218Şüphesiz ki, iman edenler, Bu âyet, mücahitler hakkında nazil olmuştur. İmanlarında sebat edip, dininden dönüp mürted olmayanlar anlamındadır. Hicret edip Allah yolunda cihad edenler, evlerinden ve ailelerinden ayrılıp, müşriklerle Allah yolunda cihad edenler, dininin yücelmesi için itaat edenler, işte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar. Allah'tan sevap beklerler. Mürtedlerin amellerinin boşa gittiği gibi, bunların amelleri boşa gitmez. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Kullarından meydana gelecek hataları çok bağışlayan, onlara ecri ve sevabı fazla fazla verendir. Katâde demiştir ki: ”Bunlar, ümmetin en hayırlılarıdır. Sonra Allah bunları sizin de işittiğiniz gibi, recâ ehli yani umutvar olanlar kılmıştır. Çünkü uman ister, korkan da kaçar." Denildiğine göre, Hacac-ı Zalim, vefat edeceğine yakın, şöyle duâ edermiş: ”Allah'ım, beni bağışla. Çünkü halk senin beni affetmeyeceğini söylüyor." Kendisi, hicri 95 yılında, inşa ettirdiği Vâsıt şehrinde vefat etmiştir. Vefat ettiği günün adına, ”Irak'ın düğün günü" adı verilmiştir. Saray'dan bir cariye çığlık atıncaya kadar kimse ölümünü öğrenmemişti. Cariye ağlayarak çıkıp şöyle seslenir: ”Haberiniz olsun, yemek yediren, sıkıntıları önleyen adam öldü." Sonra Haccac defnedilir. Şam halkından biri, kabrinin başına gelir ve şöyle der: ”Allah'ım! Bizi Haccac'ın şefaatından mahrum bırakma." Irak halkından biri de talâkla yemin ederek, Haccac'ın cehennemde olduğunu söylemiştir. Bunun için Tâvus'tan fetva sorarlar. O da: ”Allah, dilediğini bağışlar. Ben onun cennette olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla talâkı geçerlidir ve hanımı boştur" der. Yine söylendiğine göre, bu şahıs Hasan-ı Basrî'den de fetva ister. O da şöyle der: ”Hanımına git ve onunla beraber ol. Eğer Haccac, cehennemde değilse, sizin haramda olmanızın size bir zararı yoktur." Ben bu anlatılandan, Allah'ın çok bağışlayan ve merhamet eden olduğunu kesin olarak anlamış oldum. Allah, kulunun günahı deniz köpüğü gibi çok olsa bile, bağışlar. Kullar için gerekli olan, Allah'tan umudunu kesmemektir. İşte bu üç mertebe, yani iman, hicret ve cihad mertebesi, ..Allah'tan korkun, O'na bir yol arayın. Ve O'nun yolunda cihad edin. (Mâide: 35) âyetiyle anlatılmak istenen mertebedir. Çünkü hicret edebilmenin yolu iman etmekten geçer. Kişinin heva ve istekleriyle cihad edebilmesi de ancak şehvetleri terketmekten geçer. Kim bu denileni gerçekleştirirse, onun Allah'ın rahmetini umması hakkıdır. Ayrıca hicret de iki kısımdır. Biri şeklî hicrettir. Bunun hükmü, Mekke'nin fethiyle bitmiştir. Nitekim Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), şöyle buyuruyorlar: ”Artık Mekke'nin fethinden sonra hicret yoktur. ”m) İkincisi ise, manevî hicrettir. Bu, insanın, heva ve isteklerini bırakıp Allah'a giden yolda yüriimesidir. Çünkü kalb kâbesinin, fethi buna bağlıdır. Bu derece, kalbi şirk ve heva putlarından arındırmakla elde olunur. İşte bu hicretin hükmü kıyamete kadar devam eder. Anlatıldığına göre, adamın biri meşayihten birine gider ve: ”Bana İsm-i A'zam duasını öğretmeni istiyorum" der. O da: ”Senin bunu öğrenebilme ehliyetin var mı?" diye sorar. Evet, cevabını verir. Gidilen zat: ”O halde sen, şehrin giriş kapısına git, sonra gel, orada gördüklerini bana anlat" der. Adam gider, şehrin kapısında oturup bekler. Bir de bakar ki, yaşlı bir oduncu, eşeğiyle odun getiriyor. Askerin biri gelip yaşlı oduncuyu döver ve odunlarını elinden alır. Bu olaydan sonra döner, gidip o şeyhe, gördüklerini anlatır. Şeyh; ”Eğer İsm-i A'zam duasını hileydin, bununla o askere ne yapmak isterdin?" der. Adam da: ”O askerin helak olması için bedduada bulunurdum." cevabını verir. Şeyh, kendisine: ”O gördüğün yaşlı oduncu var ya, işte bu İsm-i A'zam duasını bana öğreten odur" der ve: ”Şunu iyice bilmelisin ki, İsm-i A'zam duasını ancak şu niteliklere sahib birisi öğrenebilir: Sabretmesini bilecek, halka merhamet edecek ve onlara karşı şefkatli bulunacaktır" diye ekler. |
﴾ 218 ﴿