228Boşanmış kadınlar... Bunlardan maksat, hür olan ve kendileriyle cinsel ilişki gerçekleşmiş bulunan hayız görme yaşını aşmamış olan kadınlardır. Çünkü kendileriyle beraberlik gerçekleşmemiş bulunan kadınlar için iddet (bekleme süresi) yoktur. Boşamanın asıl anlamı, bağı kaldırmaktır. Yani kocalarının bağlarından boşalmış ve salıverilmiş olan kadınlar, kendi kendilerini üç 'aybaşı' hâli gözetirler. Buradaki gözetme, emir anlamınadır ve dolayısıyla, ”gözetsinler, beklesinler" demektir. Bu üç ay başı hali süresince başkalarıyla evlenemezler. Bu süre bitmeden evlillik yoktur. (Kuru) kelimesi arap dilinde, birbirine zıt iki anlam taşıyan kelimelerdendir. Çünkü bu kelime, hem temizlik, hem de hayız (aybaşı) anlamınadır. Ebû Hanife ve arkadaşları, Kurû' kelimesini hayız anlamında alınışlardır. Çünkü Allah, iddet süresini hayız görme olayıyla değil, aylarla belirlemiştir. Nitekim şöyle buyurulmaktadır: ”Kadınlarınız içinde ay hali görmekten kesilenlerle henüz ay hali görmemiş onların iddetleri hususunda şüpheye düşerseniz bilin ki, onların iddet beklemesi üç aydır." (Talâk: 4) Bu âyette havızın kalkması halinde meşrû olan sürenin aylarla belirlenmesi, burada bu kelimenin hayız anlamında olduğunu gösterir. İmam Şafiî de şu âyeti delil gösteriyor: ”Onları iddetleri içinde boşayın." (Talâk: 1) Buradan anlaşılan ona göre ”kurû"' kelimesinin temizlik anlamına geldiğidir. Çünkü ”iddetleri içinde" âyetinde yer alan ”lam" cer edatı, vakti içinde demektir. Dolayısıyla iddet vaktinin hayız zamanı olması caiz olamaz. Kaldı ki, hayız vaktindeki boşama yasaktır. Buna verilen cevap ise şöyledir: Bunun anlamı, iddetlerini karşılayacak şekilde onları boşamaktır. Bu ise, üç hayız süresidir. Yoksa âyet, boşamayı iddet içinde gerçekleştirmeye işaret etmiyor. İmam Şafiî ile Ebû Hanife arasındaki bu ihtilâfın faydası şudur: Şafiî'ye göre, iddet süresi daha kısadır. Halbuki Ebû Hanife'ye göreyse daha uzundur. Adam temizlik halinde kadını boşasa bile, kadın kalan temizlik süresini bir kur' savacaktır. Bu temizliğin hemen sonrasında aybaşı olsa bile, durum değişmeyecektir. Kadın üçüncü hayız haline girmesi halinde, artık Şafiî'ye göre iddeti sona erer. Oysa Ebû Hanife'ye göre, temizlik halinde boşanmışsa kadın üçüncü hayzından temizlenmedikçe, iddeti sona ermez. Hayız halinde boşanmışsa dördüncü hayızdan temizlenmedikçe iddeti bitmez. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, kendi rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri onlara helal olmaz. Yani kadın hâmile mi, yoksa aybaşı mı görüyor, gizlemesin. Kadın hâmile olmadığını veya hayızlı olduğu halde bunu gizleyerek veya aksini söyleyerek kocanın çocuk üzerindeki hakkını ve dönme yetkisini önlemeye kalkışmasın. Ya da bir an önce boşama gerçekleşsin diye hayzını gizlemesin. Çünkü sünnî talâk, temizlik süresi içinde olanıdır. Öte yandan hayız ve hamilelik konusunda kadınların sözlerinin geçerli olduğu hükmü buradan anlaşılabilir. Eğer kadınlar Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, yanlış bir işe kalkışmazlar. Çünkü Allah'a ve ahiret gününe imanı olan için böyle bir yol kesinlikle doğru değildir. Burada kadınlar hakkında aynı zamanda çok ağır ve şiddetli bir tehdit de yer almaktadır. Kocaları yani kadının geçimini üstlenenler... Burada açık talâk ifadesinden sonra eş olan erkekten açık bir şekilde koca diye söz edilmesinin sebebi, halen nikâhın devanı ettiği ve helâl oluşun da sürdüğünü gösterir. Kocaları ifadesindeki zamir, ric'î talâkla boşanmış kadınlara aittir. Çünkü bâin talâkla hanımlarını boşamış olan eşlerin nikâh ve ricat hakları yoktur. Bu müddet içinde barışmak isterlerse, onları geri döndürmeye daha çok hak sahibidir. Yani bu bekleme süresi içinde nikâha ve geri dönmeye kocalar daha çok hak sahibidirler. Çünkü ricat, yani tekrar müracaat ve dönüş hakkı, iddet süresi devam ettikçe kocaya aittir. Ancak iddet süresi sona ererse, koca için dönüş hakkı ortadan kalkmış olur. Kocalar süresi içinde ricat yoluyla başvurmakla aralarını düzeltmeyi isterler, kadınlara iyilikte bulunmayı dilerler ve onlara zarar vermeyi amaçlamazlarsa, tekrar onları almaya daha çok hak sahibidirler. Nitekim cahiliye döneminde geri dönüş, kadına zarar verme amacıyla yapılırdı. Buna göre o dönemde bir adam, karısını boşar, iddet bitimine az bir süre kala ona tekrar döner, belli bir süre sonra tekrar karısını boşar, böylece defalarca iddet süresini uzatarak kadını zarara sokmak isterdi. Yüce Allah, kadınlara yeniden dönmekten amacın, onlara zarar vermek değil, aksine durumlarını düzeltmek olduğunu belirttikten sonra, karı kocanın karşılıklı birtakım yükümlülükleri olduğunu şu şekilde vurguluyor: Erkeklerin kadınlar üzerinde maruf hakları gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Ma'ruf haklardan maksat, şeriatça kötü görülmeyen, inkâr edilmeyen haklardır. Erkekler, hakları olmayan şeyleri onlara yüklememelidirler. İki eşten biri diğerini üzmesin, azarlayıp durmasın. Erkeklerin, kadınlar üzerinde bir derecesi vardır. Yani hak bakımından bir fazlalığı ve üstünlüğü vardır. Erkeğin kadına üstünlüğü; akıl ve din yönündendir. Buradaki üstünlüğe iki noktadan bakmak gerekir: Birincisi, erkeğin kadın üzerindeki hakkı, kadının erkek üzerindeki hakkından daha fazladır. Çünkü erkek kadının sahibidir ve onun nefsinde hakkı vardır. Erkeğin izni olmadan kadın nafile oruç tutamaz, onun izni olmaksızın evden ayrılamaz. Koca boşama yetkisine sahiptir. Boşadığı zaman da, yeniden müracaat hakkı vardır. Kadın istesin, istemesin bu müracaat hakkı kocanındır. Kadın ise bu şeylerden hiçbirine sahip değildir. Ancak onun da erkek üzerinde mehir, kendisini başkasına muhtaç etmeme ve kendisine zarar dokundurmama gibi hakları vardır. İkincisi ise Zeccac'ın işaret ettiği şu anlamdır: Kadın, nikâh ve evlilik akdiyle erkeklerden yararlanabileceği lezzetler vardır. Nitekim aynı şeyler erkek için de geçerlidir. Her ikisi de birbirlerinden yararlanırlar. Kadının nafakasını temin etmekle erkek yükümlü olduğundan, bu konuda da bir üstünlüğü vardır. Bu manadaki bir fazilet ve üstünlük, kadının hakkına bağlı bulunan merhameti ve ona iyiliği elden bırakmamaktır. Meselâ mehrini vermeli, nafakasını sağlamalı, barınak temin etmeli, ondan tehlikeleri bertaraf etmeli, onu savunmalı, onun çıkarlarını korumalıdır. Hadiste şöyle buyurulmaktadır: ”Eğer, bir kimsenin Allah'tan başka bir kimseye secde etmesini emretmiş olsaydım, kesinlikle kadının kocasına secde etmesini emrederdim." Çünkü yüce Allah, kadının üzerine erkek için çok büyük haklar yüklemiştir. Allah mutlak galiptir. Hükümlerine karşı çıkanlardan intikam almaya gücü yetendir. Hüküm ve hikmet sahibidir. Çünkü tüm şeriatı, hikmetlere ve kulların faydalarına göredir. Şüphesiz eşler birbirlerine karşı olan haklarına riayet etmedikleri, birbirlerine karşı saygılı davranmadıkları, nesli devam ettirmek, çocukları eğitmek gibi hususlara önem vermedikleri, evi yönetmek, görevlerine dikkat etmek, karşılıklı hoşgörü içerisinde olmak gibi hususlara dikkat etmedikleri sürece evlilik kurumu amacına ulaşmamış sayılır. Nitekim hadiste şöyle buyurulur: ”Kadının cihadı, kocasıyla iyi geçinebilmektir." Yine bir hadiste şöyle buyurulur: ”Herhangi bir kadın, kocası kendisinden hoşnut olarak vefat ederse, cennete girer." Karşılıklı haklardan biri de, eşlerin birbirleri için süslenmeleridir. Abdullah b. Abbas şöyle diyor: ''Hanımım benim için süslendiği gibi, ben de onun için süslenirim." Çünkü Allah şöyle buyurmuştur: ”Erkeklerin kadınlar üzerinde maruf haklan gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır." Denilmiştir ki kadın, güvercin gibidir. Güvercinin kanadı çıkarsa uçar. Bunun gibi erkek de kadını süslerse kadın evde oturmaz. Anlatıldığına göre, İsrail oğullarından sâlih bir adam varmış, bunun da çok sevdiği bir hanımı varmış. Allah, bu salih kimseye kendisinden üç istekte bulunmasını bildirmiş. Bu adam hanımına: ”Rabbim'den böyle bir haber aldım. Çok ihtiyaçlarını var, ben ne yapacağımı bilemiyorum, ne dersin?" demiş. Hanımı: ”Benim için bir, kendin için de iki istekte bulun" demiş. Kocası: ”Peki ne istersin?" diye sormuş. Kadın: ”Senin Rabbinden isteğim, beni öyle güzel şekle getirsin ki, benden daha güzeli bulunmasın" demiş. Kocası, Rabbine hanımının arzusunun gerçekleşmesi için duâ etmiş. Kadının güzelliğinden ve cemalinden evin içi aydınlanıvernıiş. Bunun üzerine kadın, evden çıkıp gitmek istemiş. Kocası: ”Nereye gidiyorsun?" diye sormuş. O da: ”Senin gibi bir adamla güzelliğimi zayi edecek değilim, ben sultanlara lâyığını, onlara gidiyorum" cevabını vermiş. Kadının güzelliğini duyan sultanlardan birinin adamları da gelip, kocasından kadını zorla alıp götürmüşler. Adam: ”Allah'ım! Senden yalnızca iki isteğim kaldı. Onu maymunlaştır" demiş. Allah da onu maymuna dönüştürmüş. Kral kadını tekrar yanından kovmuş. Kadın da dönüp kocasına gelmiş. Sonra kocası: ”Allah'ım! Onu ilk haline döneler" diye duâ etmiş. Böylece tüm istekler, hiçbir fayda sağlamaksızın boşa gitmiş. Ne kadının eline bir şey geçmiş, ne de kendisinin. |
﴾ 228 ﴿