143

Böylece biz kıyamet gününde, peygamberlerin kendilerine tebliğ görevini yaptıklarına ilişkin

sizin, insanlara karşı şahitler olmanız; peygamberin yani Hazret-i Muhammed'in

de size karşı şahit olması için, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık. Yani sizi doğru yola ilettiğimiz gibi, orta yolu tutan hayırlı bir ümmet kıldık. Çünkü her zaman için, her şeyin orta kısmı koruma altında olur, gelen tehlikeler kenarlara bulaşır. Bu, şahidin, denetleyici ve gözctleyici anlamına kullanıldığı duruma göredir. Çünkü her hangi bir kişinin iyiliğine hikmedilmesi, onu görmek, gözetlemek ve denetlemekle mümkündür. Denetleyici kimse, gözetlediği kimsenin durumuna iyi yönde şahitlik ettiği zaman, o adamın iyi, âdil olduğuna karar verir.

Rivayete göre Allah, kıyamet gününde gelmiş geçmiş bütün insanları bir meydanda toplayacak, sonra ümmetlerin inkarcılarına: ”Size bir uyarıcı gelmedi mi?" diye soracaktır. Onlar inkâr edecekler ve diyecekler ki: ”Bize herhangi bir müjdeci veya uyarıcı gelmedi." Allah bu defa peygamberlerine soracak, onlar da: ”Yalan söylüyorlar! Biz kendilerine tebliğ görevimizi yaptık" diyecekler. Bunun üzerine Allah, -tüm şeyleri bildiği halde, sırf delil sunulsun diye- delil getirmelerini isteyecek. İşte bu sırada Hazret-i Muhammed'in ümmeti getirilecek onlar da peygamberlerin tebliğ görevlerini yaptıklarına ilişkin şahitlikte bulunacaklardır. Bu kez eski ümmetler: ”Bunlar bizden daha sonra geldikleri halde bu durumu neiden biliyorlar ki?" diye itiraz edecekler, bunun üzerine Hazret-i Peygamber'in ümmeti Allah'a karşı şöyle diyeceklerdir: ”Sen bize bir peygamber gönderdin. Ona bir kitap indirdin. O kitapta bize peygamberlerin tebliğini haber verdin. Sen verdiğin haberlerde doğrusun." Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) getirilir, ümmetinin durumu sorulur. O da onları onaylar ve doğruluklarına ilişkin şahitlikte bulunur. İşte bunun üzerine kâfirlerin cehenneme atılmasına dair emir verilir. İşte: ”Sizin insanlara karşı şahitler olmanız... için" âyetinin anlamı budur.

Yöneldiğin tarafı, sadece peygambere uyan kimseyi, gerisingeri dönenden ayırdetmek için kıble yaptık. Bizim seni, üzerinde bulunduğun kıbleden çevirmemizin ve Kabe'ye yöneltmemizin sebebi, yalnızca peygambere uyan kimseyi, gerisingeri dönenden, dini terkedenden ayırtdetmek içindir. Bunu, kimler hak din üzere ve kimlerin de bâtılda olduklarının ortaya çıkması için yaptık. Buradaki ”ayırdetmek" den amaç, gerek Rasûlullah ve gerekse mü'minlerin, üzerinde bulundukları İslâm'ın doğru olduğunun ortaya çıkması ve en ufak bir tereddüt karşısında kuşkuya kapılandan ayırdedilmesi için ilâhi bilginin ortaya çıkmasıdır. Yoksa Allah onların hallerini daha önce bilmiyordu da sonra bildi, anlamında değildir. Çünkü Allah, zaten ezelde onları biliyor ve onların tüm durumlarına da vakıftır.

Bu, ancak Allah'ın hidayet ettiklerinin dışındakilere ağır gelir.

Yani şu değiştirilen kıble olayı, aslında önceki kıbleye alışık olan kimselere ağır gelir. Çünkü insan genel olarak alışık olduğu şeye daha çok yönelir. Bundan yeniye dönüş ağır gelir. Ancak bu, Allah'ın kendilerine hükümlerin hikmetini gösterdiği kimseye ağır gelmez. Allah'ın kullarına teklif ettiği bir şeyde mutlaka bir hikmet ve incelik vardır. Şuuruna erebilenler bunu kabullenirler. O ince hikmetin ne olduğunu bilemeseler bile, yine kabullenirler. Onlar böylece, gerçek kurtuluş ve mutluluğun, hikmet sahibi olan Rabbe itaat etmede olduğuna inanırlar. Hüsrana uğrayan bedbaht kimse ise, her şeyi bilen Rabbine isyan edendir. Daha sonra yüce Allah, bu noktada sebat eden ve buna uyanların sevap kazandıklarını açıklamış ve bu kimselerin yaptıklarının zayi olmadığını bildirmiştir:

Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Hazret-i Peygamber'in getirdiği tüm esaslara, hiçbir şeyden kuşkunuz olmaksızın, inanmanız ve bunlarda sebat edip hepsini tasdik etmeniz nedeniyle, hizmetinizin karşılığı eksiksiz verilecektir. Hiçbir iyiliğiniz boşa gitmeyecektir.

Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir. Yani Allah kullarına karşı büyük şefkat sahibi olduğu için, onları Kudüs'ten Kâ'be'ye yöneltmiştir. Bu, onlar için daha doğrudur. İman etmeleri sebebiyle günahlarını bağışlamış ve onlara rızıklarını ulaştırmıştır. Kendisine sığınanların, O'nun koruma ve güvencesini isteyenlerin duasını kabul eder.

Anlatıldığına göre, Davud (aleyhisselâm) zamanında, kâfirlerin emirlerinden biri bir katili yakalayıp geceleyin bir dağın başında ağaca astı ve insanlar onu öylece bırakıp evlerine döndüler. Bu arada katil, henüz ölmediğinden, putlarına ve ilâhlarına yalvarmaya başladı. Fakat hiç birisi adamın imdadına yetişmedi. Sonra bu şahıs Allah'a döndü ve: ”Sen, hak olan Allah'sın. Şu anda sana geldim, senin rahmetinden medet bekliyorum" dedi. Allah, Hazret-i Cebrail'e: ”Ey Cebrail! Şu adam kendi putlarına uzun bir süre taptı, yalvardı durdu. Fakat hiç birisi kendisine bir yarar sağlamadı. Bunun üzerine bana sığındı. Bana duâ etti, ben de duasını kabul ettim. Şimdi yere in ve kendisini sağlıklı bir şekilde ağaçtan indir" buyurdu. Cebrail de denileni yaptı. Sabahleyin, onun ölmediğini, aksine diri bir biçimde Allah için namaz kıldığını gördüklerinde, durumu Hazret-i Davud'a haber verdiler. Hazret-i Davud da, bu işin sırrının ortaya çıkması için Allah'a duâ etti. Allah da, Hazret-i Davud'a şöyle vahyetti: ”Ey Davud! Ben, bana iman eden ve bana duâ edene merhamet ederim. Eğer ben bunu yapmayacaksam, o takdirde, benimle diğer ilâhlar arasında ne fark kalır?"

143 ﴿