6İnkâr edenlere gelince... Yüce Allah bundan önceki âyetlerde, samimi ve halis kullarını tüm nitelikleriyle anlattı. Onlar için hidâyeti ve kurtuluş yolunu gösterdiğini belirtti. Şimdi de bunların tam zıddı olan inkarcıları anlatıyor. Bunlara hidayet kâr etmemiş, âyet ve uyanlardan da bir ders almamışlardır. Âyette ilgi zamirinin marifeliği (belirliliği) ya ”ahd" manasınadır ki bununla belirli bazı kimseler bildirilmek isteniyor: meselâ. Ebû cehil, Ebû Leheb, Velîd b. Muğîre, Yahudi din bilginleri gibi. Veya bu cins manasınadır. Bu durumda küfründe ısrar eden ve kesinlikle hakkı kabul etmeyi düşünmeyen herkes, bu ifadenin içinde yer alır. ”Küfür" sözlükte, örtmek ve kapatmak anlamına gelir. Şeriat dilinde ise, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın getirdiği zaruri olarak bilinen şeyleri inkâr etmektir. Begavî'de bildirildiğine göre küfür dört türlüdür: a- ”Küfr-i inkârî: Allah'ı bilip tanıdığı halde, bunu itiraf etmemektir. b- Küfr-i cuhûdî: Kalbiyle Allah'ın varlığını bildiği halde diliyle bunu söylemeyenin küfrü. Mesâla İblîs'in küfrü gibi. Allah şöyle buyuruyor: ”Bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince, onu inkâr ettiler." (Bakara: 89) c- Küfr-i inadî: Kalbiyle Allah'ı tanıdığı halde, diliyle itiraf etmemesi ve o hak dini de kabul etmez. Ebû Talib'in küfrü gibi. Çünkü o: "Aslında yeryüzünde en hayırlı dinin Muhammed'in dini olduğunu biliyorum. Eğer beni kınamasalar ve bana dil uzatmalarından endişe etmeseydim, Benim buna açıkça müsamaha ettiğimi görürdün" demiştir. d- Küfr-i nifâkî: Diliyle ikrar ettiği halde, kalbiyle inanmayanın küfrü. Aslında bütün bu küfür türlerinin hepsi de aynıdır. Çünkü kim bu tür küfürlerden herhangi biriyle Allah'ın huzuruna çıkarsa, onun için bağışlanma yoktur." Onları uyarsan da, ey Muhammed, uyarmasan da... Anlam şöyle oluyor: ”Doğrusu senin kâfirleri uyarman, ya da uyarmaman hiçbir şeyi değiştirmez." Uyarma anlamına gelen ”imâr" kelimesi aslında, korkulacak bir şeyin bildirilmesi anlamınadır. Burada, işlenen kötülük ve günahlar yüzünden Allah'ın azabı ve cezalandırmasıyla korkutmaktır. Kâfirler hakkında hızarla yetinilmesi, aslında kâfirlerin müjdelenmeye değer kimseler olmamasındandır. Çünkü inzar, kalblerde daha derin bir etki yaptığı gibi, ruhlar üzerinde de şiddetli bir etki bırakır. Menfaatten önce zararı önlemek çok daha önemlidir. Kâfirler uyarıdan hiç etkilenmedikleri için, kuşkusuz bunlara ilk olarak müjdeden söz edilemez. Allah'ın putperestler hakkında: ”Onları çağırsanız da, sükût etseniz de, sizin için birdir" (A'raf: 193) buyurduğu âyette ”sizin için birdir" dendiği halde, yukarıdaki âyette ”senin için birdir" buyurmamıştır. Çünkü senin uyarman ve uyarıyı terketmen, senin hakkında aynı anlamda değildir. Sen, onlar inanmasalar da, uyardığın için bundan dolayı sevap alırsın. Fakat onlar için böyle bir durum yoktur. Onları uyarsan da uyarmasan da iman etmezler. Bu tıpkı iyiliği emir ve kötülükten uzaklaştırma gibidir. Çünkü bu görevi yapan kişi, emrettiği şahıslar emredileni yapmasalar da, yine sevabını alır. Bu toplumun hali, tıpkı Hazret-i Hûd (aleyhisselâm)'un kavmi gibidir. Onlar: ”Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir" (Şuarâ: 136) demişlerdi. Allah da kafirler hakkında: Onlar için birdir... buyuruyor. Kıyamet gününde bunlara şöyle denilir: ”Girin oraya, sabretseniz de, sabretmeseniz de artık sizin için birdir. Ancak yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız." )Tur. 16) "Onlar için birdir", burada ”birdir" anlamına gelen ”sevâün" kelimesi ”istiva" anlamında bir isimdir. Sıfat manasına olup mübalağa ifade eder. Yüce Allah şöyle buyuruyor: ”Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze gelin." (Âl-i İmrân: 64) Yüce Allah bunların şöyle diyeceklerini bildiriyor: ”Şimdi biz sızlamak da, sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur." (İbrahim: 21) Madem ki öğüt vermek veya vermemek birdir, şu halde onların cehennem ateşine sabretmeleri veya etmemeleri de birdir. Sana göre yaşlılığında olsun, gençliğinde olsun isyanın madem ki birdir, sana göre sürekli hasta olman ya da sağlıklı olman bir şey değiştirmeyecek, senin için nimet içinde olmak ya da sıkıntıya katlanmak mademki aynı şeylerdir, bu durumda senin ölüm anında tevbe edip etmemen; ısrarının ya da sessizliğinin eşit olmasından korkmaz mısın? Şefaatçıların, senin işinle ilgilenmeleri ya da seni bırakmalarının eşit olmasından korkmaz mısın? Onlar inanmazlar. Bu, başlı başına bağımsız ve bir öncekini destekleyen bir cümledir. Diğer taraftan bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir teselli doğuruyor ve kalbine bir ferahlık veriyor. Çünkü burada, Allah'ın Hazret-i Nuh'a verdiği haber türünden bir haber vardır. Uzun bir süre geçtikten ve iyice şiddet arttıktan ve umut kesildikten sonra, Allah Hazret-i Nuh'a şöyle buyurdu: ”Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık sana asla inanmayacak." (Hûd: 36) Bundan böyle Hazret-i Nûh da kavminin helak olması için bedduada bulundu. Bu âyet-i kerimede, eğer ilgi zamiriyle belli kişiler kasdediliyorsa, gaybtan haber veriliyor demektir. Bu da açık mucizelerdendir. Bu arada şöyle bir soru da akla gelebilir: Madem ki Allah, bunların inanmayacaklarını biliyordu, o halde niçin Hazret-i Peygamber'e onları davet etmesini emretti? Kesin olarak iman etmeyeceği bilinen kimseyi uyarmanın yararı, ileride delil ile susturulmaları içindir. Bilindiği gibi yüce Allah, Hazret-i Mûsa'yı, İslâm'a davet etmesi için Firavuna göndermişti. Fakat Firavunun iman etmeyeceğini de biliyordu. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: ”Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın!" (Nisa: 165) Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor: ”Eğer biz bundan önce onları bir azab ile helak etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ya Rabbi! Bize bir elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık." (Tâ-Hâ: 134) Şöyle bir soru da akla gelebilir: Allah, Hazret-i peygamber'e bunların iman etmeyeceklerini bildirdi. O halde tıpkı Hazret-i Nuh'un kavminin iman etmeyeceğini bildirip helak ettiği gibi, bunları da helak etmeli değil miydi? Buna karşılık olarak deriz ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), âlemlere rahmet olarak gönderildi. Nitekim bunu Kur'an bildiriyor: ”Halbuki sen onların içinde oldukça Allah, onlara azap edecek değildir ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir." (Enfal: 33) |
﴾ 6 ﴿