112

Nerede olsalar, onlara zillet-alçaklık damgası

vurulmuştur.

Nerede ve ne zaman bulunurlarsa bulunsunlar onların üzerine zillet damgası vurulmuş ve onlar bununla kuşatılmış durumdalar.

Meğer ki, Allah'ın ahdine ve insanların ahdine sığınmış olsunlar. Allah'ın ve Müslümanların zimmeti dışında bulunanları, onların zimmetine sığınmayanları zillet kaplamıştır.

Zimmî'nin eman elde etmesi iki şekilde olur:

1) Zimmî'nin, cizye vermeyi kabul ederek cizye vermesi suretiyle.

2) Devlet başkanının görüşüne bırakılanlar. Devlet başkanı, içtihadına göre, dilerse bunlara ücret karşılığı, dilerse karşılıksız eman verir. Bu durumu, onun içtihadı belirler.

Bunlardan birincisine, Allah'ın ipi-emanı, ikincisine ise, Müslümanların ipi-emanı adı verilmektedir. Bu iki em an da Müslümanların vasıtasıyla meydana gelir, fakat itibar yönünden değişiktirler, yani değişik olmaları itibaridir.

Allah'ın gazabına uğradılar ve... Yani, Allah'ın gazabını hak ederek döndüler de

onlara miskinlik damgası vuruldu. Yani onları her taraftan fakirlik kapladı. Yahudiler çoğu kez fakirdirler. Bunlar, ya gerçekten fakirdirler, ya da fakir görünürler. Zengin olsalar bile, aslında fakirdirler.

Bu, zillet ve miskinlik damgasının vurulması,

onların, Allah'ın âyetlerini inkâr etmelerinden dolayıdır. Onlar, Allah'ın Hazret-i Peygamber'den bahseden âyetlerini ve diğer âyetleri devamlı bir sûrette inkâr ediyorlardı.

Ve onlar,

haksız yere peygamberleri de öldürüyorlardı. Bu son kitap ehli yâni Hazret-i Peygamber zamanında yaşayanlar bizzat peygamberleri öldürmediler ise de onlar, geçmiştekilerin yaptıkları bu kötülükten inanç olarak memnundurlar. Onun içindir ki, ”öldürme" fiili onlara isnad edilmiştir.

Bu, inkâr etme ve öldürme

onların isyan etmelerinden ve haddi aşmalarındandır. Onların bu duruma düşmelerinin sebebi, isyan edip, devamlı bir şekilde Allahü teâlâ 'nın koyduğu sınırları tecavüz etmelerindendir. Küçük günahlarda ısrar etmek, büyük günahları işlemeye götürür. Büyük günahlarda ısrar etmek ise, inkâra götürür. Kim suç ve günaha dalarsa, kalbinde isyan karanlıkları artar. İman ışığı zayıflayıp, inkâr karanlığı oluşur. Bu durumdan Allah'a sığınırız.

Kur'ân-ı Kerim'in bir başka âyetinde buna şöyle işaret edilir: ” Hayır, onların işledikleri, kalplerinde pas olmuştur." (Mutaffifîn: 14) Allahü teâlâ 'nın, ”bu isyan etmelerindendir" sözü de, sebebin sebebini belirtmektedir. Bu anlamda, anlayış ehli şunları söylüyorlar:

"Edebi terk etmeye alışan, sünnetleri terkeder. Sünnetleri terkeden, farzları terkeder. Farzı terkeden, şeriatı hafife alır. Bununla sınanan da küfre düşer. 'Mü'minin yapacağı şey, içine düşmesi korkusuyla, nefsi için, günah kapısını açmamaktır. Bilâkis, şeriatın kendisine mübah kıldığı bazı şeyleri de terketmesi gerekir. İşte bu durum, takvanın kemalidir."

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: ” Kul, kendisinde sakınca olmayan bir şeyi, onda sakınca vardır endişesiyle terkedinceye kadar, gerçek takvaya ulaşamaz. ” Bir başka hadislerinde ise: ” Helâl da bellidir, haram da. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden korunan, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli şeylere düşen, uçurumun kenarında otlatarak uçuruma düşme korkusu olan çoban gibi, harama düşmüş olur"(42) buyurulmaktadır.

Hadiste, harama düşme korkusuyla, şüpheli şeylerden sakındırılmıştır. Bu durum (sedd-i zerîa), harama götüren vasıtaları ortadan kaldırmadır.

Cüneyd-i Bağdadî der ki: ”Taçların, kralların başında olduğu gibi, ibadetler de, âriflerin başlarındadır." Onun elinde bir tesbih görülür. Ona denir ki: ” Sen bu şerefinle eline nasıl tesbih alırsın?" O da der ki: ” Biz, varacağımıza bu yolla vardık. Onu asla terkedemeyiz."

Şeyh Ebû Talip de şöyle der: ”Virdlere devam etmek, mü'minlerin ahlâkı ve âbidlerin yoludur. O, imanı artırır ve yakîn derecesinin işaretidir."

Şeyh Ebû'l-Hasan der ki: ”Üstadıma, muhakkiklerin (hakikat ehli) virdlerini sordum. O da 'hevayı bırakıp, mevlâyı sevmektir. Bir şeyin sevgisi, kendisinden başka bir şeyin sevilmesine manidir. (Yani, hem mevlâyı hem de hevayı sevmek mümkün değildir.)' dedi. Ve yine 'vird, nefsin, hakkı bâtıldan ayırmasıdır. Kul her zaman, vird ve itaata devam edip, isyan ve kötülüklerden kaçınması gerekir' dedi."

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün ashabına şöyle der: ”Allah'tan gerçek şekilde utanın." Ashab der ki: ” Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a hamd olsun. Biz Allah'tan utanıyoruz." Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: ” Böyle değil. Kim Allah 'tan gereği gibi utanırsa, başı ve baştaki bütün organları, karnını ve yediklerini haramdan korusun. Ölümü ve kabirdeki durumunu hatırlasın. Ahireti isteyen, dünya ziynetini terkeder ve her kim bunu yaparsa, Allah'tan gerçek şekilde utanmış olur" buyurur.

Meşâyihten biri şöyle der: ”Bir insan, ikiyüz sene yaşar ve şu dört şeyi bilmezse, cehenneme ondan daha lâyık kimse bulunmaz:

1) Gizli ve açık, herşeyi Allah'ın bildiğini ve O'ndan başkasının veremiyeceğini ve engel de olamıyacağını bilmek.

2) Yaptığı işi, Allah'ın bildiğini, kişi bilmelidir. Çünkü Allahü teâlâ, kendi rızâsının dışında bir şey için yapılan ameli kabul etmez.

3) Kendi nefsinin acziyetini bilmesi. Kişi, Allah'ın hüküm verdiği şeye müdahelede bulunamaz.

4) Allah'ın ve kendinin düşmanlarını bilmesi ve onlarla bilerek savaşıp, onları yenmesi."

112 ﴿