FECR SÛRESİ1Andolsun Fecre, Fecirle yemin edilmiştir. O da: “Ağaran sabaha andolsun.” âyetindeki gibi sabahtır. . Ya da sabah namazıyla yemin edilmiştir. 2On geceye, Zilhiccenin ilk on gecesi ya da Muharrem'in ilk on gecesi ya da Ramazan'ın son on gecesidir. Onların faziletine daha ziyade tembih için (.......) kelimesi nekre kılındı. 3Hem çifte, hem teke, Her şeyin çiftine ve tekine, Ya da bu gecelerin çiftine ve tekine, Ya da namazın çiftine ve tekine, Ya da yaratılanlarla yaratana, demektir. Hamza ve Ali'ye göre (.......) şekhndedir. Diğerlerine göre (.......) ın üstünüyledir. İkisi ayrı ayrı lehçedir. Üstün şekli Hicaz lehçesi, esre şekli de Temîm lehçesidir. Özel gecelerle yemin ettikten sonra genel olarak gece ile yemin etmiştir. Şöyle demiştir: 4(Gelip) geçeceği dem geceye, Denildi ki: Bununla kâdir gecesi kastedilmiştir. “Gelip geçeceği dem...” geçtiği sırada, (.......) nin (.......) sı geçiş hâlinde esre ile yerinilerek hazfedilir. Duruşta ise esre ile birlikte hazfedilir. Biri Ahfeş'e (.......) nın düşmesi hususunda sordu da o: - “Hayır, bana bir yıl hizmet edinceye kadar (söylemem)” dedi. Büyü geçtikten sonra adam sordu, şöyle cevap verdi: - “Gece geçmiyor, gecede geçiliyor, manası değiştirilince ona uyularak lâfzı da değiştiriliyor.” Denildi ki: (.......) nin manası: “Uyuyan gece” , yani; içinde uyunuları gece denildiği gibi kendisinde gidilen gece, demektir. 5Bunlarda akıl sâhibi için birer yemin (değeri) vardır. Yani; kendisiyle yemin edilen bu şeylerde, akıl sâhibi için kendisiyle yemin edilir bir şey vardır. Gereksiz şeylere düşmekten menettiği için akıla “hicr” denmiştir. Kişiyi çirkin işlerden alıkoyduğu ve menettiği için, “akıl” ve “nuha” olarak adlarıdırıldığı gibi, şunu kastediyor: “Bu şeylere yemin edilmesiyle bu şeylerin azametli olması akıl sâhibi katında gerçekleşti mi?” Ya da “Bunlarla yemin edişimde akıl sâhibi için yemin değeri var mı?” Yani; “O, benzeriyle, üzerine yemin edilenin te'kid edildiği büyük bir yemin midir?” Ya da “Bu şeylerle yeminde akıl ve iz'an sâhibi için ikna edici yemin var mı?” Demektir. Üzerine yernin edilen şey hazfedilmiştir. O da; “Elbette azâba uğrayacaklardır.” sözüdür. “Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine” Fecr, 6. âyetinden “Bu yüsden Rabbin onların üzerine azap kırbacını çarptı,” Fecr, 13. ya kadar olan âyetler buna delalet etmektedir. Bundan sonra peygamberleri yalanlayan ümmetlerin azaplandınîmasını zikretti, şöyle buyurdu: 6Görmedin mi Rabbin nice yaptı Âd'a. 7( Yani;) o direk sâhibi İreme? Yani; “Ey Resûlüm Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)! Yakin hususunda gözle görmüş gibi bilmiyor musun?” Bu, tasdik ettirme sorusudur. Denildi ki: Haşim oğullarına Haşim denildiği gibi Âd b. Avs b. İrem b. Sam b. Nûh'un (aleyhisselâm) çocuklarına ve torunlarına da Âd denilmiştir. Daha sonra onların ilk nesillerine Âd-ı ûlâ denilmiştir. İrem de; onların, dedelerinin ismiyle adlarıdırılışıdır. Onlardan sonrakilere de Âd-ı ahîre denilmiştir. (.......) kelimesi (.......) kelimesinin atfı beyanıdır. Ve onların Kadim Âd-ı ûla oluşunu bildirmektedir. Denildi ki: “İrem; onların beldesi ve içinde yaşadıkları topraklardır.” Abdullah b. Zübeyr'in (.......) şeklinde izafetle okuyuşu da buna delalet etmektedir. Bunun takdiri; “Kasaba (halkın)dan sor.” Yûsuf, 82. âyetinde olduğu gibi; “İrem halkının İsmi” şeklindedir. İrem kelimesi mali fe ve müennes olduğu için kabile ismi de olsa, mekân ismi de olsa gayri Munsarıftrr. (.......); kabileye sıfat olduğunda mana; onların, çadır halkı bedeviler olması ya da onların, boyları direklere benzetilmiş uzun boylu kişiler olması, şeklindedir. Beldeye sıfat olduğunda ise mana; onun, sütunlar, direkler sâhibi belde olduğu şeklindedir. Rivâyet edildiğine göre Âd’ın, Şeddad ve Şedid adında iki oğlu vardı. Bunlar hükümdar oldular. Ve milletleri zorla hâkimiyetleri altına aldılar. Bir zaman sonra Şedid öldü. Saltanat tek başına Şeddad'a kaldı. O, dünyaya sahip oldu. Dünya sultanları ona boyun eğdiler. Bu orada o, cennet hakkında sözler işitti: - “Onun bir benzerini bina edeceğim” dedi. Üç yüz sene zarfında Aden sahralarından birinde İrem'i bina etti. Şeddad'ın ömrü dokuz yüz yıl sürdü. İrem, büyük bir şehirdi. Sarayları altından ve gümüştendi. Direkleri/eberced ve yakuttandı. İçinde çeşit çeşit ağaçlar ve nehirler vardı. Şehrin kuruluşu tamamlanınca Şeddad memleket ahalisini oraya şevketti. Oraya varmalarına bir günlük mesafe kalmıştı ki Allah (celle celâlühü) üzerlerine gökten bir gürültü gönderdi de helâk oldular. Rivâyete göre Abdullah b. Kılabe kendisine âit deveyi aramak için çıkmış ve bu şehirle karşılaşmış. Oradan taşıyacak kadar bazı şeyler almış. Onun bu haberi Muâviye'ye (radıyallahü anh) ulaşırıca Muâviye onu huzuruna çağırmış, Abdullah da ona hikâyesini anlatmış. Bunun üzerine Muâviye Ka'bul Ahbar'a haber göndermiş, durumu ona sormuş. O da: “Orası sütunlar sâhibi İrem'dir. Senin zamanında Müslümanlardan kırmızı yüzlü kumral (saçlı) bir adam oraya girecektir. Onun kaşırıın üzerinde de topuğu üzerinde de ben vardır. Kendine âit devesini aramak için çıkar.” demiş. Sonra da etrafına bakmış, İbni Kılabe'yi görmüş ve: -'Vallahi o, bu adamdır.” demiş. 8Ki o, ülkelerde bir benzeri yaratamayandı. Kuvvet ve boy uzunluğu yönüyle Âd gibisi yaratılmadı, demektir. Onlardan bir adamın boyu dört yüz zira idi. Ya da bütün dünya şehirleri içinde Şeddad’ın kurduğu şehir gibisi yaratılmadı, demektir. 9Ve vadi(ler) de kayalan oyan Semûd'a. Dağların kayalannı kestiler ve orada evler edindiler. Denildi ki: Dağları ve kayalan ilk oyan Semûd kavmidir. Onlar bin yedi yüz şehir kurdular. Hepsi de taştandı. “Vadide” Vadi’l-Kura'da. 10O kazıklar sâhibi Fir'avuna. Yani; Çok sayıda ordulara sahip demektir. Onların, konakladıklarında kurdukları birçok çadm vardı. Denildi ki: Onun, Asiye'ye yaptığı gibi insanlara işkence ettiği kazıkları vardı. 11Ki (bütün) bunlar memleketler(in) de azgınlık edenlerdi. (.......), zem üzere mahallen mensûbtur. Ya da (.......) takdiri üzere mahallen merfûdur. Ya da bu, zikrolunan Âd, Semûd ve Fir'avunun sıfatı olmak üzere mahallen mecrûrdur. “Memleketleri(m)de azgınlık edenlerdi” haddi tecavüz edenlerdi. 12O suretle ki oralarda fesâdı çoğaltmışlardı. İnkâr etmek, öldürmek ve zulmetmek suretiyle oralarda fesâdı çoğaltmışlardı. 13Bundan dolayı Rabbin de üzerlerine azap kamçısı yağdırıverdi. Bu, onlar üzerine azâbı indireceğine dair, son derece beliğ bir mecazdır. Zira yağdırmak, dökmek devamlıliği bildirmektir. Kamçı ise elem vermenin çokluğunu bildirmektedir. Yani; elem verici bir azapla daima azap edildiler, demektir. 14Çünkü Rabbin şüphesiz ki gözetlemededir. Mirsad: Gözlemin yapıldığı mekândır. “onu gözetledi” cinsinden gelmektedir. (.......) veznindedir. Bu, onun, kullarını gözettiğini, onların O'ndan bir yere savuşup kaçamayacağını, O'nun onların yaptığı her işi bildiğini ve muhafaza ettiğini, dolayısıyla da eğer hayır ise hayırla şer ise şerle onları cezâlarıdıracağını ifade eden istiâre-i temsiliyyedir. 15Ama insan, ne zaman Rabbi onu imtihan edip de kendisine (lütfü) kerem(iyle muamele) eder, ona nimetler verirse “Rabbim beni şerefli kıldı” der. 16Fakat ne vakit de onu deneyerek üzerine rızkını daraltırsa şimdi de “Rabbim bana ihanet etti” der. “Rızkını daraltırsa” yani; onu azaltır ve onu yaşatacak kadar kısarsa, demektir. Şam kırâat ekolü ve Yezid'e göre “takdir ederse” şeklindedir. Rabbi gözetim yerinde olan kişiye gereken, akıbeti için çalışmak ve dünyaya önem vermemektir. Ancak o, bunun zıddını işlemektedir. Şükretmesi için Rabbi ona nimet ve genişlik vererek imtihan ettiğinde, “Rabbim bana ikram etti.” Yani; “Bana verdiği şeylerle beni yüceltti” , der. İkramı dünya hazzının çokluğunda görür. Onu, sabretmesi için fakirlikle imtihan edip nzkını daralttığında da “Rabbim bana ihanet etti.” der. Horluğu dünya hazzının azliğinda görür. Çünkü onu ancak dünya ve dünyada aldığı hazlar ve nimetler ilgilendirmektedir. Bu sebeple Allah (celle celâlühü), “Hayır” sözüyle onun bu inancını reddetmiştir. 17Hayır! Siz Bilâkis yetime iyilik etmezsiniz. 18Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. İkram ve ihanet mal çokluğunda değildir. Bilâkis ikram, ibâdete muvaffak kılınmaktadır. İhanet de (ibâdet hususunda) başarısızlığa terk edilmektedir. Allahü teâlâ'nın (.......) sözü müptedanın -ki o, (.......) dur- haberidir. (.......) nin başına gelişi ise (.......) nin şart manası içermesindendir. Müptedâ ile haber arasındaki zarf takdiren haberden sonradır (dolayısıyla onun mamulüdür.) Sanki şöyle denilmiştir: Fakat insan imtihan vakti, “Rabbim bana bunu ikram etti.” der. İkinci (.......) da aynı şekilde müptedanın haberi olur. Takdiri de “Ama o, Rabbi onu imtihan edince” şeklindedir. Rızkın bol bol verilmesi ve azaltılması şeklindeki her iki iş imtihan olarak adlarıdırıldı. Çünkü onlardan her biri kul için imtihandır. Ona bol bol rızık verdiğinde şükredecek mi, yoksa nankörlük mü edecek diye imtihana çekilir. Rızık daraltıldığında da sabredecek mi yoksa mızırdanacak mı diye imtihana çekilir. “Biz sizi imtihan için şerle de hayırla da deniyoruz.” Enbiyâ', 35. âyeti de bunun bir benzeridir. Allah (celle celâlühü), “ona ikramda bulunur” sözüyle ikramın varlığını söylemesine rağmen “Rabbim bana ikram etti.” sözünü kabul etmemiştir. Çünkü o (insan) onu Allah'ın (celle celâlühü) veriş gayesinin hilafım kastederek söylemiştir. Ki o da; Allah'ın (celle celâlühü), onu ona hak kazandığı için ikram olsun diye verdiğini kastetmesidir. Bu: “Bu (servet) bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi” Kasas, 78. Âyetinde olduğu gibidir. Hâlbuki Allah (celle celâlühü) onu ona hak etmeksizin imtihan olarak vermiştir. Bilâkis burada bu sözden (Rabbim bana ihanet etti, sözünden) daha kötüsü var o da: Allah (celle celâlühü), onlara zenginlik vermek suretiyle ikramda bulunmasına rağmen onların, ihsan etmek suretiyle yetimlere ikramda bulunmak ve ehlini fakirleri yedirmeye teşvik etmek gibi bir hususta gerekli işleri yerine getirmemeleridir. 19Mirası helâl, haram demeyip alabildiğine yersiniz. (.......), miras demektir. (.......), lemli demektir. Lem de; helâl ve haramı bir araya getirip toplamak demektir. Onlar, kadınları ve çocukları mirastan mahrum ediyorlar ve onlara kalan mirası kendilerine kalan mirasla birlikte yiyorlardı. 20Malı pek çok seversiniz. (.......) ve (.......) aynı manayadır, denilmiştir. Malı hırsla ve hakları menederek pek çok seviyorsunuz. Hicaz kırâat imâmları ve Ebû Amr'a göre (bundan iki âyet sonraki (.......) kelimesi) (.......) şeklindedir. Basra kırâatine göre (.......) kelimeleri, (.......) şekhndedir. 21Hayır! Yer (zelzeleyle) parça parça dağıtddığı zaman, “Hayır” sözü onları bundan mendir ve onların yaptıklarını inkârdır. Daha sonra tehdidi getirdi ve pişmanliğin fayda vermediği bir zamanda kaçırdıkları şeylere karşı pişmanhklarını zikretti. Şöyle buyurdu: Yer birbiri ardınca sarsıla sarsık sallandığında, Yani; (.......) oluncaya, toz duman haline gelinceye kadar sarsılma ve çarpılma işi devam eder, demektir. 22Rabbin(in emri) geldiği, melekler de saf saf (indiği zaman), Bu, Allah'ın (celle celâlühü) kudret âyetlerinin zuhuru, kahr ve saltanat eserlerinin ortaya çıkışı hususunda temsildir. Sultanlardan herhangi birinin bizzat huzuruyla meydana gelen heybet, onun askerlerin ve özel adamlarının huzuruyla meydana gelmez. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir: “Bu, onun emri ve hükmü kazasıdır.” “Melekler de saf saf indiği zaman.” Yani; bütün göklerin melekleri inerler ve insanları ve cinleri kuşatarak saf saf dizilirler. 23Ki o gün cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün (her şeyi) hatırlayacak. Fakat hatırlamadan ona ne (fayda)? Denildi ki: “O (cehennem) ehline gösterilir.” “Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir.” Şuara, 91. âyetinde olduğu gibi. Yine denildi ki: “Bu, onun gerçekten getirilmesidir.” Nitekim hadisi şerifte: “O gün cehennem getirilir. Onun her birini yetmiş bin meleğin tuttuğu yetmiş bin yuları vardır.” buyrulmuştur. “O gün o insan (her şeyi) hatırlayacak.” yani; öğüt alacak. Fakat bu öğütün ona hiçbir faydası olmayacak. 24“Ah, diyecek, keşke hayatım için önden (Sâlih ameller) yapsaydım.” Keşke bu hayatım için -ki o âhiret hayatıdır- önden Sâlih ameller yapsaydım. Yani; keşke fani olan hayatımda bâkî olan hayatım için Sâlih ameller yapsaydım, demektir. 25Artık o gün (Allah'ın) azâbı gibi hiçbir kimse azap edemez. Yani; Allah'ın (celle celâlühü) azâbını kimse üstlenmez. Çünkü bu günde emir, yalnız Allah'a (celle celâlühü) âittir. 26Onun vurduğu bağ gibi de kimse bağ vuramaz. Onun zincirlerle ve bukağılarla vurduğu bağı kimse vuramaz. Keşşaf sâhibi şöyle demiştir: “Hiçbir kimse hiçbir kimseye Allah'ın (celle celâlühü) azâbı gibi azap edemez ve hiçbir kimse hiçbir kimseye Allah'ın bağ vurduğu gibi bağ vuramaz.” Ali'ye göre (.......) ve (.......) şeklindedir ki bu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kıratıdır. Ebû Amr da ömrünün sonlarına doğru bu görüşe dönmüştür. zamîr, vasfedilen insana dönmektedir ki o da; kâfirdir. O zaman mana: “Onun azâbı gibi kimse azap olunmaz ve onun bağlarıışı gibi kimse bağlanmaz.” şeklinde olur. Denildi ki: “O, Ubeyb. Halefür.” Yani; “İnkâr ve inatta son hadde vardığı için onun azâbı gibi kimseye azap olunmaz ve onun zincirlerle bağlarıışı gibi kimse bağlanmaz” , demektir. Bundan sonra Allahu Teâlâ, mü'mine ikram olsun diye Mûsa (aleyhisselâm) a konuştuğu gibi bizzat ya da melek lisanıyla şöyle buyurur: 27Ey itmi'nane ermiş ruh! (.......) _ “mutmainne” ne korku, ne de tasa ile ızdıraba düşmeyen, emin olan nefistir. Bu da îman etmiş nefistir. Ya da Hakka ulaşmış nefis, yakin huzurunun kendisini teskin ettiği, dolayısıyla da kendine, hiçbir şüphenin arız olmadığı nefis, demektir. Ubey b. Ka'b’ın (radıyallahü anh) (.......) şeklindeki kıratı ilk tefsirinin şahididir. Bu, ona ölüm anında ya da diriliş esnasında ya da cennete giriş esnasında söylenir. 28Dön Rabbine, sen O'ndan râzı, O senden râzı olarak. Sana verilenler sebebiyle Allah'tan (celle celâlühü) hoşnut olarak, yaptıkların sebebiyle de Allah (celle celâlühü) katında hoşnut olunmuş olarak Rabbi'nin vaat ettiği yere ya da Rabbinin sevabına dön. 29Haydi gir kullarınıın içine. Sâlih kullarınıın cümlesi içine gir. Onların gurubuna kâtil. 30Gir cennetime. Onlarla birlikte cennetime gir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: “ Yani; kullarınıla birlikte gir ya da kullarını arasında, yani; has kullarını arasında gir, demektir.” “Rahmetinle beni Sâlih kullarının arasına sok.” âyetinde olduğu gibi. Denildi ki: Nefis, ruhtur. Manası da kullarınıın cesetlerine gir, şeklindedir. Abdullah b. Mes'ud'un “kulumun cesedine gir” şeklindeki kıratında olduğu gibi. İbni Abbâs (radıyallahü anh), Taifte vefat edince görülmemiş şekilde bir kuş gelmiş ve onun naşı içine girmiştir. Defnedilince kabrin ağzında bu âyet okundu, ama kimin okuduğu bilinmedi. Bu âyet, Hamza b. Abdül Muttalib hakkında nâzil oldu, denilmiştir. Mekke halkının astığı Hubeyb b. Adiy hakkında nâzil oldu da denilmiştir. Onun yüzünü Medine yönüne çevirdiler de o: “Allah'ım! Eğer katında benim bir değerim varsa yüzümü kıblene taraf çevir.” demiştir. Allah (celle celâlühü) da onun yüzünü kıbleye doğru çevirmiştir. Kimse de onu kıbleden çevirememiştir. Denildi ki: Bu, bütün mü'minler hakkında umumidir. Zira itibar lafzın genel oluşunadır, sebebin hususiliğine değil. |
﴾ 0 ﴿