ĞÂŞİYE SÛRESİ

1

Kıyamet gününün haberi sana geldi mi?

(.......) kelimesi “gerçekten, hakikaten” manasınadır. Musibetleri insanları kaplayacak ve korkuları onları kuşatacak olan felaketin haberi sana geldi ya. (Bununla) kıyameti kastediyor. Denildi ki:

“Yüzlerini de ateş kaplamaktadır.” İbrâhîm, 50. âyetinin delaletiyle o ateştir.

2

Yüzler (vardır) o gün zelil (ve hakir)dir.

“Yüzler vardır...” yani; kâfirlerin yüzleri. Özellikle yüzü zikretti. Çünkü hüzün ve sevinç kişinin yüzünde görünür. “... o gün...” musibetin kuşattığı gün. Musibete maruz kalanları aşağılık ve zillet kapladığı için yüzleri zelildir, hakirdir.

3

Çalışmış ve yorgun (bitkin)dur.

Ateş içinde yorucu işler yapar, demektir. O (işler) de; zincirleri ve bukağıları sürüklemek, devenin çamura girişi gibi ateşe girmek, ateşten tepelere yorucu bir şekilde çıkmak ve inmektir. Denildi ki:

“Dünyada iken kötü işler yapan, onlarla lezzet alan ve nimetlenenlerdir. İşte onlar, onlardan dolayı âhirette yorgunluk ve bitkinlik içerisindedirler.” Denildi ki:

“Onlar, mescid ehli kişilerdir. Bunun manası: Onlar, Allah'a (celle celâlühü) karşı huşu sâhibi oldular, yorucu oruç ve devamlı teheccüt gibi ameller işlediler ve o amelleri işlemede yoruldular, bitkin düştüler, demektir.”

4

Kızgın bir ateşe girecek.

Uzun bir müddet kızdurimış olan ateşe girecek. Onun sıcaklığı gibi bir sıcaklık yoktur. Ebû Amr ve Ebubekir'e göre “girdirilecek” şeklindedir.

5

Son derece sıcak bir kaynaktan içırilecektir.

Onlara sıcaklığı son noktasına ulaşmış su kaynaktan içirilir. Sıfatlardaki ve fîillerdeki müenneslik “yüzler” lafzına dönmektedir. Kastolunan:

“Onlar için'dari'dikeninden başka bir yiyecek yoktur.” âyetinin delaletiyle onların (yüzlerin) sahipleridir.

6

Onlar için “Dari” dikeninden başka yiyecek yoktur.

O, “şibrik” denilen bir ottur. Kuruduğunda “dari” olur. O da; öldürücü bir zehirdir.

Azap çeşit çeşittir. Azap olunanlar da tabaka tabakâdir. Kimileri zakkum yiyenler, kimileri, gıslin yiyenler, kimileri de dar'yiyenlerdir. Dolayısıyla bu ayetle:

“Gıslinden (irinden) başka yiyecek de yoktur.” Hakka, 36. âyeti arasında herhangi bir tezat yoktur.

7

Ki o, ne semirtir (doyurur), ne de açliği giderir.

(.......) mahallen mecrûrdur. Çünkü o, (.......) ın sıfatıdır. Gıdanın iki menfaati ondan giderilmiştir. Onlar da; açliği gidermesi ve bedeni sernirtmesidir.

8

Bir takım yüzler de parrıl parıl parlıyor (mutludur).

Daha sonra mü'minlerin yüzerlini vasfetti. (.......) demedi. Çünkü ilk söz uzadı ve bağ koptu. “Güzeldir, nimetlere mazhardır.” Has bir hayat içinde nimetlenir.

9

(Dünyada taat ve ibâdetle) çalıştığından dolayı hoşnuttur.

Kendilerine verilen ikram ve sevabı gördüklerinden dolayı ibâdet ve taat işlediği için hoşnut olur.

10

Yüksek bir cennettedir.

Mekânı yüksek ya da kadri yüksek.

11

Orada boş bir lâf işitmez.

Ey muhatap! Sen orada boş bir lâf işitmezsin. Ya da “O yüzler orada boş lâf işitmezler.” , demektir.

(.......); boş şey ya da boş lâf ya da boş konuşan biri, demektir. Cennet ahalisi ancak hikmetle konuşurlar. Kendilerini daimi nimetlerle rızıklarıdırdığı için Allah'a (celle celâlühü) hamd ile konuşurlar.

Mekke kırâat ekolü ve Ebû Amr'a göre “orada boş lâf işitilmez” şeklindedir. Nâfi'ye göre de “orada boş lâf işitilmez” şeklindedir.

12

Orada daima akan bir (nice) pınar,

Yani; orada akan birçok pınar vardır.

(Her) nefis ne yapıp öne sürdüğünü ve ne yapmayıp geride bıraktığım bilir.” Tekvîr, 14; İnfıtâr, 5. âyetinde olduğu gibi. (

Yani; Her iki âyette “pınar” ve “nefis” kelimeleri tekil olarak çoğul manasında zikredilmiştir.).

13

Orada yüksek tahtlar,

(.......) (taht) kelimesinin çoğuludur.

“Yüksek” kadri ya da mekânı itibanyla yüksek. Mü'min, Rabbi'-nin, kendisine verdiği mülk ve nimetleri, onun üzerine oturmak suretiyle görsün diye (bu yüksek tahtlar ihsan olunmuştur.)

14

(Önlerine) konmuş kadehler.

(.......) keümesinin çoğuludur. O da; kadeh demektir. “Kulpsuz kaptır” da denrniştir. “... konmuş...” onlara bakmak suretiyle lezzet almaları için önlerine konmuş ya da içmelerine amade olarak pınarların etrafına konmuş, demektir.

15

Sıra sıra dizilmiş yastıklar.

(.......): yastıklar, demektir. “Sıra sıra dizilmiş yastıklar.” yan yana olan yastıklar ve minderler. Her nerede oturmayı dilerse oraya oturur. Bir mindere oturur, diğerine de dayanır.

16

Yayılıp serilmiş saçaklı Halîlar vardır.

Genişçe serilmiş kıymetli döşemeler vardır.

(.......). (.......) kelimesini çoğuludur. “Yayılmış...” serilmiş ya da meclislerde şuraya buraya dağıtılmış, demektir.

Allahu Teâlâ cennetin vasfı ile ilgili bu âyetleri indirdiğinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tahtın yüksekliğini yüz fersah olarak açıklamış. (Bir fersah; Üç mildir.), önlerine konmuş kapların, çoklukları sebebiyle mahlûkatın hesabına girmeyeceğini beyan etmiştir. Yastıkların uzunluğunun ve serili Halîların enlerinin dahi (mahlûkatın hesabına sığmayacağını beyan etmiştir) Ancak kâfirler bunu inkâr etmişler ve:

“Bir taht nasıl bu kadar yüksek olabilir? Kadehler nasıl bu kadar çok olabilir. Yastıklar nasıl bu kadar uzun olabilir ve serili Halîlar nasıl bu kadar enli olabilir? Bunu dünyada görmedik.” demişlerdir. Bunun üzerine Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

17

Onlar hala (ibretle) bakmazlar mı o deveye, nasıl yaratılmıştır o.

Nasıl uzun olarak yaratılmış. Sonra binilmesi ya da yüklenilmesi için nasıl çöküyor, sonra ayağa kalkıyor. Taht da bu şekilde devenin eğilişi gibi mü'min için eğilir.

18

O göğe, nasıl yükseltilmiştir o,

Tutma (işi) ve direk olmaksızın son derece yükseğe nasıl da yükseltilmiş. Sonra onun yıldızları ne kadar da çok. Dolaylısıyla onlar mahlûkatın hesabına sığmamaktadır. Kadehler de aynen böyledir.

19

O dağlara, nasıl dikilmiştir o,

Sabit olarak dikilmiş, nasıl da dikilmiş. Onlar, sağlam ve sabittir. Yüksek olmalarına rağmen yıkılmazlar. Dayanılan minderler, döşekler de aynen böyledir.

20

O yere, nasıl yayılıp döşenmiştir o?

Hazırlarııp amade kılınmak suretiyle nasıl da yayılıp döşenmiştir. Onun tamamı bir ufuktan diğer ufka yayılmış tek bir yaygıdır. Serilmiş Halîlar, döşekler de aynen böyledir. Mananın şu şekilde olması da mümkündür:

“Yaratıcının kudretine şahadet eden bu mahlûkata bakmıyorlar mı ki neticede O'nun yeniden diriltmeye kâdir olduğunu inkâr etmesinler, Peygamberin uyarışım dinlesinler, Allah'a (celle celâlühü) îman etsinler ve O'na (celle celâlühü) kavuşmaya hazırlarısınlar.”

Özellikle bu dördünün zikredilişi bunun Araplara hitap olması ve onları düşünmeye teşvik olması itibanyladır. Kişi devamlı olarak gönlünde olan şeylerden daha çok ibret alır. Araplar çöllerde yaşardı. Göğü, yeri, dağları ve develeri müşahede ederlerdi. Develer onların en kıymetli mallarıydı. Diğer hayvanlara göre en çok onları, kullanırlardı. Çünkü onlar hayvan cinsinden karşılarıabilecek bütün ihtiyacı karşılamaktadır. Onlar da; doğurması, süt vermesi, yük taşıması, üzerine binilmesi ve etinin yenilmesidir. Diğerleri böyle değildir.

Yine onların yaratılışı diğerlerine nazaran daha fazla şaşkınlık vericidir. Dizginlerini tutan herkese karşı itaatkâr olarak yaratılmıştır. Zayıfa karşı gelmez, küçüğü de (binmekten) menetmez. Yüklerle birlikte ayağa kalkabilmesi için boynu uzun yaratılmıştır. Kısa yoldan kolayca binilebilmesi için (ön ayaklarıyla) çömelebilecek şekilde yaratılmıştır. Daha sonra yüklendiği yüküyle ayağa kalkar ve onları uzak beldelere götürür. Susuzluğa dayanıklıdır. Sekiz güne kadar susuzluğa dayandığı çokça görülmüştür. Çölde diğer hayvanların yemediği (hemen) her otu otlar.

21

(Habibim!) Sen hemen (onlara Allah'ın nimetlerini, tevhid delillerini) hatırlat. Sen ancak bir hatırlatıcısın.

“Hatırlat” üzerinde düşünmeleri için (tevhid) delillerini hatırlat. “Sen ancak bir hatırlatıcısın.” senin vazifen yalnızca tebliğdir.

22

Onların üzerinde zorba (biri) değilsin.

Onlar üzerine musallat kılınan biri değilsin.

“Sen onların üstünde zorlayıcı değilsin.” âyetinde olduğu gibi.

Medine kırâati, Basra kırâati, Ali ve Âsım'a göre (.......) şeklindedir.

23-24

Lakin kim (îmandan) yüz çevirir, (Kur'ân'ı) inkâr ederse, Allah da onu en büyük azap ile azaplarıdırır.

İstisna, istisnai munkatıdır.

Yani; sen onlardan sorumlu değilsin, lakin onlardan kim yüz çevirir, Allah(celle celâlühü) inkâr ederse onların işini Allah (celle celâlühü) üzerine alır ve onları kahreder. Onları en büyüt azap ile azaplarıdmr. O da; cehennem azâbıdır. Denildi ki:

Bu, (.......) sözünden istisnadır.

Yani; “îman etmesinden ümidi kestiğin ve yüz çevirmeleri sebebiyle en büyük azâba hak kazanan kişilerin dışındakilere hatırlat” , demektir. Aralarındaki ise tırnak cümlesidir.

25

Şüphesiz onların (öldükten sonra) dönüşleri ancak bizedir.

Zarfm öne alınmasının faydası tehdidin şiddetlendirilmesi ve onların dönüşlerinin ancak ve ancak düşmanlarını kahreden ve intikam almaya muktedir olan Allah'a (celle celâlühü) olduğunu bildirmektir.

26

Sonra hesapları (m görmek) de muhakkak bize âittir.

Onları amellerine göre hesaba çekeceğiz ve onları emsallerini cezâlarıdırdığımız gibi amelleriyie cezâlarıdıracağız.

(.......) harfi ceri tehdidin te'kidi içindir, vücup için değildir. Zira Allah üzerine hiçbir şey vacip olmaz.

0 ﴿