ABESE SÛRESİ

1

Yüzünü ekşitip çevirdi.

Yani; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünü buruşturdu ve çevirdi.

2

Kendisine o ama geldi diye.

(.......) demektir. Mahallen mensûbtur. Çünkü o, mefulun lehtir. Ondaki amil (.......) fiilidir. Ya da iki mezhebin ihtilafı üzere (Basrahlara göre) (.......) fiilidir.

“A'mâ” ; Abdullah b. Ümmü Mektum'dur.

Ümmü Mektum: Babasının anasıdır: Babası; Şureyh b. Mâlik'tir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş reislerinden bazılarını İslam'a davet ederken onun bu meşguliyetinden haberdar olmayarak içeri girmiş ve:

- “Ya Rasûlellah! Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret.” demiş ve bu sözü birkaç defa tekrarlamıştı. Onun, kendi sözünü kesmesine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in cam sıkıldı ve yüzünü ekşitip yüz çevirdi. Bunun üzerine bu sûre nâzil oldu. Bundan sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) her gelişinde ona ikram eder ve:

- “Kendisi hakkında Rabbi'min beni itap ettiği zât. Merhaba, hoş geldin.” derdi. Onu iki defa kendi yerinde Medine'de emir bırakmıştır.

3

(Onun hâlini) sana hangi şey bildirdi? Belki o (senden öğrenecekleriyle) temizlenecekti.

Bu a'manın hâli hususunda seni bilgili kıları hangi şeydir? Belki o a'ma, senden işittikleri şeyle cehalet kirlerinden annacaktı.

(.......) nin aslı (.......) dır. (.......) ye idğam edilmiştir. (.......) da aynı şekildedir.

4

Yahut öğüt alacaktı da (senin) bu öğüt(ün) kendisine fayda verecekti.

(.......) yu Âsım, A'sa dışındaki bütün rivâyetlere göre (.......) nin cevabı olarak mensûb olunmuştur. Diğerleri (.......) ya atfen merfû' okumuşlardır. (.......) demektir.

Yani; “senin öğüdün” , demektir.

Yani; “Sen onun öğüt alıp almayacağını bilmiyorsun, eğer buseydin bunu kaçırmazdın” , demektir.

5

Ama (zengin olduğu için) kendisini müstağni gören adam (yok mu)?

“Kendisini müstağni gören” yani; malca zengin olan, temizlenmeye ihtiyaç duymayan.

6

İşte sen onu karşına alıyor (ona yöneliyor)sun.

Îman etmesini isteyerek hırsla ona yönetiyorsun.

(.......) Hicaz kırâatine göre (.......) nin, (.......) a idğamıyladır. (.......) şeklindedir.

7

Hâlbuki onun temizlenmemesinden sana ne?

Onun İslara ile temizlenmemesinden dolayı sana bir vebal yoktur. Sana düşen ancak tebliğdir.

8

Amma sana koşarak gelen kimse,

Hayrı talep hususunda koşarak gelen kimse.

9

O, (Allah'tan) korkar bir (adam) olduğu hâlde,

Allah'tan ya da kâfirlerden ya da sana geldiği için kâfirlerin eziyetlerine maruz kalmaktan ya da a'mâların âdeti olduğu üzere düşüp yıkılmaktan korkan bir adam olduğu hâlde.

10

Sen onunla ilgilenmiyorsun.

Ondan uzaklaşıyor ve (beyHûde demek olan bir işle) meşgul oluyorsun.

(.......) nin aslı (.......) dır. Rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan sonra asla hiçbir fakirin yüzüne karşı yüz ekşitmemiştir ve hiçbir zengine de (itibarından dolayı) yönelmemiştir. Rivâyete göre fakirler şura meclisinde emirdiler.

11

Hayır, sakın (bir daha böyle yapma) çünkü o (Kur'ân) bir öğüttür.

“Hayır...” sözü mendir.

Yani; Bir daha böyle yapma, demektir. Çünkü sûre ya da bu âyetler, öğüt alınması ve mucibince amel edilmesi gereken öğütlerdir.

12

(Binaenaleyh) dileyen ondan öğüt alır.

Onu düşünüp öğüt almak isteyen, ondan öğüt alır.

(.......) daki zamîri müzekker kıldı. Çünkü (.......), “öğüt ve nasihat” manasınadır. Mana; “Kim düşünüp öğüt almayı dilerse Allah (celle celâlühü) ona onu ilham eder.” , demektir.

13-14

O, (Allah indinde) çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifelerdedir.

(.......) ün sıfatıdır.

Yani; o, levhi mahfuzdan kopyalanmış sahifelerde kayıtlıdır, demektir. Ya da hazfedilmiş bir müptedanın haberidir.

Yani; “o, sahifelerdedir” demektir.

“Şerefli” Allah (celle celâlühü) katında şerefli, “... kadri yüce...” gökte yükseltilmiş ya da kadri kıymeti yüce, “... tertemiz...” meleklerden başkasının temasından ya da Allahu Teâlâ’nın sözünden olmayan şeylerden.

15

Kıymetli, sevgili, takva sâhibi kâtiplerin elleriyle (yazılmıştır).

(.......) Sefere; kâtipler, demektir. (.......) kelimesinin çoğuludur.

Yani; kitapları levhi mahfuzdan kopyalayan melekler, demektir.

“Kıymetli...” Allah (celle celâlühü) indinde kıymetli ya da günah işlemekten arî, demektir.

(.......), “fiillerinde ve sözlerinde doğru” kelimesinin çoğuludur, müttakiler, demektir.

16

(O kâtipler) değerli itaatkâr (meleklerdir).

17

O kahredilesi insan, ne nankördür o!

Kâfire lânet olunmuştur. Ya da o, Umeyye'dir. YaHûd da Utbe'dir.

(.......) azar sorusudur.

Yani; Hangi şey onu küfre şevketti, demektir. Ya da o, taaccüptür.

Yani: “Ne kadar da nankör.” demektir.

18

Onu (yaratan) hangi şeyden yarattı?

Onu hangi aşağılık şeyden yarattı? Bu, manası sevap olan sorudur. Daha sonra o şeyi açıkladı, şöyle buyurdu:

19

Bir damla sudan yarattı da onu biçimine koydu.

Nutfeden (spermden) yarattı. Ve onu mahlûkatından dilediği şekil üzere takdir etti.

20

Sonra onun yolu(nu) kolaylaştırdı.

(.......) kelimesini gizli (.......) fiiliyle mensûb kıldı.

Yani; sonra ona anasının kanımdan çıkış yolunu kolaylaştırdı. Ya da ona hayır ve şer yollarını öğretti, demektir.

21

Sonra onu öldürüp kabre soktu.

Onu, onlara ikram olsun diye içinde gömülü olduğu kabir sâhibi kıldı. Hayvanlar gibi açıkta bırakmadı.

(.......), “Ölüyü (eliyle) defnetti” demektir.

(.......) ise “Ölüyü defnetmesi için başkasına emir ve imkân verdi.” demektir.

22

Daha sonra, dilediği zaman da onu tekrar diriltecek.

Ölümünden sonra onu diriltecek.

23

Gerçek (o ki insan, Allah'ın) emrettiği şeyleri yerine getirmemiştir.

(.......) (gerçek) sözü insanı inkârdan mendir. Bu kâfir, Allah'ın (celle celâlühü), îmana dair kendisine emrettiği şeyleri yapmadı. Oluşumunun ilk aşamasından son anına kadar kendi bünyesindeki nimetleri saydı.

Bundan sonra ihtiyaç duyduğu nimetleri zikretti. Şöyle buyurdu:

24

(Öyle ya,) o insan (bir kere) yediğine baksın.

İnsan, yediği ve onunla yaşadığı yiyeceğine bir baksın, onun işini nasıl plarılamışız.

25

Hakikat biz, o suyu (yağmuru) bol bol döktük.

Kûfe kırâat imâmlarına göre (.......) kelimesinden bedeli istimal olmak üzere (.......) nin üstünüyledir. Diğerlerine göre cümle başlarıgıcı olma üzere esre iledir.

“Suyu” sözüyle bulutlardan yağan yağmuru kastediyor.

26

Sonra toprağı iyiden iyi yardık.

Sonra toprağı bitkiyle güzelce yardık.

27

Bu suretle onda tane(ler) bitirdik.

Onda buğday, arpa ve sair kendisiyle gıdalarııları taneler bitirdik.

28

Üzüm(ler), yonca(lar).

“Üzüm...” üzümün semeresi.

Yani; yiyecek ve meyve, “...yonca...” taze yonca.

(.......), “onu kesti” kelimesinin mastarıyla adlarıdırılmıştır. Çünkü o, ardı ardına defalarca kesilir.

29-30

Zeytinlik(ler), hurmahk(lar), sık ve bol ağaçlı (diğer) bahçeler.

İri ağaçlı bostanlar. (.......) kelimesinin çoğuludur.

31

Meyve(ler), mer'a(lar bitirdik).

Sizin için meyveler ve hayvanlarınız için de meralar bitirdik.

32

(Bütün bunları biz) hem size hem davarlarınıza faide olarak (yaptık).

(.......) mastardır.

Yani; menfaat demektir.

33

Fakat o kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği zaman,

(.......) kıyamet sayhası, gürültüsü. Çünkü o, kulakları patlatır, yani; sağır eder. Bunun cevabı belli oluşundan dolayı hazf edilmiştir.

34

(Evet) kişinin kaçacağı gün: Birâderinden,

Onun ile diğerleri arasında alınacak haklar olduğundan dolayı ya da nefsiyle meşgul olduğundan dolayı,

35

Anasından, babasından,

36

Karısından ve oğullarından,

“Karısından...” eşinden. Önce kardeşi, sonra ebeveyni zikretti. Çünkü bu ikisi ona en yakın olanlardır. Daha sonra da eş ve çocukları zikretti. Çünkü onlar ona en sevgili olanlardır. Denildi ki:

“Kardeşinden ilk kaçan Kabil, ebeveyninden ilk kaçan İbrâhîm, eşinden ilk kaçan Nûh ve Lût ve oğlundan ilk kaçan Nûh (aleyhisselâm) olacaktır,”

37

O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi) vardır.

O gün onlardan her birinin kendisiyle ilgili, onu başka işlerden alıkoyacak yeter derecede işi vardır.

38

O gün yüzler vardır, parıl parıl parlayıcıdır.

Gece ibâdetine kalkmaktan dolayı ya da abdest almaktan dolayı parıldar, ışık saçar.

39

Güleç ve sevinçlidir.

Yani; Bu yüzlerin sahipleri -ki onlar, müzminlerdir- gülerler, sevinirler.

40

O gün yüzler de vardı. Üzerlerini toz toprak (bürümüştür).

(.......) toz, demektir.

41

Onu (da) bir karanlık ve bir siyahlık bürümüştür.

Tozun üzerini de duman gibi (is gibi) karanlık bürüyecektir. Yüzde toz ve karaliğin birlikte oluşundan daha çirkin bir şey göremezsin.

42

İşte bunlar; kâfirler, facirlerdir.

İşte bu hallerde olacak olanlar; Allah'ın (celle celâlühü) haklarını inkâr edenler ve kulların haklarına da tecavüz edenlerdir. İnkâr ile birlikte kul haklarına da tecavüz ettiklerinden dolayı yüzlerinin karaliği toza bulanmıştır.

Allahu A'lem.

0 ﴿