BAKARA SÛRESİKur'an'ın en uzun ve en kısa süreleriyle, en uzun ve en kısa âyetlerinin hangileri olduğu konusunda müfessirlerin söylediklerini şöyle özetleyebiliriz: Kur'an'da en uzun sûre Bakara, en kısa sûre de Kevser süresidir. En uzun âyet ”deyn" âyeti diye adlandırılan ve borçlarla ilgili hükümlerden söz eden Bakara sûresinin 282. âyetidir. Kur'an'daki en kısa âyet ise, ”ve'd-Duhâ", ”ve'l-Fecr" âyetleridir. Kur'an'da yer alan en uzun kelime de, Hicr sûresinin 22.âyetinde geçen ”Feeskaynâkümûhü" kelimesidir. Fatiha sûresinden sonra gelen Bakara sûresinin, en uzun sûre olmasındaki hikmet şöyle açıklanmıştır: Bu sûrede hükümler ayrıntılı olarak açıklanmış, çok darb-ı meseller verilmiş, hüccet ve deliller genellikle bu sûrenin kapsamında yer almıştır. Ve hiçbir sûre bu sûrenin içerdiği konuları içermemektedir. Bundan dolayı da sûreye ”Kur'an'ın çadırı", anlamında ”Fustatu'l-Kur'an" denilmiştir. Ebû Bekir İbn Arabi, (1) hocalarından birisinin şöyle dediğini anlatıyor: ”Bakara sûresinde bin emir, bin nehiy (yasak), bin hüküm ve bin haber bulunmaktadır. Bu sûre içinde yer alan hükümlerin çokluğu dolayısıyla Abdullah b. Ömer, sekiz yılını bu sûrenin öğrenimiyle geçirmiştir." 1Elif, Lâm, Mîın! Fatiha sûresine muhkem ve açık harflerle başlanıldığı halde, Bakara sûresine ”Elif, Lâm, Mim" diye başlanılmasındaki hikmetle ilgili olarak söz konusu olan bir soruya, Sûyûti şöyle cevap vermiştir: Bilindiği gibi Fatiha sûresi, herkes tarafından bilinen açık ve muhkem harflerle başlıyor. Bunun anlaşılmasında herhangi bir zorluk ve kapalılık yoktur. Bakara sûresi ise bunun karşıtı olan müteşabih harflerle başlamıştır. Müşabihler aynı zamanda, yorumdan uzaktırlar. Akıl sahipleriyle hikmet sahibi kimselerin mertebeleri bununla anlaşılır. Bunun karşısında aciz kaldıklarını itiraf ederler. Bundan ibret alıp âyetlerini düşünürler. İlim sahipleri, sûrelerin başındaki harfler ve bunlarla nelerin amaçlandığı hakkında birçok görüş bildirmişlerdir: 1- Bunlar bize kapalı olan ve sırları da gizli tutulan ilimlerdendir. Yani Allah'ın, ilmini ve mânasını kendisine ayırdığı müteşabihlerdir. Bunlar Kur'an'ın gizlilikleridir. Biz bunların zahirine iman eder ve onları bilmeyi Allah'a havale ederiz. Müteşabihlerin Kur'an'da zikredilmesinin sebebi, onlara iman etmeyi sağlamaktır. 2- Bunlar, birtakım anlamlar ifade ederler: a) ”Elif", Allah demektir. ”Lâm", Latif ve ”Mim" de Mecîd demektir. Yani mana: ”Ben, Latif ve Mecid olan Allah'ım" demek oluyor. Nitekim aşağıdaki müteşabihler de şöyle yorumlanmıştır: ”Elif, Lâm, Râ": ”Ben, Allah'ım görürüm. ”Kâf Hâ, Yâ, Ayın, Sâd": ”Ben, kerim olan, hidayete erdiren, her şeye yerli yerince hükmeden, her şeyi bilen, sâdık olan Allah'ım." Nitekim, Kur'an'daki ”kaf ' harfinin, O'nun kadir ve kahir olduğuna işaret ettiği şeklinde yorumlar bulunduğu gibi, ”nun" da O'nun Nûr ve Nasîr (yadıma) olduğuna işaret sayılmıştır. Tüm bu harflere ”Mukattaa harfleri" denir. Bunların her biri yüce Allah'ın bir isminden alınmadır. Zaten Arap geleneğinde harflerin bazısı ile yetinmek bir alışkanlıktır. Nitekim şairin şu sözünde bu görülmektedir: "Kültü lehâ kıfîfe kalet ka" O kadına ”dur" dedim, o da ”ka" (durdum), dedi. Buradaki ”ka" durdum anlamına gelen ”vekaftü" kelimesinin kısaltılmışıdır. b) Bazı sûrelerin baş taraflarında geçen bu tür harfler, Kur'an'ın normal alfabe harflerinden oluştuğunu göstermek içindir. Ancak bu harflerin bazıları böyle mukattaa olarak geldiği halde, kimisi de kelime ve cümlelerden oluşarak gelmiştir. Böylece Kuranla kendilerine meydan okunanlara bir uyarıda bulunulmuştur. Bununla insanlara şu mesaj veriliyor: Ey insanlar, sizin sözleriniz nasıl harflerden oluşuyorsa, bu Kur'an da aynı harflerle düzenlenmiştir. Eğer bu, insan gücünün üstünde bir güç olarak kuvvetlerin ve kudretlerin yaratıcısı Allah tarafından indirilen bir kitap olmasaydı, kesinlikle bunun bir benzerini getirebilirlerdi. İşte bu görüş tahkik erbabının kabul ettiğidir.(2) "Elif, Lâm, Mim. Bu kitap." Şeyh Muhyiddîn Arabî bu âyetin tefsiriyle ilgili olarak şunları söylüyor: ”Allahü teâlâ'nın sûre başlarında insanlarca anlamı bilenemeyen bu harfleri indirmesinin sebebi, Kur'an'ın indirildiği sıralarda, insanların onu anlamamaları için Arapların gürültü yapmalarıydı.'"' İşte Allah hikmeti gereği olarak bu harfleri indirdi ve böylece Allah'ın indirdiklerini duyduklarında, hemen buna yönelmelerini sağladı. Çünkü bunun da, tıpkı kendi sözleri gibi, birtakım harflerden oluştuğunu görecekler ve hiçbir gürültü çıkarmaksızın susarak Kur'an'a yöneleceklerdir. Doğrusu insan, genel olarak yabancı ve alışık olmadığı şeylere karşı bir merak duyar. Hemen ona yönelir ve kulak verir. Zaten böyle olunca da, istenilen amaca varılmış olunur. Çünkü bu harflerden sonra inen diğer hükümleri dinlerler ve oldukça da arzulu olurlar. Böylece Allah'ın mukattaa harfleriyle indirdiği âyetlerle bunlara yakın olan kelimeler arasındaki hikmet ve münasebeti ararlar. Fakat bunların manalarını istendiği şekilde anlayamazlar. İnatçılar ve kâfirler Allah tarafından büyük bir imtihanla karşı karşıya kalırlar. Çünkü Kuran karşısında hep gürültü çıkarıp durmalarından ve inatlarından dolayı onlar için büyük bir şer vardır. Diğer taraftan bu, mü’minler için bir rahmet ve Allah'tan bir hikmettir." Değerli şeyhim Lâihât adlı kitabının dipnotunda şunları yazıyor: ”Bu gibi müteşabih âyetler yüzünden ilimle ilgileri bulunmayan kimselerin ayakları sürçmüştür. İlimde yüksek derece sahibi kimselerin akılları da buna şaşırıp kalmıştır. Kimisi Allah'a karşı olan edepleri sebebiyle ileri gitmeyip: ”Ona inandık. Hepsi Rabbimiz kalındandır" (Âl-i İmrân: 7) dediler. Kimisi de değişik yorumlar getirmelerine rağmen, maksadı ifadeden uzak kaldılar. Fakat bu teviller şeriat açısından güzel görüldükleri gibi, din ve akıl yönünden de kabul gördüler. ”(Bu inceliği ise) ancak selim akıl sahipleri düşünüp anlar." (Âl-i İmrân: 7) Ancak bütün bunlar, Allah'ın hatırlatması ve ilhanlıyla kazanılır." Abdurrahman Bistamî de: ”Doğrusu bazı peygamberler, harflere ait sırları Rabbani vahiy ve Samedânî ilka (ilham) yoluyla, bazı veliler nurlu keşifler ve ruhanî feyizler sayesinde, bazı ilim sahipleri de sahih nakil ve üstün bir akılla öğrenebildiler. Bunların hepsi de kendi arkadaşlarına bunlara ait bazı sırları ya keşif ve şühud yoluyla veya bazı tanımlarla haber vermişlerdir. Fakat bu konuda doğru olan; Allah'ın, harflerin sırlarına ilişkin bilgileri bu ümmetin birçoğuna saklı tutmuş olduğudur. Çünkü bunda bazı ilahî hikmetler, Rabbani maslahat ve faydalar vardır. Rabbimiz büyük zatlara, bunların tümünü değil, sadece bazı sırlarını öğrenebilme imkânını vermiştir. Bu öğrenilenler de bazı özel terkiplerden ibarettir. Bunlar ulvî âlemlerle en suflî âlemleri ve başkaca şeyleri etkileri altına alma imkânını veren, ya da onlara etki edebilme gücünü sağlayan şeyler olabiliyor" diyor. Diğer taraftan müteşabih de, tilâvet yönünden tıpkı muhkem gibidir. İbn Mes'ûd'un anlattığına göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ”Kim, Allah'ın kitabından bir tek harf okursa, ona bir ha se ne ( sevap ) vardır. Her bir hasene de on misli olarak değerlendirilir. Ben ”Elif Lâm, Mim ” bir tek harftir demiyorum. Aksine ”Elif" bir harftir, ”Lâm" bir harftir ve ”Mîm" de ayrı bir harftir."(4) Dolayısıyla ”Elif, Lâm, Mîm" de otuz hasene vardır. |
﴾ 1 ﴿