7

Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna. ”İnam", nimeti yerine ulaştırmaktır. Aslında, insanın kendisinden haz ve lezzet duyduğu bir durumdur. Burada nimet, insanın haz duyduğu ”hak din" için kullanılmıştır.

İbn Atâ, kendilerine nimet verilenlerin birkaç tabakadan oluştuklarını şöyle açıklıyor:

Arifler: Allah'ın, kendilerine marifetle ikramda bulunduğu kimseler.

Veliler: Allah'ın kendilerine doğruluk, hoşnutluk ve yakîn ile ikramda bulunduğu kimseler.

Safvetü'l-Ebrâr (seçkin iyiler): Allah'ın kendilerine hilm (yumuşaklık) ve re'fet (merhamet)le ikramda bulunduğu kimseler.

Müridler: İtaat etmenin hazzına ve tadına eren, bununla nimetlenen kimseler.

Müminler: Allah'ın kendilerine doğruluk nimetiyle ikramda bulunduğu kimseler.

Bir başka yoruma göre kendilerine nimet verilenler; peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlihlerdir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: ”...İşte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehitler ve sâlih kimselerle beraberdirler..." (Nisa: 69)

Âyette ”yol" anlamındaki sıratın iki defa tekrar edilmesi, gerçek sıratın iki olduğuna işarettir:

1- Kuldan Rabbine giden yol.

2- Rabb'den kuluna gelen yol.

Kuldan Rabbine giden yol, korkularla dolu bir yoldur. Çünkü bu yolda nice kafilelerin yolu kesilmiş ve nice yolcular yolda kalmıştır. Şerefli ve soylu münadî (sesleniri), şerefli ve soylu kimselere şöyle seslenir: ”İstek geri çevirildi, yol kapandı, yolkesen de bu grubun yolunu kesiyor". ”...And içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." (A'raf: 16)

Rabbden kula giden yol ise her yönüyle güvenli bir yoldur. Kafileler yolda giderlerken selamettedirler, yurtlar nimetlerle dopdoludur. Yolcular klavuzlar eşliğinde yol alırlar. ”...Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle... beraberdirler." (Nisa: 69) Yani Allah, yüce yardımıyla sırlarını, hidayet sırlarıyla ruhlarını, velayet eserleriyle de kalblerini aydınlattı. Çünkü nimetler zahirî ve batınî olmak üzere ikiye ayrılırlar:

a- Zahirî, yani görünür nimetler: Peygamberlerin gönderilmesi, kitapların indirilmesi, sünnete uymak, bidatten uzak durmak, emir ve yasaklara boyun eğmek, yüksek doğruluk makamı üzerinde sebat, kulluğun gerekliliği gibi hususlar hep zahirî nimetlerdir.

b- Batınî, yani gizli nimetler: Allah'ın, fıtratın yani yaratılışın hemen başında ruhlara nimetler vererek ikramda bulunmasıdır. Bu Allah'ın nurunun serpintilerinin bu fıtrata isabet etmesiyle kazanılır. Nitekim Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ”Doğrusu Allah, yaratıklarını bir zulmet içinde yarattı. Sonra da nurundan bunlara birazcık serpti. Bu nurun isabet ettiği kimse, hidayet bulmuştur, isabet etmediği kimse de sapıklıkta kalmıştır." m

Allah'a varan yolun kul tarafından bulunması, bu hadiste adı geçen nur serpintilerinin o kimseye isabet etmesi sayesindedir. Bilindiği gibi, bereketli yağmurun başı, önce tek bir damladır. Sonra bu, rahmet halinde dökülmeye başlar.

Gazaba uğrayanların ve sapanlarınkine değil. Âyetin bu bölümü de yine bir ilgi zamiri olan ”ellezîne" den bedeldir. Dolayısıyla gazaba uğramaktan ve sapmışlıktan kurtulanlar, kendilerine nimet verilenlerdir. ”Gazab"'ın asıl manası: İnsanın, intikam duygusu sırasında, nefsin galeyana gelmesidir. Buradaki manası ise, rızâ ve hoşnutluğun karşıtı veya intikam arzusudur. ”Dalâl": İster bilerek olsun ister yanlışlıkla olsun, orta yoldan ayrılmaktır.

"Gazaba uğrayanlar"dan maksat, isyankâr olanlardır. ”Sapanlardan" maksat da, Allah'ı tanımayan cahillerdir. Çünkü ”nimete erenler", ilmi ve ameli birlikte bünyelerinde toplayanlardır. Bunların mukabili olanlar ise aklî veya ilmî güçlerinden birini yitirmiş kimselerdir. Amel yönünü kaybedenler, gazaba uğrayan fâşıklardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ”...Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiştir..." (Nisa: 93) İlmi elden bırakan da cahil ve sapıktır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ”...Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır?..." (Yunus: 32) veya ”Gazaba uğrayanlar"dim maksat Yehudilerdir. Allah, bunlarla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: ”...Allah'ın lanetlediği ve gazap ettiği kimseler..." (Mâide: 60). ”Sapanlar"dan maksat da Hıristiyanlardır. Rabbimiz onlar hakkında şöyle buyurmuştur: ”...Daha önceden sapmışlar, birçoklarını saptırmışlardır..." (Mâide: 77) Ancak burada ”Gazaba uğrayanların" Yehudiler, ”sapanların" da Hıristiyanlar olduğu gibi kesin çizgiler çizmek doğru olmaz. Çünkü yine Kur'an'da ”gazaba uğrama", bazan Hıristiyanlara nisbet edildiği gibi, ”Sapıklığın" ifadesinin de Yehudilere nisbet edildiği olmuştur. Ancak bu iki ifade birlikte zikredildiğinde uygun olanı ”gazâb" ile Yehudilerin kastedilmiş olmasıdır. Yahudiler, küfürlerinde oldukça inatçıdırlar. Çünkü hep haddi aşmışlar, peygamberlerini öldürmüşlerdir, ”Doğrusu Allah fakirdir, biz ise zenginiz..." (Al-i İmrân: 181) türünden ifadeler kullanmışlardır.

"Kendilerine nimet verilen kimselerin yahudi ve Hıristiyanlar dışında kalan kimseler olduğu biliniyor. O halde nimet verilenlerden sonra bunların anlatılmasının yararı ne olabilir?"denilirse. Derim ki: ”Kendilerine nimet verilenler..." âyetinde, Allah'ın rahmetine olan umudun en üst seviyesiyle niteledikten sonra, bu iki gurubun haline nisbetle, onların imanlarının, Allah'ın azabından tam bir korku ile vasfedilmesidir.

Necm tefsirinde şöyle deniliyor: '"Gazaba uğrayanların ve sapanlarınkine değil' sözünden maksat, hadiste anlatılan nurdan pay almayanlardır. İşte o nurdan pay almamaları sebebiyle nefis çölünde kaybolmuşlar, taklit ve tabiat karanlıklarında yollarını şaşırmışlardır. Allah bunlara gazapta bulundu, onları rahmetinden uzak kılarak lanetledi."

"Âmin": Bu kelime isim fiildir ve ”kabul et" anlamındadır. Yani: ”Ey Allah'ım! Bizim dualarımızı kabul buyur" demektir. Bu kelime, ittifakla Kur'an'dan değildir. Çünkü ”İmam" olan asıl mushafa yazılmamış olduğu gibi, sahabe ya da tabiînden olan herhangi bir kimseden de bu kelimenin Kur'an'dan olduğuna ilişkin bir nakil yoktur. Ancak Fatiha okunduktan sonra bundan ayrı olarak ”Amin" demek sünnetir. Çünkü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ”imam 'veleddâllîn' deyince 'âmin' deyin. Çünkü melekler de bunu söyler. Kimin 'âmîn' ifadesi meleklerin 'âmîn' ifadesiyle denk gelirse, onun geçmiş günahları bağışlanır."

Cumhura göre Fatiha sûresinin âyet sayısı yedidir. Kelimelerinin sayısı, Teysir adlı kaynakta belirtildiğine göre 25'tir. Harflerinin sayısı da 123'tür.

Allah'ın yardımıyla Fatiha sûresinin tefsiri sona erdi.

7 ﴿