ŞEMS SÛRESİ1Andolsun güneşe ve onun ayduıhğına, “Onun aydınliğina” yükseldiği ve hâkimiyeti belirdiği vakitteki aydınliğina. 2(Işık almakta) ona tabi olduğu zaman aya, Aydınlık ve ışık hususunda ona tabi olduğunda aya andolsun. Bu da; ayın ilk yansındadır. Ay ışık hususunda güneşin yerine gelir. 3Ona parlaklık verdiği zaman gündüze, Güneşi parlattığında ve onu bakanlara izhar ettiğinde... Bu, gündüzün yükseldiği ve yayıldığı vakittir. Çünkü güneş bu vakitte tamamen ortaya çıkar. Denildi ki: “zamîr, karanlık ya da dünyaya da: “Eğer Allah insanları yaptıkları işler yüzünden (derhal) cezâlarıdıracak olsaydı onun (yeryüzünün) üzerinde hiçbir canlı bırakmazdı.” âyetinde olduğu gibi zikri geçmese de yeryüzü içindir.” 4Onu örtüp bürüdüğü zaman geceye, Güneşi örttüğü ve ufukları karanlıklarda bıraktığı vakitte geceye. Bu gibi şeylerde birinci (.......) ittifakla yemin içindir. Bazılarına göre ikinci (.......) da yemin içindir. Halîle göre ise, ikincisi atıf içindir. Çünkü birincinin tamamından önce yemin üzerine yemin getirilmesi câiz değildir. Görmüyor musun sen onun yerine atıf harfi oldukları hâlde (.......) harfini ya da (.......) yi getirdiğinde mana aynı hâli üzere kalmaktadır. (.......) da bu şekildedir. “Onlar yemin içindir.” diyen kişi, “Eğer onlar atıf için obaydı iki farklı amilin mamulleri üzerine atıf olurdu.” , diyerek delil getirmektedir. Çünkü mesela (.......) sözü yemin (.......) ryla mecrûrdur. (.......) ise mukadder bir fiil ile mensûbtur ki o da “yemin ederim “dir. Eğer (.......) daki (.......) ı atıf için kılsaydın (.......) sözünde olduğu gibi (.......) üzerine cer olarak atfedilmiş olurdu. (.......) da (.......) üzerine nasb olarak atfedilmiş olurdu. Buna şöyle cevap verilmektedir: Yemin (.......) ı, (.......) ve fiil makamındadır. Öyle ki onunla birlikte fiilin söylenmesi âciz değildir. Dolayısıyla o, sanki nasb ve cer eden amil olmuştur. Ve o, iki ameli olan tek bir amil olmuştur. İki ameli olan her amilin tek bir atıfta iki mamulüne atfedilmesi ittifakla câizdir. Mesala (.......) cümlesinde her ikisinin de amili olan (.......) nin makamına geçtiği için (.......) ile ref ve nasb edersin. Burada da böyledir. 5Göğe ve onu bina edene, 6Yere ve onu yayıp döşeyene, 7Her bir nefse ve onu düzenleyene, Bazılarına göre: (.......) ayetlerindeki (.......) lar mastariyyedir. Yani; “Göğe ve onu (yüksek ve süslü bir şekilde) bina edişine, tarzı inşasına, yere ve onu (üzerinde hayat ve yerleşme kabil olacak şekilde) döşeyişine yani; yayışına; nefse ve onun yaratılışım en güzel surette düzenine koyusuna andolsun ki...” , şeklindedir. “Ona ilham edene” sözü sebebiyle onda nazımın fesâdı gerçekleştiğinden bu doğru değildir. Doğru olan onun mevsûle olmasıdır. Nitelik manası kastedildiğinden dolayı (.......) üzerine tercih olundu. Sanki şöyle denildi: “Göğe ve onu bina eden büyük kudret sâhibine yemin obun. Nefse ve onu düzenleyen hikmeti bol hikmet sâhibine yemen ohun.” Nefis kelimesi nekra kılındı. Çünkü bütün nefisler içinde özel bir nefsi murad etti. O da; Âdem (aleyhisselâm)’in nefsidir. Sanki Nefislerden birine yemin olsun ki, şeklinde buyrulmuştur. Ya da her bir nefsi murad etmiştir. “Her nefis ne yapıp öne sürdüğünü ve ne yapmayıp geri bıraktığını bilir. Tekvîr, 14. âyetinde olduğu gibi nekra kılınması çokluk içindir. 8Sonra da ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki, Ona taatmı ve günahım bildirdi. Ona birinin güzel diğerinin çirkin olduğunu öğretti. 9Onu tertemiz yapan kişi muhakkak ki umduğuna ermiş, “umduğuna ermiş” sözü yeminin cevâbıdır. Takdiri de; (.......) şeklindedir. Zeccâc şöyle demiştir: “(geminle cevap arasındaki) sözün uzunluğu lamdan bedel olmuştur.” Denildi ki: “Cevap hazf edilmiştir.” Zahir olan da budur. Takdiri de: “Elbette ki Allah onları helâk edecektir.” , şeklindedir. Yani; Mekke ahalisinin, Allah'ın (celle celâlühü) Rasûlü'nü yalanlamalarından dolayı Semûdu helâk ettiği gibi helâk edecektir. Çünkü onlar (da) Sâlih (aleyhisselâm) ı yalanlamışlardı. “kurtuluşa erdi” sözü (.......) “Ona hem kötülüğü, hem de sakınmayı ilham ederiz” sözüne istidrad (konudan konuya geçme) yoluyla tabi bir sözdür, hiçbir yeminin cevabı değildir. Allah'ın (celle celâlühü), nefsini temizlediği, ıslah ettiği ve nefsini tertemiz kıldığı kişi kurtuluşa ermiştir, demektir. 10Onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır. Allah'ın (celle celâlühü), nefsini azdırdığı kişi de ziyana uğramıştır. İkrime şöyle demiştir: “Allah'ın, kendisini temizlediği nefis kurtuluşa ermiş, azdırdığı nefis de ziyana uğramıştır.” “Tedsiye” ve “Tedbir” İn, kulun fiili olması da câizdir. Tedsiye: “Fışkı fücur ile kusurlarıdırmak ve örtüp saklamak” , demektir. (.......) nın aslı (.......) dir. (.......) ikinci (.......) den bedeldir. 11Semûd (kavmi) azgınliği yüzünden (Peygamberlerini) tekzip etti. (.......): “Tuğyan, azgınlık” demektir. Zira onları yalanlamaya götüren şey onların azgınliği idi. 12(O kavmin) en şakisi ayaklandığı zaman. Semûd'un en haydudu Kuder b. Salif -ki o; kısa boylu, kumral saçlı ve mavi gözlü biriydi- deveyi boğazlamaya kalktığında, demektir. (.......) (yalanladı) fiili ile ya da (.......) mensûbtur. 13(Hâlbuki daha evvel) Allah'ın peygamberi onlara “Allah'ın dişi devesine ve onun su içme nöbetine (sırasına) dikkat edin” demişti. “Allah'ın peygamberi...” Sâlih (aleyhisselâm). (.......) sakındırma sebebiyle mensûb kılınmıştır. Yani; onu boğazlamaktan ve onun (nevbetinde) su içme hakkına dokunmaktan sakının, demektir. Bu, senin “Aslarıa dikkat et aslarıa” sözünde olduğu gibidir. 14Fakat onu tekzip ettiler. Derken o deveyi kestiler. Bundan dolayı Rableri(nin azâbı) da onları, günahları sebebiyle örtüverdi. Öyle ki hepsini bir yaptı (helâk etti). Onu sakındırdığı hususta yalanladılar. Sakındırdığı şeyleri yaptıkları takdirde azâbın ineceğine dair, kendilerine yaptığı uyanlar hususunda onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Boğazlayan bir tek kişi olduğu hâlde: “Bir arkadaşlarını çağırdılar. O da bıçağı çekip (deveyi) kesti” Kamer, 29. âyetinde de belirtildiği gibi buna râzı oldukları için fiil, onların tamamına isnad edilmiştir. Bunun üzerine Rableri, günahları sebebiyle -ki o da; onların, peygamberi yalanlamaları ve deveyi boğazlamalarıdır - onları kökünden yok etti. Bu yok edişi onlar üzerine eşit bir şekilde kıldı. Ondan ne küçükleri ne büyükleri kurtulamadı. 15Bunun sonundan (hiçbir veçhile) korkmayarak. Allah (celle celâlühü), bu fiilin akıbetinden de korkmaz. Yani; Cezâlarıdıran sultanlarda olduğu gibi cezâlarıdırmasına karşı herhangi birinden bir karşı çıkışın meydana geleceğinden korkmaksızın bunu yapar, demektir. Çünkü o, mülkünde ve saltanatında tasarruf etmiştir. “O, yaptığından sorulmaz, ama onlar sorumlu tutulurlar.” Enbiyâ', 23. Medine ve Şam kırâat imâmlarına göre (.......), “korkulmaz” şeklindedir. |
﴾ 0 ﴿