.......) deki zamîr de Allahu Teâlâ'ya âittir. Yani; Allahu Teâlâ’nın azâbına karşı şefâat etmeye muktedir olamazlar. Ancak izniyle olurlar, demektir. Ya da hiç biri korkudan dolayı Allahu Teâlâ'nın huzunında konuşamaz demektir. 38Ruh (Cebrâîl) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başka orada bulunanlar hiç konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler. (.......) yu (.......) ye zarf kılarsan (.......) de durmazsın. (.......) ye zarf kılarsan durursun. “Ruh” Cumhûr’a göre Cebrâîl (aleyhisselâm) dır. Denildi ki: “O, büyük bir melektir ki Allahu Teâlâ arş müstesna olmak üzere ondan daha büyük bir mahlûk yaratmamıştır.” (.......) hâldir. Yani; saf tutar oldukları hâlde demektir. Orada Rahmân'ın (celle celâlühü) konuşmaya ya da şefâate izin verdiklerinden başka hiç kimse korkudan konuşamaz. Dünyada iken (.......) demek suretiyle hakkı söyleyen (ikrar eden) kişilere şefâat edilme izni verilir, demektir. Ya da şefâat hususunda ancak doğruyu söyleyen kişilere izin verilir, demektir. 39İşte o, hak gündür. Bundan sonra dileyen Rabbine varan bir yola gider. “Hak” vukuu sabit ve gerçek. Bundan sonra dileyen sâlih amel ile Rabbine varan bir yol tutsun. 40Biz pek yakında gelecek bir azap ile sizi uyardık. Kişi, iki eliyle yaptıklarını göreceği bir gün için hazırlarısın. O gün kâfir: (keşke insan olacağıma) toprak olsaydım.” der. Ey kâfirler! Biz sizi âhiretteki azapla uyardık. Çünkü her gelen yakındır. “Kişi iki eliyle yaptıklarını göreceği bir gün için hazırlarısın.” Sözündeki “kişi” Ğen maksat “Biz sizi pek yakında gelecek bir azap ile uyardık.” sözünden dolayı kâfirdir. “... iki eliyle yaptıklarınız...” sözünden maksat; “Bu yangın azâbını tadın. Sizin ellerinizin yapıp öne sürdüğünün karşılığıdır.” Enfal, 50-51. Sözünden dolayı yaptığı kötülüklerdir. Elleri özellikle zikretti, çünkü işlenilen günahlarda elin kullanılmama ihtimali olsa da işlerin çoğu onlarla yapılır. “Kâfir” daha fazla kötülemek için zamîr yerine kelimenin kendisini getirmiştir. Ya da “kişi” sözü geneldir. Kâfiri ve onun işlediği hayrı ve şerri ondan ayırdı. Ya da ondan sonra “kâfir” kelimesi zikredildiği için o (kişi) mü'min ve işlediği de hayır işlerdir. (.......) istifham (.......) sidir. (.......) ile mensûbtur. Yani; elleriyle yaptıkları hangi şeydir diye bakar. Ya da ismi mevsuldur. (.......) ile mensûbtur. (.......) kastedilerek (.......) (ona baktım) denir. Sıladan dönen zamîr hazf edilmiştir. Yani; (.......) şeklindedir. “... keşke toprak olsaydım.” keşke dünyada toprak olsaydım da yaratılmasaydım ve mükellef kılmmasaydım. Ya da bugün toprak olsaydım da diriltilmeseydim, demektir. Denildi ki: “Boynuzlu (hayvan)dan boynuzsuzun hakkım almak için mükellef olmayan hayvanları da hasreder. Sonra onları toprağa dönüştürür. İşte kâfir (burada) onun hâlini arzular.” Yine denildi ki: “Kâfir: İblîstir. Âdem'in, mü'min çocuklarının sevap kazandığı gibi sevap kazanmak için Âdem gibi topraktan yaratılmış olmayı temenni eder.” Allahu A'lem. |
﴾ 0 ﴿