79

Artık kitabı kendi elleriyle yazıp, değiştirerek... Bu, herhangi bir mecazi anlamayı ortadan kaldırmak için yapılan pekiştirmedir. Çünkü insan bazan: ”Falancaya yazdım" der, oysa o bu ifadesiyle, mecazen ”falancaya yazılması için başkasına bir yazı yazmasını emrettim" demek istemektedir.

Az bir değerle satmak için: 'Bu, Allah katındandır,' diyenlerin vay hâllerine! Bunlar kitabı değiştirdikten sonra da, kendi içlerindeki sıradan kimselere bu değiştirilen şeylerin Tevrat'ta bulunduğunu söylerler.

"Veyl" yani ”vay hâllerine" kelimesi, helak olma durumundaki herkes için söylenen bir ifadedir, bir kimsenin azaba çarpılmasını istemek anlamında bir bedduadır. Yani bunlar için gerçekten büyük bir ceza vardır.

Rivayete göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelince yahudi din bilginleri, bundan böyle liderliğin ellerinden gideceğini, gelir kaynaklarının kuruyacağını görünce korkmaya başladılar. Bunun için ayak takımından kimseleri iman etmekten alakoymak için, Hazret-i Muhammed'le ilgili olarak Tevrat'ta bulunan: ”Ahir zaman peygamberi, güler yüzlü, kıvırcık saçlı, sürme gözlü, orta boylu" gibi nitelikleri değiştirerek bu ifadeler yerine: ”Uzun boylu, mavi gözlü, düz saçlı..." gibi ifadelerle değiştirdiler. İşin gerçeğini bilemeyen sıradan Yehudiler durumu hahamlara sorduklarında, hemen kendilerinin değiştirip yazdıkları ifadeleri okuyor, dolayısıyla bu niteliklerin Rasûlullah'ta olmadığını gören bu kişiler de onu yalanlıyorlardı. Çünkü hahamlar yaptıkları bu değişikliğin karşılığında rüşvet alıyorlar, bunu önemsiz bir dünyalık için yapıyorlardı. Ayette ”az bir değer" ifadesinin geçmesi, dünyadaki tüm varlığın yok olacağı ve bunların yaptığı şeylerin de bir faydası olmayacağındandır.

Ellerinin yazdığından dolayı vay haline onların! Tevrat'ı kendi elleriyle değiştirmeleri yüzünden kendileri için kesin ve büyük bir azap vardır; onlar için bu, kesinleşmiştir.

Kazandıklarından ötürü vay haline onların! Rüşvet almalarından, günah olan işleri yapmalarından dolayı vay hallerine!.. Bu âyetlerde birtakım işaretler vardır, şöyle ki:

1- Kişinin bilgisi, kesin anlamda kavrayışı ve Allah ile konuşması, ona gerçek anlamda iman etmeyi sağlamaz. Bu, ancak Allah'ın rahmeti ve fazlı ile kazanılır. Nitekim Allah: ”Eğer üzerinizde Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyen temize çıkamazdı" (Nûr: 21) buyurmuştur. Bilindiği gibi Allah, İblis denen şeytanla konuştu ve ona şöyle hitap etti: ”Ey iblis, iki elimle yarattığıma secde etmenden seni alıkoyan nedir?" (Sad: 75) Dikkat edilirse, Allah'ın lütfü ve rahmetiyle desteklenmeyen, böyle bir imanın bir yararı olmadığı görülür. Çünkü İblis, böyle bir imandan yoksun olduğu için bundan yararlanamamıştı. Bir şey açık seçik ortaya konduktan sonra, eğer o kimse iman üzere kalmıyorsa, böyle birine delillerin faydası olmaz.

2- İnatçı bilgin ve taklitçi cahil, sapıklıkta eşittirler. Çünkü âlimin görevi, ilmiyle amel etmesini bilmek, cahilinki ise, işi taklit ve zanda bırakmayıp, ilim yönünden sağlam olan şeye dayanmaya çalışmaktır. Çünkü din, yalnızca temenni ve kuruntularla sürdürülecek bir olay değildir. Dolayısıyla taklit dışında bir başka yol araştırmayanlar, hep bozuk zanlarına dayananlar, kapalı tahminlerden ileri geçmeyenler için, kitaptan kendilerine sadece okumaları dışında bir nasip ve pay yoktur. Bunlar onu okurlar, ama inceliklerini ve anlamlarını kavrayamaz ve kavramak için çalışmaz; bunun sırları ve hakikatleri üzerinde eğilmezler. İşte bu, günümüz inşalarının çoğunluğunun durumunu yansıtıyor. Adam müslüman olduğunu ileri sürüyor ama İslâm'dan hiç haberi yoktur. İster müslümanlık iddasında bulunan olsun, ister temennide bulunan olsun, ikisi de hüsrandadır. Sonu hasret, pişmanlık ve vebaldir.

3- Allah'ın dinini değiştiren, onda var olmayan bir şeyi, bid'atler yoluyla ona sokan kimseler de yukarıdaki tehdit hükmünün kapsamındadır. Nitekim Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ahir zamanda olabilecekler hakkında ümmetini uyarmış ve bu konuda şöyle buyurmuştur: ”Dikkat edin, uyanık bulunun! Sizden önce kitap ehlinden olanlar, yetmişiki millete (fırkaya) ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya ayrılacaklardır. Bunlardan biri dışında hepsi cehennem ateşindedir. ” (36)

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), din yönünden Allah'ın kitabına, Rasûlünün ve ashabının sünnetine aykırı bir şeyler ortaya koyarak halkı saptıran kimseler hakkında uyarıda bulunmuştur. Nitekim bu tür şeyler, bütün uyarılara rağmen bugün yaygınlık kazanmıştır. Nihayet hepimiz Allah içiniz ve biz O'na döneceğiz.

4- Sûfî diye adlandırılan bazı kimseler, görünürde velilere ve kalb ehline bağlandıkları halde, iradeleri bunu doğrulamaz, hep gaflet ehline eğilim gösterirler, onların sözlerini dinlerler. Gaflet ehlinin işledikleri şeyleri yapmaya çalışırlar. Nefislerinin arzusu doğrultusunda bir şeye çağrıldıkları zaman, hemen bu isteklerine boyun eğerler. ”Ellerinin yazdığından ötürü vay hallerine onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onların!" Çünkü bunlar, hakkı inkâr ettiler, dinsizliğe saptılar, kötü ve bozuk inancı seçtiler. Hep halkı aldatıp onları sapıklığa sürüklediler. İşte birçok insanları doğru yollarından saptıranlar bunlardır.

Salik'in, yani hak yolcusunun görevi, hak olan mevcuda ulaşmak için çaba göstermek, vehimlerinden kesinlikle kurtulmak, hiçbir zaman dış görünüşlere aldanmamak ve ibret alınacak şeylerin aslından da habersiz olmamaktır. Kuşkusuz hak yol, bütün inceliklerden daha ince, bütün derin sulardan daha derin ve bütün genişliklerden daha geniştir. İnsanların en cahili, kendi içindeki sahip olduğu kesin bilgiyi terkedendir. Çünkü onda, kesinlikle kuşku bulunmayan nitelikler vardır. Halbuki o, hep insanların yanında var olanın kendisi için daha doğru olduğunu sanıp durmuş ve hiç dönüp kendisine bakmamıştır.

Haris el-Muhasibî demiştir ki, ”bâtıl ile medhedilmeye rızâ gösteren kişi, kendisiyle alay edilmesine rızâ gösteren gibidir. Nitekim birisine: 'Senin karnından çıkan pisliğin tıpkı misk ve esans gibi bir kokusu vardır' denilse, o da kendisine bunu söyleyen kimsenin bu ifadesiyle sevinse ve onun alay etmesiyle mutlu kalsa, bu hiç olacak bir iş mi? Halbuki akıllı kimse, bu tür kimselerin sözlerine aldanmaz. Aksine bu şahsın yapacağı bir şeyler vardır, gerçeği elde edebilmesi için, hakikati bulmak için gayret gösterir."

Hep büyüklenip böbürlenen vaize yazıklar olsun! Çünkü o insanların onun ellerini öpmesine aldanmış ve kendisini, dinleyicilerden daha hayırlı görmüştür. Hep övülmeye ve yerilmeye aldanıp durmuştur. Bundan ancak kalbindeki kibiri çıkartmakla kurtulabilir. Bunun ölçüsü de kendisinin elini öpenlerle kendisine sille tokat atanların yanında bir olmasıdır. Hatta sille ve tokatların tercih edilmesidir.

79 ﴿