BEYYİNE SÛRESİ1Kitap ehlinden ve müşriklerden (hakkı) tanımayanlar kendilerine apaçık delÜ gelinceye kadar (dinlerinden) ayrılacak değillerdi (mutlaka kendilerine açıklama gelecekti). “(Hakkı) tanımayanlar” Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i. “... kitap ehli...” Yani; Yahûdî ve Hıristiyanlar (.......) kelimesi, taife, bölük demektir. Yani; ona âit insanlar demektir. Ehli İslam da, onu (İslam'ı) din edinen kişilerdir. “... müşriklerden...” putperestlerden. “... ayrılacak değillerdi...” küfürden aynlacak değillerdi. Küfürden sözü hazfedilmiştir. Çünkü (.......) nin sılası buna delalet etmektedir. “Kendilerine apaçık delil gelinceye kadar” Beyyine, açık delil demektir. Kastolunan; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dir. Şöyle diyor: “Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilinceye kadar küfürlerini terk etmediler. O gönderilince de bir kısmı Müslüman oldu, bir kısmı da küfrü üzere kaldı.” 2( Yani) Allah tarafından gönderilen ve tertemiz sahifeler okuyan bir elçi. Yani; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem). Bu, (.......) den bedeldir. “Okuyan” , onlara okuyan, “Sahifeler” , kağıt yapraklar, “tertemiz” , batıldan arınmış. 3O sahifelerde doğru, değerli kitaplar vardır. O sahifelerde hakkı ve adaleti içeren dosdoğru yazılı kitaplar vardır. 4Böyle iken kendilerine kitap verilmiş olanlar, ancak kendilerine delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. Dolayısıyla onlardan bir kısmı, haddi aştıklarından ve haset ettiklerinden dolayı, onun peygamberliğini inkâr etti, bir kısmı da îman etti. Önce ehli kitap ile müşrikleri birlikte zikretti. Daha sonra ehli kitabı tek olarak zikretti. Çünkü onlar, kitaplarında bulunduğu için onun hakkında bilgi sâhibi idiler. Onlar, ondan ayrılmakla nitelendirilince kitapsız olanlar da bu niteliğe büründürülmüş oldular. 5Hâlbuki onlar Allah, onun dininde ihlâs (ve samimiyet) Erbâbı ve muvahhidler olarak, ibâdet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyla emrolunmamışlardır. En doğru din de hu idi. “Emrolunmamışlardı” şunu kastediyor: Tevrât'ta ve İncîl'de (bunlardan başkasıyla) emrolunmamışlardı. “Muvahhidler olarak” Bütün peygamberlere îman edenler ve bâtıl dinlerden sapanlar olarak. “Doğru din de bu idi.” Yani; sabit ve payidar kalacak olan milletin dini budur, demektir. 6Kitaplılardan olsun, müşriklerden olsun (bütün o) küfredenler cehennem ateşindedirler. Onun içinde ebedî kalıcıdırlar. Yaratılanların en kötüsü de onların kendileridir. 7Îman edip de sâlih amellerde bulunanlar(a gelince) hiç şüphe yok ki bunlar da yaratılanların en hayırhsıdırlar. Nafî'ye göre her iki (.......) kelimesi de (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise hafifletilmiş şekli üzere (.......) sizdir. (.......) ve (.......) kelimeleri hafifletilmiş şekli üzere kuUanımları devam eden ve asılları terk edilen kelimelerdendir. 8Onların, Rableri nezdinde mükâfatı altlarından ırmaklar akan Âdn cennetleridir, (Hepsi de) içlerinde ebedî, daimi kalıcıdırlar. Allah bunlardan râzı olmuştur. Bunlar da ondan hoşnud olmuşlardır. İşte hu (saadet) Rabbin(in azâbın)dan korkanlara mahsustur. (.......) ikamet, demektir. “Allah bunlardan râzı olmuştur. -Amellerini kabul etmek suretiyle— Bunlar da O'ndan hoşnud olmuşlardır. -Sevabı cihetinden.- işte bu...” Yani nza “yaratılanların en hayırlısıdırlar” sözü, inanan insanların meleklerden üstün olduğuna delalet etmektedir. Çünkü beriyye; bütün mahlûkat demektir. (.......) kelimesi “Allah (celle celâlühü) mahlûkatı yarattı” fiilinden türetilmiştir. Toprak manasına olan (.......) kelimesinden türetildiğini söyleyenler de olmuştur. Eğer böyle olsaydı Zeccâc’ın da dediği gibi (.......) şeklinde (.......) li okumazlardı. Allahu a'lem. |
﴾ 0 ﴿