144

Muhammed, sadece bir elçidir. Allahü teâlâ elçisini, kendi isrn-i celâlinden türeyen iki isimle vasıflandırmıştır. Bunlardan biri ”Muhammed", diğeri de ”Ahmed"dir.

Rivâyet edilir ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Uhud'a 700 kişilik bir gurupla gitmişti. 50 kişilik okçu grubunun başına da Abdullah b. Cübeyr'i vererek, onlara: ”Dağın dibinde durun. Oklarınızla bizi savunun ki düşman arkamızdan gelmesin. Yerinizden kıpırdamayın. Yerinizde durduğunuz müddetçe, galip geleceğiz" diye emirler verdi. Müşrikler gelip, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve onun ashabıyla savaşa giriştiler. Savaş kızıştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kılıç alarak: ”Bu kılıcın hakkını kim verir?" diye sordu. Ebû Dücane kılıcı kapıp, diğer Müslümanlarla birlikte şiddetli olarak kılıç sallamaya başladı. Hazret-i Ali de, kılıcı eğrilinceye kadar savaştı. Sa'd b. Ebî Vakkas da savaşıyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: ”At! Anam babam sana feda olsun!" diyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı, müşriklere hamle yapmışlar, Allah da onları zafere ulaştırmıştı ve müşrikleri yenmişlerdi. Bu arada okçular (atıcılar), müşriklerin kaçtığını görünce, yerlerini terkedip, ganimet toplamaya başladılar. Abdullah b. Cübeyr onlara: ” Hazret-i Peygamberin koyduğu yerlerinizi sakın terketmeyin!" diye telkinde bulunduysa da, onun sözüne kulak asan olmadı. Abdullah b. Cübeyr sekiz kişiyle kaldı.

Halit b. Velid, 250 kişilik bir grupla, geride kalan okçular üzerine yürüyüp, onları da öldürdü. Daha sonra, Müslümanlara arka taraftan saldırıp yendiler. İbn Kamîe adında birisi, Hazret-i Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) taş atıp, onu yaraladı ve ön dişini kırdı. Şair Hasan b. Sabit şöyle der:

Görmüyor musun, Allah delilleriyle kulunu Peygamber gönderdi.

Allah, en yüce, en şereflidir.

Onu yüceltmek için kendi isminden ismini türetti;

Arşın sahibi (olan Allah) Mahmûd, bu ise Muhammed'dir.

Hazret-i Peygamberin ashabı, kendisinden ayrılmıştı. İbn Kamîe, Hazret-i Peygamber'i öldürmek için bir hamleye girişti. O günkü sancaktar olan Mııs'ab b. Umeyr de engel olmaya çalıştı. Kamîe, Mus'ab'ı öldürdü, fakat Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i öldürdüğünü zannederek dönüp gitti ve ”Muhammed'i öldürdüm" dedi. Bunun üzerine birisi çıkıp, ” Muhammed öldürüldü!" diye bağırdı. Bu İblis'ti. Ashap, hayretler içerisinde ve yenilmiş olarak geri döndü. Enes b.

Mâlik'in amcası olan Enes b. Nadr, Ensar ve Muhacirlerin karşısına geçip, ”neden duruyorsunuz?" diye sordu. Onlar da: ”Muhammed öldürüldü" dediler. Bunun üzerine Enes b. Nadr: ” Öyleyse bundan sonra yaşamayı ne yapacaksınız? Peygamberinizin öldüğü uğurda siz de ölün" dedi, düşmana doğru yürüdü ve şehid edildi. Ka'b b. Mâlik diyor ki: ” O esnada, Müslümanlar içerisinde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ilk gören ben oldum. Miğferin altından, gözlerinin belirdiğini gördüm. Bütün sesiyle: ” Ey Allah'ın kulları, bana koşun! Ey Allah'ın kulları bana bakın!" diye bağırıyordu. İnsanlar etrafına toplandılar. Yenilgilerinden dolayı onları kınadı. Onlar da: ”Ey Allah'ın Rasûlü! Analarımız ve babalarımız sana feda olsun. Kötü bir haber işittik ve kalplerimiz ürperdi. Onun için geri döndük" dediler. Allahü teâlâ da bu âyetle onları kınadı.

"Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de sadece," diğer peygamberler gibi, ”bir elçidir."

Ondan önce de peygamberler gelip geçti. O da önceki peygamberler gibi geçip gidecektir. Kendisinden sonra, onun getirdiği dine sımsıkı sarılın. Peygamber gönderilmesinin amacı, delil getirip, ilzam etmektir. Yoksa devamlı olarak onlarla beraber kalmak değildir.

Şimdi o, ölür veya öldürülürse, ökçeleriniz üzerine geri mi döneceksiniz?. Bu ifade, Hazret-i Peygamber'in ölmesinden, ya da öldürülmesinden sonra, onların dinden dönmelerini yasaklamaya yönelik bir ifadedir. Çünkü onlar, önceki peygamberlerin öldüğünü, ümmetlerinin ise, o peygamberlerin dinlerine yapışıp, yaşamaya çalıştıklarını biliyorlar.

Kim, cihad ve diğer konularda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in emrine uymayıp,

ökçesi üzerine geri dönerse, o bu geri dönüşü ile,

Allah'a hiçbir zarar veremez. Ancak, Allah'ın öfke ve azabını kendi üzerine çekerek, nefsine zarar verir. Allahü teâlâ, fayda ve zarardan münezzehtir.

Allah, İslâm dininde karar kılıp,

şükredenleri rnükâfatlandıracaktır. Bu ise, en yüce nimet ve en üstün iyiliktir. Onlar bu şekilde isimlendirilmişlerdir. Çünkü İslâm üzere sabit kalmak, Allah'a şükür ve O'na karşı olan hakkı ödeme anlamı taşır. Ayrıca bu ifade; dönenlerin, küfrân-ı nimette bulunduklarını da İma ediyor.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman, Müslümanlar ne yapacaklarını şaşırdılar. Bir kısmı dehşete kapıldı. Bir kısmı oturup kalkamadı. Bir kısmının dili tutulup konuşamadı. Bir kısmı da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ölümünü bütünüyle inkâr etti. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bile, bir ara, bu âyeti hatırlayanlayıp, şöyle dedi: ”Münafıkların bazıları, Hazret-i Peygamberin öldüğünü iddia ediyorlar. O ölmedi. Hazret-i Mûsa'nın, kırk gün insanlar arasından kaybolup, Rabbine gidip döndüğü gibi, O da Rabb'ine gitmiştir. Vallahi o mutlaka geri dönecektir. Onun öldüğünü iddia edenlerin ellerini ve ayaklarını keserim." Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bu sözünü tekrarlayıp durdu. Tâ ki Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) kalkıp, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra, şu hitapta bulununcaya kadar:

"Ey İnsanlar! Her kim Muhammed'e tapıyorsa, bilsin ki o öldü. Her kim de Allah'a tapıyorsa, o da bilsin ki, Allah ölmez, diridir." Daha sonra da ”Muhammed sadece bir elçidir" âyetini okudu. Râvî der ki: ”Hazret-i Ebû Bekir, bu âyeti okuvuncaya kadar, insanlar sanki böyle bir âyetin indiğini bilmiyormuş gibilerdi. Bütün insanlar, onun öldüğüne artık kesinlikle inandı. Cansız varlıklar bile onun ayrılığına dayanamayarak çatlayıp yarılırken, müminlerin kalpleri nasıl çatlamazdı ki? Nitekim kendisine minber yapılmadan önce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir kütük üzerinde hutbe okurdu. Minber yapılınca kütüğü terketmişti. Fakat kütük, ona olan özleminden dolayı, çocuk gibi ağlamaya başlayınca, Hazret-i Peygamber kütüğü kucakladı ve o da sakinleşti."

Ben de derim ki: ”Sevgililerden ayrı kalanın hayatı ne acıdır. Hele bu sevgili Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) olursa." Hazret-i Peygamber ağırlaştığı zaman kendisini sıkıntı kaplamıştı. Bunun üzerine Fatıma (radıyallahü anh), ”Vah üzüntülü babacığım!" deyince Hazret-i Peygamber ona, ”Bugünden sonra artık baban için üzüntü yoktur" buyurmuştur. Allah Rasûlü vefat edince de Fatıma (radıyallahü anh), ”Kendisini davet eden bir Rabbe icabet eden babacığım! Konağı Firdevs cenneti olan babacığım!" demiştir. Hazret-i Peygamber defnedildiği zaman, Hazret-i Fâtıma (radıyallahü anh) şöyle diyordu: ”Ey Enes! Peygamber üzerine toprak serpmek hoşunuza gidiyor mu?" Hazret-i Fatıma, babasının ölümünden sonra altı ay yaşayıp, sonra vefat etti.

144 ﴿