187Oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde hanımlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı. Müslüman bir kimsenin, oruç tuttuğu günün gecesinde, eşiyle beraber olması mubah kılınmıştır. Âyette ”yaklaşmanız" diye tercüme ettiğimiz ”refes" kelimesinin asıl anlamı kötü söz demektir. Daha sonra bu kelime, kadınların yanında cinsellikle ilgili konuşmalara isim olmuştur. Daha sonra cinsel ilişki anlamında kinaye olarak kullanılmıştır. Abdullah b. Abbas: ”Refes, erkeklerin kadınlara yapmak istedikleri çimdiklemek ve öpmek gibi fiillerin tümünü içeren geniş anlamlı bir kelimedir" demiştir. Bu kelime aynı zamanda kadınla başbaşa kalmak anlamına da gelir. Nitekim: ”Birbirinizle kaynaşıp başbaşa kalmışken" (Nisa: 21) buyurulmuştur. Burada amaç kadınla cinsel ilişkidir. İslâm'ın ilk dönemlerinde bir kimse Ramazanda akşam olunca yatsı namazını kılıncaya veya uyuyuncaya kadar kendisine yeme, içme ve cinsel ilişki helâl olurdu. İnsan, yatsıyı kılar veya iftar etmeden uyur kalırsa, artık uyanınca kendisine yeme, içme ve hanımıyla beraber bulunma gibi şeyler tâ ertesi akşama kadar haram olurdu. Bir gün Hazret-i Ömer, yatsıdan sonra eşiyle ilişkide bulundu. Yıkanınca ağlamaya başladı ve kendi kendini kınadı. Hazret-i Peygambere gidip şöyle konuştu: Ey Allah'ın Rasûlü! Ben, işlediğim bir hata sebebiyle Allah'tan ve senden özür diliyorum. Ben yatsıdan sonra aileme dönünce, güzel bir koku hissettim. Nefsim beni yanılttı ve hanımımla beraber oldum." Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Ey Ömer! Sen böyle bir şey yapacak biri değildin" buyurdu. Bunun üzerine birçok kimseler ayağa kalkıp aynı şekilde itiraflarda bulundular. İşte bu âyet bu olay sebebiyle nazil olmuştur. Hazret-i Ömer'in bu yanılgısı, tüm ümmet için bir rahmete sebep olmuştur. Onlar sizin elbisenizdir. Siz de onların elbisesisiniz. Âyette kadın ve erkekten her biri, diğerinin elbisesi kılınmıştır. Çünkü yattıkları zaman soyunurlar ve birbirlerini kucaklarlar ve her biri diğerini tümüyle sarar. Bir başka ifadeye göre de, her biri arkadaşının halini kapatır ve onu kötülüklerden engeller. Ya da: ”Onlar sizin için, sizler de onlar için sükûn ve huzur kaynağısınız..." demektir. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:"Ve onunla gönlü huzura kavuşsun diye eşini de kendisinden yaratan..." (A'raf: 189) Hiçbir şey, iki eşin birbiriyle kaynaşıp huzur buldukları derecede kaynaşamazlar. Allah sizin nefislerinize zulmettiğinizi bildi. Allah, tâ ezelden beri, sizin nefislerinize ihanet ettiğinizi ve zulmettiğinizi bilmektedir. Çünkü siz onu hep cezaya sürüklüyorsunuz, onun sevaptan nasibini hep eksiltiyorsunuz. Ramazan gecelerinde hanımlarınızla ilişkide bulunuyorsunuz. Hıyanet, emanetin zıddıdır. Allah, kullarına tüm emir ve nehiylerini emanet etmiştir. Kullar O'na gizlice isyana kalkıştıklarında, Allah'a ihanet etmiş olurlar. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: ”.. Allah'a ve Rasûlüne ihanet etmeyin ve emanetlerinize de ihanet etmeyin." (Enfal: 27) Bunun üzerine tevbenizi kabul edip yaptığınız işten ötürü tevbe ettiğinizde Allah tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Onun izlerini üzerinizden giderdi. Şimdi artık onlara yaklaşın. Buradaki ”yaklaşma" (mübaşeret) kelimesi, tenin tene teması, dokunması demektir. Bununla, cinsel ilişkiyle ilgili her türlü fiil anlatılmak istenmiştir. Allah'ın size farz kıldığını talep edin. Allah'ın size Levh-i Mahfuz'da takdir ve tesbit ettiği çocukları isteyin. Burada birleşmenin amacı, çocuk sahibi olmak, nesli üretmektir. Çünkü şehvetin yaratılmasında ve evliliğin meşru kılınmasındaki hikmet, yalnızca şehevi istekleri tatmin değil, neslin devamıdır. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: ”Evlenin, üretken olun, çoğalırı. Çünkü kıyamet gününde diğer ümmetlere karsı sizin çokluğunuzla övüneceğim."m Fecirde, günün ilk ışıması sırasında, sabah aydınlığının gece karanlığını yararak ortaya çıkması sırasında beyaz iplik siyah iplikten yani önce tıpkı ince bir ip şeklinde uzayan, sonra giderek yayılan beyazlıkla, gecenin uzayıp giden karanlığı birbirinden ayırdedilinceye kadar oruç günlerinde yeyin, için. İşte bu hal beyaz ve siyah iki ipe ve çizgiye benzetilmiştir. Sonra orucunuzu geceye kadar devam ettirin. Yemekten ve içmekten, tamamen uzak durarak güneşin batmasıyla giren gece vaktine kadar oruca devam edin. Ayette geçen ”devam ettirmek"ten amaç, orucun tamamlanmasıdır. Hadiste şöyle buyurulmuştur: ”Gündüz geride kalıp gece girdiğinde ve güneş kaybolduğunda artık oruçlu orucunu açar. ”m Yani artık iftar vakti girmiştir. Mescidlerde itikafta iken de hanımlarınıza yaklaşmayın. İtikaf niyetiyle mescidlerde bulunuyorsanız hanımlarınızla bir araya gelip ilişkide bulunmayın. İtikaf, şeriat dilinde, mescide bağlanmak, Allah'a taatta bulunmak ve ona yaklaşmak için orada durmaktır. Bu, eski şeriatlerde de vardı. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: ”..evimi, tavaf edenler, orada oturanlar (itikafta bulunanlar)... için temizleyin. ”(Bakara: 125) Bu âyet mescidde itikafta bulunanlar hakkında nazil olmuştur. Kişi itikafta iken, hanımına ihtiyaç duyunca, hanımının yanına gider, onunla beraber olur, sonra da yıkanır ve mescide tekrar dönerdi. Sonra bu yasaklandı. İtikafta olan kimseye hanımı ile beraber olmak haramdır. Çünkü cinsel ilişki itikafı bozar. Ayetteki geçen ”mescidler" ifadesi, her mescidde itikafa girmenin caiz olduğunu gösterir. Ancak en faziletlisi, içinde cuma namazı kılınan mescidlerde itikafta bulunmaktır. Böyle olması halinde, kişi cuma namazı için mescidi terk etmek zorunda kalmaz. İtikafa girmek en değerli amellerdendir. Eğer itikaf samimiyet ve ihlâsla yapılırsa, böyledir. Çünkü itikafta, kalb Allah'tan başka her şeyle ilgisini kesiyor. Atâ şöyle diyor: İtikafa giren kimsenin durumu, tıpkı, bir büyükten bir isteği ve ihtiyacı bulunan kimsenin durumuna benzer. İhtiyaç sahibi, o büyüğün kapısı önünde oturur bekler ve: ”Benim ihtiyacımı karşılayıncaya kadar buradan gitmeyeceğim" der. İşte itikafa giren kimse de, Allah'ın evinde oturur ve şöyle der: ”Beni bağışlayıncaya dek buradan ayrılmayacağım." Ayrıca halvette, yani yalnız kalmakta ve halk ile bir süre ilgiyi kesmede bir çok yararlar vardır. Çünkü bir süre insanlar ondan, o da insanlardan kurtulmuş olur. Aynı zamanda itikafta dünyanın sıkıntılarından ve tüm aldatıcı lığından yüzçevirmek vardır. Bu da doğruluk ve İhlasın ilk basamağıdır. İtikafta Allah ile yakınlık elde edilir. Kişi böylece tevekkülü ve aza razı olmayı öğrenir. Çünkü insanlarla beraber olmak, insanı günlük geçim bakımından zorlar, ona külfet yükler. Bundan sonra da çoğu zaman helâlle haram arasını ayırdedemez olur da böylece helake ve tehlikeye düşer. Halvete çekilen bir kimse, aynı zamanda insanları idare etmeye çalışıp ve yağcılık yapmaktan da kurtulur. Ayrıca insanı, çoğu kez insanlarla beraber olmaktan dolayı, işlediği veya karşı karşıya kaldığı günahlardan da korur. Bazıları şöyle derler: Vera denilen şey, kişinin haram şüphesi bulunan ve tehlikesi olan her şeyden kaçınması, dilini boş sözlerden korumasıdır. Aslında halvet, yani itikaf da bundan ibarettir. Yalnızlıktan (halvet) amaç da budur. Ancak bizim anlattığımız şekil, çoğunlukla yapılanıdır ki, sabit ve sağlam olanı da budur. Çünkü insanın halvet halinde elde ettikleri, insanlarla karışması halinde ortadan kalkabilir. Halvet bu anlatılan şekilde, yani insanlarla beraber olmakla sağlanamaz. Nitekim Hazret-i peygamber de Hira mağarasında halvete kapanmış, ashab da itikafa girmek suretiyle onun bu metodunu devam ettirmişlerdir. Ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk gün (erbain) gibi bir sınırlama getirmemiştir. Bu yüzden Müslümanlar, genelde Ramazan ayının son on gününde itikafa girerler. Evet, Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) da bunu yapmıştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: ”Mûsa'ya, otuz gece vaadettik. Sonra buna on gece daha ilâve ettik." (A'raf: 142) İşte sâlih kimseler, ”Erbain" denilen halveti buradan aldılar. Bunlar oruç âyetinin başından buraya kadar anlattığımız hükümler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sınır, iki şey arasındaki engel demektir. Yüce Allah'ın, kulları için yasa olarak ortaya koyduğu hükümler, onlar için bir sınırdır. Çünkü bunlar, hak ile bâtıl arasında engel oluşturur ve bu hükümlere muhalefet edip çiğnemeye engel olur. Bunlara yaklaşmayın. Bırakın aşmayı, yaklaşmayın bile. Âyette hakla bâtılı ayıran sınıra yaklaşmak yasaklanmaktadır. Buna göre bâtıla, değil girmek, yaklaşmak bile caiz değildir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar: ”Her Melikin bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu (yasak sınırları) da haramlarıdır. Kim koruluğun çevresinde atlarsa, oraya düşme tehlikesi vardır."m ”Bunlara yaklaşmayın" ifadesi ”o sınırı geçmeyin" ifadesinden daha tesirlidir. Yüce Allah, bu kadarcık az bir ifadeyle, orucun hükümlerini tam ve yeterli bir biçimde açıkladıktan sonra şöyle buyuruyor: Allah insanlara âyetlerini işte böyle açıklar ki, O'ndan korksunlar. Yani Allah dinle ilgili delilleri, hükümlerle ilgili nassları böylece apaçık ve yeterli bir şekilde beyan eder. Beyandan ve açıklamadan maksat Allah'ın kullarına hidayeti ve rahmetidir. Bu sayede olur ki, insanlar, Allah'ın emir ve nehiylerine muhalefetten uzak dururlar, sakınırlar. Korkmak, yani takva, şirkten, sonra günah ve kötülüklerden sakınmak, bundan sonra da şehvetlerden uzak durmaktır. Daha sonra ise boş olan şeyleri terketmek gelir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: ”Kul, sakıncalı bir işe düşebilirim endişesiyle, sakıncalı olmayanı bırakmadıkça, takva sahibi kimselerin derecesine erişemez."m Allah, bizleri de sizleri de, uyanık ve yakîn ehli olan kimselerden kılsın. |
﴾ 187 ﴿