89Onlara, Allah'ın katından, ellerinde bulunanı tasdik eden bir kitap gelince... Bu, Kur'an'dır. Onun Allah katından olduğunun belirtilmesi, bu kitabın değerini ve üstünlüğünü vurgulamak içindir. Aynı zamanda bu kitap, tevhid ve bazı yasaları açısından Tevrat'la uygunluk içerisindedir. Onlar -daha önce, Hazret-i Muhammed'in gelişinden evvel, kâfirlere karşı kendilerine yardım edilmesini bekliyorladı.- Bununla arap müşriklere ve Mekke kâfirlerine karşı yardım bekliyorlar ve düşmanlarına:"Geleceği konusunda söz verilen peygamberin gelme günü yaklaştı. O bizim söylediklerimizi de doğrulayıcı olarak çıkacaktır. Onunla birlikte, tıpkı Ad ve İrem kavimlerinin öldürülmesi gibi, sizi öldüreceğiz" diyorlardı. Evet kendilerine bildikleri gelince... Liderlik konusundaki hırs ve çekememezlikleri yüzünden onu inkâr ettiler. Ellerinde bulunan kitaptaki, yani Tevrat'taki niteliklerini değiştirdiler. ”Bildikleri"nden maksat kitaptır. Çünkü Hazret-i Peygamber'e indirileni tanımaları, onu tanımaları anlamına gelirdi. Allah'ın laneti kâfirlerin yani onların üzerinedir. Burada ”onlar" zamiri yerine doğrudan ”kâfirler" ifadesinin kullanılması, küfürleri sebebiyle lanete hak kazandıklarını göstermek içindir. Lanet kâfirler için kullanıldığında, mutlak anlamda rahmet ve ikramdan uzaklaştırılmak, günahkâr mü’minler hakkında kullanıldığında ise ikramdan uzaklaştırılmak anlamlarına gelir. Nitekim Hazret-i Peygamberin: ”Kim ihtikâr yaparsa o lanetlenmiştir." ifadesi de böyle bir anlama işaret etmektedir. Burada, halkın sıkıntılı zamanında satmayı düşünerek daha önce mal alıp saklayan kimsenin, iyi kimselerin elde edeceği dereceden uzaklaştırıldığına işaret edilmektedir. Yoksa bu, Gaffar olan Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılma anlamında değildir. Bilinmesi gereken bir nokta da şudur. Lânetlenmeyi gerektiren üç nitelik vardır: Küfür, bid'at ve fısk. Bunlardan her birinin de üçer derecesi vardır: Birincisi: Genel niteliğiyle lanetleme: ”Allah'ın laneti kafirler veya bidatcılar, ya da fâsıklar üzerine olsun," sözü gibi. İkincisi: Bir öncekine göre daha özel niteliklerle yapılan lanetleme: Allah'ın laneti Haricîler ve Ralizîler üzerine, ya da zina yapanlar veya zalimler üzerine olsun sözü gibi. Üçüncüsü: Bir kimseye, lanette bulunmak: Bu kimse, ya da kimseler şeriatçe küfürleri sabit olan kişilerse, bunlara lanet okumak caizdir. Ancak böyle bir lanet, küfürleri sabit olmayan Müslümanları rahatsız etmiyorsa ”Allah'ın laneti Firavun ve Ebû Cehil üzerine olsun" demek caizdir. Çünkü bunların kâfir olarak öldükleri kesindir. Eğer şeriat açısından küfrü sabit olmayan kişinin, meselâ herhangi bir şahıs olan Zeyd, Amr ya da başka kişilerin lanetlenmesi hatalı ve tehlikelidir. Çünkü bunların ölürken son durumları bilinmemektedir. Kaldı ki, çoğu zaman kafir bile müslüman oluyor veya tevbe ederek Allah'a yakınlaşmış bir kimse olarak ölüyor. Şu halde nasıl onun lanetlenmiş olduğuna hükmedilir? Vahşînin Hazret-i Peygamber'in amcası Hazret-i Hamza'yı öldürdüğü, sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıtasıyla müslüman olduğu ve Allah'ın onu cennetle müjdelediği görülmüyor mu? Öte yandan lanet, kimi zaman laneti yapana döner. Meselâ lanetlenen kimse, eğer lânetlenmeye layık değilse, bu lanetleme işi laneti yapana döner. Mü' mini lanetlemek, tıpkı onu öldürmek gibidir. Çoğu zaman bir kimse malına lanet okur ve bu yüzden Allah malından bereketi alır. Allah'ın yarattıklarından ne bir cansız, ne bir hayvan, ne de bir insan lânetlenemez. En iyisi lanetleme işini bırakmak, bunun yerine zikir ve tesbihle uğraşmaktır. Çünkü zikir ve tesbihle uğraşmakta sevap vardır, halbuki lânetlemede, lanetlenen kimse bunu hak etmiş olsa bile sevap yoktur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: ”Cehennem ateşini gördüm. Buradakilerin birçoğu kadınlardır. Çünkü kadınlar fazlaca lanette bulunurlar, kocalarının iyiliğine nankörlük ederler. Eğer sen bir ömür boyu bunlardan birine iyilikte bulunsan, sonra da senden bir şey görse, 'senden hiç bir hayır görmedim', der. ”(39) |
﴾ 89 ﴿