NÂZİ'ÂT SÛRESİ

1-5

Andolsun (kâfirlerin cesetlerine) boğulmuş olan ruhlarını da derinliklerinden söküp koparan, (mü'minlerin canını ise) rıfk ile çıkaran (ölüm melek)lerine, Andolsun (dalgıç yüzer gibi) yüzüp (ve gökten inip) de (kâfirlerin ruhlarını cehenneme, rnü'ımnlerirıkini cennete götürmek de) öncül olarak koşan, bir de (dünyanın) işi(ni) tedbir eden (diğer melek)lere.

(.......) in sonuna kadar vakf yoktur. Burada ise vakf gereklidir. Çünkü şayet durmadan geçerse (.......) nin zarfı olur. Hâlbuki bu günde meleklerin tedbiri (kâinattaki görevleri) sona ermiştir. Allahu Teâlâ ruhları cesetlerin ta derinliklerinden daldıra daldıra çeken melekler gurubuna yemin etmiştir.

Yani; onlar, ruhları bedenlerin en dip noktalarından, parmaklarından ve tırnak yerlerinden çeke çeke alırlar, demektir. Yine Allah (celle celâlühü) ruhları suhuletle ve mülayimetle çekip çıkaran melekler gurubuna da yemin etmiştir.

(.......), Kovayı kuyudan çıkardığında söylenen “Kovayı kuyudan makarasız çıkardı.” sözünden gelmektedir. Yine Allah (celle celâlühü) gidişlerinde yüzen, yani; acele eden ve kendilerine emredildiği gibi dini ya da dünyevi yönden kula fayda verecek işlerden birini idare eden melekler gurubuyla yemin etmiştir. Ya da gazilerin, dizginleri çekilen atlarına yemin etmiştir. Arap atı olduklarından boyunları uzun olduğu için orada dizginler aşırı çekilmiştir. Daru'l-İslam topraklarından Daru'l-harb topraklarına giden gazilerin atlarına yemin etmiştir. Nitekim bir yerden bir yere çekip gittiğinde öküze (.......) denir. Hızlı koşan, hedefe doğru yanşan, galebe ve zafer işini gerçekleştiren gazilerin atlarına yemin etmiştir. İşlerin gerçekleştirilmesinin onlara isnadı, sebeplerinden biri oldukları içindir.

Ya da doğudan batıya doğru çekilen yıldızlara yemin etmiştir. Onların çekilmesindeki (seyretmesindeki) ifratı, yörüngenin tamamını en uzak batıda batıncaya kadar katetmesidir. Bir burçtan diğer burca çıkan yıldızlara yemin etmiştir. Gökyüzünde yörüngesinde yüzen, yanş eden ve hesap ilmine âit bir işi düzenleyen (düzenlenmesinde vasıta olan) yıldızlara yemin etmiştir. Yeminin cevabı hazf edilmiştir. O da; kendisinden sonra kıyametin zikredilmesi delaletiyle “Elbette yeniden diriltileceksiniz,” dir.

6

O gün sarsan sarsacak.

“Sarsacak” şiddetli bir sarsıntıyla sarsılacak.

Recf” ; şiddetli sarsıntı demektir. “Racife” (sarsan); ilk üfürüştür. Onun meydana gelişiyle birlikte meydana gelen şeylerle vasıflarıdırıldı. Çünkü onunla yeryüzü sarsılır. Sonunda onun üzerindeki herkes ölür.

7

Onun ensesine binecek olan da ardından gelecek.

(.......) den hâldir.

Radife” : (ensesine binecek olan); ikinci üfürüştür.

Çünkü o, birincinin hemen ardındadır. Aralarında kırk yıl vardır. Birincisi mahlûkatı öldürür, ikincisi diriltir.

8

O gün kalpler (korku ile) titreyecek.

O gün, dirilişi inkâr edenlerin kalpleri titreyerek çarpacak.

(.......) kelimesindendir. O da; çarpmak demektir (.......) nun mensûb oluşu (.......) cümlesinin delalet ettiği şeylerdir.

Yani; sarsanın sarstığı günde kalpler çarpar, demektir.

(.......) un merfû' oluşu müpteda olduğu içindir. (.......) onun sıfatıdır.

9

(Sahiplerinin) gözleri zilletle eğilecektir.

O kalplerin sahiplerinin gözleri gördükleri şeyin korkusundan dolayı zelildir.

(.......) nın haberidir, (ikisi cümle olarak (.......) un haberidir.)

10

Onlar derler ki: Biz mi sahiden eski hale döndürülmüş olacağız?

Dirilişi inkâr eden kâfirler, dünyada iken dirilişi inkâr için alay yollu sorarlar.

“Biz yine eski halimize mi döndürüleceğiz? “soru inkâr manasınadır.

Yani; ölümümüzden sonra ilk duruma döndürülüp önceki halimiz üzere yeniden dinlecek miyiz, demektir.

Hafîre” ; ilk durumdur. Biri, yaptığı bir işi bırakıp tekrar döndüğünde (.......) denir.

Yani; ilk durumuna döndü demektir. Yine (.......) denir.

Yani; Nakit para ilk halin yanındadır. O da; satışın kesinleştiğini bildiren tokalaşmadır. (

Yani; alış verişte müşterinin ilk sözde parayı sayması, peşin vermesi manasınadır). Önce dirilişi inkâr etiler, sonra bunun imkânsız bir şey olduğunu ilave ettiler, şöyle dediler:

11

Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz vakit mi?

(.......), çürümüş, ufalanmış demektir.

Hafs dışındaki KufeTilere göre (.......) şeklindedir. (.......) vezni (.......) vezninden daha edebidir. “kemik çürüyüp ufalandı “denir. İsmi faili (.......) ve (.......) şeklindedir. Mana:

“Çürüyüp dağılmış kemikler haline geldikten sonra hayata tekrar döndürülecek miyiz?” şeklindedir.

(.......) hazfedilmiş bir fiille mensûbtur. O da; (.......) (diriltileceğiz) dur.

12

Dediler ki: Öyle ise bu (yeni hayata dönüş) ziyanlı bir dönüştür.

Yeniden dirilişi inkâr eden kâfirler şöyle dediler: Öyleyse bu yeni hayata dönüşümüz hüsranlı bir dönüştür. Ya da sâhibini hüsrana uğratan bir dönüştür. Mana; “Eğer o doğruysa ve biz tekrar diriltilirsek işte o zaman onu inkâr ettiğimiz için hüsrana uğrarız.” Bunu alay olsun diye söylediler.

13

Fakat o, ancak tek bir haykırıştır.

(.......) cümlesi hazfedilmiş bir cümleye taallûk etmektedir.

Yani; bu yeniden dirilişin Allahu Teâlâ için zor olacağını zannetmeyin. Gerçekten o, O'nun (celle celâlühü) kudretine göre kolaydır, basittir.

O ancak bir tek sayhadır. Bununla, sura ikinci üfürüşü kastediyor. Budeveyi bağırarak sürdü” sözündendir.

14

Ki o zaman onları (görürsün ki) hemen (diri olarak) toprağın yüzündedirler.

Bir de bakarsın ki onlar, yerin altında ölü iken dirilip yeryüzüne çıkmışlar. Denildi ki:

Es-sahire: Şam'da, Beytü'l-Makdis civarında bir yer adıdır. Ya da Mekke toprağıdır. Ya da cehennemdir.

15

Sana (Habibim) Mûsa'nın haberi geldi (değil) mi?

Bunun, anlatılması ve önem verilmesi gerekli hususlardan biri olduğuna dair muhataba uyarıyı içeren bir sorudur.

16

Hani Rabbi ona mukaddes “Tuva” vadisinde (şöyle) nida etmişti.

“Hani ... Ona seslenmişti.” ona seslendiğinde. “Kutsal” mübarek, temiz “Tuva” Mukaddes vadinin ismidir.

17

Fir'avuna git. Çünkü o pek azmıştır.

“Fir'avuna git.” Şöyle dedi: Kastı üzeredir. O, küfür ve fesatta haddi aştı.

18-19

Ona de ki: “(küfürden, azgınlıktan) temizlenmeye meylin var mı senin? Ve seni Rabbin(i tanımaya) irşad edeyim ki (O'ndan) korkasın.”

Şirkten ve azgınlıktan taat ve îmana, temizlenmeye meylin var mı?

Hicaz kırâat ekolüne göre (.......) şeklindedir. (.......) şeddelidir. Sıfatlarını zikretmek suretiyle sana Allah(celle celâlühü) tanıtayım da O'nu tanıyasın, O'ndan korkasın. Çünkü haşyet ancak tanımakla olur. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur.

“Kulları içinden ancak âlimler Allah'tan (gereğince) korkar” Fâtır, 28.

Yani; O'nu bilenler korkar, demektir.

Hukemanın birinden şöyle nakledilmiştir:

Allah'ı tanı. Kim Allah'ı tanırsa O'na göz kırpması müddetince bile, isyan edemez. Haşyet, işlerin özüdür. Kim Allah'tan korkarsa o bütün hayırları işler. Kim de emin olursa her şerri işlemeye cüret gösterir.”

Şu hadisi şerif de bundandır.

“Kim korkarsa gecenin başında yola çıkmıştır. Kim de gecenin başında yola çıkarsa menzile ulaşır.”

Kişinin, misafirine: “Bizde konaklar mısın?” dediği gibi arz manasındaki bir soruyla hitabına başladı.

“Ona yumuşak söz söyleyin.” Ta-Ha, 44. Âyetinde emrolunduğu gibi onu lütufkâr bir sözle çağırmak ve alttan almak suretiyle onu kibrinden vazgeçirmek için nazik sözlerle devam etti.

20

(Mûsa gitti, tebliğ etti) ona en büyük mu'cizeyi gösterdi.

Yani; Mûsa (aleyhisselâm) gitti ve Fir'avuna asa mu'cizesini gösterdi. Ya da asa ve beyaz el mu'cizesini gösterdi. Çünkü ikisi tek bir mu'cize hükmündedir.

21

Fakat (Fir'avun Mûsa'yı) yalanladı. (Allah'a) isyan etti.

Fir'avun, Mûsa'yı (aleyhisselâm) ve en büyük mu'cizeyi yalanladı. Onları sihirbaz ve sihir diye adlarıdırdı ve Allahu Teâlâ'ya isyan etti.

22

Sonra da koşarak arkasını döndü.

Mûsa (aleyhisselâm) ya tuzak kurmaya çalışarak ondan yüz çevirdi. Ya da ejderhayı görünce korkarak arkasını döndü, kaçmaya başladı. Kıt akıllı, hafif biriydi.

23

Nihayet (sihirbazlarını yahut ordusunu) topladı da bağırdı.

Derhal sihirbazları ve ordusunu topladı. Ve toplandıkları yerde haykırdı.

24

İşte ben sizin en yüce Rabbinizim” dedi.

“Ben sizin en yüce rabbinizim. Benim üstümde hiçbir rab yoktur. “dedi. Onların, kendilerine ibâdet ettikleri putları vardı.

25

Bunun üzerine Allah onu hem âhiret, hem de dünya azâbıyla yakaladı.

Allah onu âhiret azâbına çarptırdı.

(.......), “Birine başkalanna ibret olacak bir iş yapmak” manasınadır. (.......), “kurtarmak, beri kılmak” manasına olan (.......) gibi. Mastar üzere onu naspetti. Çünkü (.......), azap etti, manasınadır. Sanki şöyle denilmiştir:

Allah (celle celâlühü) ona âhiret azâbıyla azap etti”

Yani; Yakmak suretiyle azap etti, demektir.

“Dünya azâbı” suda boğma ya da iki sözünün azâbım demektir ki söz sözü: “Ben sizin en yüce Rabbinizim.” dir. İlk sözü de:

“Sizin için benden başka ilâh tanımıyorum” dur. Kasas, 38. İki söz arasında kırk ya da otuz ya da yirmi yıl geçmişti.

26

Şüphe yok ki, (Allah'tan) korkacak kimseler için bunda kafi bir ibret vardır.

Elbette bu zikredilenlerde Allah'tan korkanlar için bir ibret vardır.

27

Sizi (tekrar) yaratmak mı (sizce) daha güç, yoksa göğü (yaratmak) mı? Ki onu (Allah) bina etmiştir.

Ey dirilişi inkâr eden kâfirler! Yaratılış ve inşa ediliş cihetiyle siz mi daha çetinsiniz yoksa gökler mi?

(.......) müptedadır. Haber hazfedil mistir.

Yani; Yoksa göklerin yaratılışı mı daha çetindir, demektir. Daha sonra onları nasıl yarattığını beyan etti. Şöyle buyurdu. Onu (gökleri) Allah (celle celâlühü) bina etti. Daha sonra bina edişi açıkladı. Şöyle buyurdu:

28

Onun boyunu o yükseltti. Derken ona bir nizam verdi.

Onun tavanım yükseltti. Denildi ki:

“Yüksekliğini beş yüz yıllık mesafe olarak kıldı.”

Onu yanksız ve gediksiz olarak mükemmel bir şekilde düzenledi.

29

Onun gecesini kararttı, gündüzünü (aydınlığa) çıkardı.

Gecesini kararttı, gündüzünü,

Yani; Güneşinin ışığım açığa çıkarttı. Gece ve Güneş göğe isnad edildi. Çünkü gece onun karanlığı güneş de onun lambasıdır.

30

Bundan sonra da yeri (ikamete elverişli bir hâlde) yayıp döşedi.

Bundan sonra yeryüzünü yayıp döşedi. Yeryüzü yayılıp döşenmemiş bir hâlde yaratılmıştı. Göklerin yaratılmasından iki bin yıl sonra Mekke'den başlayarak yayılıp döşendi. Daha sonra yeryüzünün döşenmesini açıkladı, şöyle buyurdu:

31

Ondan suyunu, otlağını çıkardı.

Pınarlar fışkırtmak suretiyle ondan (yeryüzünden) suyunu, otlağını, taze otunu çıkardı.

Açıklama olması sebebiyle (.......) nin başına atıf harfi getirilmedi. Ya da (.......), başında gizli bir (.......) kelimesinin varlığıyla hâldir.

32

Dağları(nı sapasağlam) dikti.

Dağları sabit kıldı.

(.......) ve (.......) kelimelerinin mensûb olması açıklama şartına göre gizli (.......) ve (.......) kelimelerinin varhğıyladır.

33

(Allah bunları) size ve davarlarınıza birer faide olmak üzere (yapmıştır.)

Bunları, sizi ve hayvanlarınızı faydalarıdırmak için yapmıştır.

34

Fakat o en büyük bela geldiği zaman,

Bütün musibetlerden büyük, yani; Onlardan üstün, onlara galip gelen en büyük musibet. O da; sura ikinci üfürüştür. Ya da cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de cehenneme sevk edildikleri andır.

35

İnsanın, neye koştuğunu iyice anlayacağı gün,

(.......) den bedeldir.

Yani; amellerini amel defterlerinde toplanmış olarak gördüğünde onları hatırlar. Çünkü o onları unutmuştu.

(.......) daki (.......) mastariyyedir.

Yani; çalışmasını demektir. Ya da mevsûledir.

36

O alevli ateş (cehennem) görecek (her) kimseye apaçık gösterildiği (zaman),

Apaçık ortaya çıktığı için cehennem gören herkese apaçık gösterilir,

37- / 39

Artık kim haddi aşarak küfretmiş, dünya hayatını tercih eylemişse, işte muhakkak ki o alevli ateş (cehennem) onun varacağı yerin ta kendisidir.

(.......) nın cevâbıdır. “O en büyük cehalet geldiğinde iş bu şekildedir” , demektir. Haddi aşıp inkâr eden ve şehvetlere tabi olmak suretiyle dünya hayatım âhiret hayatına tercih edene gelince şüphesiz ki cehennem onun döneceği yerdir.

Yani; barınağıdır. (.......) (onun barınağı.) demektir.

(.......) izafetten bedeldir. Bu, Kufe'lilere göredir. Sîbeveyh'e ve Basra'lılara göre ise “o onun için barınaktır.” demektir.

40- / 41

Amma kim Rabbinin makamından korktu, nefsini heva (ve hevesin)den alıkoyduysa, işte muhakkak ki cennet onun varacağı yerin ta kendisidir.

Yani; kıyamet günü Rabbi'nin hesaba çekmesinden dolayı (onun huzurunda duracağı) bir makamı olduğunu bilen ve kötülüğü emreden nefsini eza veren şeylerden uzaklaştırana gelince, demektir.

Yani; onu şehvetlere tabi olmaktan alıkoyana gelince, demektir. Denildi ki:

O, günah işlemeyi arzulayan ancak hesap için Rabbi huzurunda durdurulacağı makamı hatırlayarak onu terk eden kişidir.

Heva; nefsin, arzuladığına meyletmesidir.

“Onun barınağı” yani; dönüş yeri ancak cennettir.

42

Sana o saati (kıyameti), onun ne zaman kopacağım sorarlar.

(.......), “Dikilmesi, yani; ikame edilmesi ne zaman?” , demektir. Şunu kastediyor: Allah (celle celâlühü) o saati ne vakit getirip dikecek, onu ne zaman var edecek?

43

Sende ona âit şey (bilgi) yoktur ki anlatasın.

44

En son vaktine kadar onun ilmi Rabbine âittir.

Onun vaktini onlara bildirmek ve onu onlara öğretmek nerede sen nerede.

Yani; onu onlara bildirme ve vaktini açıklama hususunda hiçbir şeye (göreve, yetkiye, bilgiye) sahip değilsin, demektir.

Falanın ilimden hiçbir nasibi yoktur.” sözünde olduğu gibi.

Ya da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyameti her daim andığı ve her daim ona dair sualler sorduğu için bu âyet indi. Buna göre bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onu çok çok zikredişine taaccüptür.

Yani; “Onlar, onun hakkında senden soruyorlar, sen de onlara cevap verme hırsından dolayı her daim onu zikrediyor ve her daim ona dair (sualler) soruyorsun” , demektir.

“En son vaktine kadar onun ilmi Rabbine âittir.” Vukuu vaktine kadar bütün tafsilatıyla onu bilmek Rabbine âittir. Ne zaman olacağım ondan başkalan bilmez.

Ya da (.......) daki (.......) onların onun hakkında soru sormalarını inkârdır.

Yani;'Nerede bu sual?'demektir.

Ondan sonra (.......) buyurdu.

Yani; Peygamberlerin sonuncusu olarak senin gönderilişin onun alâmetlerinden biridir. Dolayısıyla onların onun hakkında soru sormalarının hiçbir manası yoktur. Bu manaya göre (.......) üzerinde durulması uzak değildir. Denildi ki:

(.......) soruya bitişiktir.

Yani; sana kıyametin ne zaman kopacağından soruyorlar ve'sen nerede onu bilmek nerede?'diyorlar, şeklindedir.”

Daha sonra cümle başlarıgıcı yaptı, şöyle buyurdu:

“Vukuu vaktine kadar tafsilatıyla onu bilmek ancak Rabbine âittir.”

45

Sen ondan korkacak kimselere ancak tehlikeyi haber verensin;

Yani; “Sen onlara kıyametin kopma vaktini öğretmek için gönderilmedin. Sen ancak onun dehşetinden korkan kişileri uyarmak için gönderildin.”

Yezid ve Abbâs'a göre (.......) şeklinde tenvinlidir.

46

Kıyameti gördüklerinde dünyada sanki bir akşam vakti ya da bir kuşluk vakti kadar kalmış gibi olurlar.

(.......) , (.......) demektir.

Yani; akşamın (âit olduğu günün) kuşluğunda, demektir. Onlar, o dehşeti gördüklerinde dünyada kalış müddetlerini azımsarlar.

“Sanki onlar sadece gündüzün (görüşüp tanıştıkları) bir saati kadar dünyada kaldılar.” Ahkaf, 35. Ve:

(Herhâlde) bir gün yahut bir günün hir kısmı kadar kaldık, sayanlara sor.'dediler,” Mü'minûn, 113. Ayetlerinde olduğu gibi.

Aynı günde vuku buldukları için aralarında ilişki olduğundan “kuşluk” kelimesinin (.......) kelimesine muzaf kılınması doğrudur. Kast olunan onların (dünyada) kalış müddetinden bir tam güne dahi ulaşmadığı, sadece gündüzün iki tarafından birine, akşam vaktine ya da kuşluk vaktine ulaştığıdır. Allahu a'lem.

0 ﴿