2

Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a muhsustur. ”Hamd" kelimesinin başında yer alan ”lam", ”and" (3) içindir. Bu da mükemmel hamd anlamındadır. Mükemmel olan hamd ise, Allah'ın bizzat kendini övmesi, ya da peygamberlerin Allah'ı övmesidir. Aynı zamanda bu ”Lâm" harfi genellik ve kapsamlılık (istiğrak) bildirir. Bu ise bütün hamdlerin, aslında Allah'a yapıldığı anlamındadır. Çünkü: ”Onu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur" (İsrâ: 44) âyetinde belirtildiği gibi, meleklerin, insanların ve tüm varlıkların hamdi, asıl olarak hamdin, adalet bakımından övgünün ve gerçeklik bakımından da mabudluğun kendisine ait olması dolayısıyla Allah'adır.

Hamd, övülmeye lâyık olan zatın kemâlinin açıkça ortaya konulmasıdır. Yüce Allah'ın kemâli, O'nun sıfatları, fiilleri ve eserleridir.

Davud-ı Kayserî bunu şöyle anlatıyor: Hamd; sözle, fiille ve yaşantıyla olur:

Sözlü hamd: Yüce Allah'ın kendisini, veya peygamberlerinin O'nu övdüğü şekilde, dille yapılan hamd ve övgüdür.

Fiilî hamd: Kişinin bedensel olarak ibadet ve hayırlar yapmasıdır. Allah'ın rızâsını gözeterek ve ona yönelerek, bir kimsenin dille Allah'a hamdetmesi ve O'nu övmesi nasıl gerekliyse, her durumda bütün organlarıyla Allah'a hamdetmesi ve O'nu övmesi de öylece gereklidir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ”Her durumda Allah'a Hamdolsun." (4)

İşte bu da ancak, her organın yaratılmış olduğu amaç doğrultusunda değerendirilmesiyle sağlanabilir. Meşru bir şekilde Allah'a kulluk da, nefsin hoşnutluğunu ve lezzetlerini istemek için değil, Allah'ın emrine imtisal için yapılır.

Hâlî, yani yaşantıyla sergilenen hamd: Bu kalb ve ruhtaki iman derecesine göredir. Kişinin ilim ve amel açısından olgunluğa erişmesi, ilahî ahlâkı yaşantı haline getirmesiyle kazanılır. Çünkü insan Allah'ın ahlakıyla ahlâklanmakla emrolunmuştur.

Hamd; kapsam olarak duâ, şükür ve övgüyü içerir. Bundan dolayı Allah (celle celalühü), ”lillâhi" de sena ile, ”rabbi'l-âlemîn'de şükürle, ”erahmânirrahîm, maliki yevmiddin"de de medihle, kendisine hamdederek kitabına başlamıştır.

Kul, gerçek anlamda Allah'a, bu üç tür hamdden biriyle hamdedemez. Buna sebep; gerçek anlamda hamd, Allahın zatına ve sıfatına yaraşır biçimde medih ve sena, onun zatının ve sıfatlarının hakikatim bilmenin bir bölümüdür. Bunun için Allah şöyle buyurmuştur: ”...Onlar ise ilimce onu kavrayamazlar." (Tâ-Hâ: 110), ”Allah'ı gereği gibi tanımadılar..." (Enam: 91).

İkincisi taklidi ve mecazî olanı şudur: Miraç gecesinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yüce Allah'ın :"Beni sena et" hitabı karşısında : ”Ben seni sena edebilecek bir güce sahip değilim" demişti. Ancak yine de emre uyarak kulluğunun gereğini yapmasının gerektiğini de biliyordu. İşte bunun için: ”Sen, kendi zatını nasıl sena ettinse, ben de öylece sena ediyorum" demişti.(5)

İşte bu, Allah'a taklidî yoldan yapılan bir sena ve övgüdür. Nitekim biz de taklidî anlamda Allah'a hamdetmekle emrolunmuşuzdur. Allah bunu şu buyruğuyla emretmektedir: ”Allah'a hamdolsun, de." (Neml: 59,93) ”O halde gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun." (Teğâbün: 16)

İmam Gazzalî, Minhâcu'l-Âbidîn adlı eserinde şu ifadelere yer veriyor: ”Kuşkusuz hamd ve şükür, yedi aşamanın en sonuncusudur. Sâlik olan kimsenin istediğini elde edebilmesi için, bu yedi aşamadan geçmesi gerekir. İbadet yolunda yürüyen kulu harekete geçiren ilk şey, semavî bir ilham ve özel bir ilahî yardımdır. Bu konuya Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), şu hadisleriyle işaret buyurmaktadır: ”Nur, bir kez kalbe girince, o kalb açılır ve ferahlık kazanır." Bunun belirli bir işareti var mı sorusu üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Aldatıcı dünyadan uzak durmak, ebedî dünyaya yönelmek ve henüz ölüm gelip çatmadan önce, ölüme hazırlıklı olmaktır" (6) buyurmuştur.

"Alemlerin Rabbi" Allah, zat ismi bakımından tüm hamd ve övgülere layık olduğunu belirtmiş ve bu ”zât" ismine karşılık"hamd"i getirirken, hemen arkasından sıfat isimlerini eklemiş ve böylece, zat ve sıfatları bakımından her tür övgüye lâyık olduğunu bir arada göstermiştir. Burada ”Âlemlerin Rabbi" ifadesi Allah'ın zat ve sıfatları açısından, dünyevî ve uhrevî her tür hamde müstehak olduğunun bir delili niteliğindedir.

"Rabb", terbiye ve ıslah etmek anlamlarındadır. Bu, ”âlemler" açısından onları gıdalarla ve hayatta kalmak için muhtaç oldukları şeylerle besleyen, eğiten ve yetiştiren demektir. İnsan hakkında kullanılınca dış dünyası olan bedenini nimetle, iç dünyası olan kalbini de rahmetle eğiten anlamınadır. Allah, âbidlerin nefislerini şeriat hükümleri, âşıkların kalblerini tarikat adabı, sevenlerin sırlarını hakikat nurlarıyla eğitir. Yine Allah, insanı bazan tavırları ve organlarında varolan güçlü nurların feyziyle terbiye eder. Kulakla işitme özelliğini, gözle görme unusurunu, dille konuşma imkânını bahşeden Allah'ın şanı ne yücedir. Ey her şeyden münezzeh olan Rabbimiz! Bitkilerde tane ve meyveyi yaratarak, hayvanlara et ve yağ giydirerek, toprağı ağaç ve nehirlerle hizmete sunarak, gök kubbeyi yıldızlarla donatıp aydınlatarak varlıkların yetişmesini sağladın! Sen gerçekten yüce ve münezzehsin! Bütün bunlar insanı şaşırtacak şeylerdir. Rabbin, sanki senden başka bir kulu yokmuşçasına seni yetiştirirken, sen de adeta O'nun dışında bir Rabbin varmış gibi O'na hizmet etmemektesin.

"Âlemîn", âlem kelimesinin çoğuludur. Aslında ”âlem" de çoğul bir kelimedir ve tekili yoktur. Vehb. Allah'ın onsekizbin âleminin olduğunu belirtiyor. Dünya da, bu âlemlerden bir tanesidir ve bu kadar geniş bir harabe içerisinde ufacık bir bayındırlık, çöl ortasındaki bir çadır gibidir.

2 ﴿