19

Yahut onların durumu, gökten boşanıp içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek bulunan şiddetli bir yağmur gibidir. Münafıkların durumu, tıpkı gökten boşanan şiddetli bir yağmura tutulanların haline benzer. Gök (sema) dünyanın tavanıdır. Anlam şöyle oluyor: Tüm göğü kaplamış olan bir buluttan yağan şiddetli yağmur.

Abdullah b. Abbas'tan yapılan rivayete göre, Arş'ın altında bir deniz vardır. Canlıların rızıkları ondan inmektedir. Bu denize vahyolunur, buradan da semadan semaya istenildiği kadar yağmur yağdırılır. Bu olay dünya semasına gelinceye dek yağma işi devam eder. ”Zulümat" kelimesiyle, her türlü karanlık anlatılmak istenmiştir. Öylesine yoğun bir karanlık ki, bulutlar birbiri üzerine kat kat binerek gecenin karanlığına ayrı bir karanlık eklemişler, böylece de ortalık zifiri karanlığa dönüşmüştür. Göz gözü görmeyecek bir karanlık... Gerçi burada gece karanlığından söz edilmemektedir ve âyette de bunu gösteren bir işaret yoktur. Ancak gecenin karanlığı anlamı, âyetin şevki (gelişi) inden anlaşılabilir. Çünkü bundan sonraki âyette şöyle buyuruluyor: ”O şimşek neredeyse hemen gözlerini kapıp alıverecek" Daha sonra âyetin devamında, şu ifadelere yer veriliyor: ”Karanlık basınca da dikilip kalırlar. ” Şimşeğin gözü kapıp alması, genellikle karanlık gecelerde olabilir. Aynı şekilde, insanın yürürken ansızın duraklaması da, yine bu gece karanlığından meydana gelmektedir. Çünkü insan, yolda yürürken ansızın ışığın yok olmasıyla, bir anlık da olsa görme özelliğini yitirir ve bu yüzden, olduğu yerde durakalır.

Gündüzün bulutlar ne kadar kesif ve yoğun olursa olsun, karanlık ne oranda çökerse çöksün, yolda yürüyenin yürümesine engel olmaz ve yürüyenin durmasını gerektirmez. Âyette karanlıkların yağmurun içerisinde olduğu belirtilmiştir. Halbuki bulutun ve gecenin karanlığı da vardır. Bunun sebebi yağmurun şiddetini ve korkunç durumunu belirtmek içindir. Gök gürlemesi, yani ”ra d" buluttan işitilen şiddetli sestir; şimşek ”berk", bulutların birbirleriyle sürtüşmeleri sırasında meydana gelen parıldama, ışık ve aydınlıktır.

Yıldırımlardan ölüm korkusuyla, parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Korku ve dehşet saçan bir biçimde gök gürlemesi ve şimşeklerden söz edilince, sanki, ”böyle bir gök gürlemesi durumunda, bu şiddetin altında bulunanların hali ne olur?" gibi bir soruya, parmaklarını kulaklarına tıkarlar şeklinde cevap verilmektedir. Parmaklarını kulaklarına tıkarlar, demek, parmak uçlarını tıkarlar anlamınadır. Burada mübalağa vardır. Sanki onlar şiddetli korku ve şaşkınlarından dolayı sadece parmaklarının uçlarını değil parmaklarının hepsini kulaklarına sokarlar.

Bir başka yoruma göre de, yerinde kullanılması gereken organlarını normal yolda kullanarak böylece doğruyu bulmayıp şaşkınlık ve dehşetten ne olduklarını bilemez durumdadırlar. Bütün bunlar, yıldırımlardan korktukları için başvurdukları yollardır. Yıldırım öylesine korkunç bir şeydir ki, bir kıvılcım ateşle birlikte nereye isabet ederse, orasını kül haline getirir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gök gürlemesi ve yıldırımlarını duyunca şöyle duâ ederlerdi: ”Allah'ım! Gazabınla bizi öldürme, azabınla bizi helak etme, bütün bunlardan önce bizi afiyette kıl."

Allah ise, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. Âyette geçen ”ihata" bir şeyi her taraftan çepeçevre kuşatmak anlamınadır. Allah onları ilim ve kudretiyle kuşatmıştır. Böylece kâfirler, dört bir yandan kuşatma altında tutulduklarından, kaçacak hiçbir yer ve imkânları kalmamıştır. Âyetteki bu son cümle bir parantez cümlesidir. Dolayısıyla şiddetli bir fırtınaya yakalananların, parmaklarını kulaklarına tıkamaları, kendilerini kurtaramayacağına ilişkin bir uyarıdır. Çünkü kaderi hiçbir tedbir ve korku yenemez. Âyette açıkça kâfirlerden sözedilmesi, onların küfürleri yüzündendir.

19 ﴿