92

Ey mü'minler!

Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda ve onun nezdindekileri kazanmak

için harcamadıkça, elde etmek için yarışılan, gerçek

iyiliğe ulaşamazsınız... İyiler grubuna katılamazsınız. Ya da, Allah'ın rahmet ve sevabını, cennet ve rızâsını elde edemezsiniz.

Burada, ”sevdiğiniz şeyler"den kasıt, en çok sevdiğiniz, hoşunuza giden ve nefsinizin arzuladığı değerli mal larınızdır.

Sevdiğiniz değerli şeylerden veya sevmediğiniz basit şeylerden

ne harcarsanız, Allah onu bilir. Allahü teâlâ, infak ettiğiniz şeyleri çok iyi bilir ve bunlar iyi olsun, kötü olsun sizleri ona göre, hesaba çeker. Çünkü Allah'tan hiçbir şey gizli kalmaz. Buradaki ifadede, iyilerin verilmesine teşvik, kötülerin verilmesinden sakındırma vardır.

Bilmiş olun ki, isteğe ulaşmak için, sevdiklerinizi vermeniz gerekir. Onun için eski insanlarımız, en çok sevdikleri şeyleri, muhtaç olacakları kıyamet gününde kullanmak üzere, Allah için stok yapıp biriktirirlerdi. İnsan, sevgilisini verebilmesi için, ondan daha sevgili birisine kavuşmayı kesinlikle bilmiş olmalıdır.

Bu âyet indiği zaman, Ebû Talha, Hazret-i Peygambere gelerek şöyle der: ”Ey Allah'ın Rasûlü, benim en sevdiğim mal, Beyruhâ ismindeki bahçemdir. Onu Allah'ın sana gösterdiği gibi kullan.' Hazret-i Peygamber: ”Ne güz el, bu kârlı bir mal, bu kârlı bir mal. Benim görüşüm, onu yakınlarına dağıtmandır" buyurdu ve Ebû Talha da onu akrabalarına dağıttı.'3" Bundan anlaşılıyor ki, malların en sevimlisini akrabalara infak etmek, en faziletli olan infaktır.

Ömer b. Abdiilaziz hakkında bir hikâye anlatılır. Onun hanımının çok güzel bir cariyesi varmış. O cariyeyi hanımından defalarca istemiş, fakat hanımı vermemiş. Ömer b. Abdülaziz hilâfete geçince hanımı, cariyeyi süsleyerek ona göndermiş ve demiş ki: ”Ey Müslümanların Emiri, bunu sana hibe ediyorum. Sana hizmet etsin." Ömer de: ”Bu cariyeyi nereden elde ettin?" diye sormuş ve ”babanı Abdülmelik'in evinden getirdim" cevabını almış. Ömer b. Abdiilaziz, bu cariyenin nereden elde edildiğini araştırmış ve görmüş ki, bu cariye borçlu bir işçininnıiş. Adam ölünce, terekesinden alınmış. Adamın durumu araştırılıp, vârisleri getirtilmiş. Onların hepsine malını vererek razı etmiş. Sonra çok sevdiği cariyeye dönerek: ”Sen Allah için hürsün" demiş. Denilmiş ki: ”Ey Müminlerin Emiri, cariye ile ilgili bütün şüpheleri giderdiğin halde niçin onu hürriyetine kavuşturdun?" Ömer de: ”Başka türlü, nefisleri şehevî duygulardan alıkoyamadım" demiş.

Anlatıldığına göre, Rebi' felç olmuş. Bir dilenci gelip, kapısında istemeye başlamış. Rebi'“dilenciye şeker verin" demiş. Çünkü şekeri çok seviyor ve ”sevdiğiniz şeylerden vermedikçe, iyiliğe ulaşamazsınız" âyetini böyle yorumluyor. Bunun üzerine, Rebi'in hastalığı uzamış. Canı tavuk eti istemiş. Kırk giin nefsini tutmuş. Sonra da hanımına: ”Kırk gündür canını tavuk eti istiyordu. Fakat kendimi tuttum" demiş. Hanımı da ona: ”Sübhanallah, bu et helâl olduğu halde, neden kırk gündür kendini tutuyorsun?" demiş. Hanımını pazara gönderip, tavuk satın aldırmış. Tavuğu kesip kızartmış, sonra bir de ekmek yapmış. Onları nar gibi kızarmış bir şekilde sofraya getirip. Rebi'in huzuruna koymuş. Bu defa dilenci, kapıda dikilip, ”Allah rızâsı için bana da verin" diyormuş. Rebi' yemekten vaz geçmiş ve ”şunu al ve dilenciye ver" demiş. Hanımı: ”Fe sübhanallah" demiş. Rebi': ”Emrettiğimi yap" diye diretmiş.

Kadın: ”Kendin için iyi olanı yap" demiş. Rebi' de: ”İyi olan neymiş" diye sormuş. Hanım: ”Dilenciye bunun parasını verelim, sen de eti zevkle ye" demiş. Rebi': ”Aferin, bana parasını getir" demiş. Sonra da: ”Koy şuraya, şunu da al ve ikisini de dilenciye ver" demiş. O da vermiş.

92 ﴿