245

Kim Allah'a güzel bir ödünç verirse, Bu âyette geçen ”kim" (men) soru edatı tasaddukta bulunmaya, yardıma teşvik anlamınadır. Borç ve ödünç anlamına gelen ”karı" kelimesi, aslında kesmek anlamındadır. Bu ismin verilmesi, borç veren kimsenin verdiği şeyi malından kestiği içindir. Allah'a borç vermek ise, Allah için önceden iyi işler ve ameller göndermektir. Ancak verilecek olan bu borcun, ihlâs ve iyi niyeti içermesi, kişinin nefsini ve kalbini hoş tutması gerekir.

Allah da ona, verdiğinin karşılığını birçok katlarıyla artırır. Öylesine bir arttırır ki, bunun ölçüsünü ve miktarını ancak Allah bilir. İyiliklerin kat kat verilmesinin hikmeti, kıyamette davacılar başına toplansa bile, iflâsa götürülmesini önlemektir. Buna göre, âhirette kulun üzerindeki haklar, iyiliklerin asıl sermayesinden değil, kat kat olarak fazlaca verilenlerden ödenir.

Allah hem daraltır, hem genişletir. Allah kimine bol imkânlar verir, kimine de kısar veya bazan kısar, bazan da geniş imkânlar verir. Yani hikmet ve maslahat gereği O'nun dilemesi neyi gerektiriyorsa, o olur. Eğer kul, işin bu inceliğini sezerse, o kulun iyilikte bulunması, varlığından vermesi kendisi için kolaylaşmış olur. Sanki Allah şöyle buyurur gibidir: Siz, daraltanın da, bollaştıranm da Allah olduğunu bilip, varlığınızın onun genişlik vermesi ve imkânıyla olduğunu anladığınızda, artık bundan böyle cimirilik yapmazsınız. O halde onu ödünç olarak verin, Allah'ın size infak edip geniş imkânlar sağladığı ve verdiği gibi, siz de bundan verin.

Ancak O'na döndürüleceksiniz. Sizin önceden gönderdiğiniz amellerinize göre size maumalede bulunacaktır. Bu da ya Allah'ın verdiği vaad veya bildirdiği cezadır.

Bir zenginle bir fakir, bir araya gelirler. Zengin şöyle der: ”Allah bizim derecelerimizi öylesine yüceltmiş ki, nitekim bizden borç bile istemektedir." Fakir de şöyle der: ”Aslında Allah bizim derecemizi yükseltmiştir. Çünkü bizim için borç istemektedir. Bir kimse bazan, sevmediği bir kimseden de borç isteyebilir. Fakat sırf sevdiği kimse için borç ister."

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği sırada bir yahudiden ödünç olarak aldığı arpaya karşılık, zırhı rehine bulunuyordu. O, arpayı ailesinin geçimini sağlamak için borç almıştı. Hadiste şöyle buyuruluyor: ”Kıyamet gününde Allah şöyle buyurur: Ey Âdemoğlu! Senden Beni doyurmanı istedim de, Beni doyurmadın. Kul: Rabbim! Sen izzet sahibi Rabbimsin, ben seni nasıl doyurabilirim ki? der. Allah da şöyle buyurur: Falanca kulum senden yiyecek istedi de, sen onu doyurmadın. Sen bilmez misin ki, eğer onu doyursaydın, bunu yanımda mutlaka bulurdun. ”(128)

Borçlanmak ancak ihtiyaç sahipleri içindir. Burada sanki Allah zatını zikretmekle, kendini ihtiyaç sahibinin yerine koymuş bulunuyor? Tıpkı şu ifadesi gibi: ”Hastalandım, beni ziyaret etmedin, acıktım, beni doyurmadın." Bu ifade fakire ve yoksula karşı duyulan şefkat ve lütuftan dolayı söylenmiştir. Bu, muhakkiklerce adeta tenezzülât-ı Rahmaniye kabilindendir. Bu sayede kulun mahabbeti, sevgisi kemale ermiş olur. Aynı zamanda kullarından şühud ehli olanların huzurunda cezbesini tamamlasın diyedir. Çünkü hak cezbelerinden bir tek cezbe, insanların ve cinlerin amellerine denk düşer.

Yüce Allah, fazlı, keremi ve ikramı sayesinde bizzat kullarını yarattı ve onları mülk ve varlık sahibi kıldı. Ardından da onların canlarını ve mallarını satın aldı ve sonra tekrar bunu ariyet yoluyla kendilerine verdi. Sonra onlardan borç istemek ve almak suretiyle de bu konuda yine onlara ikramda bulundu. Bundan dolayı onlara kat kat imkân sağlayacağını, sevap vereceğini müjdeledi. Sadık ve samimi kul, ancak himmeti kadarını ister. Bunun karşılığını da sadece Allah'tan bekler. Allah da ona istediğini verir. Aynı zamanda fazlasını da, onlar için gizlenip gözlerini aydın edecek olanını da kat kat verir. Allah bunu keremi ve ikramı oranınca kulu için katlayarak ihsanda bulunur.

245 ﴿