TÂRIK SÛRESİ

1-3

Andolsun o göğe ve Tarıka. Tarıkın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? (O, ışığıyla karaliği) delen yıldızdır.

Rızık yeri ve mahlûkatın meskeni olduğu, (ayrıca) cennet orada yaratıldığı için göğün kadri mahlûkatın gözünde büyümüştür. Bu sebeple onunla ve Tarıkla yemin edilmiştir.

“Tarık” la kast olunan; yıldız cinsidir. Ya da menfaatinin büyüklüğünden dolayı kendisiyle taşlarıan şihab (yakıcı ateşler)in cinsidir. Daha sonra onu delen, yani; ışık veren yıldız diye açıkladı. Sanki o, ışığıyla karanlığı deliyor ve oraya nüfuz ediyor. Tarık diye nitelendirildi. Çünkü o, gece gelen (görünen) şeylere Tarık denildiği gibi gece zahir olmaktadır. Ya da o, cinleri vurduğu için bu şekilde nitelendirilmiştir.

4

Hiç bir nefis yoktur ki, illa üzerinde bir gözetici olmasın.

Yeminin cevabı (.......) cümlesidir. Çünkü (.......), Âsım, Hamza ve İbni Amir kıratında olduğu gibi (.......) manasına şeddeli olursa o zaman (.......) naıiye olur.

Yani; “Hiçbir nefis yoktur ki onun üzerinde bir gözetici olmasın” , demektir. Eğer -diğerlerinin kıratında olduğu gibi- şeddesiz olursa o zaman (.......) den hafifletilmiş (.......) olur.

Yani; “Her nefis iızerinde, kendisini afetlerden koruyan gözetici vardır” , demektir. Ya da “Amelini, rızkını ve ecelini muhafaza eden bir gözetici vardır” , demektir. Bun tamamladığında (kişi) ölür. Denildi ki:

“O, amelleri yazan (melek)dir.”

(.......) zaittir. (.......) ise (.......) in şeddeli ya da şeddesiz oluşunu ayıran (.......) dır. (.......) müptedadır. (.......) haberdir. Hangisi olursa olsun cümle (.......) nün haberidir. Çünkü o ((.......); nâfiye), kendisiyle yemin edilmesi kabul edilen şeylerdendir.

5

Şimdi insan hangi şeyden yaratıldı? (ibretle) baksın.

Her nefis üzerinde bir gözetici olduğunu zikrettikten sonra, onu inşa edenin onu tekrar diriltmeye ve cezâlarıdırmaya kâdir olduğunu bilsin de, cezâ günü için amel etsin ve gözetici meleğe ancak, akıbetinde kendisini sevindirecek şeyleri yazdırması için ona ilk haline bakmasını emret.

(.......) sorudur.

Yani; Hangi şeyden yaratıldı, demektir. Onun cevabı; “O, atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır.” cümlesidir.

6

O, atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır.

(.......) tazyikle akıtmak, demektir.

(.......) Difk: Gerçekte sâhibine âittir. Bunun suya isnadı ise mecazdır. Dilbilimcilerden birinin şöyle dediği nakledilmiştir:

suyu şiddetle döktüm” demektir. “su kendi kendine döküldü” demektir.

Rahîmde karıştığı ve yaratılışının başlarıgıcında (sular) birleştikleri için iki sudan demedi.

7

Ki (erkeğin) bel kemiği ile (kadının) göğüs kemikleri arasından çıkıyor O.

Erkeğin belinden kadının da kaburga kerrıiklerinden çıkar. Kaburga kemiği, kolyenin, üzerinde bulunduğu göğüs kemiğidir.

“Kemik ve sinir erkekten, et ve kan kadındandır.” denildi.

8

Şüphe yok ki (Allah) onu (tekrar diriltip) döndürmeye elbette kâdirdir.

yaratıldı” kelimesinin delaleti sebebiyle “şüphesiz ki yaratıcı” demektir. Manası; “İnsanı ilk olarak nutfedenyaratan, onu özellikle tekrar (diriltip) döndürmeye kâdirdir.” Kudreti zahirdir. Ondan âciz kalmaz. Bu, (.......) sözündeki gibidir.

Yani; fakirliği zahir demektir.

9

O günde ki (bütün) sırların ortaya döküldüğü gündür.

(.......) kelimesiyle mensûb kılınmıştır.

Yani; Onun (diriltip) döndürmesiyle sırların ortaya çıktığı gün, demektir. Ya da (.......) kelimesinin delalet ettiği gizli bir zamîrle mensûb kılınmıştır.

Yani; “Sırların oraya çıkarıldığı gün onu diriltir” , demektir.

Serair” ; kalplerde gizlenen inançlar, niyetler ve gizli tutulan amellerdir.

10

Artık onun için ne bir kudret, ne de bir yardımcı yoktur.

“Onun için” insan için. Başına geleni defetme hususunda kendisinin hiçbir kuvveti yoktur. Ona yardım edecek ve bunu ondan savacak yardımcı da yoktur.

11

Andolsun o dönüş sâhibi olan göğe.

“Dönüş” yani; yağmur. Her zaman geri döndüğü için bu şekilde adlarıdırılmıştır.

12

O (nebat ile) yarıları yere ki.

“Yanları” o, yerin, kendisi sebebiyle parçalandığı bitkidir.

13

Hakikaten o (Kur'ân) hak ile (batılı ayırt eden) kafi bir kelamdır.

Hakikaten o Kur'ân, “Furkân” diye de adlarıdırıldığı gibi hak ile bâtıl arasını ayırt eden bir sözdür.

14

O, bir şaka değildir.

Oyun ve beyHûde değildir. Onun tamaminin ciddi olduğunu ve ciddiye alınması lazım geldiğini kastediyor. Allah (celle celâlühü), onu gönüllerde yüceltilen ve kalplerde büyütülen olsun diye bununla vasfetti. Bunu okuyan ve dinleyen artık işi şakaya almaz ya da mizaha yönelmez.

15

Onlar, alabildiklerine hileler düzerler.

“Onlar” sözü ile Mekke müşriklerini kastediyor. Onlar, Allah'ın (celle celâlühü) emrini iptal ve hakkın nurunu söndürmek için tuzaklar kurmaktadırlar.

16

Ben de onların hilelerini (cezâ ile) karşılarını.

Onlara derece derece refah verip aniden vurmak suretiyle onların tuzaklarının karşılığım veririm. Düşmanlık ve kötülüğün cezâsını, düşmanlık ve kötülük olmasa da düşmanlık ve kötülük olarak adlarıdırdığı gibi tuzağın cezâsını da tuzak olarak adlarıdırdı. Bu vasfın Allahu Teâlâ'ya isnadı ancak cezâ şeklinde olur.

“Onlar, Allah'ı unuttular (Allah da) onları unuttu.” Tevbe, 67.

“Onlar Allah'ı aldatmaya çalışıyorlar. Hâlbuki o onları aldatır.” Nisa, 142.

Allah onlarla alay etmektedir.” Bakara, 15. ayetlerinden olduğu gibi.

17

(Habibim!) sen şimdilik o kafirlere mühlet ver. Onlara biraz zaman tanı.

Yani; helâk edilmeleri için beddua hususunda acele etme Onlara mühlet ver.

Sakin ve sabırlı olmaya teşviki artırmak için “mühlet ver” kelimesini ayrı ayrı lâfızlarla tekrar etti.

(.......); az bir müddet, demektir. Bununla ancak küçük bir şey ifade edilir. Bu, “Rüzgar hafifçe esti” cümlesindeki (.......) fiilindendir.

0 ﴿